Dünya Mirası Adalar'da Derya Tolgay ve Nevin Sungur, 15 Nisan Dünya Sanat Günü vesilesiyle kutluyor Südor ailesinden sanatçı, ressam Gülseren Südor ve kızı küratör Diani Galeri’nin sahibi Telga Südor Mendi ile Büyükadalı Südor Ailesi’ni ve sevgili babaları Teoman Südor’u konuşuyorlar.
Derya Tolgay: Merhabalar, Apaçık Radyo'da bir Dünya Mirası Adalar programında daha birlikteyiz. Ben Derya Tolgay.
Nevin Sungur: Ben Nevin Sungur.
D.T.: Destekçimize çok teşekkür ederek başlayalım istedik. Bugün 15 Nisan Dünya Sanat Günü. 15 Nisan, Rönesans'ın en önemli figürlerinden biri olan Leonardo Da Vinci'nin doğum günü olması sebebiyle seçilmiş ve böylece Uluslararası Sanat Derneği tarafından da Dünya Sanat Günü olarak kutlanmaya başlamış. Bu özel gün, UNESCO tarafından da kabul edilmiş. Hayal gücünü, ifade özgürlüğünü, yaratıcılığı ve kültürel mirasa olan saygıyı giderek yitirdiğimiz, bir çok şeyin de sermaye ve kazanca endekslendiği zamanlardayız. İnsanlığın ortak dili olan sanatın iyileştirici ve geliştirici gücünü hatırlayalım istedik bugün.
Konuklarımızı takdim etmeden önce, dün adada gerçekleştirdiğimiz modern mimarlık mirası ile ilgili söyleşiden aktarmak istediklerimiz var.
Bir önceki programda işlemiştik; ‘Adaları İnşa Edenler’ etkinlik dizimizin ilkini gerçekleştirdik ve bu etkinliğin sunumu, mimar ve mimarlık tarihçisi arkadaşımız Zafer Akay tarafından yapıldı. Gösterilen ilgi bizleri çok mutlu etti. Değerleri görece daha çok bilinen art nouveau eklektik ve Neoklasik mimarlığın aktörlerinin yanı sıra, modern mimarlığın daha az bilinen temsilcilerini de öne çıkarmaya çalıştık çünkü İstanbul'da kaybettiğimiz bu mirasımızı biz nispeten Adalar’da koruyabiliyoruz ama çoğunun tescili yok, pek süslü püslü görünmüyorlar ve bazıları tarafından da değerli görünmüyor yani değeri anlaşılmıyor. Biz, biraz bu değeri görünür kılmaya çalıştık.
Bununla ilgili yaptığımız kayıt, bizim Dünya Mirası Adalar’ın Facebook sayfasında var; ilgilenenler kaydın tümünü dinleyebilir. Bu arada sosyal medya hesaplarımızı da bir kez daha söylemek istiyorum; X'ten çıktık BlueSky'da ve Instagram’da varız, takip ederseniz seviniriz.
Bugünkü konuklarımız Adalı Südor ailesinin kıymetli iki üyesi, Gülseren Südor ve kızı kreatör, galeri sahibi, benim de sevgili arkadaşım Telga Südor Mendi. Hoş geldiniz.
N.S.: Hoş geldiniz.
Gülseren Südor: Merhabalar.
Telga Südor Mendi: Merhaba.
N.S.: Bu sanat gününde ne güzel sizi anne-kız olarak konuk etmek. Aynı zamanda Adalı olarak da sizi konuk ediyoruz tabii ki, o açıdan da çok mutluyuz bugün bizimle beraber olduğunuz için.
T.S.M.: Biz de çok mutlu olduk. Sizden gelen teklif ile hem dünya sanat gününde birlikte olmak, hem de bir Adalı olarak bu programda bulunmak çok mutlu etti bizi. Derya ile dostluğumuz da ayrı tabii ki. Zevkle katılıyoruz ve bu programı keyifle yapacağımıza eminim.

