Sırada genetik tufan mı var?

-
Aa
+
a
a
a

Aksiyon - Haftalık Haber Dergisi

Dünyanın birçok ülkesinde tüketilmeye başlanan mısır, soya, patates, pirinç gibi transgenik ürünler hızla yayılıyor. 70 milyar dolarlık pazara hitap eden GDO’lu ürünler 68 milyon hektarlık alanda yetiştiriliyor. Peki bu teknoloji 11 bin çeşit bitki türüyle, ekolojisi en zengin ülkelerden biri olan Türkiye’yi nasıl etkileyecek?

Son yıllarda, canlının en temel yapı taşı olan DNA’larıyla oynanması, bitki ve hayvan türlerinin kopyalanması gibi bilimsel deneylere şahit oluyoruz. Genetik bilimi, 1990’lı yılların başından itibaren tarım ve hayvan ürünleriyle hayatımıza girdi. Bir canlının gen diziliminin değiştirilmesi ya da kendisinde bulunmayan bir karakterin kazandırılmasıyla oluşturulan genetiği değiştirilmiş organizmalar (GDO) tüm dünyanın gündeminde. Bilim çevreleri artık tavuk genli patates, balık genli domates, akrep genli pamuğu tartışıyor. Kimilerinin ‘Frankeştayn gıda’, kimilerininse “yeşil altın” olarak isimlendirdiği genetik yapısıyla oynanmış tarım ürünlerinin yetiştiriciliği, yeryüzünde hızla yayılıyor.Tarım teknolojisi ve bilimin açlığa ve hastalığa çare bulma umuduyla ürettiği bu yeni nesil ürünler, artık insanlara verebileceği zararlarla da tartışılır hale geldi. Kim bilir, belki çeyrek asır geçmeden susuz selsiz yaşanacak ikinci bir tufana karşı elimizdeki bitki tohumlarını, hayvan ve diğer canlı türlerini korumanın yollarını arayacağız. Bu kez büyük bir gemi değil, laboratuvar tüpleri ya da uzay araçlarındaki yapay eko sistemler çıkacak karşımıza!Önceleri türler arasında gerçekleştirilen genetik aktarımların yapıldığı biyogenetik alanında şimdi hayvandan bitkiye, bitkiden hayvana gen aktarımları yapılıyor. Genetik müdahalelerle oluşturulan süper tohumlar, Türk tarımını tehdit ediyor mu? Soruların cevabını vermek kolay değil. Ancak bilinen bir şey var ki, bu ürünler Türkiye’ye giriyor.Ürün testleriyle iddiaları ispatlayan Tüketici Hakları Derneği Başkanı Turhan Çakar, tahlil sonuçlarıyla mısır unu, soya etli kıyma, yemlik mısır, soya ve mısır karışımı tavuk yeminin GDO’lu olduğunu belirlendiğinin altını çiziyor. Piyasadan noter huzurunda toplanan gıdaların İsviçre ve Ankara İl Tarım Müdürlüğü laboratuvarlarında yapılan tahlilleri sonucu bakteri geni taşıdıkları saptandı. Çakar, genetik yapısı değiştirilmiş bu tip ürünlerin ithalatına 1996 yılından bu yana 4 milyar doların üstünde para ödendiğini ileri sürüyor. GDO’lu ürün olduğuna dair ithalat izni alınmayan bu ürünlerin Türkiye’ye nasıl girdiği ise tam bir muamma. Tarım Bakanlığı’ndan bir yetkilinin uyarısı ise daha korkutucu: Hayvan yemi olarak ithal edilen ürünlerin amacı dışında (yani insan gıdası olarak) kullandırılmaması gerekiyor. Avrupa Birliği kapısını aralayan Türkiye’de, önümüzdeki yılların en çok tartışılacak konularından biri, tarım ve tarımsal üretimdeki teknolojik-politik savaşlar ile gıda güvenliği olacak. GDO’lu gıdaların son günlerde sıkça gündeme gelmesi, ABD ile Avrupa arasındaki tarım savaşlarının Türkiye üzerinden yürütüleceğini gösteriyor. Teknolojinin tarım ve hayvancılıktaki son durağında, doğru tercih yapılmazsa, susuz-selsiz fakat bedeli ağır olabilecek yeni bir tufan Anadolu’dan başlayabilir.Yeşil devrim dünyayı kurtaracak mı?20. yüzyılda uygulama alanı hızla genişleyen suni