Radyo’nun “Sevgi”li Ruhu

-
Aa
+
a
a
a

İletişim Yayınları İsyankâr Neşe başlığıyla bir Sevgi Soysal kitabı yayımladı. Programcılarımızdan Seval Şahin’in İpek Şahbenderoğlu ile birlikte hazırladığı kitapta bir başka programcımız, Hilmi Tezgör’ün de Radyo’nun “Sevgi”li Ruhu başlıklı bir yazısı yer alıyor. Buraya çok uygun düşeceğini düşünerek yayınlıyoruz.   

İletişim Yayınları İsyankâr Neşe başlığıyla bir Sevgi Soysal kitabı yayımladı. Programcılarımızdan Seval Şahin’in İpek Şahbenderoğlu ile birlikte hazırladığı kitapta bir başka programcımız, Hilmi Tezgör’ün de Radyo’nun “Sevgi”li Ruhu başlıklı bir yazısı yer alıyor. Buraya çok uygun düşeceğini düşünerek yayınlıyoruz.        

***

Radyo’nun ‘Sevgi’li Ruhu

 

I.

1976 yılında yazdığı bir gazete yazısına, Sevgi Soysal şu soruyla başlar: “Nedir gerçek?” Ardından başka sorular da sorar ve yanıtlar arar. Yazının ortasına gelince bir soru daha atar ortaya: “Ya gerçeği yazmak?..” Sonrasında da sözü Michel Foucault’nun Eski Yunan’dan çağımıza taşıdığı “parrhesia” (doğruyu, hakikati, her şeyi söylemek) kavramına değil, ama bunu kuşkusuz çok önemseyen Bertolt Brecht’e getirir. Sevgi Soysal’ın üzerinde durduğu, onun, 1939’da bir dergide yayımlanan ve gizlice Nazi dönemi Almanyası’na sokulan, “Gerçeğin Yazılmasında Beş Zorluk” isimli yazısıdır. Brecht’in gerçeğin yazılması için gerekli gördükleri ise şöyle sıralanmıştır: “gerçeği yazabilecek cesaret; gerçeği kavrayabilecek akıl; gerçeği, elle tutulabilir bir silaha dönüştürmek sanatı; bu silahı etkili kılacak olanları seçebilmek; gerçeği yığınlara ulaştırabilmek, yaymak becerisi.” (Brecht, 2005, ss. 171-186) İşte, gerek gazete yazılarında gerekse de az sayıdaki radyo konuşmalarında Sevgi Soysal hep bunları göz önünde bulundurmuş, bu gerekliliklerden yola çıkmıştır. Gerçeğin yazılmasında ya da söylenmesindeki zorlukları aşabilmek için radyonun önemli bir araç olabileceğinin farkındadır Brecht. Bu yüzden onu önemser ve gerektiği gibi kullanılmasını ister.

 

Henüz 24 yaşındayken Ankara Radyosu’nda çalışan Sevgi Soysal’ın hayatında Radyo’nun önemli bir yer kapladığı biliniyor. 1965’te TRT’de program uzmanı olarak çalışmaya başlayan, ancak 12 Mart 1971 sonrasında tutuklanmasının ardından bu kurumdan ayrılmak zorunda kalan Soysal, kısa hayatının son dönemlerinde BBC’de radyo konuşmaları yapmış. Yazarın, yarım kalan son romanı Hoş Geldin Ölüm ile birlikte 2005 yılında kitaplaşan bu beş BBC konuşmasının dışında, ‘Sevgi Sabuncu’ ismiyle dergilerde yayımlanıp kalmış olan “Eğitici Radyo Üstüne Konuşmalar”ı var.

 

Bertolt Brecht’in radyo üzerine yazıları ise 1927-1932 tarihleri kaleme alınmış durumda. Soysal’ın radyo konuşmaların içeriği, Radyo’nun dağıtıcı işlevinin yanına iletişimci işlevinin de konulması gerektiğini savunan Alman yazarın yaklaşımıyla kesişiyor. Brecht, Alman toplumunu ve radyoyu algılayışını eleştirerek söze başladığı “İletişim Aracı Olarak Radyo” yazısında, radyonun hayat amacının kamu hayatını güzelleştirmek olamayacağını -zaten Alman kamu hayatının da güzelleştirilmeye pek elverişli olmadığını- ekledikten sonra bir öneride bulunuyor. “Radyo bir dağıtım aygıtı olmaktan çıkarılıp,iletişim aygıtına dönüştürülmelidir. Radyo kamu hayatının düşünülebilecek en mükemmel iletişim aygıtı, muazzam bir yönlendirme sistemi olabilir. Olabilir ama sadece yaymakla yetinmeyip almayı da becerebilirse, yani dinleyiciyi sadece dinleyen değil, aynı zamanda konuşan haline getirebilir, onu izole etmek yerine ilişkiye geçirebilirse. Bu durumda radyonun tedarikçilik faaliyetini bırakarak, dinleyiciyi tedarikçi olarak örgütlemesi gerekecektir.” (Brecht, 2012, s. 18) Bu gerçekleşebilirse, der Brecht, düşünce alışverişi olanaklı hale gelecek ve radyo demokratikleşerek “etkili” bir buluşa dönüşecektir. Temel mesele, halkın, eğitilmesinin yanında, kendisinin de eğitici rolünü üstlenebilmesidir. Radyo dinleyicisinin aktif olmasını istemesi, yazarın ‘Epik Tiyatro’sunda amaçladıklarıyla ilintilidir elbette. Bu durumda propaganda da yeni bir biçim kazanabilecektir.