N.S.: Siz Telga Hanım bu kadar güzel bir aile içerisinde içine doğmuş olmaktan dolayı gerçekten şanslısınız. Hem anneniz, hem babanız, hem babanızın annesi yani tamamen bir sanatçı ailenin çocuğusunuz ve aslında kendiniz de sanatçısınız. Aynı zamanda küratör ve galeri sahibisiniz ve bu galerinin hikayesi de çok ilginç. Galeri Diani, değil mi?
T.S.M.: Evet, öyle. Esasında babamın anneannesi ve Adalı olmayı başlatan kişi de onun babası. İtalyan olarak Türkiye'de ticaret yapıp, önce Adada, sonra da Kadıköy'de bir ev kiralıyor. Daha sonra da Türkiye'de kalıp ticarete devam ediyor ve o kiraladığı evlerin sahibi oluyor. Böyle başlayan, yazları Büyükada'da, kışları ise biraz Yeldeğirmeni’nde ve biraz da İtalya'da devam eden bir süreç. Ben de o mirası sürdürmeye çalışıyorum.

Evet, kendimi çok şanslı hissediyorum ama bu şansı daha büyük yaşlarda yani ergenlik yaşlarımın sonuna doğru anlamaya başladım. Sanatçı olmayan kişilerin ya da sanata değer vermeyen yani sanatı anlamamış kişilerin evlerine gidince, hiçbir tablo ve kitabın olmadığı evler görünce şanslı olduğumu anladım. İçine doğduğunuzda bunu fark etmiyorsunuz, öyle diyeyim.
Bizim ailemizdeki sanat mirası biraz uzun ve yüklü. Anneannemin evlendiği kişi Türk bir subay, Osmanlı subayı o dönemde. O da esasında ilk resim yapanlardan, Hoca Ali Rıza’nın da sınıf arkadaşı ve birlikte resim yapıyorlar yani böyle bir gelenek de var. Babaannem de Sanayi Nefise'nin yani Devlet Güzel Sanatlar Akademisi'nin ilk kadın mezunlarından birisi. Bir yandan annemin ailesi de orada. Teyzem yine resim bölümü mezunu, dayım iç mimar. Onlarda da böyle dallanan, budaklanan bir sanat aşkı var diyelim.
N.S.: Müthiş. Gülseren Hanım siz de hoş geldiniz. Ne kadar hoş sizi de konuk etmek.
G.S.: Hoş bulduk. Sanatın saygın bir şekilde anıldığı bir günde sizinle birlikte olmak benim için de çok keyifli. Bir de Adalı bir eşin ailesine de sahip olmak çok özel. Ben Boğazlıyım ama özellikle Teoman’ın ailesinin bu denli Ada’ya derin bağları olması nedeniyle Adalar benim için de çok özel.
Bu arada, bu geçen 60 yıl içinde Ada’nın yapısı hakkında çok önemli bilgiler, çok sayıda da dökümanlar edindim. Telga o bakımdan şanslı. Ada’nın 1930'lardan pek olmasa da 40'lı yıllardan itibaren özgeçmiş niteliğinde çok güzel fotoğraflar var çünkü ailenin bir diğer önemli özelliği de fotoğrafa çok düşkün olması. Gittikleri her yerde hep fotoğraf çekmişler, kayda almışlar. İstanbul'un da, Adalar’ın da geçmişi ile pek çok fotoğraf var doğal olarak.
N.S.: Ne kadar kıymetli bir arşiv.
G.S.: Bu yüzden kızımı çok şanslı hissediyorum.
T.S.M.: İstanbul'a dair1800'lerin sonundan itibaren var, hep fotoğraf çekmişler.
G.S.: Hatta fotoğraf makineleri de duruyor. Biz hep resim, sanatla meşgul olduk. Bilmiyorum mutlu oldu mu Telga?
T.S.M.: Tabii ki mutlu oldum.
G.S.: Ayağa kalkıp yürümeye başladığı andan itibaren biz ona boya, fırça, kalem hepsini verdik. Hatta Roma'daki evimizin duvarlarına - boyu ne kadar uzadıysa gayet güzel biliyorduk - resimler yapıyordu.
D.T.: Müthiş.
