Yerleşik ya da medeni hayat dediğimiz şey dünya yüzünde 10 bin yıldan az bir süredir var sadece. O çok özel ve olağandışı toplumsal kurgumuz, evren için bir nano saniyeden ibaret. Çok kısa ve ölümcül bir deneyden ibaret birşey de olabilir pekâlâ. Belki de Franz Kafka’nın yazdığı gibidir: “Umut var da; bizim için değil.”
Chaco Kültürü Ulusal Tarih Parkı, New Mexico
Sert bir rüzgâr 15 kilometrelik Chaco Vadisini boylu boyunca kırbaçlıyor, dikenli çalılar ve pelinotları arasında girdaplar meydana getiriyordu. Rüzgârın kırbacından kaçmak için, 12 dönümlük harabenin, ya da Pueblo Bonito diye bilinen Büyük Ev’in yüksek kumtaşı duvarlarından birinin ardına sinmek zorunda kaldım. Cenaze törenlerinin yapıldığı 800 odalı blokta bulunuyordum. Defineciler ve arkeologlar bu yıkıntılar ve mezarlar içinde siyah-beyaz boyanmış narin seramikler, flütler, âyin asaları, minik bakır çanlar, işlenmiş kemikler, macaw kuşu ve papağan iskeletleri, Meksika’dan ithal edilmiş olması muhtemel çikolata kalıntıları barındıran silindir şeklinde kavanozlar, hayvan kabukları ve ince ince işlenmiş türkuvaz mücevherat ve heykeller buldular. Bu devasa, bürokratik ve törensel yapının üstüne kurulan Anasazi’ler –Navajo dilinde eskiler ya da muhtemelen eski düşmanlar demek– buradan Güneybatı’yı yönettiler ve yaklaşık 850 yılından başlayarak, toplumun çöküp gittiği yaklaşık 1150’ye kadar tüm bölgeye egemen oldular.
Deniz seviyesinden 1850 metre yükseklikteki Chaco harabeleri Kuzey Amerika’daki en büyük ve en görkemli arkeoloji alanlarından biri. Bir zamanlar her birinin yüzlerce odası olan dört ya da beş taş binanın birbirine bağlandığı 15 bloktan oluşan etkileyici bir dizilim. Çatılarda, her biri 320 kiloluk, çoğu 5 metre uzunlukta ahşap kirişler kullanılmış. Dairevi dev tören kiva’ları –yani, toprağın içine kazılmış, yüzlerce ibadetçinin oturacağı alçak yığma taş sıraları zemine yerleştirilmiş dini merkezler– harabenin birçok yerine dağılmış durumda. Chaco harabeleri, Aztekler’le Mayalar’ın inşa etmiş olduğu o görkemli tapınaklar ve merkezlerle yarışacak konumda.
Chaco merkezinden çıkarak dört bir yana yayılan 650 kilometrelik devasa bir yol şebekesi var: bunlardan bazıları 9-10 metre genişliğinde ve o ürpertici çöl manzarası içinde hâlâ seçilebiliyor. Ayrıca yağmur suyunu tutmak ve depolamak için barajlar, kanallar ve sarnıçlar mevcut. Astronomi incelemeleri, Aztekler’de ve Mayalar’da olduğu gibi burada da ilerlemiş durumdaydı. Vadideki taş yazıtlar ve hiyeroglifler, çoğunlukla astrolojik olayları ve güneşin hareketlerine ilişkin olayları resmediyor. Bir pictogramda bir el, bir hilal ve 1054 yılında gerçekleşen yıldız patlamasını –süpernovayı– betimlediği düşünülen 10 köşeli bir yıldız görünüyor. Taşyazıtlarından birinin de 1097’de gerçekleşen tam güneş tutulmasını temsil ettiği düşünülüyor.
