Nereye Doğru'da Cengiz Aktar, İsrail ile İran arasındaki gerilime, 79. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'ndaki konuşmalara ve Türkiye ile Almanya arasında yapılan geri yollama anlaşmasına değiniyor.
Nereye Doğru’ya “Lübnan saldırıları derken İsrail, İran arasında yepyeni bir savaşımız daha oldu” diyerek başlayan Cengiz Aktar, “Bir dolu haber uçuşuyor ortalıkta. İsrail tarafı ‘hiçbir şey olmadı ki!’ gibi konuşuyor. İsrail'in vereceği cevap bekleniyor. Cevap verecek mi vermeyecek mi belli değil,” açıklamasını yaparken, Ömer Madra ise, “Hem Netanyahu, hem de İsrail Savunma Kuvvetleri (IDF) Sözcüsü Tümamiral Daniel Hagari karşı saldırıya geçeceklerini belirten ipuçları veriyor,” dedi. Aktar, “Evet ama diğer taraftan da savaş işlerinden anlayanlar ‘çok da aşırı bir şey yapamaz’ diyorlar. Karmakarışık bir ortam var. İran'ın güçsüz olduğu, mecbur kaldığı, hiçbir şey yapamayacağı söyleniyor. Bir dolu spekülasyon ve hurafe havada uçuşuyor. Bakalım ne olacak ama iyi bir şey olmayacağı da kesin,” yorumunu yaptı.
Ömer Madra, Reuters'ın savaşla sarsılan Lübnanlıların akın akın Türkiye'ye geldikleri, kaçmaya çalıştıkları haberinden bahsettiğinde Cengiz Aktar, bu konudaki görüşlerini şöyle açıkladı, “Muazzam bir göç var yalnız uçak yok. Beyrut Havaalanı’ndan Lübnan havayolu Middle East Airlines ve İran havayolu Iran Air uçuyor. Sadece iki şirket çalışıyor, diğer hepsi iptal edilmiş. Belki Suriye üzerinden kara yoluyla gelmeyin deniyor olabilir ama tam bir kaos. Bu kaosun nerede biteceği de belli değil. Bu kaosun görünmeyen yüzü ABD’deki siyasi boşluk. Netanyahu'nun sağı solu vurması için 5 Kasım seçimlerine kadar daha bir ay var. Seçimden sonra da hemen bir şey olacağı yok tabii ama seçimin sonucu pek çok şeyi değiştirebilir. Okuduklarıma göre yapılan bütün tahliller, İsrail'in ve Netanyahu hükümetinin uzun vadeli herhangi bir planının ve hedefinin olmadığını söylüyor. Şahısları veya yöneticileri vurarak bir şey elde edilebilmiş olunsaydı şimdiye kadar olurdu. İsrail hükümeti, Lübnan'a bir kara harekatı düşünüyormuş. 2006 yılında yenildiler ve çıktılar. Yenilgi sonrasında işgal ettikleri Lübnan topraklarını terk etmek zorunda kaldılar. Bunun bir iki sene sonrasında İstanbul'da büyük bir holdingin tertip ettiği bir kapalı toplantıya davet edilmiştim. Toplantıda Henry Kissinger da vardı. Lübnan ve İsrail'in istikbali ile ilgili bir soru gelmişti. Kissinger, ‘1948’den bu yana İsrail ilk defa yenildi, bu önemlidir, buna mim koyun’ demişti. İsrail'in yenilmez olduğu gibi bir mit var biliyorsunuz. Orta Doğu'nun tek demokrasisi, dünyanın en ahlaki ordusu, yenilmez ordusu, bütün etraftaki suyu çalarak yapsa da ‘çölü bahçeye çevirdi’ gibi say say bitmez mitler var. İsrail savaş kazanıyor ama sonra ne oluyor? Önemli olan savaş değil, savaştan sonra barış kurabilmektir ama yapamıyor. 1948’den bu yana 80 sene oluyor. Bu kaos artarak sürecek gibi gözüküyor. Lübnanlı mülteciler meselesi önemli, gidecek yerleri yok. Lübnan’da bir de Suriye'deki savaştan kaçmış, Lübnan'a sığınmış olan bir dolu Suriyeli var- onların da nereye gideceği belli değil. Suriye'ye dönenler varmış. Suriye de bombalanıyor ama Lübnan kadar bombalanmıyor en azından. Çok kaotik bir durum var gerçekten. İşin içinden çıkmak mümkün değil,” diyerek Birleşmiş Milletler gündemine geçti.