T.S.M.: Şanslı olduğumu sonradan anladım. Dediğim gibi, içinde doğup, bütün bunlara sahip olunca sanki herkes de bunlara sahipmiş gibi hissediyorsunuz çocukken, hatta ergenlik yıllarımızda bile. Daha sonra dünyayı böyle tanımaya başlayınca, etrafımızı görünce bir ayrıcalık olduğunu zannediyorsunuz, anlıyorsunuz. İsterim ki Türk insana sanata daha yakın olsun ama kopartılmak için de elden gelen yapılıyor gibi. Bütün sanat dersleri kalktı, yıllardır yok. Benim oğlum şanslı bir çocuk, şimdi 27 yaşında ve iyi okullarda okudu, mezun oldu ama hiçbirinde bir sanat dersi görmedi, o bilgiyi evde aldı. Buna sahip olmayan gençlerin çok debelendiğini aynı zamanda bir öğretim görevlisi olarak da görüyorum. Bu acı bir şey. Bu yüzden sanat gününde şöyle bir şey demek isterim; sanat biraz daha yayılmalı ve bunun için elimizden geleni yapmalıyız. Ben kendi adıma kendi çevremde hep bunu yapmaya çalışıyorum ama bu tabii çok bireysel bir çalışma. Herkese bunu yaymak için ben elimden geleni yapıyorum, yazılar yazıyorum, gönderiyorum ama tek kişi bir yere kadar yapabiliyorsunuz. Herkes biraz kafayı buna yorsa daha çok yol alırız diye düşünüyorum açıkçası.

D.T.: Gülseren Hanım, sizin Teoman Bey ile ilişkinizi olağanüstü bir aşk hikayesi olarak görüyorum. Senelerce aynı mesleği aynı mekanda birlikte gerçekleştirdiniz. Bu derin dostluk ilişkisiyle ilgili de biraz bizi bilgilendirir misiniz?
G.S.: Memnuniyetle. Biz Teoman'la akademide, Bedri Rahmi Eyüboğlu Atölyesi’nde tanıştık. Benden iki sınıf üstteydi.
D.T.: Her ikiniz de oradansınız değil mi?
G.S.:Evet, her ikimiz de. Ben atölyeye geldiğim zaman Teoman atölye masiyeriydi, bu nedenle de bayağı etkin bir öğrenci temsilcisiydi. Devrim Erbil de asistandı yani asistanın asistanı gibiydi. Orada tanıştık. 1966 yılından 2024'e kadar hiç kopmadan devam etti. Maalesef onu kaybettik ama şöyle bir şey var; o kadar değerli bir kişiydi ki ben bir istiridye kabuğu içinde inci bulduğuma inanıyorum. Nasıl o genç yaşımda onu seçtim veya o da beni seçti bilemem. Bir çift için sanat dostu olmak, sanatçı olmak, aynı dili konuşmak, aynı ortamda çalışmak çok değerli. Benim için sanat çok değerli. Hala ders veriyorum, her gün resim yapıyorum, Teoman’ın istediği şekilde yoluma devam ediyorum.
Sanat aslında iyileştiriyor, sanat insanı arındırıyor, sanat insanı yüceltiyor - ben kendi adıma böyle düşünüyorum. Bu sanat gününde, UNESCO'nun kabul ettiği sanat gününü de çok önemsiyorum çünkü sanatçı olmak bana göre bir ayrıcalık. Teoman da öyle düşünürdü. Evet, çok zorlu, çetrefil yolları var, çok dayanmanız lazım, çok çalışmanız lazım. Sanatın üzerine gitmeniz ve onun hem etik kurallarına uymanız, hem çok çok çalışmanız lazım - ta ki en son güne kadar. Teoman, en son gün, hastaneye gitmeden evvel son resmine başlamış ve yarıda bıraktı maalesef ama inanın o halinde dahi resim yaptı. Ne demek bu? Mutlu gitti, mutlu bir şekilde, ‘Ben dönüp geleceğim inşallah bu resmi bitireceğim’ dedi. Tamam, bitiremedi ama çok büyük bir ümitle de gitti. Onun için diyorum; sanat insanı iyileştirir, sağaltır. Bu nedenle de sanatçı olmayı çok önemsiyorum ve gerçekten bir ayrıcalık olarak görüyorum.
