“Dansöz”: Erkek bakışı bir kadın varoluşunu, kadın bedenini nasıl çarpar, nasıl deforme eder?

-
Aa
+
a
a
a

Kulis Sesleri bu programında “Dansöz” kulisindeydi. Bircan Yorulmaz oyunun yazarı ve yönetmeni Şâmil Yılmaz ve oyuncusu Sezen Keser ile konuştu.

Kulis Sesleri: 17 Mart 2020
 

Kulis Sesleri: 17 Mart 2020

podcast servisi: iTunes / RSS

“Daha çok erkek bakışı üzerine bir oyun bu. Erkek bakışı bir kadın varoluşunu, kadın bedenini nasıl çarpar, nasıl deforme eder. Onu kendi varoluş kipinden nasıl uzaklaştır, bu soruların peşinde aslında Dansöz. Tabi çok daha genele yaydığınızda büyük bir bakış meselesini kendi çekirdeğinde taşıyor, fakat her zaman kadınla erkek bakışı arasında gidip gelen kötücül bir enerji var, o enerjinin peşinde olan bir oyun Dansöz. Çünkü bu bakışın, en çıplak en yaralayıcı biçimde kendisini gösterdiği ya da tarif ettiği alan aslında dansözlerin icra ettikleri sahne oluyor her zaman.”

- Dansöz neyi anlatıyor?

Sezen Keser: Meryem isimli bir dansözün aslında bakışlar üstüne döndükten sonra yaşadıklarını anlatıyor. Temel olarak yaptığımız bir iş bizim için çok değerli ve onu keyifle yapıyoruz ama bizim için yaptığımız iş bir eziyete de dönüşebiliyor diye yola çıktık. Fakat yol üstünde bu mesele daha da derinleşti, daha da farklılaştı. Bakış meselesi daha merkeze geldi. Onun üzerinden tartışarak metni hem Şamil geliştirdi hem sahnede yol aldık. Ama aslında bütün kadınların bildiği, daha doğrusu bu ülkede kendine kadın diyen herkesin bildiği bir bakış meselesi var merkezde. Oyun onun üzerine şekillendi. Hikayemizin kahramanı da Meryem isimli bir dansöz. Aslında o bakışın çok merkezinde kalan bir iş yapıyor.

- Ben de bunu soracaktım. Oyunda çok fazla “bakmak” geçiyor. Seyirciye de soruyorsunuz bakıyorsun değil mi diye. Oyunda da size bakmak diye bir konu var. Bakmak neyi anlatıyor?

Şâmil Yılmaz: Aslında bunu sık sık soruyorlar. Neye bakıyorsun dediğini düşünüyor insanlar. Niye bakıyorsun gibi, bir soru gibi algılıyorlar. Halbuki öyle değil, Meryem’inki bir saptama.

- Peki nedir o bakmak?

Şâmil Yılmaz: Bakmak oyunun dünyası içerisinde o genellikte bir şey değil tabi. Daha çok erkek bakışı üzerine bir oyun bu. Erkek bakışı bir kadın varoluşunu, kadın bedenini nasıl çarpar, nasıl deforme eder. Onu kendi varoluş kipinden nasıl uzaklaştır, bu soruların peşinde aslında Dansöz. Tabi çok daha genele yaydığınızda büyük bir bakış meselesini kendi çekirdeğinde taşıyor, fakat her zaman kadınla erkek bakışı arasında gidip gelen kötücül bir enerji var, o enerjinin peşinde olan bir oyun Dansöz. Çünkü bu bakışın, en çıplak en yaralayıcı biçimde kendisini gösterdiği ya da tarif ettiği alan aslında dansözlerin icra ettikleri sahne oluyor her zaman. Şimdi telefonu açıp Twitter’a girsem, ‘hasthag’ olarak dansözü yazsam alt alta bir sürü küfür çıkıyor. Oyuna gelen yorumları araştırırken sürekli baktığım için söylüyorum. Ya siyasetçileri dansözlükle suçluyorlar. Ya da dansöz gibi kıvırma diyorlar. Oyun fikri ilk ortaya çıkmaya başladığında, ben de araştırmaya başladığımda şunu fark ettik, dansözlük şu an icra edilen biçimiyle tarif edilen bir şey değilmiş eskiden. Kadının kendi bedenine, kendi hikayesine, bedensel ve ruhsal tekamülüne ilişkin, kendisini gerçekleştirmesine ilişkin bir süreç. Kız çocukları biraz büyümeye başladıklarında beden farkındalığı oluyor. Ve o bedeni tanımak için o bedenle kendisi arasında bir gidip gelen bir ritüel aslında arkaik toplumlara baktığımızda. Haliyle erkek bakışını dışlayan bir pratik var orada. Erkek bakışı kendiliğinden bir şekilde o performans biçimi üzerine yapışmış değil. Sonrasında bir gösteri haline geldiğinde, bunun üzerinden insanlar para kazanmaya başladığında. Her zaman bir erotik tınısı var çünkü beden dediğiniz şey erotik beden her zaman. Ama başkasının erotik tatmini için icra edilen bir şey değilmiş öncesinde dansöz. Daha çok kadınların kendi hikayeleri ile ilgili bir şeymiş. Bunu keşfettik. Bunu keşfettiğinizde şuna çarpıyorsunuz haliyle, tiyatroya da çok içkin bir mesele; bakış meselesi. Çünkü bir yere bir şeye bakmaya başladığımızda artık bütün felsefecilerin aslında gündemlerine aldıkları bir mesele bakış bir taraftan da. Baktığım şey kendi doğasından uzaklaşıyor gibi bir fikir var. Bir taraftan bu süreci araştıran bir oyun seyirciyle birlikte.