gübreler, kimyasallar ve hormonlar gibi bitkisel üretimde verim artışını hedefleyen metotlar nedeniyle tarım topraklarının verimi düştü. Bilim adamlarına göre yakın gelecekte açlık tehlikesiyle karşı karşıya kalabilecek insanlığın kurtuluş reçetesi, genetik teknolojisi. Gen aktarımıyla, yabani otlara, soğuğa, hastalıklara dayanıklı ürünler elde edildi. İlk başlarda buğdayın genini arpaya, mercimeğin genini nohuta aktarma şeklinde yürüyen bilimsel çalışmalar, bugün farklı canlı âlemlerden bitki türlerine gen transferi noktasına geldi. Bütün bu yeniliklerin sonucu oluşan mısır, soya, kolza, pirinç, domates, patates tohumları daha laboratuvar aşaması tamamlanmadan kendini tarlalarda buluverdi.Son yıllarda şahit olduğumuz besin kirlenmeleri, tarım ürünlerinin böcek ilaçlarıyla kaplanması, kanserojen etki gösteren çilekler, mısırlardaki genetik değişim, hormonlu patatesler bütün bu sürecin yeni ürünleri ve sorunları olarak karşımızda duruyor. İlk zamanlarda hastalık ve zararlılara dayanıklı olduğu için tek tip ürün yetiştirmeye ikna edilen çiftçiler, her yıl hasattan sonra ellerindeki kısır tohumlara, bu tohumların büyütülmesi için yeni ilaç sanayilerine bağımlı hale geldi.Çevrecilere ve genetik müdahaleye karşı çıkanlara göre, zenginlik beklentisi ve teknolojinin katkısıyla girilen bu yeşil devrim yolu, yeryüzündeki biyolojik çeşitliliğin yok olması tehdidini de beraberinde getirdi. Biyogenetik müdahale yapılarak üretilen yeni canlı türlerin gerçekten açlığa ve kıtlığa çözüm mü olacağı, yoksa türleri tehdit eder hale mi geldiği soruları cevap bekliyor.Bugün dünyada gen aktarılmış tohumlarla yapılan tarımsal üretim alanı 68 milyon hektarı buldu. Yani Türkiye topraklarının büyüklüğüne ulaştı. 1997’de 1,7 milyon hektarla başlayan bu tarım, aradan geçen 7 yılda neredeyse 40 kat arttı. ABD’de GDO’lu bitki tarımının yapıldığı alanlar 36 milyon hektarı, Arjantin’de 12 milyon, Brezilya’da 3,2 milyon, Kanada’da 1,5 milyon, Çin’de 260 bin hektarı geçti. Üretimi yapılan ve piyasada bulunan GDO’lu ürünler arasında soya fasulyesi, mısır, pamuk, buğday, kolza, pirinç, domates, bal kabağı, ayçiçeği, yer fıstığı ve bazı balık türleri yer alıyor. Mısır ve soya, genleriyle oynanmış bitkiler arasında ilk sıralarda yer alıyor.GDO’lu ürünler raflardaPeki GDO’lu ürünler Türkiye’ye giriyor mu? Türkiye Ziraat Mühendisleri Odası Başkanı Gökhan Günaydın’ın soruya cevabı, ‘evet’. “Türkiye’ye GDO’lu ürünlerin hammadde olarak girdiğini biliyoruz, ama tohumların girdiğine dair bir bilgi yok. Bu alanda üretim yapan ABD, Arjantin, Çin, Brezilya ve Kanada dünya genelinde tarım alanında yüzde 99 pay sahibi. Soya, pamuk, mısır ve kolza gibi ürünlerde biz dışa bağımlıyız. ABD ve Arjantin ise en önemli ticaret ortaklarımız. 1999’da aldığımız 1,8 milyon ton mısırın yüzde 81’i ABD ve Arjantin’den, 2003’te alınan 800 ton soyanın yüzde 88’i de yine bu iki ülkeden geldi.”