“İçimizde ‘Bu iş satar mı’ kaygısı taşıdıkça dünyalarımızı, hayallerimizi küçültmeye başladık”

Kulis Sesleri
-
Aa
+
a
a
a

Kulis Sesleri bu programında Apartman Sahne tarafından sahnelenen “Evin Kokusu” kulisindeydi.

Kulis Sesleri: 18 Şubat 2020
 

Kulis Sesleri: 18 Şubat 2020

podcast servisi: iTunes / RSS

Nagihan Gürkan’ın Lorca’nın Bernarda Alba’nın Evi eserinden esinlenerek yazdığı ve yönettiği oyunda Sıla Erkan sahnede yer alıyorlar.

“Canımın çektiğini yapmaktan uzaklaşıyorsam bu işi niye yapıyorum? Hepimiz kabaca bu işe satar mı demesek de içimizde öyle bir kaygı taşıdıkça sanki dünyalarımızı küçültmeye, hayallerimizi küçültmeye başladık gibi geliyor. Risk almayı azaltmaya başladık. Oynayalım, bir şekilde sezonu geçirelim demeye başladık. O nitelik-nicelik meselesine bir dönüp özellikle bizim gibi alternatif mekanlarda alternatif işler yapan insanların bir daha anımsaması gerek.”

Öncelikle hikâyeyi anlatır mısınız?
Sıla Erkan: Oyunumuzun adı Evin Kokusu. “Bernarda Alba’nın Evi” adlı metinden yola çıkarak yazılan bir oyun ancak Nagihan o metinden bambaşka bir oyun yazdı. O yüzden adı Evin Kokusu. Bernarda Alba’nn evindeki dertlere günümüzde baksak, o evin içindeymişiz gibi baksak hatta nasıl olur diye düşünerek oluştu. Çalışırken de orayı aksatmadan, kendi metnimizden o arayı dengeleyerek, harmanlayarak, anlatıcı olan kadınla ve oradaki karakterlerle birlikte ilerledik.

İzlerken sahnedeki karakterin bir oyuncu mu ya da başka bir şey mi olduğu konusunda en başta tereddüt yaşadım.

Sıla Erkan: Oyununu bir şekilde oynamak ya da anlatmak istiyor, anlatıyor ama anlatamıyor da bir yandan.  Ona engel olan başka durumlar var. Bir yandan oyunu anlatırken başka şeyleri anlatırken buluyoruz. Aslında kadın orada kendini buluyor. Tekrar oyuna dönemeye çalışıyor. Sürekli bu gitgellerle devam eden biri.

Neden Lorca’nın kitabı “Bernarda Alba’nın Evi” hikayesi?

Nagihan Gürkan: Geçen sene mayıs ayı gibi Sıla bana tek kişilik bir oyun yapmak istediğini söyledi. Biz bu arada Studio Oyuncuları’ndan sahne arkadaşıyız. Orada ‘Play’ oyununda beraber oynadık. Solo, tek kişilik oyun yapmak istiyorum, senin de yönetmeni istiyorum deyince biz girdik bu işe. Ben yıllar önce Studio’da yarım saatlik bir Bernarda Alba tasarımı yapmıştım tek kişilik. Sıla’ya onu gönderdim, bunu yapabiliriz dedim. Sıla baktı, biraz çalışmaya da başladı. Sonra biz Sıla ile oturduk metnin üzerinde konuştuk. O metin tamamen bir Bernarda Alba metniydi. Hatta bütün karakterlerin bir arada olduğu ve müzikalitesi olan bir uyarlamaydı. Sonra Sıla ile konuşurken şunu fark ettik: Bernarda Alba’nın Evi metninde konuştuğumuz o dertler, o sıkışmalar, her şey onları dışardan anlatmayı gerektirmeyen bir durumda. Onların hepsi şu an başka bir şeye evrildi bizim hayatımızda. Mesela kız sıkıştım diyor, görünmek istiyorum diyor: Çok basit haliyle alalım bunu Instagram’a evriltelim, alalım bunu şu an kurduğumuz hayatlara evriltelim, en basitinden şu bile çok büyük bir baskı bizim üstümüzde; şöyle yapmalısın, böyle davranmalısın. Ahlakı olanın dışında da güzel olmalısın. Sağlıklı olmalısın bile öyle bir baskı oluşturuyor. Bir panik halindeyiz. Bunlar inanılmaz çatışmalar. Ama biz neyi tercih ediyoruz. Buraları çok konuştuk, bir sürü bölümler yazdık. Bir sürü şey anlatıyorduk orada, mesela metroya binmek de vardı. Kendimize şunu dedik, neden biz buradan bakıp Bernarda Alba metnini anlatma kibrine kapılalım ki. Bizim dünyamızın içinde bir Bernarda Alba’nın evi var, neden onu anlatmıyoruz. Onun içinde Bernarda da var. Benim çok önemsediğim bir şey bu. Bernarda kötüdür, Adela’yı alalım sahiplenelim değil. Ben kendi içimdeki Bernarda’yı reddedemem. Onunla da hesaplaşmak zorundayım. Dolayısıyla o bütün kadınları içinde taşıyan bir yapıya dönüşsün istedik. Sonra küçük küçük güncel metinler yazmaya başladık. Sonra ben yok Sıla böyle olmayacak dedim. Çünkü o metinde ben Sıla’yı hep seyirciden uzaklaştırıp başka biriyle konuşturuyordum. Dedim ki dürüst olalım aslında ben seyirci ile konuşturmak istiyorum seni. Niye araya bir perde koyuyoruz, bir başkası ile konuşuyormuşsun gibi. Onu da kaldırınca böyle bir metin yapısı oluştu. Dramaturg arkadaşımız Ayşegül Tekin’le çalıştık. Birlikte çalıştığımız bir süreç oldu o çok keyifliydi. Üç kadının birlikte ürettiği, doğurduğu bir süreç oldu.