 

II.

 

Sevgi Soysal’ın ‘Sabuncu’ soyadıyla 1969 yılında Dost dergisinde yayımlanan dört bölümlük konuşma dizisinde Radyo ve Televizyon’dan eğitme amacına uygun olarak nasıl yararlanılabileceğini bulma çabasındadır ve ilk konuşmaya şu sorularla başlanır: “Radyo her şeyin üstünde bir eğitim aracı mıdır? Yoksa eğlendirici, haber verici bir eğitim aracı mıdır? Yoksa eğlendirirken, haber verirken, yanı sıra eğiten bir araç mıdır?” (Soysal, 1969, s. 26) Soysal’a göre çağdaş eğitimin, insanlarındüşüncelerini özgürleştirmelerine, bireysel güçlerini anlamalarına yardımcı olması gerekir, çünkü çağımızın bireyi, bireysel gücünü, toplumun ve çağın yararına değerlendirmelidir.

 

Çağdaş eğitimde birinci amaç, yaşamaya yardımcı olmaktır. Bunun yolu, modern toplumun temelleri hakkındaki eğitim, politik eğitim ve tabiat bilimleri eğitiminden geçmelidir.

 

İkinci amaç ise, beğeninin geliştirilmesidir. Halkın sanata kapalı kalmış çoğunluğuna onu tanıtma, anlama yolu açılmalıdır.

 

Üçüncü amaç olarak Soysal, insanlardaki eğilimlerin geliştirilmesi gerektiğini söyler. Önce bunlar açığa çıkarılmalı, sonra da geliştirilirken insanlara yardım edilmelidir.

 

Yazar öncelikle bu amaçlar üstünde durur çünkü Radyo ve Televizyon’un ancak bu amaçları gözeterek eğitici olabileceğine inanır. Eğitici Radyo’nun temel şartı özerk olmasıdır, ancak mali ve politik özerklik yeterli değildir. Bağımsız, ama yayın yapılan ülkenin çıkarlarını, yararını gözeten; onun gerçeklerine, sorunlarına yönelen; bunların çözümüne katkı yapmaya çalışan; bu görevi bilimsel ve bilinçli bir tarafsızlıkla gerçekleştirebilen bir Radyo, eğitici olabilecektir.

 

“Eğitici Radyo Üstüne Konuşmalar”ın ikinci bölümünde Sevgi Soysal ‘Kimi Eğitmek-Nasıl Eğitmek?’ sorusunu alt başlık olarak kullanır. “Dinlenmeyen ya da seyredilmeyen bir Radyo-Televizyon, boşa kurşun atan bir silah, dinleyicisiz bir hatip, seyircisiz bir tiyatro, okuyucusuz bir kitap kadar anlamsızdır ve anlamsızlığı oranında eğitici değildir” (Soysal, 1969, s. 11) diyen yazar, hangi dinleyici grubuna neyin, ne şekilde ve ne zaman ulaşması gerektiğinin altını çizer. Radyonun eğitici olması demek, kendisi için gerekli bilgi kaynaklarını, bunlardan yoksun dinleyici kitlelerine aktaran, güven verici bir aktarıcı olması demektir. Burada iki prensip vardır: Bilgi kaynaklarının seçimi ve bilgilerin sunulması. Çünkü bütün bilgi kaynakları, insanların eğitimi açısından aynı önemi taşımazlar. Ayrıca seçilen bilgi, bütünü yansıtan örneklerle geliştirilebilir olmalıdır ki, dinleyici içine çekilebilsin. Öğretme, aydınlatma iddiası taşıyan her programda bilginin sunuluşu da önemlidir, ki burada insanların doğal öğrenme alışkanlıklarına uymak gerekir. Öte yandan, dinleyicinin dikkat grafiği de dikkate alınmalıdır. Örneğin, bir programın son dakikalarında tekrara gidilmelidir, çünkü 45 dakikalık bir programda dinleyicinin ilgisi ilk 10 dakikada yavaş yükselmekte, 10. ile 30. dakika arasında doruğa ulaşmakta ve son 10 dakikada hızla düşmektedir. Soysal bu konuşmasının sonunda “radyoculukta katı, kesin kurallar olamayacağını” söyler. “Didaktik önemli bir yardımcıdır ama hiçbir zaman eğitici çabanın başlangıcı ve sonu olamaz.”(Soysal, 1969, s. 13)