Üstelik Günaydın, iç piyasada işlenerek ürün halinde pazara sürülen gıda maddelerinde GDO’lu ürünlerin hammadde olarak kullanıldığını ileri sürüyor. Çünkü gümrükler denetlenmiyor. Yani tüketici farkında olmadan GDO’lu gıdaları tüketiyor.Türkiye’de GDO’lu tohum üretimi ve ekimi yapmak yasak. Tarım Bakanlığı kayıtlarına göre de GDO’lu tohum ekimi yapılmış yer yok. Resmi kayıtlara göre, Tarımsal Araştırmalar Genel Müdürlüğü’nün deneme amaçlı ekim sahaları dışında genetik değişime uğramış bitki ve tohumlar Türkiye’de topraklarla buluşmadı. GDO’ya Hayır Platformu ve bu alanda bilimsel çalışma yapan bazı akademisyenlerin iddiaları ise, Manisa, Çukurova, Sakarya, Bursa, İznik gibi bölgelerde çiftçilere bilgileri dışında GDO’lu ürün tohumlarının ücretsiz dağıtılıp denendiği yönünde.GDO’lu tohumun ekimi yasak, ithalatı serbest!Eskişehir’in Çifteler ilçesinde iki köyde patates üretimiyle ilgili yaşanan bir olay çiftçileri çileden çıkardı. Amerikan şirketi Lambweston, 1998-1999 yılları arasında Çifteler’e bağlı Körhasan ve Abbashalimpaşa köylerinde, patates ekmek üzere vatandaşlardan toplam altı bin dönüme yakın tarlayı kiraladı. Tarlalarını yüksek fiyatla kiraya veren köylüler, iki yıl boyunca normal patateslerin iki üç katı büyüklüğünde ürünlerin elde edildiği tarlalarında artık hiçbir üretim yapamadıklarını ancak beş yıl sonra keşfetti. Tarlalarda transgenik tohum ekimi yapılıp yapılmadığı bilinmiyor. Ancak patates dışında hiçbir üründen verim alınamaması, tarlalarda görülen arazi kellikleri, verimin düşmesi, gözle görülür fizyolojik değişiklikler, bölgede test ekimi yapılmış olabileceği ihtimalini gündeme getiriyor. Çünkü, yüklü paralar karşılığında iki yıl süreyle patates eken Amerikalılar, daha sonra bilinmeyen bir sebepten dolayı köylerden ayrıldı. ABD şirketinin terk ettiği tarlalarını yeniden ekip biçmek isteyen çiftçiler şimdi verim alamıyor. Ulusal Biyogüvenlik Çerçevelerinin Geliştirilmesi Projesi Koordinatörü Tarımsal Araştırmalar Genel Müdürlüğü (TAGEM) Daire Başkanı Dr. Vehbi Eser, Türkiye’de kesinlikle izinsiz ekim yapılmadığının altını çiziyor. TAGEM’in deneme ekimlerinin 100 metrekarelik alanlarda yapıldığını ve şimdiye kadar bu alanın 300-500 metrekareyi geçmediğini söylüyor. Eser “Milyar dolarların yatırıldığı teknolojiyi kimse korumasız şekilde çiftçiye verip geçmez. İzinsiz ekim söz konusu değil” diyor.Deneme ekimleri en verimli ovalarda yapıldıTarım Bakanlığı’nın önceki dönemlerde yaptığı çalışmaların yetersizliğinden yakınan uzmanlar, 1999-2000 tarihleri arasındaki deneme ekimlerinin Çukurova, Niğde, Nazilli, Manisa, Bursa ve Sakarya gibi Türkiye’nin tarımsal açıdan kritik ovalarında yapılmasına anlam veremiyor.Genetiği Değiştirilmiş Organizmalara Hayır Platformu üyesi Mebruke Bayram, son günlerde kaçak ekim yapıldığına dair ciddi ihbarlar aldıklarını belirtiyor: “Harran ve Çukurova’nın göbeğinde iki metrelik perdelerle, genetik ekim yapılmış alanlar dışarıdan yalıtılıp korunamaz. Bursa, Manisa, İznik’te kaçak ekimler yapıldığını duyuyoruz. Yerinden tespitimiz yok; ancak böyle bir şey varsa ekimlerin bunda iyi niyet aranmaz. Türkiye’de 11 bin bitki türü var. Bunların 3 bin 700’ü ülkemize özgü ve başka hiçbir yerde yetişmiyor. İzinsiz GDO ekimleri biyolojik zenginğin ve endemik (Türkiye’ye has) türlerin yok olmasını beraberinde getirecek.”Türkiye’de GDO denetimi yapabilecek kamuya ait Bursa Gıda Kontrol ve Merkez Araştırma Enstitüsü ile Ankara İl Kontrol Laboratuvar Müdürlüğü’ne bağlı 54 eğitimli personelle hizmet veren 5 laboratuvar var. Tarım Bakanlığı’na göre son aşamaya gelen Ulusal Biyogüvenlik Yasa taslağı yürürlüğe girdiğinde denetim yapacak teknik altyapı hazır. Denetimlerin iki aşamada yapılması gerekiyor. Birinci aşama transgenik gıda ithalatı yoluyla