'Ben de Amerika Ceza Versin İstiyorum'

-
Aa
+
a
a
a

Milliyet, 23 Eylül 2001

Dünya üzerinde hayat, ılık bir su gibi tatlı tatlı akarken, karlar eriyip yağmurlar yağınca biraz kabarıp ama sonra yine günlük akışına koyulup giderken, Jean Baudrillard, Alain Touraine, Jürgen Habermas, Edward Said, Umberto Eco gibi yazarlar, filozoflar kürsülerinde, enstitülerde taş taş üstüne koymakla meşguldür. Büyük çoğunluk onları fark etmez bile.Ama ne zaman ki iş ciddiye biner, hayatın suları bentleri aşar, zapt edilemez, kamuoyunun talebi, beklentisi ve alışkanlığı üzre, medyatik ve politik iktidar, isteyerek ya da istemeyerek filozoflarına, yazarlarına yer açar.Onlar, bilimle siyaset arasındaki sağlam köprüleridir toplumların.Türkiye, Doğu ile Batı, İslam ile sekülerizm arasındaki özgün konumunun ürettiği aydınlarını önce kendi kamuoyunun, sonra dünyanın sesi yapma fırsatını yine kaçırıyor.Felsefeye ve düşünceye sırtını döndükçe vicdansız bir fırsatçılığa, savaş tacirliğine esir düşüyor.The Guardian, Süddeutsche Zeitung gibi gazetelerin peşine düştüğü Orhan Pamuk türü yazarlarının çağrısıyla gurur trenlerine binip sınırları aşmak yerine, ehliyetsiz politikacıların ihtiras tramvaylarıyla kendi dünyasında dönüp duruyor.     Artık Amerika’da da bestseller oldumÇok mutlu görünüyorsunuz.Bakınız beşinciyim. Voah, voah, voah, voah. (Tuhaf sevinç nidaları ve kahkahalar arasında Amazon.com’un en çok satan kitaplar listesini çıkarıyor ve gösteriyor.)     Hayır, dördüncüsünüz.Pardon, dördüncüyüm, her neyse işte.     Hadi, "Benim Adım Kırmızı"nın Amerika serüveninden bahsedin biraz. İyi bir tanıtım kampanyası yapıldı mı?Evet, Amerika’daki yeni yayınevim kitabı büyütmeye, çok baskı yapmaya karar verdi. Kitabın ilk baskısı 30 bin gibi büyük bir rakam oldu. Bununla da birlikte çok reklam verildi. Ama benim için sorun, daha evvelden Amerika’da kitaplarım çıkmış olmasına rağmen, onlarla popüler olmamış olmam, onların yeteri kadar çok satmamış olmasıydı. Amerika, İngiltere gibi büyük pazarlarda bu bir problem, çünkü kitapçılar kitapları ısmarlamadan önce bilgisayarın düğmesine basıyorlar, bundan evvel kaç satmış, onun gibi bir şey istiyorlar işte. Yazarın statü değiştirmesi, kaliteli, edebi yazardan ya da az satan edebi yazardan çok satan, çok okunan yazara dönüşmesi çok zor. Amerika’da bir kitabın raf ömrü çok kısa. İki-üç ayda birazcık başarı, bir kıpırdanma göstermezse, hadi bakalım, gidiyor.     Siz bu ticari süreçlere çok müdahale ettiniz mi?Ben bu işlere meraklı olduğumdan hep de eleştirilmişimdir, burnumu sokarım. En sonunda ama benim bilgim gene bir yere kadar yetiyor. Yayınevi bir şeyler yaptı ve bence başarılı oldu. "Benim Adım Kırmızı"nın New York Times’ın kitap ekine kapak olması, John Updike’ın yazı yazması, kitabın işte bugün (söyleşi perşembe günü yapıldı) öğrendim, Amazon’da "bestseller" listesine girmesi, İngiltere’de, bunu da dün öğrendim, ilk baskının bitmesi. Bunlar başarı.      