Büyük Ev’lerde ya da saraylarda rahip ve yönetici seçkinlerden (elitler) oluşan birkaç bin kişi, uşakları ve emirlerindeki yöneticileri ile birlikte yaşıyordu. Bunlar, California sahiline ve Orta Amerika’ya kadar uzanan ticaret yollarını kontrol ediyorlardı. İşaret ateşleriyle hızlı haberleşmeyi sağlayan karmaşık fenerler şebekesini de onlar işletiyordu. Rahiplerle yönetici seçkinler yolları, kaya kitlelerine kazılan uzun merdivenleri, köprüleri, yüksek uçurumlara tırmanmak için yapılmış ahşap merdivenleri ve astronomi gözlem evlerini yaptırıyorlardı. Bu sonuncular, ilkbahar ve sonbahar noktalarını, yaz ve kış gündönümlerini belirlemek üzere özenle hazırlanmış göksel haritaları hazırlamak amacıyla yapılıyordu: Bunlar, ekim ve hasat zamanlarını ve ayrıca binlerce, belki de onbinlerce kişinin bir araya geldiği yıllık dini şenliklerin zamanını belirlemek içindi. Blokların içindeki binalar ya güneşin hareketlerine ve gündönümlerine ya da ana yönlere dönüktü; bu fark, antropolog Stephen H. Lekson’a a göre, sadece rakip kozmolojilere değil, aynı zamanda rakip siyasi ideolojilerin varlığına da işaret etmekteydi.
“Chaco, Dört Köşeler ülkesinin büyük bölümünü kapsayan, iyi tanımlanmış bir bölgenin siyasi başkenti idi” diye yazıyor Lekson. Ve ekliyor: “Çevresinde, yaklaşık İrlanda büyüklüğünde bir alana yayılmış 150’den fazla Büyük Ev vardı.”
Ne var ki bu karmaşık toplum, tüm karmaşık toplumlar gibi kırılgandı ve kalıcı olmayacaktı. Neredeyse üç asırlık ömrünün sonunda keskin bir inişe geçti. Vadiyi çevreleyen yoğun meşe, fıstık çamı, ponderosa çamı ve ardıç ormanları, inşaatlarda ve yakıt olarak kullanılmak üzere kesilip biçildi. Toprak erozyona uğradı. Yaban hayvanları neredeyse soyları tükenene kadar avlandı. Toplumun son yıllarında gıda rejimi geyik ve hindiden tavşana ve nihayet fareye kaydı. Arkeologlar, toplumun son döneminde fosilleşmiş insan dışkıları (koprolit) içinde kafası olmayan fareler buldular. Anasazi’lerin açık toplumu, belli ki şiddetin nadiren görüldüğü, insanların bakımlı ve korunaklı yol şebekesi içinde engellenmeksizin sürekli gidip geldiği, savaşın belli ki pek görünmediği, zenginlerle muktedirlerin evlerinin duvarlarla çevrili olmadığı, imparatorluk ganimetlerinden halkın da pay aldığı o açık toplum, yerini seçkinler için etrafı duvarlarla çevrili muhkem yerleşkelere tekabül eden blokların, sıradan insanlar için de açlık, sefalet, güvensizlik ve zulmün kol gezdiği bir topluma bıraktı. Yerleşimler, tarlalara ve su kaynaklarına yakın olmamalarına rağmen, uçurum kenarındaki sarp kayalıklarda, dağ tepelerinin zirvelerindeki kalelerde inşa edilmeye başlandı. Hisarları ve kuleleri ile birlikte büyük savunma surları inşa edildi. Arkeolog Lynn Sebastian’ın yazdığına göre, bir zamanlar kültürü birleştiren ve kültürel tutkal işlevi gören o devasa kamusal dini törenler unufak oldu ve bunların yerini birbiriyle çatışan minik savaşçı tarikatlar aldı.
