Bağdat: Ertesi Gün

-
Aa
+
a
a
a

11 Nisan 2003The Independent

Yağmacının günüydü. Almanya büyükelçiliğini silip süpürdüler ve büyükelçinin masasını avluya savurup attılar. Orta yaşlı erkeklerden, çarşaflı kadınlardan ve çığlık atan çocuklardan oluşan bir çete konsolosun ofisini soyup soğana çevirip, Mozart plakları ile Alman tarih kitaplarını üst kattki bir pencereden fırlatırken Avrupa Birliği bayrağını kurtardım -vize bölümünün dışında kirli su birikintisinin içine atılmıştı.

1980'lerden beri milyonlarca Iraklı çocuğun hayatını kurtarmaya ve iyileştirmeye çalışmış olan Unicef'in merkez bürosunda, bir hırsızlar ordusu, yepyeni fotokopi makinelerini birbirinin üstüne atarak ve çocuk hastalıklarına, ana karnında ölüm oranlarına, beslemeye ilişkin ne kadar Birleşmiş Milletler dosyası varsa yerlere saçarak, binanın altını üstüne getirdi. 

Amerikalılar Irak'ı "özgürleştirdiklerini" düşünebilirler ama onbinlerce hırsız -ailecek gelip arabalarla, kamyonlarla ganimet peşinde şehrisefer ettiler- özgürlüğün anlamı konusunda farklı bir fikre sahip gibiydi.

Kentteki Amerikan kontrolü için en iyi haliyle sallantıda denilebilirdi. Nitekim, Çarşamba günü Saddam Hüseyin'in heykelinin, Iwo Jima'dan bu yana en çok sahnelenen "tam fotoğraflık fırsat" olarak yıkıldığı meydan yakınlarında, dün gece birkaç deniz piyadesinin bir intihar bombacısı tarafından öldürülmesiyle bu gerçeğin altı iyice çizilmiş oldu. 

Amerikan birlikleri gün boyunca başka Arap ülkelerinden geldikleri söylenen Saddam yandaşlarıyla çatıştı. Deniz piyadeleri, Saddam Hüseyin ile rejiminin üst düzey üyelerinin saklandıklarına dair sonradan boş çıkan söylentiler üzerine gittikleri, Bağdat'ın merkezindeki Ademiye mahallesinde, İmam Adem camiinde dört saatten fazla sıcak çatışmada kaldı.    

Amerika bir işgal gücü olarak kendi kontrolündeki bölgelerde bulunan büyükelçiliklerle BM ofislerini korumaktan mes'uldür ama dün, yağmacılar masa ve sandalyeleri ön kapıya kadar taşıdıkları halde, Amerikan birlikleri Alman büyükelçiliğinin önünden geçerken durmadılar bile. 

Amerikan askerlerinin neşe içinde gözyumduğu olduğu durum bir skandal, bir tür hastalık, bir tür kitlesel kleptomani. Kentteki bir kavşakta, yüksek binaların çatılarına yerleşmiş sokaklarda intihar bombacısı arayan Amerikan nişancılar gördüm. Bu arada aşağıda, caddede, yağmacıların araçları -aralarında tıka basa buzdolaplarıyla yüklü iki tane de çift katlı çalıntı otobüs vardı- trafik sıkışıklığına yol açmıştı. 

BM ofislerinin önünde bir otomobil yavaşladı ve içerideki traşsız, terli adamlardan biri Arapça içeri girmemin manasız olduğunu çünkü herşeyi aldıklarını söyledi. Yoksullar ve ezilenler Saddam rejiminin 20 yıldan uzun bir süredir onları yoksullaştıran, hayatlarını mahveden adamlarına ait evlerden intikam alıyordu.

Saddam’ın üvey kardeşi ve eski içişleri bakanı İbrahim el Hasan’ın Dicle kıyısındaki evini, eski bir savunma bakanı Sadun Şakir’in, Saddam’ın en yakın güvenlik danışmanlarından Ali Hüseyin Macid’in, Kürtleri gazlayan ve geçen hafta Basra’da öldürülen “Kimyasal” Ali’nin, Saddam’ın özel sekreteri Abid Maud’un evlerini arayan tüm aileleri izledim. Bu devasa villaların içindekileri çalıp kaçmak için kamyonlarla, kamyonetlerle, otobüslerle, besisiz eşeklerin çektiği yük arabalarıyla geldiler.

Baas partisinin üst düzey üyelerinin şoke eden mobilya zevklerine göz atma fırsatı da sağlıyordu: ucuz pembe koltuklar, oymalı kakmalı sandalyeler, plastik servis arabaları, paha biçilmez İran halıları –öyle ağırlardı ki bir tanesini taşımak için üç kaslı hırsız gerekti. Eski içişleri bakanlarından birinin yağmalanmış evi önünde, şişman bir adam kafasında çalıntı bir silindir şapkayla dolaşıyor, bu Dickensvari figür dışarıdaki yağmacıların yol açtığı trafik sıkışıklığını açmaya çalışıyordu. 