Amerika’da başarılı olmak insanın başını döndürüyorAmerika’da "bestsellerösınız. Statünüz değişti. Türkiye’dekine göre, Amerika’daki başarınız daha mı önemli sizin için?Evet. Orada sizinle yarışan kitap sayısı çok büyük olduğu ve Amerika bütün dünyadaki okur zevklerini de, ne yazık ki diyeceğim, belirlediği için Amerika’ya girmek insandaki hırs duygusunu... Kelime bulamıyorum, gözleri daha bir açılıyor, insanın orada başarılı olmak için başı dönüyor. Amerika’da başarı çok merkezileşmiş bir medyaya, New York Times’ın kitap ilavesine, New Yorker’ın ne yazdığına, New York Review of Books’un ne yazdığı gibi üç beş şeye bağlı. Bir de yayınevinin gücü ve büyüklüğüne. Küçük bir yayınevinden çıkarsa, yazar ağzıyla kuş tutsa kitabına ilgi çekemez, New York Times eleştirmez bile.      Daha başından kitabın geleceği belli."Taste maker", Türkçe söyleyelim, zevkleri, beğenileri yapan insanlar bunlar. Bu demokratik bir durum değil. Ben bundan evvelki iki kitabımda, "Kara Kitapöta ve "Yeni Hayatöta kötü eleştiri aldım, bunu da söyleyeyim burada ilk kez, o eleştirileri yapan insanlar da Ermeni katliamı konusunda kitap yazmış insanlardı. Bu benim talihsizliğimdi. "O insanlar bana karşı çok önyargılı insanlardı" demiyorum ama benim kitaplarımı iyi eleştirmediler. Ve ağzımda kötü bir tat kaldı. Bunu da kimseye söylemedim. Çünkü Türkiye’nin geçmişinde böyle karanlık bir şey olduğuna inanıyorum.      Büyük bir pazarın kapısı açıldı size. Peki, bundan sonra yazarken bu pazarın taleplerini, beğenilerini gözetecek misiniz?Mağrur yazarlar olur, "Ben, okur kim aldırmam" diyen, bende de öyle bir yan bulunur, ama şöyle bir yanım da bulunuyor, bir kitap yazıyorum ve otomatik biliyorum ki, 20 dile çevrilecek, bilmem kaç yüz bin satacak, belki beş bin tane de Kore’de okunacak, bu da olmuyormuş gibi davranamam.     Bilmediğiniz bir dile çevrilmiş bir kitabınızı elinize aldığınızda, evirip çevirip, bakıyor musunuz "Nedir bu?" diye?Kore’de çıkan bir kitabımı göstereyim, işte oracıkta. Bir şey anlamıyorum, hoşuma gidiyor, kapağına bakıyorum.     Peki, komplo teorilerine kaptırmaz mısınız kendinizi, "Tamam kapakta Orhan Pamuk yazıyor da, ya içinde..." diye?Mesela benden izinsiz İran’da çıktı, İran’da biraz baskılar olduğu için, sağı solu değiştirilmişti biraz. "Benim Adım Kırmızı" ve "Beyaz Kale", Arapça’ya çevrilmiş izin alınmadan, biraz sansür edildiklerini zannederim.     Bu Amerika’daki son terör eylemlerini nasıl ve nerede izlediniz?Ben tam olay başladığında Heybeliada’da bir kahvede yazı yazıyordum. Çok vatandaş kahvesi bir yerdi. Ben Amerika’da, New York’ta üç yıl bulundum, o binaların içine girdim çıktım, oralarda insanlarla buluştum, umutlu olarak, umutsuz olarak, oralarda parasız ya da az sıkıntılı dönemlerim oldu ve o kahvedeki kalabalıkla aynı duyarlılıkta seyretmiyordum olayları. Biraz yalnız ve suçlu hissettim nedense. Demek ki aşikar bir şekilde ben onlardan daha çok Amerikalıyım, kahvedeki insanlardan. Acının olduğu yerdeki insanlara kendimi yakın hissediyordum.     