 

Sevgi Soysal’ın “Eğitici Radyo Üstüne Konuşmalar”ının üçüncü bölümü, radyonun özelliklerinin eğitici yayınlara etkisi üzerinedir. Brecht’in radyo dinleyicisinin pasif olmamasını istemiştir, ancak dinleyici tarafından radyo genelde eğlendirme aracı olarak görülür. Pasif öğrenme olamayacağını savunanlar için radyonun eğitici yanı yoktur; üstelik radyo, dinleyiciyi düşünce tembelliğine alıştırmaktadır. Soysal farklı alıntılarla bu vurguları yapar ama sonra bunlara karşı savlar geliştirir. Öncelikle, dinlemenin, kendini vermenin tam pasif bir davranış olmadığının; yorucu, çaba isteyen, aktif bir durum olduğunun altını çizer. Radyonun akustik özelliği sayesinde iyi bir konuşmacı, dinleyiciyle bir iç diyalog kurabilir. Soysal’a göre radyonun sadece akustik olarak eğitim yapabileceği iki tür vardır: sohbet/anlatarak öğretme ve konferans/aydınlatarak öğretme. Sohbet dinleyiciyi konuya ısıtacak, benimsemesini sağlayabilecektir. Konferansta ise açıklık, netlik ve canlılık çok önemlidir. Ayrıca, mekan ayrılığının eğitici işlevi azaltmasına karşı, bu ayrılığın dinleyiciyi özgür kıldığını ve otoritenin dışına taşıdığını söyleyen yazar, konuşmasını şöyle tamamlar: “Objektif değerler, radyonun aracılığıyla dinleyicinin subjektif dünyasına aktarılabilir. Başarılı bir programda dinleyici bu mekan ayrılığından rahatsız olmaz. Mikrofon, insan kulağıyla kişisel bağlantı kurabilen bir araçtır.” (Soysal, 1969, s. 21)

 

Konuşma dizisinin dördüncü ve son bölümünde ise Sevgi Soysal radyoyla dinleyici arasındaki mekan ayrılığının nasıl aşılacağına ilişkin yollar bulur ve bunları detaylandırır. Brecht’in daha önce alıntı yapılan“İletişim Aracı Olarak Radyo” yazısında önerdiği gibi, dinleyiciyi programa katmak için dolaylı ve dolaysız yollar -topluca dinleme, mektupla programa katılma, telefonla programa katılma, soru-cevap, tartışma, açık oturum- vardır. Radyo böylece tek sesli bir araçtan çok sesli bir araca dönüşebilir. Konuşmasında radyonun yaygınlığının eğiticilik açısından sakıncalarına da değinen yazar, dinleyicinin bilgi seviyesinin dikkate alınması gerektiğini vurgular: “Yayınları eğitilmemiş çoğunluğun anlayabileceği düzeye getirmekte, ayrımın azalması açısından fayda vardır. Radyo herkese yönelmeli, ama bilgili azınlığı da geliştirmelidir.” (Soysal, 1969, ss. 22-23) Brecht de 1927 tarihli “Radyo Yöneticilerine Öneriler” isimli yazısında şunları önermiştir: “Mikrofon önünde, hiçbir canlılığı olmayan sunumlar yerine, gerçek röportajlar, kendisine soru yöneltilen kişinin, gazetelerdeki röportajlarda olduğu gibi özenli yalanlar uydurmaya zaman bulamadığı gerçek röportajlar yapabilirsiniz. Uzmanların katıldığı tartışmalar çok önemli olabilir. Fakat bu tür programları, aile için müzik veya dil dersleri gibi günlük programların gri tekdüzeliğinden ayırabilmek için önceden duyurular yapmak gerekir. Radyo için yapılmış programlara gelince, söylediğim gibi bunlar ancak ikinci sırada gelmeli, buna karşılık çok daha yoğunlaştırılmış olmalıdır.” (Brecht, 2012, ss. 7-8)

 

III.

