Kundakçı

Kulis Sesleri
-
Aa
+
a
a
a

Kulis Sesleri bu programında Oyun Atölyesi tarafından sahnelenen “Kundakçı”nın kulisindeydi. Bircan Yorulmaz oyunun yönetmeni ve aynı zamanda oyuncusu Muharrem Özcan ile oyuncularından Tuna Kırlı ile konuştu.

Kulis Sesleri: 19 Haziran 20187
 

Kulis Sesleri: 19 Haziran 20187

podcast servisi: iTunes / RSS

“Bir devlet tiyatrosu ya da ödenekli tiyatro olunca haliyle o ideolojiye dönük bütün sansürlere tamam deyip, boyun eğmek zorunda kalıyorsunuz. Yakın zamanda gördük; oyuncuların oynamaması gerektiğinin söylendiği, aşağılandığı, yöneticilerin zaten oyuncuları oraya götürerek boyun eğdiği bir durum yaşandı. Sanatın özü muhalif olmak, sanatın bir derdi olmak zorunda. İktidar ne olursa olsun, ideoloji ne olursa olsun eleştirel bakmak zorunda sanat.”
 

Oyunu anlatır mısın lütfen?

Muharrem Özcan:
Hikâyesine baktığımızda, gerçek bir olaydan yola çıkılarak yazılmış bir oyun Kundakçı Herostratos adlı karakterin Artemis Tapınağı’nı gerçekten zamanında yakmasıyla başlayan, şöhret uğruna yaktığı düşünülen, fakat yazar, yani Grigory Gorin tarafından biraz daha evirtilerek aslında biraz daha iktidar, yargı, din eleştirisine dönüştürdüğü bir metin.

Tuna Kırlı:
Ben Herostratos’u oynuyorum. 1970’lerde Rusya’da yazılmış oyun, fakat milattan önceyi anlatıyor. Milattan önce neyse, 1970’ler Rusya’da da oymuş, Türkiye’de de devlet mekanizması simdi aynı şekilde işliyor. Tahmin ediyorum ki bütün dünyada devletin olduğu yerde, iktidarın olduğu yerde işler aynı açmazların içinde devam ediyor. Burada da Herostratos çok güzel bir çomak sokuyor sisteme. Çok güzel bir tapınak, oradaki rahip ve rahibeler, bir kral ve halkın seçtiği bir parlamento başkanı var. Bunlar her şeyi mutlu mesut yönetirlerken, adamın bir tanesi gelip, tapınağı yakınca haliyle ne yapacaklarını şaşırıyorlar. Madem tapınağı yaktı, o zaman tanrılar neden buna müdahale etmedi? Tanrılar müdahale etseydi böyle olmazdı. Din adamları da ister istemez biz bu durumu bir durup düşünelim diyorlar. Sistem bir anda çöküyor. Ondan sonra herkes pozisyonunu ‘buradan nasıl nemalanırım’ fikrine uygun almaya başlıyor. Herostratos’un da kendi çıkarları uğruna bir denemesi var. Öyle bir yolu açılıyor ki, buraya da zıplayabilirim, şuraya da zıplayabilirim, bunu da alabilirim deyip ilerliyor.

Herostratos’un çıkış noktası ünlü olmak?

Muharrem Özcan:
Ünlü olmak gibi gözüküyor ama aslında gerçek metinde dert gerçek yaşanan olaydan biraz farklı. Zira geçek yaşanan olayın nedenlerini tam olarak bilmiyoruz. Herostratos’un bir akıl hastası olduğu söyleniyor, bunu gerçekten şöhret uğruna yaptığı söyleniyor. Ancak o dönemin kaynakları o kadar yetersiz ki bu konuda net olamıyoruz. Fakat metinde şöyle bir durum var; Herostratos şöhret uğruna tapınağı yakmaktan ziyade, ona bir birey olarak o yapının, o toplumun, o devlet mekanizmalarının içinde din, yargı ve iktidar/kraliyet sacayakları içinde hiç kendisi olmasına izin verilmemiş, varlık göstermesine müsaade edilmemiş. Sürekli vatandaş olarak, birey olarak haksızlığa uğramış bir adam. Dolayısıyla Artemis Tapınağı’nı yakıyor olması da bir birikim isyanı sonucunda; ‘beni görün; ben birey olarak varım, ben hiç değilim, ben varım, hiç olmaktan bıktım hiç görünmekten bıktım’ demek için yapılmış bir eylem var. Fakat bu haliyle birçok şeyi sorgulamamıza neden oluyor. Evet, Artemis neden gelip yardım etmedi? Madem tanrılar vardı, neden beni devlet zamanında korumadı ve şimdi bunun hesabını yapmaya çalışıyor gibi gibi birçok soruyu beraberinde getiriyor. Fakat gidişatta Herostratos bakıyor ki aslında her şey, bütün yapılar kendi çıkarına hizmet edecek şekilde ve sistem öyle kurulmuş. Artık öyle bir bakış açısı ve ayma noktası yaşıyor ki kendisinin de ne olduğunun farkına varıp, onun çarkın en büyük dişlilerinden birisi haline geliş sürecini izliyoruz.