Oyunda sürekli bir seyirciyle iletişim var. Tepki bekleme var. Seyirci tepkileri nasıl?

Sıla Erkan: Şu ana dek bize tepki vermeyen, yanıt vermeyen bir en azından bir tebessüm etmeyen seyirciyle karşılaşmadık. Bir süre sonra onlar da beni içinde bulunduğum zor durumdan kurtarma psikolojisi ile belki şu şu falan diyerek illa bir yanıt verme gereksinimi hissediyorlar. Bu oyunu hep birlikte kurtaracağız dönüyor bir süre sonra. O çok tatlı oluyor. Sahneye kendi esprisini atmaya çalışan da beni içinde bulunduğum durumdan kurtarmaya çalışan da oluyor. Ben o kısımlarını çok seviyorum. Tiyatronun diğer benzerlerinden, sinema, televizyon, dizi vs. gibi eğer bir farkı varsa, şimdiki zaman ve seyirciyle aynı anda, aynı zamanda mekânda olma durumu; orada seyirci hakikaten orda oluyor. Oyuncunun zaten görevi kendini o şimdiki zamanı yaratmak ama seyirciyi de hadi bakalım deyip oraya davet etmek. Şunu yapamıyor seyirci, oyun dönsün benle ilgisi yok, diyemiyor. O açıdan çok güzel oluyor ve onların da bence şimdiki zamanı ve kesinlikle bu oyun için de ben de varım hissini yaşamaları ve oyunu farklı yerlerinde bunun devreye girmesi, çeşit çeşit farklı boyutlarla, birinde hakikaten cevap verirken geri kalan kısımlarda belki yalnızca mimik hareketi ile belki düşünmeye başlaması ile çünkü sorular soruluyor. Seyirciyi de tiyatronun o anına zarifçe davet ettiğini düşünüyorum.

Tek kişilik tiyatrolar çok arttı. Sizce tek kişilik tiyatroyu diğerlerinden ayıran nedir? 

Sıla Erkan: Bana başka bir oyuncu arkadaşım, ki o da şimdi tek kişilik oyuna hazırlanıyor, aynı soruyu sormuştu. Ben anlam verememiştim, ne farkı var diye. O kadar içindeymişiz ki. Tiyatro hep ekip işi, hele ki Studio oyuncularındanız, tamamen ekip ekip ekip. Herkes aynı nefes alacak belki kalp ritimleri bile aynı olacak. O aynılık prensipleriyle hep çalışıldı ama burada şöyle bir şey var. Sahnede tek kişi olabilirim ama oluştururken yine ekiple devam ettik; Ayşegül, Nagihan ve ben, aynı zamanda sahne arkasında bize destek atan diğer arkadaşlar. Bizim oyunumuz özelinde, özellikle seyirciyle aramıza herhangi bir perde çekmediğimiz için bu oyunda da partnerim seyirci oluyor. Onun dışında şimdiki zamanda olmamızı sağlayacak oyuncular olarak kullandığımız bazı şeyler olabiliyor, bu tabii ki başka oyunlarda da geçerli olabiliyor. Bu oyunca çok çıplakça kullanabiliyoruz. Örneğin dönerken hissettiğim hava, ışık değişiyorsa ona hemen tepki veriyorum, çok ufak bir ses bile çıksa ona hemen bakmak ve cümleyi oradan çıkartmak, bunların hepsi oyun arkadaşı oluyor.  