Colorado Üniversitesi Boulder yerleşkesinde antropoloji profesörü olan Lekson, gerileme döneminde Anasazi hükümdarlarının giderek artan vahşet ve şiddet eylemlerine başvurduğunu, muhaliflerle isyancıların halka açık törenlerde toplu idamının da bu olaylar arasında yer aldığını düşünüyor. Lekson, Steven A. LeBlanc’ın “Amerika’nın Güneybatı Yöresinde Tarih Öncesi Savaşlar” adlı kitabında da çoğunlukla belgelendiği şekilde “Chaco ölüm mangaları”nın dörtbir tarafa yollanmış ve İmparatorluk topraklarında enine boyuna kullanılmış olduğunun kanıtlarını ortaya koyuyor. LeBlanc, Mesa Verde yakınlarında Yucca Binası diye bilinen bir Chaco Büyük Ev’inde sayıları 90’a varan insanın katledilip bedenlerinin bir kiva’ya atıldığını, bunlardan en az 25’inin organlarının kesilip biçilme izleri taşıdığını yazıyor.
Lekson Archeology dergisinde yayımlanan “Chaco Ölüm Mangaları” başlıklı makalesinde şöyle yazıyor: “Merkezileşmiş ve gaddar Chaco şiddetinin, hükümet terörünü temsil ettiği anlaşılmaktadır. Şiddet kamusal hale getirilmişti, amacı da halkı korkutmak ve ona boyun eğdirmekti. Chaco ölüm mangaları (bu, Leblanc’ın değil, benim verdiğim isim), kuralları çiğneyen ve Chaco muktedirlerine tehdit oluşturduğuna hükmedilen kişileri katlediyor, organlarını kesip biçiyordu.”
Osteoloji, yani insan kemiklerinin incelenmesi dalında uzman olan antropolog Christy G. Turner, “Man Corn” (İnsan Mısırı) başlıklı kitabında “yamyamlığı ve insanların kurban edilmesini terörizmin belirgin unsurları” olarak dile getiriyor. Kısacası, Lekson’un yazdığı gibi, “ölüm mangası seni katlediyor, parçalara ayırıyor, arkasından da akrabalarının ve komşularının önünde yiyordu.” “İnsan mısırı” deyimi de Nahuatl dilindeki “tlacatlaolli” kelimesinden geliyor. Antropolog Turner bunu “kurban olarak kesilmiş insan etinin mısırla pişirilmesi suretiyle hazırlanmış kutsal yemek” şeklinde tanımlıyor. Araştırmacı Debra Martin de “MS 1000 -1300 yıllarında La Plata Nehri Vadisi’nde Kadınlara Karşı Şiddet” başlıklı makalesinde Chaco imparatorluğunun sınırında yer alan bu vadide, belki köle olarak kullanılmakta olan kadınların dövülüp paralanmış hallerine ait kanıtlar bulunduğunu yazıyor.
Anasazi seçkinleri toplumsal hizmet sağlamaya istekli olmaktan çıktıkları gibi bu hizmetleri de zaten veremez hale gelmişlerdi; ayrıca doğal kaynak sıkıntısı da had safhaya ulaşmıştı ama bütün bunlara rağmen, sürdürülemez hale gelmiş olan vergi ya da haraç alma politikalarını sürdürdüler. Gittikçe daha ağır baskı yöntemlerine başvurdular. Sonunda halk onlardan tiksindi. Anasazi medeniyeti 1130 yılında ağır bir kuraklık felaketine uğradı. Ve bu son darbe oldu artık. Anasazilerin etkileyici yapıları terkedildi ve öylece metruk olarak ortalıkta durduktan neredeyse 600 yıl sonra göçebe Navajolar tarafından bulundu. Navajolar, birçoğu iskelet kalıntılarıyla dolu bu binalara yerleşmek istemediler, çünkü onların kötü ruhlarla dolu olduğuna inanıyorlardı.