O kahvede daha çok Amerikalıydınız.Kahvedekiler için olanlar bir film sahnesi gibiydi. Biraz gülümsüyorlardı, "Bak ulan" falan, "Uyy, ne korkunç!" Ama kimse oradaki acıyı düşünmüyordu. Benim içimdeki ilk yara buydu. Kendimi yalnız hissettim. Benim kitaplarım Türkiye hakkında ama Türk kültürüne göre daha kozmopolitim, Amerikan kültüründen de çok beslenmişim. Bu beni etkiledi.     Kamuoyuna da ancak o ilk şok geçince daha çok "romancı bakışı" diyebileceğimiz ve tek tek insanların dramını görebilen bakış hakim olmaya başladı.Biz deprem acısını geçirdiğimiz için sanırım Amerikalılardan daha çok kendimizi oradaki insanların yerine koyabilme yeteneğine sahibiz. Başkasının acısıyla özdeşleşebilmek insanlığın en önemli güçlerinden ve saygı duyabileceğimiz yanlarından biri. Hayvanlarda yoktur bu. Ama medya bu yeteneğimizi kullandırtmadı bize. Şikayetçiyim, Türk medyasının, bu olayı bir atari oyunu gibi, "Şimdi Manhattan’a böyle oldu, bu kadar adam öldü", hafif gülümseyerek, "Amerika da böyle bir şeyi hak ediyordu" diye utangaç olarak ya da utanmadan konuşup, ama sonra da "Şimdi onlar da ötekileri şöyle bir dövsün, onu da seyredelim, bir başka atari oyunu olacak" diye çok acımasız bir yanı olmasından şikayetçiyim. Ben insanın şiddete başvuran insanı da, şiddet karşısında mahvolan insanı da anlaması gerektiğini düşünüyorum.      Büyük bir lider de bir şey yapamaz bu durumdaPeki, Amerikalılar, Irak ya da Filistin’deki insanları anlamışlar mıydı?Amerikan kültürünü eleştiriyorsam eğer, Irak’ta 100 bin kişi öldürüldüğü zaman onların acılarını anlamaya yanaşmadığı için, onları medyada, kültürde temsil etmedikleri için ya da başka yerlerde, İran’da çocuklar ilaçsızlıktan ölürlerken, kendilerini onlarla özdeşleştirmedikleri için kınıyorum.     Dünyada böyle büyük olaylar olduğunda, Batı medyası önemli yazarlara, filozoflara başvurur ve onlardan yazı ister. Size Türk medyasından bir talep geldi mi?Türk medyasından gelmedi ama işte size faksı göstereyim, ısrarla The Guardian ve Süddeutsche Zeitung benden yazı istedi. Çünkü benim konumum şu: Ben İslam dünyasındanım ama kitaplarım Batı’da çıkıyor ve laikim. Batı dünyasının bir parçası da olmak istiyorum. Oranın entelektüelleri bir süre sonra benzer şeyler yazıyor. Onun için "Ne istiyorsan yaz" diyorlar. The Guardian, "We will be honored (Şeref duyarız)" diyor.     Bir de topluma babasını bulamayan çocuk psikozu empoze ediliyor, "Böyle bir dönemde güçlü bir liderimiz olmalıydı" diye.  Ben bu işlerin sonunda dünyada çok büyük bir değişiklik olacağını, çok büyük savaşlar olacağını düşünmüyorum açıkçası. İnşallah yanılmıyorumdur. Sanki işte yaratıcı bir lider olacak da Turgut Özal gibi, karambolde bir şey yapacak da... Türkiye artık dünya sahnesinde öyle kendisi karar verebilen bir durumda değil. Bırakın Türkiye’yi, Fransa, İngiltere, tabii onlar biraz direniyor da, ama Amerika ne derse yapacaklar. Çok yaratıcı, büyük bir cumhurbaşkanı olsa o ne yapacak ki?       