D.T.: Özgeçmişinizi okuduğum zaman yüzlerce sergi yaptığınızı görüyorum. Devamlı da yurt dışındasınız. Bu çalışma kısmını yeteneğin yanına koyunca yol aldırıyor sanırım değil mi?
G.S.: Eğer bugün Teoman'sızlığa dayanıyorsam; sanat dostuma, sevgilimin, kocamın yokluğuna, atölyedeki yokluğuna dayanabiliyorsam inanın sanat için dayanıyorum. Sanatın beni çok çok iyileştirdiğinden inanıyorum. Herkese de sanatın bir dalından, bir ucundan tutmasını diliyorum.
T.S.M.: Ben şunu eklemek isterim; ikisinin de çocukları olarak onlarla birlikte yaşadım, 22 yaşında da evden ayrıldım ama annemle babamla ilişkimiz - eşimin de öyle - çok yoğun. Benzer mesleklerimiz var. Ben galericiyim, küratörlük yapıyorum, sanat yazıları yazıyorum. O yüzden çok iç içe. Burada bir faktör var. Annem kadın olarak çok güçlü bir kadın ve ben de eğer güçlü görünüyorsam, biraz gücüm var ise ben bunu hem annemden, hem de babamdan aldığımı düşünüyorum çünkü babam annemin çok büyük bir destekçisiydi.
Ben de belli bir yaşa kadar İtalya'da büyüdüm, döndüğümüzde de çocuktum ve galericilerin anneme, ‘Sanatı bırak, sen kenara çekil, kocan daha çok ilgi çekiyor, o devam etsin çünkü o bir erkek’ dediklerini çok gördüm. Babam bütün bu teklifleri reddetti, o galericilerle ilişkisini hemen kesti ve annemi ön plana çıkardı. Bu bana da bir örnek oldu hayatımda. Benimle birlikte yol alabilecek biriyle yola çıkmam sevgili veya eş veya dost olarak seçmemi de öğretmiş oldu. Babam bu konuda inanılmaz derecede eşitlikçi bir insandı yani sadece lafta değil, gerçekten. Bana da çocukken, ergenliğimde, gençliğimde hiç karışmadı. Tek bir şey söyledi, ‘Ben sana güveniyorum, sen akıllı bir insansın, sen kendi yoluna devam edersin. Bir şey sormak istediğinde gel sor, seni asla yargılamam’. Bu benim hayatıma devam etmemde büyük bir destek oldu.
Bence annemle babamın ilişkisindeki en önemli nokta bu yani ben eşlerini hep geri planda bırakan ve onların yaptığı eserleri, sanat icraatlarını yok sayan o kadar çok ressam biliyorum ki...
D.T.: Söylediğin çok çok önemli bir şey gerçekten.
G.S.: Bu bugün de geçerli, çok önemli.
N.S.: Bu arada Gülseren Hanım, siz kadın olma, dönüşen kadınlık rolleri üzerine de çok düşünüyorsunuz ve bu konuda çok üretiyorsunuz. Tam da yani geldiğimiz noktada bu konuyu sormak istedim. Neden bu konu üzerine bu kadar çok düşünüp, çalışmayı seçtiniz?
G.S.: Bence güncel olaylar içinde öne çıkması gereken en önemli faktör insan eşitliği ve ötekileştirilmemek. Ben de bu nedenle akademiyi bitirdiğim 1970 yılında, hatta akademi döneminde dahi bu konu üzerinde hep düşünmüşümdür. Ben, bir tür Vakanüvisciler gibi çalışırım. Gerçekten son 60 yılda, Cumhuriyet’in 60. yılında Türk kadının aldığı/alamadığı yol, ötekileştirilmesi veya öne geçmesi gibi konuları çok irdeledim resimlerimde. Göçten tutun, doğumdan çocuklarına kadar kadınlarla ilgili çok önemli sergiler de açtım ve hala da bu konu üzerinde çalışıyorum çünkü hiç bitmeyen, sonsuz, dipsiz bir konu gibi görünüyor bana.