ülkemize giren mısır, soya, pirinç, buğday gibi tarım ürünlerinin tespiti. Özellikle gıda sanayiinin çarklarına girmeden ülkeye giren hammaddelerin kimliğinin tespiti çok önemli. İkincisi ise GDO ekimi yapılmış tarlalardan elde edilecek ürünlerin test edilmesi. Zirai alanda kullanılan GDO’lu tohumlar diğer tohumlara göre pahalı. Ancak tohum ürün olduğunda yani mısıra, pirince, patatese, soyaya döndüğünde rakiplerine göre daha ucuz. Bu yüzden, gıda sanayiine girmeden tespit edilmesi hayati önem taşıyor.Devlet, kamu sağlığı için denetim yapmalıTarım Bakanlığı’nın merkezleri dışında, TÜBİTAK’ın da hem GDO’lu ürün üretimi hem de tespiti yapılabilen laboratuvarları bulunuyor. Ayrıca özel sektöre hizmet veren ve Türkiye Gıda İthalatçıları Birliği üyesi özel Kalite Sistem Laboratuvarı’nda da GDO’lu ürünlerin tespiti yapılabiliyor. Ancak, laboratuvar yetkilisi Biyokimya Uzmanı Samim Saner, talep olmadığı için GDO tespitine yönelik analiz yapmadıklarını söylüyor. Saner’e göre bunun nedeni, ithalatçı ve üreticileri yurtdışından aldıkları ürünlerin analizine iten bir yasal düzenleme bulunmaması. AB’de yüzde 0,9’un üzerinde GDO içeren ithal gıdaların etiketlenmesi zorunluluğu var. Türkiye’de şimdilik böyle bir zorunluluk da yok. Yani işlenmiş gıdaların içinde bile transgenik hammadde bulunup bulunmadığını bilemiyoruz.Peki pazardan aldığınız pirinç ya da mısırın tohumunda, çocuğunuzun mamasında ya da bisküvisinde GDO bulunup bulunmadığını nasıl öğreneceksiniz? Bunun bilimsel olarak belirlenmesi için ABD ve Avrupa’da hem devlet hem özel sektör laboratuvarları var. Türkiye’deki sayı yetersiz. Üstelik Tarım Bakanlığı laboratuvarlarında ürün başına 600-650 milyon lirayı bulan test ücreti ödemeniz gerekiyor. Bu yüzden gıda sanayiine girmeden, limanlarda kontrollerin yapılması için yeni laboratuvarlara ihtiyaç var. Tüketici dernekleri; büyük market ve gıda toptancılarının temel tüketici hakları çerçevesinde etiketleme ve laboratuvar testlerine destek olmaları gerektiğine inanıyor.Transgenik tarım 70 milyar dolarlık pazarGDO’lu ürünlerin dünya pazarındaki ticari büyüklüğü 70 milyar dolar olarak ifade ediliyor. AB ülkelerinden İspanya’da her yıl 400 bin hektar ekim yapılıyor. Almanya, Fransa, Romanya, Bulgaristan gibi ülkelerde test ekimleri şeklinde düşük miktarlarda GDO ürün tarımı yapılıyor. “Tarladan çatala gıda güvenliği” sloganı ile hareket eden AB ülkelerinde tüketiciler, genetiği değiştirilmiş ürünlerin insana, hayvana ve çevreye olumsuz etkileri olmadığı yönünde ikna edilemedi. Bu yüzden Avrupa, tarım ve gıda sanayiinden bu işe girmiyor. AB’ye uyum çalışmaları çerçevesinde 100 bini aşkın mevzuatın yarısından fazlasının tarım ağırlıklı olduğu, en çetin müzakerelerin bu alanda yapılacağı düşünüldüğünde AB’nin Türkiye’yi de transgenik tarım ve gıdalardan uzak tutmak istediği ortada.Yıldız Teknik Üniversitesi Biyomühendislik Anabilim Dalı öğretim üyesi Prof. Dr. Şeminur Topal’a göre, AB’nin bu konuda takındığı tavır doğru. Organizmanın en temel yapı birimi olan genlere müdahale geri dönüşü olmayan bir girişim. Yapı bir kere bozulduktan sonra organizmanın eski mümkün değil. Bu nedenle, gıda güvenliği açısından riskleri ciddiyetle ele almak ve kesin verilere ulaşmadan genetik modifiye ürünlere karşı bir tavır benimsemek zorundayız.Genetik modifiye ürünlerin riskleri