- Evet oyunda Meryem’in tek başına dans ederken ki rahatlığını görüyoruz. Kendini dansla gerçekleştirdiğini. Meryem’e hazırlanmak nasıl oldu?

Sezen Keser : Meryem için dansı hiçbir zaman bakışı çağıran bir yerden öğrenmiyor. Meryem Hayfa’nın yol göstericiliğinde Hayfa’ya bakarak da öğrenmiyor. Sadece kendisinin içinden çıkarıyor o dansı.

Şâmil Yılmaz: Hayfa’nın kim olduğunu da söyle istersen

Sezen Keser: Meryem çocuk yaştayken annesi onu Hayfa’ya bırakıyor.  Meryem’in kendi başına öğreneceği şeyler bitti diye. Ve Hayfa onun hem yoldaşı oluyor hem hocası hem annesi oluyor hem arkadaşı oluyor. Çok yaşlı, Mısır menşeili bir kadın. Ve ondan öğreniyor oryantali. Ama oryantalin bu kadim köklerinden kaynaklı olarak kimse Meryem’e şimdi bunu yapacaksın, göğsün şimdi ilerde falan demiyor. Hayfa ona diyor ki duracaksın. Kendi içinden çağıracaksın, ne çağıracaksan. Meryem böyle öğrendiği için dans ederken birilerinin ona bakması ya da bakıp daha sonra şunu şöyle yap demesi çok tuhaf bir şey. Çünkü dans kendisi için kendi içinden çıkardığı bir şey. Kendinin de bakması çok tuhaf. Onun kurduğu ilişki tamamen kendi içinden belki yukarı doğru ya da yerin altına doğru, o kadim olan şey neyse. Çünkü oradan öğreniyor. Dolayısıyla ondan bir şeyler istenmeye başlandığında, şunu şöyle yap, böyle yap, karşıya bak dendiğinde cehenneme dönüşüyor her şey onun için. Oysaki yüksek ihtimalle İhsan’la hiç karşılaşmasaydı, birkaç defa el değiştirdikten sonra pavyona İhsan gelmeseydi, ondan öyle şeyler istemeseydi Meryem belki de mutlu olacaktı. Kendi kendine kimseye bakmadan dans edecekti annesi gayet gerçekleştirmiş olacaktı o büyük ticari atılımını, kızının üstünden para kazanacaktı ve her şey yolunda olacaktı, Meryem de kendi kendine dans edecekti. İhsan’ın gelmesi, âşık olması, sürekli bir şey istenmesi ondan, bütün bunlar kıyameti hazırlıyor. Feci sonu.