Vandallık ile kahramanlık geçişini izliyor gibiyiz?

Tuna Kırlı:
Aslında şöyle; galiba birinin kahraman ya da vatan haini olmasına devletler karar veriyor. Bu adam terörist mi? Bir şey yakıyor mesela, sonra da vaat ettiği şey sistemi çökertmek. Şimdi bu adamın ne zaman terörist olduğunu anlarız? Sanırım ondan bir on yıl sonra terörist olup olmadığını anlarız. Neye karar verildi? Yani hala devam ediyorsa efsanesi halk kahraman olacak, etmiyorsa o zaman terörist olacak. Burada da bence başlangıç noktası adamın; ben bunu yakarım diyor, en kötü ihtimalle asarlar beni, tarihe mal olurum. Vazgeçiyor yani, zaten gemileri de yakıyor. Aslında sistemi yok etmek üzere girdiği savaşta yine sistemin içinde kalıyor.

İzlerken ilk aklıma gelen güncel eklemeler içermiş olsa da içeriğin, ana konunun güncelliğiydi. Metnin aslı da böyle miydi?

Muharrem Özcan:
Metinde aslında bahsettiğim içeriğin ekseninden ayrılmamaya dikkat ettik. Elbette güncellemeler oldu, eklemelerimiz oldu. Metin çok uzun ve eski bir metin. Çok fazla budanması ve yer değiştirmesi gereken yerleri vardı.  Dolayısıyla o düzenlemeyi ben yaptım, orijinal metinden biraz daha farklı bir metni oynuyoruz şimdi. Ama bütün derdi ve ekseni hiçbir şekilde aşınmaya uğramadı.

Bu oyunu seçmeniz ve bir araya gelmenizde oyunun güncelliği etken miydi?

Muharrem Özcan:
Zaten bir oyunu değerlendirirken, repertuara alıp bu oyunu sahnelemeliyiz diye düşünürken ister istemez birçok parametreyi hesaplayarak davranmak zorundayız. Bunun en önemli unsurlarından bir tanesi evrensel olması, hem yaşadığımız coğrafya ile hem yaşadığımız çağla ilişki kurabileceğimiz, dertler konusunda paralellik gösterebilen ve evet bu dert bizi hala ilgilendiriyor dedirten metinleri ortaya koymaktı. Dolayısıyla Kundakçı bu anlamda çok örtüşen; hem bizim coğrafyamızla hem dünyayla, sistemle fazla bağlantısı olan bir metin.

Türkiye’de tiyatroyu nasıl buluyorsunuz? Başka oyunlarınız var, yönetmen ve oyuncu olarak. Kapalı gişe oynuyorsunuz. Nasıl görünüyor?