Dicle üzerindeki Saddam köprüsünde, bir hırsız çalıntı mallarını doldurduğu kamyonetini o kadar hızlı sürdü ki, ortadaki beton refüje çarptı ve direksiyonu başında öldü.

Ama bir tür yağmacının kanunu varmış gibiydi. Hırsızın biri bir sandalyeye, bir avizeye ya da bir kapı pervazına bir kez dokundu mu artık onun sayılıyordu. Ne münakaşa eden gördüm ne de yumruklaşan. Alman büyükelçiliğindeki onlarca hırsız, küçük çocuklardan oluşan bir ordunun desteğinde sessiz çalışıyordu. Kadınlar istedikleri eşyayı gösteriyor, kocalar da onları merdivenlerden aşağı indiriyordu. Çocuklar da kapı kollarını sökmek ve BM ofisinde örneğin avizeleri indirmek için kullanılıyordu. Hatta ampulu tavandaki yuvasından çıkarmak için büyükelçinin masasına çıkmış birini gördüm. 

Saddam köprüsünün karşı yakasında, daha da gerçeküstü bir sahneya tanık olabilirdiniz. Saddam’ın oğluna ait iki beyaz av köpeği sandalyelerle dolu bir kamyonete beyaz iplerle bağlanmış, kamyonetin peşi sıra koşturuyordu. Şehirde dolaşırken, Saddam’ın atlarından dördünün –içlerinden biri de Saddam’ın bazı tablolarında bindiği beyaz aygırdı- bir römorka bindirilip götürüldüğünü de gördüm. Tarık Aziz’in villası da, kütüphanesindeki kitaplara kadar baştan aşağıya yağmalandı. 

Kentteki tüm bakanlık binalarında ne kadar dosya, bilgisayar, kayıt, mobilya ve otomobil varsa hepsi soyuldu. Tüm bu olup bitene Amerikalılar göz yumdu, hatta bu mülklerin “özgürleştirilmesini” özellikle önlemediler. Saddam’ın uşaklarına ait mallarının yağmalanması konusunda ahlakçılık etmek zor ama, devlet malları böylesine kapsamlı bir şekilde talan edildikten sonra Amerika’nın “Yeni Irak” hükümeti nasıl icraat yapacak? Hillah Caddesinde tanık olduğum sahneye ne demeli? Buğday silosu ve fabrikasının sahibi, silahlı bekçilerine kamyonlarını çalmaya çalışan hırsızların üstüne ateş açmasını emrediyordu . Bağdad’ın temel ekmek kaynağını korumaya yönelik bu silahlı ve nafile girişim, 100 metre ötede tankları içinde oturup hiç birşey yapmayan Amerikan 3. Piyade Tümenine bağlı 8 askerin gözü önünde gerçekleşti. Yağmalanan BM ofisi de Amerikan deniz piyadelerinin kurduğu kontrol noktasından 200 metre uzaktaydı. 

Amerika'nın kurtuluş ordusu daha şimdiden işgal ordusuna dönüşmüştü. Dün sabah Daura’da otoyoldaki köprüde sıraya girmiş yüzlerce Iraklıyı seyrettim. Amerikan askerleri her bir adamdan sırayla intihar bombacısı olmadığını kanıtlaması için diğer sivillerin önünde tişörtünü kaldırıp pantolonunu indirmesini istiyordu. 

Sabah saatlerinde Ademiye’de çıkan çatışmadan sonra, Amerikan deniz piyadelerinden bir nişancı saray kapısının tepesine oturmuş. Dur ihtarlarına uymayan bir otmobildeki üç sivili yaraladı. İçlerinden biri küçük bir kız çocuğuydu. Sonra da silah sesi nereden geliyor diye bakmak için balkona çıkan bir adamı vurup öldürdü. Aynı nişancı bir kaç dakika sonra bir başka otomobilin şoförünü öldürdü, biri genç bir kadın olan diğer iki yolcuyu da yaraladı. Cinayetler işlenirken Channel 4 televizyonundan bir ekip olay yerindeydi.

Bu arada, Daura’da çoğu haftabaşında Amerikan askerleri tarafından öldürülmüş olan Iraklı sivillerin cesetleri üzerinde hâlâ dumanlar tüten otomobillerin içinde çürümeye terk edilmişti. Ve dün Bağdat’ın “kurtuluşu”nun ikinci günüydü daha.

Çeviren: Işın Eliçin