Meryem’e hazırlanmak harikaydı. Çok da zordu. Nihayetinde Meryem bir dansçı. Dansöz ve dansçı bedeninin belli isterleri var oyuncudan. Uzun süre sadece dans çalıştım. Sonra metinle birlikte ayaklandık sahneye girdik. Dans sürekli devam etti, hiç bırakmadan devam ettirdik o çalışmayı. Zaten bütün dans bölümleri hiç sahne duruyor ve şimdi oyuncu dansöz olduğu için dans ediyor falan gibi bir şekilde girip çıkmıyor. Aslında hala oyun devam ediyor. Meryem dans etmeye başladığında siz hala oyunu izliyorsunuz. Bir hikâye akıyor orada. Onu hiç bırakmadık. Yani sizin bakışınız hiçbir zaman bir dansözü izliyor bakışını dönmüyor aslında. Hala pavyondaki seyircisiniz kodladığımız şekilde ve tiyatro seyircisisiniz. Hikâyeyi izlemeye devam ediyorsunuz. Tabi dansları oluşturmak, onları çalışmak baya zor oldu.

- Daha önce böyle bir deneyim var mıydı?

Sezen Keser : Yoktu, bu oyun için çalıştım. Birkaç kez dans dersine gittim, sonra hoca dedi ki kendi kendine çalışman gerekiyor. Meryem’in geçtiği yoldan geçtim denebilir aslında; olmuyor nasıl olacak nasıl tasarlayacağımızdan buraya geldik.  Çok keyif alarak çalıştım. Hala da zaman zaman kendi kendime dans ediyorum ve iyileştirici bir gücü olduğunu düşünüyorum.

- Dansözün toplumdaki yerini düşünürsek Meryem olmak nasıl hissettirdi?

Sezen Keser: Oyun aslında çok şiddet karşıtı bir yerde durmuyor. Ama bizim o şiddeti kodladığımız yer Meryem’in kendisinden zorla alınan şeyleri aynı zoru kullanarak geri alması. Bütün o katliam gerçekten benim için bir dans. Yani Meryem’in o geçtiği cinnet diye tanımlıyorlar ama cinnet değil çünkü her şeyi bir yandan da bilerek yapıyor. Süreç içinde o kadar sakat bırakılıyor ki tek tutunduğu şey o kadar zorla elinden alınıyor, o kadar değiştirilmeye çalışıyor ki gerçekten o “cinnet” dedikleri şey benim için bir haysiyeti geri almak gibi. O yüzden oyuncu açısından bir yandan yıpratıcı bir şey. 47. Oyunu oynadık bugün. 4-5 oyun önce şunu düşündüm; bu oyun bana ne yapıyor? Çünkü oyuncuya da çok fazla şey yapan bir oyun. Bir kadınım, Türkiye’de yaşıyorum, bakış denilen şeyle sürekli muhatabım, benim de birçok kadın bir sürü irili ufaklı travmalarım var. Çok tanımlayamasam da bana bir şeyler yaptığını hissediyorum. Bir taraftan “iyi hissettiriyor” Meryem olmak, bir taraftan da çok zor onu taşımak psikolojik açıdan.

- Seyirci tepkileri nasıl?

Şâmil Yılmaz: Çeşitli. Biz oyun başladığında yaklaşık 15-20 oyun, her oyun sonrası söyleşi yaptık. Şunun peşine düşmüştük aslında, seyirci normal tiyatro seyircisi olarak kodlanmıyor orada, pavyonun müşterisi olarak kodlanıyor. Sürekli olarak sahneden gelen bir psikolojik baskı da var. Sizin bakışınız bana bunu yaptı diyerek bunu geniş bir hikâye olarak önüne seren bir dansöz var. Biz haliyle hep şunu düşündük biz bu oyunda insanların hiçbir zaman düşünmeyi bırakıp bütünüyle Meryem’in onları çağırdığı yerde kaybolmasını istemedik. Haliyle bütün o bakış meselesi seyirciyi ne kadar kilitliyor ne düzeyde düşünmeyi bırakıyor? Aynı zamanda nerdeyse grafik bir şiddet de akıyor oyunun içinde. Aynı biçimde bunlar da bizim tedirgin olduğumuz yerlerdi. Bunlar olsun istedik ama seyirci hiçbir zaman bunların şiddetiyle kendisin geri çeksin ve oyunun dünyasından ve düşüncesinden kopsun istemedik. Biraz bunun peşindeydik aslında. Bunu sormak istiyorduk seyirciye. Söyleşilerde hiç kimse oradan bütünüyle koptuğunu söylemedi. Galiba bir düzeyde içine giriyorlar ama o mesafeyi de her zaman koruyorlar. Çünkü oyun bir taraftan teatral de bir oyun. Tiyatro sahnesindesin, bakış üzerine bir mesele var. Oyunun bir katmanının soyduğunda aynı anda dan diye oyuncu ve oynamak fikri üzerinden b aşka bir düzeye geçiyorsunuz. Orada da başka bir etik mesele dönmeye başlıyor. Oyuncunun mahremiyeti de önemli bir şey, oyuncunun bakışa kendini ne kadar açtığı da önemli. Duygusunu ne kadar ortaya koyduğu da önemli bir şey. Bütün bu gündemler çok iç içeydi haliyle birbirinden koparıp, seyirciye ne yaptığını soruşturmak bizim için elzemdi. O yüzden o söyleşileri yaptık, olumlu geri dönüşler aldık. İnsanlar hem meseleyi düşünmeyi bırakmadıklarını aynı zamanda o duyguya da bir düzeyde teslim olduklarını söylediler. Biz de o noktada söyleşileri bıraktık.