neler?En sık dile getirilen risklerin başında GDO’ların antibiyotik direnç sahibi oldukları geliyor. Organizmaların yapısını değiştirecek genler üretilirken antibiyotik dirençleri artırılıyor. Bu nedenle o ürünleri tüketen insanların da antibiyotik dirençlerinin güçlenebileceği söyleniyor. Bu da ileride antibiyotik tedavilerinden sonuç alınamaması ihtimalini doğuruyor.Bilim adamları tarafından dikkat çekilen konulardan biri de transfer edilen genlerin insan veya hayvan bünyesindeki bakterilerle birleşme ihtimali. Bu ihtimal genetik değişimin insanlara sıçraması tehlikesine işaret ediyor. Ayrıca virüs kaynaklı genlerin dayanıklılık genini diğer virüslere transfer etme ihtimali de söz konusu. Diğer bir risk, mısırda kullanılan ve bitkiyi böceklere karşı koruyan toksik Bt geni. Mısırdan alınarak diğer bitkilere transfer edilen bu gen, insanlar tarafından farkında olmadan ve ileriye yönelik riskleri bilinmeden tüketiliyor.Ayrıca genetik modifiye ürünleri tüketenlerde gıda alerjisi görülme oranının normalden yüksek olduğu ifade ediliyor. GDO türü sebze tüketen Batılı ülkelerde, insanlarda daha önce rastlanmayan alerji vakalarına rastlandığı bildiriliyor. Diyelim ki fındığa karşı alerjiniz var. Soyaya fındıktan bir gen aktarılmışsa soya diye yediğiniz şey sizde alerji yapabiliyor. Prof. Dr. Şeminur Topal’ın dikkat çektiği risklerden biri de GDO’lu ürünlerin vitamin sentezlenmesini ortadan kaldırabileceği. Topal’ın belirttiğine göre genetik modifiye pirinçte bulunan A vitaminini sentezleyen gen, etkisini yitiriyor. Beslenmesi pirince dayalı bir ülke olan Hindistan’da, geçtiğimiz yıllarda yaşanan bir olay akıllardaki soru işaretlerinin artmasına sebep oldu. Hindistan’da hızla artmaya başlayan gece körlüğü şikayetlerinin GDO’lu pirinç tüketilmesine bağlı olup olmadığı araştırılıyor.Biyoteknolojinin aldığı en önemlieleştirilerden biri de laboratuvar analizlerinin çok kısa sürmüş olması. ‘Genetiği değiştirilmiş organizmalar’, laboratuvarlarda üretilmeye ve test edilmeye başlandıktan çok kısa bir süre sonra endüstriyel üretime geçildi. Prof. Dr. Topal’a göre test sonuçları önemsenmedi. Bir dönem yeşil devrim olarak kabul edilen bu teknoloji, bugün genetik kirlenme olarak adlandırılıyor.Genetik kaçış tarımın kâbusu olur“Türkiye dünyada organik tarım yapma şansı bulunan en önemli ülke.” Bu tespit, yıllarını Türk tarımına adamış Pankobirlik Genel Müdürü Dr. Mikdat Çakır’a ait. Çakır, genetik değişime uğramış tohumların da, ithal edilen ürünlerin de güvenirliği kanıtlanmadan kullanılmasının sakıncalı olduğuna dikkat çekiyor. Topraklarının kirlenmemiş olması ve dört mevsimin ve yaşanması nedeniyle Türkiye, organik tarım için biçilmiş kaftan. Parçalı tarım arazileri nedeniyle de bir o kadar korunaksız.Genleri değiştirilmiş organizmaların ekiminde tartışılan en büyük risk insan sağlığı noktasında değil, çevre ve bitki güvenliğinin sağlanamaması noktasında öne çıkıyor. GDO’ların yetiştirildiği bölgelerden rüzgar, su, polen taşıyan böcekler gibi etkilerle meydana gelebilecek gen kaçışları, başka türleri de etkileyerek biyolojik çeşitlilik kaybı, ekolojik fakirlik gibi yeni tehlikelere neden olabilir. Türkiye gen kaçışı konusunda da korunaksız. Örneğin, bir mısır türünden diğerlerine sıçrayacak gen kaçışı geri dönüşü mümkün olmayan hatalar zinciri oluşturabilir. Türkiye bu yüzden buğday, mısır gibi tohumluklarında orijinal türlerini yitirebilir.