Kadim Anadolu Eserlerinden Seçmeler'de Haluk Mimaroğlu, İzmirli Hesiodos’un "Theogonia" ve "İşler ve Günler" adlı birbiriyle ilintili iki eserini tanıtıyor.
Merhaba, ben Haluk Mimaroğlu. Bu hafta sizlere İzmirli Hesiodos’un Theogonia ile İşler ve Günler adlı birbiriyle ilintili iki eserini tanıtmaya çalışacağım. Azra Erhat ve Sabahattin Eyüpoğlu’nun çevirisini yaptığı eserler, İş Bankası Kültür Yayınları Hasan Âli Yücel Klasikler Dizisi’nde yer almaktadır. İlki 1976’da yayınlanan bu kitabın 2021’de 19.’cu basımı yapılmıştır. Kitap, üç bölümden oluşur.
Theogonia’da evrenin yaratılışı ve Yunan mitolojisinde yer alan tanrıların doğuşu ve soyları anlatılır. İşler ve Günler’de, Hesiodos, kardeşi Perses'e insanlık üzerine öğütler ve çiftçilik ile denizcilik konusunda bilgiler verirken aslında tanrıların yolunda yürümeyi tavsiye etmektedir. Kitabın kaynaklar bölümünde de Azra Erhat’ın Hesiodos’a ve eserine ait incelemesi ve mitoloji sözlüğü yer alır. Öğretici yanı ağır basan bu eser, Yunan didaktik şiirinin ilk örneği olarak kabul edilir. Antik çağlar hakkında verdiği bilgiler nedeniyle Homeros’unkiler kadar olmasa da zamanın temel eserlerinden sayılır. M.Ö. 700’lerde yaşadığı düşünülen Hesiodos, eserlerini zamanın sözlü anlatımına uygun, heksametron makamında şiir olarak yazmıştır. Theogonia bin, diğeri ise sekiz yüz dize uzunluğundadır. Anadolu’nun İyonca lehçesi ile yazılmıştır.
Hesiodos, aslen Egelidir. Eserinde yazdığına göre, Kymeli yani İzmir, Aliağalı denizci bir aileden gelmedir. Ailesi geçim sıkıntısı nedeniyle Yunanistan’a göç edip çiftçilik yapmaya başlamıştır. M.Ö. 700’lerde Hesiodos’un yaşadığı ve eserin yazıldığı dönemde, Anadolu, Asya’dan gelen Kimmer kavimlerinin istilasına uğramıştı. İç Anadolu’nun Kızılırmak yöresindeki Hitit kalıntısı yerleşimler işgal edilmiş, Sakarya havzasındaki güçlü Frigya devleti yıkılmıştı. Anadolu’da hakim olan binlerce yıllık düzen yok olmuş, yeni arayışlar başlamıştı. Muhtemelen Orta Anadolu’daki bu karmaşadan kaçan yazıcılar, ozanlar, rahipler, zenginler ve asilzadeler, Ege kıyılarına göçmüş, oraya yerleşmiş ve kadim kültürlerini de beraberlerinde getirmişlerdi. İleride göreceğimiz gibi, bu eser de kadim Anadolu ve yakın Doğu kaynaklarından esinlenmiştir.
Ege kıyılarında kurulmaya çalışılan şehir devletlerini bir arada tutacak bir inanç birliğine ihtiyaç vardı. Eserlerin bu birliği pekiştirmek için yazıldığı düşünülmektedir. Kaynaklara ve kanıtlara değinmeden önce bu eserler hakkında kısa bilgiler vermeye çalışacağım.