“Bu bağlamda geçen hafta trajik bir 79. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu idrak edildi. Geçen hafta da söyledim, tekrar ediyorum; 80. Genel Kurul olur mu, olmaz mı belli değil. António Guterres, açılış konuşmasında ve ondan sonra bütün toplantıya damgasını vuran ifadelerinde şöyle diyor: ‘Bugün giderek artan sayıda hükümet, kendilerini cezasızlık kartına sahip hissediyor. Uluslararası hukuku ayaklar altına alabiliyor, Birleşmiş Milletler antlaşmasını ihlal edebiliyor, uluslararası insan hakları sözleşmelerini ya da uluslararası mahkemelerin kararlarını görmezden gelebiliyor, uluslararası insancıl hukuka burun kıvırabiliyor, başka bir ülkeyi işgal edebiliyor, her şeyi yerle bir edebiliyor ya da kendi halklarının refahını tamamen göz ardı edebiliyor. Bütün bunlara rağmen hiçbir şey olmuyor. Cezasızlık çağını her yerde yaşıyoruz. Orta Doğu'da, Afrika’da, Avrupa'da... Dünyadaki cezasızlık düzeyi, siyasi açıdan savunulamaz ve ahlaki açıdan tahammül edilemez bir hal almıştır.’ Bunu, bütün bu ihlalleri yapan ülkelerin suratına söylüyor ama kendisi de altını çizdiği gibi hiçbir şey olmuyor ve hiçbir şey de olacağı yok,” diyen Cengiz Aktar’a, Ömer Madra “Guterres’in işi de zor,” yorumunu yaptığında Aktar, “İkinci dönemi. Bir daha seçilemeyecek ama ondan sonra dünya devletleri bir genel sekreter seçebilir mi, ondan da emin değilim. Birincisi, olabildiğince bağımsız bir isim gerekiyor. İkincisi, bütün ülkelerin ve özellikle veto hakkı olan beş daimi üyenin olurunu alması gerekiyor. Neredeyse imkansız, o yüzden Birleşmiş Milletler’in yani 1945, II. Dünya Savaşı sonrası düzenin istikbali meçhul. Pek çok şey meçhul, artık her tarafta ve her yerde belirsizlik had safhada. Bunda tabii ABD’nin rolünü göz ardı etmemek lazım. İsrail'in cezasızlığının ve küstahlığının arka planında ABD’nin gemiler ve uçaklar dolusu verdiği silah var, başka bir şey yok,” açıklamasını yaptı. Madra, Middle East Monitor’da çıkan bir yazıda İsrail Enerji Bakanı Eli Cohen’in Lübnan ile yanlışlıkla yapılmış doğal gaz anlaşmasının iptal edileceğini ve çok pişman olduklarını belirttiklerini ekledi.