“Chaco toplumunun bazı kesimleri daha 1050’den itibaren gayet vahim durumdaydı; çünkü güneydeki açık tarım topluluklarında sağlık ve yaşama koşulları giderek bozulmuştu.” David E. Stuart, “Amerika Anasazileri” başlıklı kitabında böyle yazıyor. Ve ekliyor: “Güneydeki küçük çiftçiler önceleri, büyük evlerde depolanacak güvenilir mahsul fazlaları yaratmışlardı. Nihayetinde, Chaco toplumunu böylesine ölümcül bir kırılganlığa sürükleyen de, o çiftçilerin, yani mısırı yetiştiren insanların giderek korkunç hale gelen yaşama koşulları oldu. Basitçe söylersek, bu çiftçiler, hayatı sürdürmeleri için gerekenden çok daha azını geri alabiliyorlardı artık. Böylelikle, büyük-ev toplumu, farklı ticarî ortaklıklara ağırlık verir oldu, kuzey kesiminde daha düşük maliyetli yeni tedarikçileri desteklemeye başladı. Bu nihaî ticaret şebekesi büyük olasılıkla bölgesel toplumun genel refahından çok, seçkinlerin huzur ve refahını sürekli kılmaya odaklanmıştı.
Ekonomik ve sosyal durum kötüleştikçe seçkinler yol yapımlarını ve Büyük Ev inşaatlarını hızlandırdılar. Daha gösterişli dini âyinler düzenlemeye, daha fazla kiva (yani tapınak) inşa etmeye koyuldular. Çürüyen toplumların tipik özelliğidir bu. Görkemli Maya kenti Tikal’in kurulması 1,500 küsur yıllık bir zaman dilimine yayılmıştır; ama şehrin en göz alıcı tapınakları ve kuleleri, son yüzyılında inşa edilmiştir. Bu muhteşem projeler ve gösteriler, kudreti ve ölümsüzlüğü cümle âleme göstermek, izdüşümlerini yansıtmak için yapılıyordu. Ne var ki bunlar, yoksullaşan çiftçilerle işçilerin ıstırabını da, azalan doğal kaynakların tükeniş sürecini de büsbütün azdırdılar.
Stuart “Amerika Anasazileri” kitabında şöyle yazıyor: “Chaco döneminin acı sonuna doğru seçkinlerin birçoğu o büyük evlerinde kalmayı seçti; muhtemelen geçmişe tutunmaya çalışıyorlardı: tıpkı Rüzgâr Gibi Geçti’de Scarlett O’Hara’nın Tara çiftliğinde tutunmaya çabalaması gibi.” Ve devam ediyor: “Ama mısır mahsullerini merkeze taşıyan çiftçiler çoktan çekip gitmişlerdi, tıpkı Amerikan İç Savaşı öncesinde büyük Tara çiftliğini ayakta tutmuş olan köleler gibi. Bir zamanlar sahip olduğu o büyük üretkenliğin temel direği çatırdayınca Chaco toplumu da birden çöküverdi. Çaresizlikle kuşatılmış Chaco çiftçileriyle köylüleri bebeklerini son kez gömmüşlerdi artık. Ondan sonra Chaco Vadisi’ni de onun çevresindeki büyük evleri de terkederek çekip gittiler.”
“Refah, toplumsal bütünleşme, diğerkâmlık ve cömertlik, bunlar birarada elele yürürler” diyor Stuart. Ve ekliyor “Yoksulluk, toplumsal çatışma, peşin hükümlü alaycılık ve merhametsizlik de öyle.”
Joseph A. Tainter’in gösterdiği gibi çöküş, “insan toplumlarının sürekli tekrarlanan özelliklerinden biridir.” Karmaşık toplumlar merkezî bürokratik yapılar yaratırlar, bu yapılar kaynakları tükenene kadar sömürürler, ondan sonra da başgösteren kıtlıkla başetmekte hepten yetersiz kalırlar. Bitmeye yüz tutan kaynakları yerin dibinden çekip çıkartmak için durmadan daha geliştirilmiş mekanizmalar yaratırlar: Bunun günümüzdeki kanıtlarından biri de, Trump yönetiminin Chaco Kültürü Ulusal Tarih Parkı’nı çevreleyen arazileri hidrolik kırma/kaya çatlatma yöntemiyle petrol ve doğal gaz sondajlarına açması kararıdır. İşin sonunda, karmaşık toplumların yükselmesini mümkün kılan teknolojiler ve örgütlenme biçimleri, onları yok eden mekanizmalar haline gelir.
