Amerikan Time dergisinin kapağına bakıyorum: Putin, Erdoğan... Bu ikili son birkaç yıldır ne kadar çok yan yana getiriliyor. Özellikle demokrasilerin nasıl tökezlediğini, nasıl çöktüğünü anlatan makale ve kitaplarda Putin ve Erdoğan isimleri sık sık birlikte anılıyor.
Kaynak: T24 (8 Mayıs 2018)
Bazen yanlarına, Erdoğan'a dönük sempatilerini hiç gizlemeyen Macaristan Başbakanı Orban, Venezuela Devlet Başkanı Madurada ekleniyor. Son zamanlarda demokrasilerin girdiği çıkmazı ele alan kitapların sayısı çoğalmış durumda.
Madeleine Albright'ın New York'ta yeni çıkan Faşizm: Bir Uyarıisimli kitabından geçen yazımda söz etmiştim.
Başkan Clinton'ın Dışişleri Bakanı Albright, faşizm virüsünün kolay ölmediğini, bağışıklık sisteminin zayıf düştüğü bünyelerde sinsi sinsi ilerlediğini tarihten ve dünyadan ilginç örneklerle anlatırken, kitabında Putin'le Erdoğan'a ve Başkan Trump'a ayrı birer bölüm ayırmıştı.
Şimdi elimde bir kitap daha var: Harvard Üniversitesi'nden iki profesörün, Steven Levitsky ve Daniel Ziblatt'ın yazdıkları bu kitap da birkaç ay önce New York'da yayınlandı.
Son derece anlaşılır bir el kitabı. Kolay okunuyor. Ve demokrasilerin yalnız Doğu'da değil, Amerika'yla Avrupa'da da nasıl inişe geçtiğini şematik örneklerle açıklanıyor. Bu kitapta da Putin'le Rusya'nın, Erdoğan'la Türkiye'nin isimleri aynı bağlam içinde sık sık birlikte geçiyor. Ama kitapta ilginç olan, Amerikan demokrasisinin de Başkan Trump dolayısıyla fena halde sorgulanması. Harvard'lı iki profesörün kitabı Amerikan demokrasisine ilişkin şu iki cümleyle başlıyor:
Bizim demokrasimiz de tehlike altında mı? Böyle bir soruyu kendimize sorabileceğimiz hiç aklımıza gelmezdi.
Şöyle devam ediyorlar: Ama şimdi kaygılıyız. Amerikan siyasetçileri artık rakiplerini düşman olarak görüyorlar.
Özgür basını korkutuyorlar. Seçim sonuçlarını reddeden tehditler savuruyorlar.
Demokrasimizin temelini oluşturan yargı gibi, istihbarat gibi kurumları zayıflatmaya çalışıyorlar.
Ve 2016 yılında, Amerikan tarihinde ilk kez hiçbir kamu tecrübesi olmayan, anayasal haklardan habersiz, çok açık otoriter eğilimlere sahip biri Başkan seçildi bu ülkede...
Tanklar bugün yok ortalıkta. Anayasalar ve demokratik kurumlar görünüşte yerli yerinde duruyor
Kitapta şu cümlenin altını da kalın olarak çiziyorum:
Demokrasiler artık generallerin değil, seçilmiş liderlerin elinde ölebiliyor.
Faşizm, komünizm veya askeri yönetim tarzındaki çıplak diktatörlükler çağı kapandı.
Bugün askeri darbeler ya da şiddet yoluyla iktidara el koymak çok ender görülüyor.
Artık seçimler yapılıyor ama demokrasiler yine de ölüyor, farklı yollar ve yöntemlerle...
Kitabın bu bölümünde sivil darbeler anlatılıyor.
Seçilmiş liderler, Venezuela'da Chavez örneğinde olduğu gibi, Türkiye, Rusya, Macaristan, Polonya, Peru, Filipinler, Gürcistan ve Ukrayna'da demokratik kurumları rayından çıkardılar.
Tanklar bugün yok ortalıkta.
Anayasalar ve demokratik kurumlar görünüşte yerli yerinde duruyor.
Halk gidip oyunu da kullanıyor.
Ancak, seçilmiş otokratlar demokrasinin cilasını koruyor olsalar da, demokrasinin özünü çaktırmadan boşaltıyorlar.
Acaba basacak bir yayınevi çıkar mı?..
Demokrasinin özünü boşaltmak...
Sivil darbe yapmak...
İki Harvard'lı profesör, Türkiye'yi de bu kategori içine koyuyor. Kitapta Erdoğan'ın gazetecileri nasıl "teröristlik"le suçladığı, medyayı ve iş dünyasını hangi yöntemlerle sindirdiği anlatılırken, Doğan Grubu'na karşı "vergi sopası"nın ne kadar acımasızca kullanıldığına da, Gezi direnişi bağlamında Koç Grubu'nun nasıl hizaya getirildiğine de örneklerle değiniliyor.
Demokrasinin içinin boşaltılması konusunda yargının öncelikle ele geçirilmesine ve güçler ayrılığının sona erdirilmesine dair örnekler de var kitapta...
Rejimin otoriterleştirilmesinde Putin ve Erdoğan'ın dış tehditlerinasıl kullandıkları da anlatılıyor.
Bundan önceki yazımı, Madeleine Albright'ın Faşizm: Bir Uyarıkitabı keşke Türkçeye çevrilse, diye bir temenniyle noktalarken sormuştum:
Acaba basacak bir yayınevi çıkar mı?..
Aynı soruyu şimdi iki Harvard'lı profesörün DEMOKRASİLER NASIL ÖLÜYOR isimli kitabı için de soruyorum.