Cengiz Aktar, tekrar Birleşmiş Milletler Genel Kurulu gündemine dönerek, iki önemli noktadan daha bahsetti, “Birincisi, Türkiye'nin temsilcisinin konuştuğu esnada salonun boşaldığının altını çizmiştik. Ondan sonra yapılan konuşmalarda ilginç bir şekilde Almanya konuşurken de salon boşaldı. Almanya Dışişleri Bakanı konuşurken herkes çıktı yani kimse aptal değil, herkes her şeyin farkında. İsrail adına Netanyahu konuşurken elinde gene kartlarla, saçma sapan bir şeyler anlattı ama o da boş salona konuştu tabii. Aynı minvalde basın karşısına çıkmış olan yöneticiler vardı. Ürdün Dışişleri Bakanı söze girdi ve şöyle bir hatırlatma yaptı: ‘Bizler İsrail'e bir Filistin devletinin kurulması ve işgalin sona erdirilmesi karşılığında güvenlik ve barışı garanti altına alan bir anlaşma teklif eden 57 Arap ve Müslüman ülkesiyiz ancak İsrail bunu kabul etmiyor.’ Bu kadar basit, ‘ben bildiğimi okurum’ diyor ve bildiğini de ABD ve Avrupa sayesinde okuyor tabii,” diyen Cengiz Aktar’a Ömer Madra, İsrail’in tam olarak neyi kabul etmediğini sordu. Aktar, “Herkesin diline yapışmış olan İsrail'in güvenliği, kendini savunma hakkı olmadığı hikayesi var. Ürdün Dışişleri Bakanı da İsrail'in kendini savunma hakkı olduğunu, güvenliklerini garanti ettiklerini ama tek şartlarının Filistin devletinin kurulması olduğunu söylüyor. 57 Arap ülkesi dediği de hepsi mücavir civar ülkeleri. Müslüman ülkeler diyor ayrıca, bunun içinde muhtemelen Türkiye de var tabii. 1948’de İsrail’i ilk tanıyan ülkelerden biridir Türkiye ama İsrail bunu kabul etmiyor, İsrail, ‘vura kıra ben burada güvenliğimi sağlayacağım’ diyor,” diye cevapladı. Özdeş Özbay, “İsrail geçti o noktayı artık. Filistin devletine tekrar izin vermek bir yana şu anda Lübnan'da, Irak'ta ve Suriye'de ‘devlet yok buralarda’ demiş. En son Middle East Eye’da aşırı sağcı gruplar Lübnan'ın güneyinde İsrail’in gerçek güvenliği için buraların nüfusu Yahudilerden oluşmalı diyerek toprak satışlarına başlamışlar,” eklemesini yaparken, Cengiz Aktar, “İşte bu uç beylikleri yani Orta Çağdan bu yana - illa aynı ırktan veya dinden olması da şart değil - merkeze biat etmiş olan insan topluluklarının o sınır boylarına yerleştirilmesi. Nerede olduğumuzu anlatmak açısından söylüyorum, Orta Çağdayız,” dediğinde Ömer Madra da, “Sonu gelmeyecek bir savaş ihtimalinin giderek arttığı ve Carl von Clausewitz’in, ‘Savaşın sesinin de gözün gözü görmez hale getirdiğini görebiliyoruz’ deyişini ekledi. Aktar, “Evet, anca onu görebiliyoruz. İsrail'e ‘vur, vur’ diyenlerin aklında İran'ın nükleer atom bombası plan, programı var. Yerin yedi kat dibinde ama biliniyor nerede olduğu tabii. Eğer iş onun vurulmasına kadar giderse Ömer'in hatırlattığı gibi, uçsuz bucaksız bir savaşa doğru bütün bölge sürüklenecek demektir ve kimsenin de ne yapılması gerektiği konusunda ne bir fikri var, ne de bir iradesi var. Esas mesele o. Dünyanın muktedirlerinin özellikle Batı'nın, Orta Doğu ile ilgili hiçbir projesi yok, sadece İsrail'in oraları vurmaya devam etmesine destek vermeye devam ediyorlar. Fransa'da dün yeni Başbakan hükümet programını açıkladı ve ‘İsrail'in güvenliği konusunda Fransa'nın tavrı açık ve nettir, sonuna kadar destekliyoruz’ dedi,” diye söylediğinde Madra, “Bütün bu sisin ortalık yerinde gayet net kârlar gözüküyor. Güney Lübnan'daki yerleşimciler hareketine göre yeni bir bölgede yeni bir yerleşim olacak ve Kuzey İsrail'in gerçek ve stabil güvenliğini sağlayacak,” derken, Özbay ise, “Ayrıca kutsal kitapta da ‘buralar bize vaad edilmişti’ diyorlar. Uzmanlar bunu hep söylüyorlar hatta Gideon Levi de söylemişti. İsrail'in sınırlarının tam olarak neresi olduğu, güvenlik nerelerden sorumlu belli değil, muğlak diyorlar,” eklemesini yaptı. Madra da, “Öbür yanda da Amerikalı Senatörler ve Kongre üyeleri de silah satışından dolayı hisse senedi fiyatlarının arttığını söylüyor. ‘Bundan büyük hastalık, hasta kafa görülemez’ diyerek ABD Temsilciler Meclisi, ilk Müslüman kadın üyelerinden Filistin asıllı Rashida Tlaib bu durumu eleştirmiş,” yorumunu yaptı.