Homeros’un eserlerine başlarken Musa’lara seslendiği gibi, Hesiodos da söze ilham perileri ile başlar; ‘Helikon’un yamaçlarında koyun güderken’, ‘Dünyanın yüz karası zavallı bir yaratık iken’, ‘Güzel bir dal verdiler bana asa diye’, ‘Sonra tanrısal sesler üflediler içime’, ‘Olacakları ve olmuşları yüceltmek için’ diyerek öncelikle tanrılar tarafından vazifelendirildiğini belirtir ozan. Çobanlık binlerce yıldır yakın Doğu’nun ilahi geleneğidir. Asalar, kralların ve ozanların insanları gütmek için tanrılardan aldıklarını gücün simgesidir. Vazifeleri, insanları yola sokmak ve tanrı yolunda yürütmektir. Musa’lar için, ‘Tanrıların ve insanların babası Zeus’un kızlarıdır, dokuzdur sayıları, adları Kleo’dan başlar, Kalliopedir başkanları’, ‘En büyük ve en güzel tanrının Zeus’un sözcüsüdürler,’ der. Kralların Zeus’tan geldiği gibi yer yüzündeki ozanlarda Musa’lardan gelir. Böylece Musa’lar baş tanrı Zeus’un sözcüsü, Hesiodos da Musa’ların sözcüsü olmuştur. Artık Hesiodos’un dudaklarından bal akar, eski destanları anlatır, tanrıları över. Ozanın dilinden Musa’ları dinleyen insanlar, dertlerini unutur, şenlenir. ‘Öğrenirler nasıl doğdu tanrılar; toprak, ırmaklar, engin denizler, pırıl pırıl yıldızlar, sonsuz gökler’. Böylece tanrılardan aldığı yetkiyle başlar ozanımız evrenin ve tanrıların oluşumunu anlatmaya; ‘Hepsinden önce Khaos, yani boşluk vardı. Derken Gaia yani Toprak Ana var olur. Toprak kendine eşit Uranos'ü yani Gök’ü yaratır kimseyle birleşmeden. Sonra Eros, Aşk Tanrısı birleştirir Toprak Ana ile yıldızlı Gök’ü. Bu birleşmeden 10 Titan ve son olarak Kronos doğar doğmasına ama en belalısıdır tanrıların. Aklına koyar, babasının yerini alacaktır. Anasının verdiği çelik tırpanla kesip alır hayalarını. Akan kandan öç tanrıları, denize savrulan uzvundan Aphrodite doğar’. Böyle kavgayla, dövüşle uzar gider tanrıların öyküsü. Kronos’un babası Uranos’un yerini aldığı gibi, Zeus da babası Kronos’un yerini alır. Artık yerin ve göğün tek hakimi Zeus’tur.
Zeus, diğer tanrı ve tanrıçaların görevlerini belirler. Kimisi aşktan yanadır, kimisi savaştan, kimisi barıştan, haktan adaletten. Kimisi de insanlardan yanadır. Prometheus da insanlardan yanadır, Zeus’un kızıp insanlardan sakladığı ateşi insanlara geri vermiştir. Ama Zeus kincidir, affetmez kandırılmayı, ateşe karşılık çamurdan güzel bir kız yaratır. Süsler püsler, altın çelenk koyarlar başına ama koyarlar içine de tilki huyu, köpek yüreği, göğsüne yalan dolanı. Sararlar insan oğlunun başına belayı. İşte böylece günümüze kadar gelmiştir Pandora’nın kutusu, Gayya’nın kuyusu, Prometeus’un çilesi, Atlas’ın, Artemis’in, Eros’un, Afrodite’in, Herakles’in ve daha nicelerinin hikayeleri. Artık Ozan’a düşen görev büyük tanrının yolundan gidilmesini öğütlemektir.
Hesiodos, ikinci eseri İşler ve Günler’de Zeus’a övgüyle başlar sözüne. ‘İnsanları ünlü de kılar, ünsüz de bırakır şanlı da yapar, şansız da; güçsüze güç verir, güçlüyü ezer, mağrur başları eğdirir, alçak gönülleri yüceltir, kamburu dimdik eder, dimdik olanı kambur eder’ der Zeus için. Ama Zeus’u kızdırmaya gelmez. Pandora’nın hikayesini tekrar anlatır; ‘Dertsiz, kaygısız, hastalıksız dünyaya salar insanların başına acıları, dertleri, salgınları, ölümleri’ der. Zeus’a karşı gelinemeyeceği vurgular. ‘Ölümlü insan soylarını Olympos Tanrıları yaratmıştır’ der. ‘İnsanların ilk soyu altındandı. Tanrılar gibi kaygısız, dertsiz yaşarlardı. Uykulara dalar gibi ölüp toprağa karışınca, toprağı ve insanı koruyan cin oldular’ der. ‘İkinci soy gümüşten yaratıldı. Çılgın, ölçüsüz, tanrılara saygısızdılar. Zeus kızdı onlara, gömdü onları toprağa, yer altı cinleri oldular’ der. ‘Üçüncü soy tunçtan yaratıldı. Güçlü, kuvvetli, saldırgan, korku salan bir soydu. İşleri güçleri saldırmak, öldürmekti. Evleri, silahları, kazmaları tunçtandı. Kendileri yok olup gittiler bu dünyadan’ der. Belki de çağlar boyu insanlığın evrimini anlatmaktadır bu dizeler.
