İnsan haklarına saygılı laik bir hukuk devleti ve bunun işlemesi için çoğulcu bir parlamenter demokrasi. Umalım ki Meclis’te hâlâ bunu görebilen gerçek vatanseverler vardır. Çağrımız onlara.
Milli çıkarlar neye göre belirlenir? Hangi siyasi karar milli çıkarlara uygundur, hangileri aykırıdır? Şahsi çıkarların, iktisadi grupların çıkarlarının milli çıkar adı altında siyaseti belirlemesi nasıl engellenir?
Buna insanlığın şimdilik bulduğu tek cevap işleyen çoğulcu demokrasi. Özgür bir kamusal tartışma ortamı olsun, bütün fikirler tartışılsın ki halk kendi çıkarlarını en çok gözetecek kararları temsilcileri eliyle alsın. Elbette Batı demokrasilerinin içine girdiği krizin de gösterdiği gibi mükemmel bir sistem değildir. Ancak kendini yenileyebilme ve mükemmelleştirme imkânına sahip tek sistemdir.
Demokratik tartışma imkânı gasp edilirse neyin halkın çıkarlarına ve dolayısıyla milli çıkarlara uygun olduğunu tespit etmek imkânsızlaşır. Mesela hükümet sözcüsü gelir ve Suriye politikasını başından beri yanlış bulduğunu söyleyiverir. Böylelikle bir günde milli çıkar tanımı da değişmiş olur.
İktidarın Kürt meselesinden Suriye’ye sürekli savrulan siyaseti demokrasi eksikliğinden. Bir yelkenli, yelkenini rüzgâr nereye isterse oraya gitmek için kullanmaz. Aksine istikametini belirler, yeri gelir rüzgârı arkasına alır, yeri gelir rüzgâra karşı ilerler. Güçlü iktidar diye yelkeninizi hareket ettirilemeyecek şekilde sabitlerseniz, rüzgâr sizi nereye isterse oraya götürür.
Bir gün PYD’ye destek için peşmergenin ülkenizden geçmesine izin verir, Salih Müslim’le görüşürsünüz, ertesi gün PYD’yi terörist ilan eder, Müslim hakkında yakalama kararı çıkarırsınız.
Bir gün Öcalan’ın mektubunu Diyarbakır’da Nevruz’da okutur, ertesi gün Kürtçe çizgi film kanalını kapatırsınız.
Bir gün Rus uçağını düşürmekle övünür, ertesi gün Rusya ile beraber ateşkes kotarmaya çabalarsınız.
Bu belirlediğiniz istikamette yeri geldiğinde pupa yelken, yeri geldiğinde orsa gitmek değil, dümenini çiviyle çaktığınız, yelken direğini betondan döktüğünüz hareket kabiliyeti kalmamış bir gemiyi rüzgâr nereden eserse oranın insafına bırakmak demektir.
Herhalde artık en inatçı bile görebiliyor ki içine girdiğimiz bu şiddet sarmalı bir gemiyi yürütememekten kaynaklanıyor. Zaten ağır aksak giden gemi, fiili başkanlıktan bu yana hepten dışarıdan belirlenen iklim koşullarının avucunda.
Şimdi ise anayasa değişikliğiyle geminin dümen ve yelkenleri, gemiyi kendi iradesiyle bir yere gidemeyecek şekilde sabitlenmeye çalışılıyor. Bunun adına da istikrar denmekte.
Milli çıkarlarımız neden bir gün barış sürecini ertesi gün ise HDP milletvekillerini içeri atmayı gerektiriyor?
Milli çıkarlarımız neden bir gün Esad muhaliflerine her türlü desteği verirken, ertesi gün “demokratik ve laik bir devlet olarak Suriye Arap Cumhuriyeti”ne saygılarımızı sunmamıza yol açıyor?
Davutoğlu mu milli çıkarların tercümanı yoksa Numan Kurtulmuş mu?
Yönetilemeyen, yönetilemedikçe savrulan, savruldukça otoriterleşen ve otoriterleştiği için artık hiç yönetemeyen bir anlayış var.
Çıkış yolu ise imkânsız değil. Ancak çıkış başkanlık sistemiyle gelecek bir rejim değişikliğinde değil. Anayasa değişikliği gerçekleşirse, zemin memleketin altından daha da hızla kaymaya devam edecek.
Bu güvensizlik ortamlarında “güçlü idare” istemek doğal bir arzudur. Ancak başkanlık, memleketi güçsüzleştirir. Yaşadıklarımıza bakmak kâfi.
İnsan haklarına saygılı laik bir hukuk devleti ve bunun işlemesi için çoğulcu bir parlamenter demokrasi. Umalım ki Meclis’te hâlâ bunu görebilen gerçek vatanseverler vardır. Çağrımız onlara.