- Nasıl bir araya geldiniz?

Sezen Keser: Biz Ankara menşeili bir topluluğuz. Hala Ankara’ya sık sık gidip geliyoruz. İstanbul’da oynadığımız kadar Ankara’da da oynamak istiyoruz. Mek’an orada kuruldu. Şamil’le ben Ankara’ya taşındığımda tanıştık, 2011-2012 gibi. Zaten orada bir oyun çıkartmışlardı, ben de dahil oldum. Sonra bir tiyatro mekânı açtık. Orası işletildi 1 sene boyunca. Sonra kapattık orayı battığımız için, sonra çeşitli sahnelerde Mek’an Sahne olarak devam ediyoruz. 3 sene oldu, Şamil’le ben İstanbul’a taşındık. Orada hala kalan Mek’an Sahne’den insanlar var. Orada da bir şeyler çalışılmaya başlandı bu sene. Dansöz Mek’an Sahne’nin İstanbul’da sahnelediği ilk oyun. Sırada başka oyunlar da var. Ankara da bir şeyler çalışılıyor.

Şâmil Yılmaz: Kadıköy Thearon’la ortak yapımız ayrıca. Onlar açtılar mekânı, Behiç Cem Kola. Biz de orada çalışıyoruz.

- Türkiye’de tiyatroyu nasıl buluyorsunuz? Ankara’da ve İstanbul’da tiyatro yaptınız, farklılıklar? Son yıllarda değişimler?

Şâmil Yılmaz: Biz Ankara’da tiyatro yapmaya başladığımda İstanbul’daki alternatif sahneler yeni yeni açılmaya başlıyordu. Ankara’da öyle bir oluşum yoktu. Haliyle burada böyle bir şey yoğun olarak yaşanırken biz Ankara’da bir çeşit rehavetin içindeydik. Sakin bir halde oyunlar çıkaran kendi seyirci kitlesini oluşturmuş, küçük Ankaralı bir topluluktuk. Hala da bir tarafımız öyle.

Sezen Keser: Bu sorunun amacını anlıyorum ama sanırım çok fazla içindeyken dışına çıkıp bakamıyoruz. Kurum tiyatroları aslında düşünüldüğü kadar alternatif, ki alternatif ne demek o da tartışılıyor açıkçası, bizim için ana akım olan şey, alternatif olan şey. Kurum tiyatroları çok gündemimizde değil, izlemeye de pek gitmiyoruz. Gündemlerimiz bambaşka. Mekan gibi, kira gibi, gelir gibi bir sürü gündemi var alternatif tiyatronun.

Şâmil Yılmaz: Bircan sanırım tiyatro altın çağında mı diye soruyor. (Gülüşmeler)

Sezen Keser: Bizim için altın çağı çünkü biz 3 yılın sonunda bir oyun çıkardık. Hatta biz en son oyun çıkaralı 4-5 sene oldu. Araya bir sürü şey girdi. O yüzden bizim için öyle, uzun zaman sonra oyun çıkardık ve heyecanlıyız. 

Künye

Yazan: Şâmil Yılmaz

Yöneten: Şâmil Yılmaz

Oynayan: Sezen Keser

Dramaturg: Ozan Utku Akgün

Proje Asistanı: Lami Biant

Kostüm: Hilal Polat

Koreografi: Elif Aydın

Işık: Berk Kaya

Yapım Desteği: Kadıköy Theatron / Behiç Cem Kola

Twitter & Instagram: @mekansahne