Tuna Kırlı:
Tüm gelişmiş medeniyetlerde insanlar popülizmden para kazanıyorlar. Amerika filmlerini satıyor, Avrupa müziklerini satıyor. Fakat bunun popülizme sunulması için bunun bir arka planı olması gerekiyor. Bu arka planda işte şimdi sanat dediğimiz, ilerde ne olacak bilmediğim işin içine kanalize olmuş, hayatını buna vermiş insanların oluşturdukları şeyler. Tiyatro da bunun içinde veya bağımsız sinema veya bağımsız müzik vs. buna birçok şey eklenebilir. Oradan doğuyor aslında; bugünün popülist kültürü bundan 20 yıl öncesinin felsefesinden, tiyatrosundan müziğinden doğuyor. Amerika ya da Avrupa bunu biliyor, buna destek veriyor ve buna para akıtıyor.  Karşılıksız fonlar var. Türkiye’de bu yok. Biz genelde dışardan devşiriliyoruz. Popülist kültürümüze bakalım, Amerikan kültürü de var içinde işte Türk, doğu kültürü de var. Hindistan bile var. Bakınca Hint dizileri, Amerikan dizileri de var. Haliyle böyle olunca Türkiye’de tiyatroya önem verilmiyor. Bir kısım insanın temas ettikçe beğendiği bir şey tiyatro. Tiyatro güzel bir şey, insan insana yapılan bir şey. Bir insan geldiği zaman beğenince yeni bir oyuna da gideyim diyebiliyor. Fakat eleştirmen mekanizması iyi çalışmadığı için çok kötü oyunlar da olabiliyor. Ben bunlara mayın diyorum. Mayına çarpan bir daha tiyatroya gitmiyor. Burada ilginç bir durum var. Oyun atölyesi olarak biz yıllardır bir çaba içindeyiz. Seyirci geldiğinde mayına çarpmayacağını bildiği için artan bir seyircimiz var. Hâlbuki herkes aynı özveri ve denetimle çalışabilse, eleştirmen denetimi yani bu, o zaman hep iyi ürünler çıkacak. Her gittiğinde iyi bir ürün çıktığını düşünsenize, o zaman daha çok tiyatroya gidecek. Fakat bunun da yapılması için fonlar aktarılması gerekiyor. Biraz karışık işler bunlar.

Eskiden devlet tiyatrosu vardı, bu işlevi görmek için. Ama bunun da kısıtlayıcı, özgürlüğü yok edici bir yanı vardı.

Tuna Kırlı:
Devletin tiyatrosu olmaz. İngiltere bunu zamanında kapatıp, oraya aktardığı fonu sandalye başı tiyatroya veriyor. Devletin tiyatrosu olmaz, böyle saçma bir şey olmaz. Devletin bunu özel tiyatrolara aktarması gerekiyor.

Muharrem Özcan:
Bir devlet tiyatrosu ya da ödenekli tiyatro olunca haliyle o ideolojiye dönük bütün sansürlere tamam deyip, boyun eğmek zorunda kalıyorsunuz. Yakın zamanda gördük; oyuncuların oynamaması gerektiğinin söylendiği, aşağılandığı, yöneticilerin zaten oyuncuları oraya götürerek boyun eğdiği bir durum yaşandı. Sanatın özü muhalif olmak, sanatın bir derdi olmak zorunda. İktidar ne olursa olsun, ideoloji ne olursa olsun eleştirel bakmak zorunda sanat.

Yeni projeler var mı?

Muharrem Özcan
Yeni bir proje var, önümüzdeki sezonun açılış projesi olacak. Ağustos gibi provaya gireceğiz. Ekim’in ilk haftası da oyunu çıkaracağız gibi görünüyor.

 

www.oyunatolyesi.com  

Künye:

Orijinal Adı: Forget Herostratus!
Yazan: Grigory Gorin
Çeviren: Haluk Bilginer
Yöneten: Muharrem Özcan
Sahne Tasarımı: Özlem Karabay
Müzik: Çağrı Beklen
Işık Tasarımı: Ayşe Sedef Ayter
Beden Çalışması: Rüya Büyüktopçuoğlu
Afiş Tasarımı: Ethem Onur Bilgiç

Oynayanlar Herostratos: Tuna Kırlı
Kleon: Devrim Özder Akın
Tissafernes: Muharrem Özcan
Klementina: Tuğba Çom Makar
Klementina: Tuğçe Karaoğlan
Gardiyan: Evren Erler
Erita: Gözde Kırgız
Krisippos: Timuçin Başgül
Kentli-2. Tarihçi: Mithat Ozan Küren
Kentli-3. Tarihçi: Serkan Ilgaz
Kentli-1. Tarihçi: Sedat Bilenler

Yönetmen Asistanı: Melih Pamukçu
Yönetmen Asistanı: Kader Karadeniz
Oyun Fotoğrafları: Emre Mollaoğlu
Sahne Tasarımı Asistanı: Pınar Demir