Cengiz Aktar, “Kişisel karlar konuşuluyor zaten ve Rashida dışında başka kimse de konuşmuyor. Gazze'ye, Güney Lübnan'a yerleşimci gidebilir mi? Orada inanılmaz bir beyin yıkama ve küstahlık var. Bunlar olacak şeyler değil ama imkansız dediğimiz şeyler de oluyor diğer taraftan. Esas Gazze'ye ve Güney Lübnan'a gelene kadar Batı Şeria yani işgal altındaki topraklar işgal ediliyor. Aynı 1948’de Nakba esnasında olduğu gibi oradaki hem Müslüman, hem de Hristiyan Arap nüfus oradan kovuluyor. Esas mesele bu, bundan hiç bahseden yok. Bölgede çoğu Müslüman, bir kısmı da Hristiyan toplam yaklaşık 7 milyon Arap Filistinli var. Bunların istikbalinin ne olacağı konusunda kimsenin bir fikri yok. Sadece ‘bunları yok edelim’ diye televizyonlara çıkıp söyleyen İsrailli faşistler var,” diye belirtirken, Ömer Madra, “Televizyonların hepsinin hatta Channel 13 gibi solcu sayılan kanallarda bile Hizbullah lideri Nasrallah’ın ölümü üzerine çikolata dağıtılmış, şerefe şampanya kaldırılmış,” diye ekledi.
Cengiz Aktar, son gündem maddesi olarak iklimle beraber Açık Gazete’nin kalıcı gündem maddelerinden biri diyerek göç meselesine değindi. “Avusturya seçimlerinde de aşırı sağ, göç ve ilticayı sonuna kadar sömürerek birinci çıktı. Fransa'daki yeni hükümete öncekileri aratan bir İçişleri Bakanı geldi ve ‘göç kazanç değildir’ dedi. Fransa halkı, kıta Avrupasının en karışmış halklarından biridir. Bugün dahi toplam nüfusun %11’ine tekabül eden göçmen barındırıyor ve Bakan çıktı ‘göç kazanç değildir’ dedi. Oysa, Fransalı olmayıp da Fransız olan dünya çapında ağırlığı olan yazar, çizer, sinemacı, düşünürleri saymakla bitmez. İçişleri Bakanı ayrıca ‘hukukun üstünlüğü ne soyuttur, ne de kutsaldır. Hukukun üstünlüğünün kaynağı egemen halktır’ da dedi. Açıkça faşist bir uygulama. Fransa'nın da hâli perişan. Almanya daha iyi değil, bir yıl sonraki seçimleri endişeyle bekliyoruz. Bu arada Türkiye ile Almanya arasında bir geri yollama anlaşması imzalandı. Türkiye’den gelen ve iltica başvuruları reddedilmiş olan 13 bin 500 kişinin Türkiye'ye geri gönderilmesiyle ilgili bir anlaşma imzalandı. Türkiyeli deniyor, Türk mü, Kürt mü, Suriyeli mi belirsiz. Arapça bilmeyen bir kitle oluştu. Özellikle 2011’den sonra Türkiye'de doğmuş olan, Türkiye'de okula giden çocukların hiçbiri reşit değil ama kaçıyorlar. Yunanistan'da da benzer durum var. Onlar da sonra Batı Avrupa'ya intikal ediyorlar ve katiyen Arapça bilmiyorlar yani bilmez gibi yapmıyorlar, bilmiyorlar, Türkçe biliyorlar. Belli bir rakama bölmüşler, ayda 300 ya da 500 kişiyi özel uçaklarla geri yollayacaklar. Bir zamanlar ‘Türkler dışarı’ diye bir söylem vardı, yine oraya geri dönüldü. Bu tabii gelecek seneki seçimlerle birebir alakalı. Ankara'nın beklentisi de artık randevu dahi alınamayan Schengen vize başvurularının kolaylaştırılması. Ama bu bir hayal çünkü Schengen’in tek üye ülkesi Almanya değil. Bir tane vize verildiği zaman bütün diğer ülkeler için de geçerli. Dolayısıyla ham bir hayal olarak böyle bir anlaşma yapılmış, bakalım ne olacak?” diyerek bu haftalık gündemini tamamladı.