Çakır, bu noktada Türkiye’deki yaklaşık 15 milyon parçalı tarla sahipliğinin önemine dikkat çekiyor. Bu yapı, GDO’lu ekim yapılması halinde kontrolün hiçbir zaman sağlanamayacağı anlamına geliyor. Biyogenetik tohumların en çok kullanıldığı ABD’de Arizona Vadisi, GDO’lu bitkilerin kontrollü üretiminin yapıldığı yalıtılmış bir bölge adeta. Türkiye’nin kontrollü ekim imkanı yok. Genetik kaçış denen, türler arası aktarım gerçekleşirse bunu önleyecek, eski tohumları koruyarak çoğaltacak bir teknoloji de olmadığı için Türkiye’deki risk, tarım için bir kâbusa dönebilir.Tarım, tohum bağımlısı olmasın!Mikdat Çakır başka bir risk olarak da GDO’lu tohumların ekimiyle daha önce domateste olduğu gibi yeni tohum bağımlılıkları yaşanabileceğine işaret ediyor. Mevcut buğday, mısır, pamuk, soya, pirinç türlerinin GDO menşeli olmaları halinde, her yıl tekrar tekrar satın alınacak tohumlar; tarımda kârlılığı ve verimliliği bitirip, dışa bağımlılık oluşturacak. Ülkemizde GDO’lu tohum ekimi yasak olmasına karşın tohum ithalatı beyan esasına dayalı ve serbest. Bu mevzuat boşluğu bile kaçak ya da illegal yollarla ekimin gerçekleşmiş olabileceği tezlerini güçlendiriyor.TAGEM Daire Başkanı Dr. Vehbi Eser de bu noktada mevcut türlerin korunması gerektiğini, ancak Türkiye’nin biyogenetik teknolojisine de sahip olmasının stratejik olduğunu vurguluyor. Yani dışardan satın alınan GDO’lu üründen çok daha önemli olan şey, GDO’lu tohumun Türkiye topraklarında ekilip ekilemeyeceği; hangi şartlarda nasıl ekileceği. Kısır tohumların tarımda sürekli bir dışa bağımlılık riski taşıması ve bu tohumlara yüksek bedeller ödenmesi, çiftçinin yeryüzünde tarım yapılmaya başladığı günden beri sahip olduğu ‘tohumluk hakkı’nın bitmesi anlamına geliyor. Üstelik yatay gen kaçışları nedeniyle Kanada gibi GDO üretiminin hızla geliştiği bir ülkede bile çiftçiler mahkeme kapılarında sürünüyor. Komşu tarlalardan kendi ürünlerine sirayet eden GDO’lardan habersiz çiftçiler, ürünlerin satışında yapılan testlerde GDO’lu ürünleri patentsiz kullandıkları gerekçeleriyle hukukî baskıya maruz bırakılıyor.Tüketici ‘tarladan çatala’ güvenlik istiyorAB yolunda hızla ilerleyen Türkiye, tarım ve gıda güvenliği açısından da uyumu yakalamak için yasal düzenlemeler yapıyor. AB üyesi ülkelerde “tarladan çatala” sloganıyla tüketicinin bilgi edinme hakkı çerçevesinde GDO’lu ürünler etiketleniyor. Dünya genelinde yapılan düzenlemeler gereği GDO ve ürünlerine biyogüvenlik gerekçeleri ile ticari kısıtlamalar veya etiketleme yapmak gerekiyor. Dünya Ticaret Örgütüne Üye Ülkeler Evrensel Tüketici Hakları Bildirgesi, Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel Anlaşması (GATT) ve son olarak 2000 yılında imzalanan ve Türkiye tarafından 2003 yılında yasalaştırılan Cartagena Biyogüvenlik Protokolü, GDO’lara karşı kesin bir tavır gerektiriyor. Aslında bu protokol, Türkiye’nin transgenik ürünlerin riskini kabul ettiği anlamına geliyor. Ancak ithal edilen ürünlerin GDO’lu olup olmadığı gıda güvenliği açısından fiilen denetlenmiyor.Türkiye ve İsviçre’de yaptırdıkları testlerle iç pazarda GDO’lu ürün satıldığını belgeleyen ve bu ürünlerin Türkiye’ye girişinin yasaklanması gerektiğini belirten Tüketici Hakları Derneği Başkanı Turhan Çakar ile