Yönetirken?

Nagihan Gürkan: Öncelikle seyirciyle ilişkisine ilişkin bir şey söyleyeyim: Sıla zaten çok hâkim, uzun yıllar doğaçlama tiyatro yaptı, hocalık yapıyor aynı zamanda. Süreçte de biz oyunu şekillendirirken Sıla’nın o tarafını da alalım bu oyuna dedik. Bence tek kişilik oyunlara böyle bir şey var, oyuncunun coşkusunun sonuna kadar kullanılması, oyuncunun anı paylaşma isteğine çok özen gösterilmesi gerektiğini düşünüyorum. Elbette Sıla’yı zorladık, Sıla’nın gidebileceği başka yerler vardı. Bırakmadık, Sıla’dan alabileceğimiz her şeyi reji ile metinle nasıl alabiliyoruz, ona baktık. Öyle bir yapı kuralım ki Sıla bütün coşkusuyla üretebilsin düşüncesine gittik. Çok ayrım yapamıyorum tek kişilik oyunda ama sadece yönetmen olarak müthiş bir acımasızlık yaptığını hissediyor insan; sahnede hiç kimsesi yok. Ben bütün oyunu seyirciyle temas üzerine kurdum, provalarda seyirci yok. Sadece dikkatli gözlerle onu izleyen ben ve Ayşegül varız. Dolayısıyla onu bir boşluğa bırakmış oluyoruz, o anlamda onu zorladığımızı biliyorum. Bizim oyunun yapısı itibariyle gerçekten oyuncunun sahnedeki varlığı meselesi, dönüşümü, aldığı nefesin farkında olması gibi bir odak tuttuk biz. Bir arkadaşım tek kişilik oyun için bir oyuncu için müthiş bir deneyimdir demişti.
Birçok oyuncudan bunu duyuyorum. Bir yerden sonra tek kişilik serüvene dahil olmak istiyorlar. Başka türlü bir eşik, bir oyunculuk ispatı gibi sanırım.

Nagihan Gürkan: Samimiyet, dürüstlük meselesinin de çok devreye girdiğini düşünüyorum tek kişilik oyunlarda. O da bir oyuncu hem riskli hem de çok eğitici bir şey.

Sıla Erkan: Eğitici olması zaten çok cezbediyor. Hiçbir şey olmazsa ne yaparsın gibi bir şey. Bizde dekor vs. yok, ihtiyaç da duymadık zaten. Hakikaten sahnede hiçbir şey olmazsa ne yaparsın? Şimdi ben kendi dünyama kapanacağım biraz rol yapacağım, selamlamada görüşürüz gibi bir yer de yok bizim oyunda. Öyle olsa o bile biraz daha prova etmek üzerinden hallolabilir. Ama bu oyunda iyi ki böyle oldu ki eğitici yanı kat be kat arttı. Benim şu anda algılarımın müthiş açık, gerek doğaçlama yaparken gerek kalabalık bir oyunda sahneye çıkayım kendime daha fazla güvenirim şu anda. Kendime bir şey ispatlamak mı? Hayır. Seyirciye bir şey ispatlamak mı? Keşke. Herkes bayılsın, onu her zaman çok isteriz ama eğitici yanı çok önemli gerçekten. O yüzden benim çok ağzım sulanıyordu.

Türkiye tiyatrosunu nasıl buluyorsunuz?

Sıla Erkan: Ciddi olarak kalabalıklaştık. Çok güzel bir şey bir yanıyla. Çok fazla oyun seyredemiyorum maalesef.  Buradaki yoğunluktan dolayı. Bizim açımızdan bir akşamda İstanbul’da ne kadar çok alternatif var, seyircinin bize gelmesini sağlamak gibi bir rekabeti hissediyoruz, muhtemelen herkes hissediyor. Bunun bizi iyiye götürmesi gerekiyor diye düşünüyorum. Tiyatronun hakkının verileceği noktaya gidilmesi gerekiyor. Ama gördüğüm ya da hissettiğim, sağdan soldan duyduğum kadarıyla tiyatroya hakkını verir bir yarış içinde mi oluyoruz? Ki yarış içinde gibi oluyoruz gerçekten de. Yoksa başka yöntemler mi kullanılıyor diye bir gözlemleme halindeyim. Bu akşam ben ne seyretsem diye dışarı çıkacak olan bir seyircinin çok fazla alternatifi olması ne kadar güzel bir şey. Ya da tiyatroyu senelerdir izlememiş birisi için, herkes artık tiyatroya gidiyor galiba, bir şey olmalı ki gidiyorlar deyip o alternatifi ciddi olarak gündemine getirmesi, bundan keyif aldığını seyircinin gördüğüm duyduğum, hayatlarına entegre ettiklerini işitiyorum. Bu çok sevindiriyor.