 

Dergilerde çıkan bu konuşma dizisinin dışında, Sevgi Soysal’ın kitaplaşan Radyo Konuşmaları, TRT’den arkadaşı Serpil Erdemgil’in ‘Yazı Masası’ isimli, çok samimi ve dokunaklı bir yazısıyla başlar. Tedavi için İngiltere’de kaldığı dönemden, 1976 tarihli beş kısa BBC konuşması, Soysal’ın kara mizah yüklü kişisel gözlemleriyle örülü halde gerçeği kavrar ve dalgalar halinde insanlara yayar. “Hayat, inat tanımaz” der yazar, “Direnmeden, inatlaşmadan paylaşılması gerekir.” (Soysal, 2005, s. 21) Çünkü hayat gerçeğin ta kendisidir. Ölüm hakkında ise şöyle der: “Eğer ölüm varsa, daha güzel bir hayatın, daha uygar insanların, daha insanca kuracakları bir hayatın gerçeği için var. Yoksa ölüm, insanlar arasındaki kavgayı, bir insan ömrü içinde aşamadıkları sevgisizliği, çirkinliği daha kötü bir dünyaya aktarmak isteyenler için değildir.” (Soysal, 2005, s. 29)

 

Daha önce değinilen ve “Bu yazı Hitler Almanyası’nda dağıtılmak üzere yazıldı” notuyla başlayan “Gerçeğin Yazılmasında Beş Zorluk” yazısında Bertolt Brecht, önce gerçeği yazacak cesarete, yüreğe sahip olmak gerektiğini söylemiştir. Bu yazı, Sevgi Soysal’ın Orta Doğu Teknik Üniversitesi’de Alman yazar hakkında verdiği konferansın temel eksenini de oluşturur.

 

-“Sevgi, kavuniçiye bakan saçları ve koskocaman çantasıyla çıkageldi. Usulca kürsüye ilişti. Çantasının içindeki bir yığın kitabı masanın üstüne dizdi.” (Türker, 2004, s. 9)

-“Hakkında bir konferans? Buna kalkışmayacağım. Brecht’ten bir şeyler göstermek -ancak bu mümkün. 20 cilt kitabı bunun için dizdim.” (Soysal, Konferans Notları)

 

-“Kimseyi ezmeyen bir tevazuyla, Brecht’i anlatmaya kalkışmanın yüklenemeyeceği bir iddia olduğunu, ancak onunla tanışamaya birlikte başlayabileceğimizi söyleyerek giriş yaptı.” (Türker, 2004, s. 9)

 

-“Brecht yazmayı ciddiye alır. Yazdıklarıyla yetinmez, onları yeniden ve yeniden inceler, eleştirir, açıklar. Çünkü zor bir iştir gerçeği yazmak. (…) Eğer, yaşayan, kavgasını yaşatabilen, gerçeği yansıtan ve gerçeği tümüyle kavrayan gerçek bir halk edebiyatı istiyorsak, en azından gerçeğin hızına ayak uydurabilmeliyiz.” (Soysal, Konferans Notları)

 

-“Daha sonra yıllarca okuyarak Brecht hakkında edindiğim bütün bilgiyi, o gün ondan dinlediklerim üzerine inşa ettim.” (Türker, 2004, s. 9)

        

IV.

Kanadalı rock grubu Rush (1980), ‘The Spirit of Radio’ şarkısında şöyle der: “Modern müzik yapan bu mekanizma / çok samimi görünebilir hala / soğuk ve mesafeli olmayabilir / ve bu gerçekten sadece / senin dürüstlüğüne bağlı / sadece senin dürüstlüğüne..” Brecht hiç susmaması için söz ister radyodan. Nazım Hikmet’in de illetidir o: radyomani, der ve radyosuz yapamaz. Ve görünen o ki, Sevgi Soysal da bir radyo aşığıydı. Daha da ötesi, hayatın aşığıydı o. Hayatın ruhunu yakalamış ve bunu koruyabilmiş bir insandı. Yaşayabildiğince yaşadı, yazabildiğince yazdı. Gerçeği kavrayabildiği için söyleyecek sözleri vardı ve üstelik, bunları hiç çekinmeden söyleyebildi. “Söyleyecek bir şeyleri olan fakat dinleyici bulamayan bir adamın durumu kötüdür. Fakat daha da kötüsü, kendisine bir şeyler söyleyecek birini bulamayan dinleyicilerin durumudur.” (Brecht, 2012, s. 5)

 


Kaynakça:
 

Brecht, Bertolt. (2005). Ausgewählte Werke, Sechster Band: Schriften. Frankfurt am Main: Suhrkamp Verlag.

Brecht, Bertolt. (2012). Radyo Kuramı ve Sinema Üzerine. (Süheyla Kaya, Çev.) İstanbul: Agora Kitaplığı.

Rush. (1980). ‘The Spirit of Radio’. Permanent Waves-Album. Canada: Core Music Publishers.

Soysal, Sevgi. (1969) ‘Eğitici Radyo Üstüne Konuşmalar I-IV.’ Dost Dergisi 55-58. Ankara.

Soysal, Sevgi. (2004). Bakmak. İstanbul: İletişim Yayınları.

Soysal, Sevgi. (2005). Radyo Konuşmaları-Hoş Geldin Ölüm. İstanbul: İletişim Yayınları.

Soysal, Sevgi. Konferans Notları. İstanbul: Funda Soysal Arşivi.