Tüketiciler Derneği Başkanı Engin Başaran’a göre tüketiciler soya ve mısır menşeli ürünleri alırken iki kere düşünmeli. Türk tüketicisi Avrupa’da olduğu gibi gıda maddelerinin üstünde GDO içerip içermediğine dair bir etiket göremiyor. Türk halkı Tarım ve Köyişleri Bakanlığı’nın son halini verdiği Biyogüvenlik Yasa Tasarısının yasalaşmasını bekleyecek.Türkiye’deki tüketici dernekleri bu uluslararası anlaşma ve protokollerin gereklerinin uygulanmasını istiyor. Bunu yaparken tüketici temsilcileri, halkın eğitilme, bilgilenme ve seçme hakkına sahip olduğundan yola çıkıyor. Ayçiçeği, soya ve yer fıstığında bitkisel yağ kalitesinin artırılması, çilek ve domates gibi ürünlerde raf ömrünün uzatılması; mısır, patates, pamukta ürün zararlılarına (böcek haşere) dayanıklılık, bitki hastalıklarının önlenmesi amacıyla genetik değiştirme çalışmaları sürüyor.Biz bugün Türkiye’ye ithal edilen soya, mısır, gibi ürünleri tartışırken, birkaç yıl sonra genetiği değiştirilmiş hayvanlar konusu gündeme taşınacak. Çünkü şimdilerde süt üretiminin yüzde 15 artırılması, 20 çeşit balıkta hızlı büyüme ve soğuk şartlara dayanıklılık genlerinin aktarılması testleri bitirilmiş durumda. GDO’lu bitkilerden sonra sırada GDO’lu balıklar, enzimler ve hayvanlar var. Ağzımızın tadı kaçmadan bu sorunlara çözüm üretilmesi ve AB mevzuatları çerçevesinde yeni politikalar geliştirilmesi gerekiyor.GDO NEDİR?Genetiği değiştirilmiş organizmalar, kısa adıyla GDO’lar, bir canlının gen diziliminin değiştirilmesi ya da kendi doğasında bulunmayan bir karakter kazandırılmasıyla yeni bir canlı organizma elde edilmesi anlamına geliyor.HANGİ ÜRÜNLER RİSKLİ?Bütün dünyada genetiği ile oynanmış pek çok ürün bulunuyor. Mısır, domates, patates, pirinç, soya, buğday, kabak, bal kabağı, ayçiçeği, yer fıstığı, bazı balık türleri, kolza, kasava, papaya. Bunların dışında çalışmaların devam ettiği ürünler: muz, ahududu, çilek, kiraz, ananas, biber, kavun, karpuz, kanola. Mısır ve soya, genleriyle oynanmış bitkiler arasında ilk sıralarda yer aldığı için bu bitkilerden üretilen yan ürünlerin kullanıldığı bütün ürünler GDO’lu olma riski taşıyor: Mısır ve soyadan üretilen yağ, un, nişasta, glikoz şurubu, sakkaroz, fruktoz içeren gıdalar günlük tüketim maddeleri arasında yer alıyor. Örneğin, bisküvi, kraker, pudingler, bitkisel yağlar, bebek mamaları, şekerlemeler, çikolata ve gofretler, hazır çorbalar, mısır ve soyayı yem olarak tüketen tavuk ve benzeri hayvanlardan elde edilen gıdalar ve pamuk GDO’lu olma riski taşıyanların başında geliyor.TÜKETİCİLER NE İSTİYOR?* GDO’lu tohumların ülkeye girişi yasaklanmalı. * Sağlık ve Tarım bakanlıkları % 98’i böcek ilacı içeren transgenik ürünleri denetlemeli. * GDO’lu ürünler ülkeye girerse de etiketleme işlemi ile tüketiciler bilgilendirilmeli. * Gıda üreticileri ve büyük marketler sattıkları ürünlerin GDO’lu olup olmadığını belirtmeli.GDO’YA HAYIR PLATFORMU: GDO’LAR YÜZYILIN TEHLİKESİZiraat odaları ile çevre ve tüketici derneklerinin de içinde yer aldığı 90 sivil toplum kuruluşunun oluşturduğu Genetiği Değiştirilmiş Organizmalara Hayır Platformu, GDO’yu yüzyılın en büyük felaketi olarak değerlendiriyor. Kamuoyunun dikkatini GDO’ya çekmek için oluşturulan platform, Şubat 2004’te yayımladığı ‘Yaşam Patentlenemez’ başlıklı deklarasyondan sonra bir dizi etkinlik gerçekleştirdi. Son