Nagihan Gürkan: Sıla çok güzel bir şey söyledi. O hakkıyla yapılan bir mücadele mi yarış mı artık ben onu çok önemsiyorum. Kesinlikle çok fazla alternatifin olması, çok güzel şeylerin yapılması. Birçok yeni ekip var, birçok yeni oyuncu var. Ama bir yandan da oyunumuz çok izlensin istiyoruz, bunun için kaygılanmaya başlıyoruz. Bir süre sonra bu maddi olarak da sizi bir kıskaca alıyor. Ödül mekanizmaları enteresan. Bir süre sonra aslında kendi küçük Bernarda Alba’nın Evi’ni yaratmış oluyoruz. Bu oyunumu seviyor muyum, güzel mi bu süreç, nasıl çalışacağımdan önce bu oyun ödül alır mı ya dönüyor. Aslında baktığınızda bunlar kendi kendimize uyguladığımız çok faşistçe baskılar. Çünkü tek yola dönüyor. Bu tutar, bunu yapayım. Canımın çektiğini yapmaktan uzaklaşıyorsam bu işi niye yapıyorum? Hepimiz kabaca bu işe satar mı demesek de içimizde öyle bir kaygı taşıdıkça sanki dünyalarımızı küçültmeye, hayallerimizi küçültmeye başladık gibi geliyor. Risk almayı azaltmaya başladık. Oynayalım, bir şekilde sezonu geçirelim demeye başladık. O nitelik-nicelik meselesine bir dönüp özellikle bizim gibi alternatif mekanlarda alternatif işler yapan insanların bir daha anımsaması gerek. Çok büyük oyunlar, çok büyük prodüksiyonlar, çok ünlüler oyunların karşısında onların silahıyla savaşmaya çalışıyoruz gibime geliyor ama o savaş bizim savaşımız değil, bunu anımsamakta fayda var.  Ben o kavgaya girmeye kalktığımda, o kavgayı zaten ben kazanamam çok açık, hem de kendi dünyamdan çok yemiş olmaya başlarım. Kendi dünyamı tamamen bırakıp sadece oraya koşmaya başlarım. Bunların oturulup düşünülmesi gerekiyor. Birkaç sene önce yine gündeme gelmişti. Bütün bu alternatif tiyatrolar biz bir şeyler yapıyoruz ama ne kadar iyi, nitelikli iş yapıyoruz diye bir tartışma başlamıştı. Çok zor bu tartışmaları sürdürmek ama ben orada inat etmemiz gerektiğini düşünüyorum.

Son olarak Evin Kokusu dışında projeleriniz var mı?

Nagihan Gürkan: Dün Dasdas’da prömiyer yaptığımız, Murat Gülsoy’un romanından uyarladığımız Yalnızlar İçin Çok Özel Bir Hizmet’i ben yönettim. Ceren Boz’la birlikte uyarladık. O da yeni yola çıktı.

Sıla Erkan: Sahnemize yeni bir oyun daha kazandırmaya çalışıyoruz. Ancak hemen çıkaralım şu tarihe yetiştirelim çabasında olmamak ve hayallerimizden ödün vermemek için süreyi biraz uzattık. Muhtemelen yeni sezonun başında, sezonun neredeyse ilk oyunu olacak kadar başında bir oyun peşinde koşuyoruz. Adı da henüz belli olmadığı için söyleyemiyoruz. Ancak Apartman Sahne’nin Instagram ve web sayfasından takip edebilirisiniz. Apartman sahnede kendi oyunlarımız, misafir oyunlarımız ve doğaçlama atölyelerimiz var. Kendi cumhuriyetimizi kurduk, çalışmalar sürüyor. Bekliyoruz.

Künye
Yazan ve Yöneten: Nagihan Gürkan
Oynayan: Sıla Erkan
Dramaturg: Ayşegül Tekin
Oyun Asistanı: Fırat Aksal
Müzik ve Afiş Tasarım: Emre Dökücü
Işık Uygulama: Burak Soytemiz
Müzik Uygulama: Suat Akbaş

* Lorca’nın “Bernarda Alba’nın Evi” metninden hareketle