Anasazilerin kaderi, tüm karmaşık toplumların kaderinin bir kopyası. Çöküş, doruğa yükselişin on ya da yirmi yıl ardından geliverdi. Jared Diamond’ın “Çöküş: Toplumlar Tükenmeyi ya da Başarmayı Nasıl Seçer” başlıklı kitabında yazdığı gibi, karmaşık toplumların gidişat yörüngesi “bireysel insan hayatlarının çizdiği o bildik güzergâha benzemez: insan hayatının seyri, uzatmalı bir ihtiyarlık rotası içinde inişe geçmektir. Rotalar arasındaki bu benzeşmezliğin sebebi ise basittir: Azamî nüfus, zenginlik, kaynak tüketimi ve atık üretimi, çevreye azami etki anlamına gelir ki bu da çevreye yapılan etkinin, kaynakların verebileceğinin üzerine çıktığı o üst sınıra yaklaşıldığını gösterir.”
“Medeniyet bir deney; insanın kariyerinde çok yeni bir hayat tarzı; ve medeniyetin, ilerleme kapanları adını verdiğim tuzakların içine girme gibi bir alışkanlığı var.” Ronald Wright “İlerlemenin Kısa Tarihi” adlı kitabında işte böyle yazıyor. Ve devam ediyor: “Dere kenarında iyi bir arazi üzerine kurulmuş küçük bir köy, iyi bir fikirdir. Ama köy büyüyüp kente dönüştüğünde ve iyi arazilerin üzerine beton döktüğünde, bu kötü bir fikre dönüşür. Bunu önlemek kolay olabilecekken, sonradan tedavi imkânsız olabilir: bir şehri kolayca taşıyamazsınız. İnsanın eylemlerinin uzun vadeli sonuçlarını görememesi ya da bunları beklememesi, türümüze özgü, fıtratımızda olan birşeydir belki: milyonlarca yıl boyunca avcılık ve toplayıcılıkla kıt kanaat geçinerek yaşamanın şekillendirdiği bir fıtrat. Bu, ayrıca, ataletin, hırsın ve toplumsal piramidin biçiminden cesaret bulan aptallığın karışımından biraz daha fazla birşey de olabilir. Büyük ölçekli toplumların tepesinde kudretin temerküzü, seçkinlerin mevcut düzene (statükoya) bir müktesep hak olarak bakmasına yol açar; yani seçkinler kararan gökyüzü altında, çevrenin ve halk kitlelerinin büyük zarar görmeye başlamasından çok çok sonraları da günlerini gün etmeye, servetlerine servet katmaya devam ederler.”
2018’de biz de hızla yaklaşan kıyamet alametleriyle dört bir taraftan kuşatılmış haldeyiz. Kuraklıklar, orman yangınları, seller, hızla yükselen sıcaklıklar, mahsul kıtlıkları, toprağın, havanın ve suların zehirlenmesi, ve bir de küresel ısınmadan dolayı yaşanan toplumsal çöküntü, dünyanın yoksullarının muazzam kesimlerini yeterli gıda, su ve güvenlikten yoksun halde ortada bırakıyor. Biçare göçmenler küresel güneyden kaçıp kurtulmaya çabalıyor. Kriz tarikatları nihilist terörizm faaliyetlerine girişiyor ve çoğunlukla bunları birtakım dinî inançlar adına yapıyor. Bizim yağmacı ve talancı seçkinlerimiz, Anasazi Büyük Ev’lerinin kendileri için yaptırılmış versiyonlarına çekilmiş durumdalar: Özel güvenlik, özel eğitim, özel sağlık hizmetleri ve ilaç, özel ulaşım, geniş halk kitleleri için ulaşılmaz olan özel su ve gıda kaynakları ile lüks eşya erişimlerine sahipler ve gerçek dünya ile aralarına kalın duvarlar örmüş durumdalar. Kibirleri ve miyoplukları yanı sıra, kendilerine yarar sağlayan ama toplumsal ve çevresel yıkımı hızlandıran bir ideolojiye –yani küresel kapitalizme– körü körüne bağlılıkları, geride kalan bizler gibi tamamen yenik düşmeden önce onların kendilerine birazcık daha zaman satın aldıkları anlamına geliyor sadece, ama hepsi o kadar.