olarak il il dolaşan canavar domates fikri de bu platforma ait. Platform üyesi Mebruke Bayram, dünyanın biyoçeşitliliği en zengin ülkelerinden Türkiye’nin bu değerlerini kaybetmemesi gerektiğine işaret ediyor. “Ne yediğimizi bilmek istiyoruz. GDO’lu ürünlerin ülkeye girmemesini, ithalat ve ekiminin yasaklanmasını istiyoruz. Bu ürünler Türkiye’ye giriyorsa da etiketle belirlenmesini istiyoruz.”Platform, GDO’lu ürünleri kullandığı bilinen Nestle’nin, Cargill, Du-Pont, Syngenta, Monsanto ve Dow Chemical gibi GDO üreticisi dünya devi şirketlerin Türkiye’ye getirdiği ürünlerin mercek altına alınmasını istiyorlar.KARŞI GÖRÜŞ: GENETİK TEKNOLOJİYE NEDEN EVET?ABD Washington State Üniversitesi’nde DNA teknikleri ile bitki ıslahı üzerine doktora yapmış olan Gaziosmanpaşa Üniversitesi öğretim üyesi Dr. Necdet Kandemir, genetik mühendisliği teknolojisinin rededilmemesi gerektiğini söylüyor. GDO alanında Devlet Planlama Teşkilatı İleri Araştırma Projesini yürüten Kandemir’in GDO’ya neden evet sorularına verdiği cevaplar şöyle: Bitkilerde gen aktarımı nasıl yapılır?Bitkilerde 25-30 bin civarında gen bulunur. Genler 120 milyonla 15 milyar arasında dört bazdan oluşur. Bunlar DNA adı verilen uzun kimyasal moleküller üzerinde dizilmiştir. GDO teknolojisinde, çiçeklerin tozlanmasıyla bitkilere transfer edilemeyen genlerin özel DNA taşıyıcıları aracılığıyla bir bitkinin genetik sistemine aktarılması sağlanır. Gen aktarımı güvenilir midir?Biyoteknoloji, uygun şekilde kullanıldığında var olan tarım teknolojileri içinde en güvenilir olandır. Biz bitkinin DNA’sını tamamen değiştirmiyoruz. Ona ne olduğu hiç bilinmeyen rasgele genler koymuyoruz. Yaptığımız şey 25-30 bin gen içeren bitkiye kimyasal, biyokimyasal, besinsel tüm özelliklerini bildiğimiz (çoğu kez) sadece bir gen aktarıyoruz. Bu genin ne olduğu ve ne yapacağı biliniyor.GDO’lu ürünler insanlara zarar verir mi?Bt toksin adında bir böcek zehiri üreten GDO’lu ürünler eleştiriliyor. Bu toksin yüksek pH ile çalışan sindirim sistemine sahip bazı böceklerde toksik etki yapıyor. Bu bitki böcekleri öldürüyorsa, insanları da öldürür mü? Hayır. İnsan ve hayvanların sindirim sistemi yüksek pH ile değil düşük pH ile çalışır. Bu nedenle Bt toksin insanlar için zehir etkisi yapmaz. İki yaşındaki bir bebek her gün 15 kg bu mısırlardan tüketse yine de eşik zararlara ulaşılmaz. GDO’ların alerjik etkilerine karşı ne yapılabilir?Ürüne özel uyarılar yapılabilir. Mesela bazı GDO ürünleri kullanılan genin tabiatından dolayı alerjiye sebep olabilir. Bu diğer gıdalarda da mümkün. Bana fındık, yumurta ve kavun dokunuyor. Bunun için biz bu ürünleri toptan yasaklıyor muyuz? Dokunan bilir ve tüketmez. Emekleme devresindeki bu teknoloji, alerji yapmayan ürünleri de üretebilir.Gen teknoloji tarımda ne tür yeni imkanlar sunuyor?Dünyadaki herhangi bir organizmada bulunan genleri, hatta laboratuvarlarda “genetik terzilik” yapılarak üretilen genleri bile aktarmak mümkün. Teknoloji, erozyonun önlenmesi, yabancı otlarla mücadele, gübre kullanımını azaltma, besinlere yeni vitamin zincirleri eklenmesi gibi tarımda devrim yapacak kapılar aralıyor. Örneğin buğday, arpa çok soğuk bölgelerde yetiştirilemiyor. Çavdar yetiştiriliyor. Çavdarın soğuğa direnç genleri GDO teknolojisi yoluyla buğday ve arpaya aktarılsa iyi olmaz mı?Katkıda bulunan: Hamza Erdoğan