T.S.M.: Acaba şu da olabilir mi? Ben dışarıdan objektif baktığımda, gördüğüm kadarıyla sen bu konuya daha çok zaman ayırabilecekmişsin gibi çünkü babam da yani rahmetli deden de çok eşitlikçi bir insandı ve hep bunu savunurdu ki baban da öyle yani bu konu hakkında belki bununla uğraşmamak yani doğrudan bireysel olarak çok fazla uğraşmadığın için buna zaman da ayırıp düşünmüş olabilirsin diye düşünüyorum. Sadece şu anda aklıma geldi.
G.S.: Çok güzel bir şeye değindin gerçekten çünkü ben mesela üniversitede önce tıbbı kazandım ama babam, ailem hiçbir şekilde, ‘Git orada oku’ demedi. Ben resmi tercih ettim ve onlar, ‘Sen istediğini yapmalısın’ diye alkışladılar. Demek ki benim babam da, Telga'nın dediği gibi mutlaka kişinin kendi ödül iradesiyle yaşamını seçmesini savunuyordu ve benim ressam olmamdan da çok mutlu oldu.
T.S.M.: Bu yüzden bazen mücadele etmek için ya o işin içinde çok acı çekmiş olacaksın ya da çok dışından bakmak da gerekebiliyor. Mesela ben kendi adıma öyle düşünüyorum; ben çok şanslı birisiyim ki böyle bir babam vardı. Bu serbestlik yoksa hak mı? Tabii ki hak. Bunları bilen bir kişi tarafından yetiştirildim. Ben de çok bu konuda kafa yorarım, hep düşünürüm niye ben kafa yoruyorum diye çünkü benim sahip olduğum haklara herkes sahip olsun; bütün kadınlar, bütün ötekileştirilmiş, sadece kadınlar değil, ötekileştirilmiş kadın-erkek tüm insanlar sahip olsun. Zaten biraz sanat sanki bunun için de var.
D.T.: Şimdi İstanbul'un hemen yanı başında ama aynı zamanda da dışında gibi bir yer Prens Adaları. Yüzyıllardır hem doğasıyla, hem tarihiyle sanatçılara ilham olmuş bir yer. Nispeten de korunarak gelmiş günümüze. Bu çılgın 20 milyon İstanbul nüfusunun yanı başında bize bir yavaş yaşam alternatifi, doğa içinde de bir yaşam sunuyor. Haliyle bizlerin hem duygu, hem de düşünce durumumuzu etkiliyor. Zamanın yavaşladığı yerde geçmiş bugün, gelecek üzerine düşünmek çok daha olası gibi geliyor ban. Bu coğrafya sizin sanatınızı nasıl etkiledi? Bu soruyu esasında sevgili Teoman Bey ile birlikte üçünüze birden sormak çok isterdim ama belki onun yerine siz de cevaplarsınız.
G.S.: Ben şöyle görüyorum; biz her zaman İstanbul'u resmettik. Türkiye'nin en önemli, en gözde mekanlarında yaşadık. Adaya geldik, Adadan resim yaptık. Zaten özellikle Teoman'ın resimlerinde ilk çocukluğunun geçtiği Büyükada’nın, denizinin, doğasının, balığının, kayaların - özellikle kayaların – resimleri var. Hep onu söylerdi, ‘Denizin dibindeki kayalar benim şimdiki resimlerimde dağlar’. Biz ne zaman Adaya gitsek mutlaka yanımda kalem, kağıt, hepsini götürür ve mutlaka bir köşesinden resim yapardı.
T.S.M.: Bahçeden de çok resim yapar.
G.S.: Adada çok resim yaptım. Ada benim için desenin en güzel çalışılabileceği bir mahal - İstanbul da keza öyle. Biz Teoman ile İstanbul'u ve Adayı her şeyiyle resmetmeye çalıştık.