Bu, akıllarda kazanılmak istenen bir savaşBu buyük sarsıntı bir yazar olarak sizin dünyanıza ne kadar girecek?Girecek. Çünkü toplumsal bilim, siyasal bilim, kültür, öteki kültürleri anlama, işte bu konularda çok şey değişecek. Bu bir jeopolitik savaş olmayacak. Bir savaş olur, sonuçları 30 yılla sınırlı kalır. Çok insan da ölür ama işte insanlar birbirlerini öldürmüşlerdir. Bu yeni olay daha çok fikirleri değiştiren simgesel bir etki yaratacak. Kulelere çarpan uçaklar daha çok akıllarda kazanılmak istenen bir savaşa işaret ediyor. Aklımızda Amerika’nın yıkılmazlığı etkilendi, aslında çok etkilenmedi de, şimdi bu yüzden herkes Amerika’dan bu küstahları cezalandırmasını bekliyor. Ve hatta Batı dünyasına kendimizi yakın hissettiğimiz kadar bizler de istiyoruz. Ben de Amerika’nın bir ceza vermesini istiyorum bu işi yapanlara. Ama öte yandan bu kadar öfke nasıl doğuyor, bu kadar kin? Bu da önemli.     İnsanlığın kendine bakışı mı değişecek? Global iletişimsizlik çağı mı başlayacak?  100 bin kişi öldü Irak’ta, ama insanların kafasında dünyanın resmi değişmedi. Sadece Amerika’nın insanlığın çobanı, bizim de sürü olduğumuz bir kere daha ortaya çıktı. Ama şimdi insanların kafasında çok şey değişti. Bu kitapları, düşünceleri, ideolojileri, tasarımları, üniversiteleri, sayfaları değiştirebilir.     Bu yüzden Bush, "invisible war (görünmez savaş)" diyor herhalde.Evet.       ‘Türkiye bakkal hesabı yapıyor’Medyaya, siyasilere de garip bir faydacılık, fırsatçılık hakim oldu şimdi de. Bu akan ve akacak kandan, Türkiye ne kazanır hesapları yapılıyor. Bu çok büyük bir yozlaşma, bir vicdansızlık değil mi? Felsefe yapmak yerine matematikle iştigal ediliyor.Medyanın ve devletin sesiyle vatandaşın sesi arasında bir kopukluk söz konusu. Vatandaşın hissiyatı karışık. Belki de Türkiye’nin bütün Doğu ile Batı arasındaki çelişkisi söz konusu. Bir yandan insanların acılarını hissediyorlar, bir yandan da fakir insanın zengin insana olan öfkesi işin içinde. Bunun İslamcı yanı bulunuyor, hafif İslamcı yanı bulunuyor, solcu, anti-Amerikan yanı bulunuyor, Amerika’yı kıskanma yanı bulunuyor, bir "Oh olsun" yani. Bu basında da yerini buldu. Bu utanç verici bir şey. İnsan acıları üzerinden bakkal hesabı yapan, "Tabii, şimdi Türkiye daha önemli olacak" gibi müjde veren utanılacak şeylerin de haddi hesabı yok. İktidarını, parasını, gücünü kaybetmiş, gittikçe önemsizleşen bir millet ve devlet, bütün millet ve devletler arasında en hesaplı ve en güçlüymüş gibi davranıyor. Ve ayrıca hiç de pragmatik değil, dünya başkalarının acılarına bu kadar ilgisiz, soğuk, hesaplar içerisinde baktığını da görür onların. "Biz şu savaşa katılırız, siz kaç kuruş veriyorsunuz" gibi küçük hesaplar yapmak büyük hesapsızlıktır.