Şair V.B. Price, “Zamanın Sağduyusu” adlı şiirinde Chaco harabelerini incelerken bu taşların açığa vurduğu acil mesajı kavrıyor ve şiirinin bir bölümünde şöyle yazıyor:
“Chaco’da biliyorum ki yalnız değilim
Homeros’u bile duyduğumu biliyorum
Hikâyelerinin gelgitlerini dokurken,
Ve Sapfo’yu ninnilerini söylerken yalnız gecede,
Rinconada’da çıplak ayak davulları çalınıyordu duydum
Taşın ta içinden geçen kadim dalgalar gibi.
Burası işte
Geçmişin kaldığı.
Tamamen değişmiş,
manzara ise,
o aynı.
Gelecek öylesine hızlı oluyor ki,
Ürkmeye vakit yok hızından.
Ve şimdi
gelecek şimdiden
yaşanmış bitmiş sanki.
Anasazilerle bizim karmaşık toplumumuz arasında tek bir can alıcı fark var. Anasazilerinki gibi geçmiş medeniyetlerin çöküşü, yerel bir çöküştü. O zamanlar daima fethedilecek yeni topraklar, yağmalanacak yeni doğal kaynaklar, boyun eğdirilip buyruk altına alınacak yeni halklar vardı. Oysa, çağımız farklı. Yeni bir dünya kalmadı artık.
Artık doğal dünyanın sermayesinden yararlanarak yaşamımızı sürdüremeyiz; onun yerine faiziyle idare etmeyi öğrenmek zorundayız. Bu demektir ki, fosil yakıtlara ve hayvancılık tarımı endüstrisine bel bağlayarak yaşamanın sonu geldi. Bu demektir ki, kapitalist ahlâkı ve tüketim toplumunu tanımlayan hazcılığı ve açgözlülüğü reddeden yalın ve basit bir hayatı benimsemek zorundayız. Bu, eşitsizlikte ve gelir farklılığında aşırılığın bulunmadığı komünal bir toplum demektir. Geleceğin hiç önemi yokmuş gibi yaşamaya devam edecek olursak, bizim toplumumuz da Anasazilerin toplumu gibi unufak olacak ve ölecek. Küresel bir intihar eylemi ile yeryüzünden silinip gideceğiz.
İnsan türü, kendisinin en büyük varoluş krizi ile yüzyüze. Gelgelelim, seçkinlerimiz, geçmişteki seçkinlerin eblehliğini, küstahlığını ve açgözlülüğünü kopya etmekte kararlı görünüyorlar. Servet üstüne servet yığmakla meşguller. Bizleri iktidar çemberlerinin dışına atıyorlar. Denetimi elde tutmak için acımasız baskı biçimleri kullanıyorlar. Ekosistemi bitkin düşürüyor, zehre boğuyorlar. Şirket seçkinlerinin egemenliği daha ne kadar uzun süre devam ederse ve biz de isyan etmekte daha ne kadar gecikirsek, bir tür olarak hayatta kalma şansımız o kadar azalmakta. Yerleşik ya da medeni hayat dediğimiz şey dünya yüzünde 10 bin yıldan az bir süredir var sadece. O çok özel ve olağandışı toplumsal kurgumuz, evren için bir nano saniyeden ibaret. Çok kısa ve ölümcül bir deneyden ibaret birşey de olabilir pekâlâ. Belki de Franz Kafka’nın yazdığı gibidir: “Umut var da; bizim için değil.”
İngilizce aslından Türkçe’ye çeviren:
Ömer Madra