T.S.M.: Ben de şöyle bir ekleme yapabilirim; Türkçe etimolojisi değil ama esasında adı isola - Latince’den geliyor ve isolation kelimesi de aynı kökten geliyor yani dört tarafımız çevrili ve siz orada yalnızsınız. Babamda bu his çok vardı yani babam yalnız kalmayı çok sever, Adada bulunmayı çok sever, evde yalnız kalmayı çok sever yani tabii ki ben buna şey demiyorum. İnsanların ortasında kendi adasını kurmuş bir insan bence yani resimlere baktığınızda da bunu çok iyi hissediyorsunuz. Çok izole ve bu izolasyon, bu ada kimliği, her şeyden uzak olma ama her şeyin bir anda içinde olmak, bu doğanın içinde olmak onun resimlerinde çok var. Bu benim babamla ilgili yazılarımda da var.

Gökyüzünden, havanın nasıl olacağını hep babam bilirdi. Şimdi daha farklı teknikler olduğu için kolayca biliniyor, eskiden hiç kestirilmezdi. Babam bana da anlatmıştı ve böylece ben de havayı koklamak, ışığa bakarak havanın nasıl olacağını öğrendim ondan. Adada onun orada bir kayası vardı, o kayadan bakardı. Moda burnunda da bir kayası vardı ve oralardan baktı mı her şeyi keşfederdi. Adalı olmak böyle bir şey var.

Bir izolasyon isteği o, bende de var. Şu anda Ada tamamen öyle bir yer. Mimari açıdan, flora açısından da çok ünik. Annem çok bir şey söylemedi ama hep bitkileriyle uğraşırdı yani o bitkilerin desenlerini yapardı. Ben de ilk defa burada paylaşacağım; yaklaşık dört-beş yıldır bulduğum her bitkinin fotoğrafını çekip, sonra resmini yapıp kurutuyorum. Kendimce bu Adaya ait endemik bitkileri saklıyorum. Annemin de, babamın da resimlerinde buranın çok etkileri var. Annemin resimlerinde kullandığı bazı bitkiler esasında sadece Adada var. Annem gelir gelmez hemen bir şeyler toplar, onun desenini yapar. Babamdaki o izolasyon kimliği, o çocukluğuna dair kayalar… Mesela, ben şu anda bir resmin karşısında oturuyorum, babamın resmi; direkt Viranbağın kayalıkları… Hafızasına da kazılmış.

Bu arada bir şey daha ekleyeceğim; benim dedem yani babamın babası da şimdi Mavi Kulüp olan olarak bilinen sanatoryumun idari müdürüydü. Babam kışın orada çok kalmış. Taş Mektep’te ilkokula başlamış yani etkilenmemiş olması mümkün değil zaten.
D.T.: Harika. Bu arada Dünya Mirası Adalar’ın her iki bianelinde de özellikle ‘Büyükada'nın bütün bitki örtüsü’ de konu başlıklarından biriydi ve onları toparlamaya çalıştık - böyle bir envanter de var.

T.S.M.: Çok sevindim. Bir şey daha eklemek istiyorum; annemin geçtiğimiz yıl 2024'te açtığı bir sergi var hani iki tane retrospektif sergisi var. Bir tanesi İstanbul’da, diğeri ise sevgili Şebnem Toker Bahar’ın desteğiyle Antalya'da açıldı. O sergilerde annemin özellikle Adalarda yaptığı resimlerden çok fazla örnek koyduk. Retrospektifinde sadece kadınlar değil, nature morte’lar oldukça fazlaydı.
D.T.: Her iki sergiyi de gören biri olarak emeklerinize sağlık, çok çok güzeldi.
G.S.: Çok teşekkürler.
T.S.M.: Bizi böyle özel bir günde konuk etmek çok şahane oldu gerçekten, çok teşekkürler, çok mutlu olduk. Böyle bir özel günde sizin programınızda, Dünya Mirası Adalar programında bulunmak çok büyük bir mutluluk.
D.T.: Bugün Dünya Sanat Günü vesilesiyle kıymetli Adalı Südor ailesini konuk aldık. Hayatı güzelleştiren tüm sanatçılara ve bizi dinlediğiniz için sevgili dinleyicilerimize de çok teşekkür ediyoruz. ‘Adalar hepimizin’ deyip ayrılalım isterseniz.
N.S.: ‘Adalar hepimizin’.
G.S.: ‘Adalar hepimizin’.
T.S.M.: ‘Adalar hepimizin’.