Hesiodos’un Altın çağı, Lidya’da çıkarılan altının bölgeye getirdiği zenginliği ve refahı yansıtıyor olabilir mi? Yaygın olarak çıkartılan gümüş madeninin de ozanın dediği gibi Gümüş çağında insanlığın yozlaşmasına sebep olmuş olabilir mi? Zor bulunan kalay madenini Afganistan’dan güçlükle temin edip bakır alaşımı ile dayanıklı silah yapanlar Tunç çağındaki saldırgan soylular olabilir mi? ‘Zeus yürekli kahraman bir soy daha yarattı; Thebai’de, Kadmos’ta, Troya’da yitip giden savaşçılar ölümsüzlüğe kavuşup, uzaklarda mutlu yaşarlar’ derken şehit olduklarını mı ima ediyordu ozanımız?
Ama artık içinde bulunulan zaman demir çağıdır. Anadolu’da demir madenciliği ilerlemiş, yerel kaynaklardan temin edilen cevherler işlenerek yaygın olarak silah yapımına başlanmış, oyunun kuralları değişmiş, neticesinde ozanın dediği gibi toplum düzeni bozulmuş olabilir mi? Anneye, babaya, tanrıya saygı kalmamış, karınlar açtır. Yeminleri değersiz, doğruyu, iyiliği bilmez; kötülerin, azgınların, güçlünün, vicdansızın çağıdır bu çağ. Ozan bu duruma dayanamaz; ‘Ama bir gün gelecek, Zeus, bu insan soyunu da yok edecek’ diyerek tanrıların yolundan çıkan insanoğlunun içine ölüm korkusunu mu salmaya çalışmıştır.
Sonra sıra haksızlık yapan kardeşine gelir. Kardeşine öğüt verirken aslında bize seslenmektedir; ‘Çanakçıya, marangoza, dilenciye, ozana, komşuna imren; tarlasını sürene, ekin ekene, evini barkını düzenleyene, zengin olana özen; pazar yerinde kavga etme, ektiğini vaktinde biç, ambarını doldur, itişme onunla bununla, tartışma, karnını doyur, göz dikme onun bunun malına’ der. Hesiodos, adalet, aile, komşuluk, insan ilişkileri, düzen ve doğruluktan yanadır. Çalışıp kazanmaktan, yemekten yedirmekten yanadır. Hakikati, iyiliği, doğruluğu, çalışkanlığı öğütler. Haksızlığa karşıdır, kardeşinin mirastan daha yüksek pay almak için rüşvet vermesini haksızlık olarak görür. ‘Davanı Zeus’tan gelen doğru yargılarla çöz, rüşvet alan yargıçlarla değil’ der. Zeus’a havale eder uğradığı haksızlığı. ‘Beni dinle, gör beni, işit beni’ der; hak, doğruluk ve adalet ister Zeus’tan. Yüce tanrıya havale eder adeta haksızlık yapanı. Toplumsal yaşam kurallarını ortaya koyar sazlı sözlü, köşe bucak okunsun anlatılsın diye yazar şiirini. Krallara da laf atar. Kötü karar veren krallara, yolsuz krallara, rüşvet yiyen krallara, haksızlık eden krallara seslenir; ‘30 bin ölümsüz göndermiştir Zeus insanların yaptıklarını izlemek için.Her şeyi bilen, her şeyi gören Zeus, görmek isterse gözünden kaçmaz olan biteni’'.
Kimine göre Trakyalı, kimine göre Figya ya da Lidyalı Aisopos’un Atmaca ile Bülbül hikayesinden yola çıkarak güçlülerin gücünü göstererek yönetmesinin iyi sonuçlar doğurmayacağını anlatır krallara. Tanrılara itaat edilmezse, tanrıları kandırmaya çalışırlarsa başlarına felaketler geleceğini haber verir insanlara. Büyük tanrıdan ateşi çalan Prometheus’un başına gelenler, Pandora’nın kutusundan saçılan kötülükler hep bu yüzdendir. Krallara, zorbalara, haksızlık yapan kardeşine seslenerek, ‘Doğruluktan yana ol, aşırılığa kaptırma kendini, haklı kazanır eninde sonunda, doğru yoldan ayrılmayanların yurtları uygarlığa kavuşur, mutlu olur insanları, barış gelir ülkelerine, açlık kıtlık gelmez, bol bol meyveleri olur bahçelerinde, dağlar meşe dolar, arılar, koyunlar, yünler dolar taşar, bolluk içinde yaşarlar, bereketli yurtlarını bırakıp gitmezler. Ama ölçüyü kaçıran, kötü yola sapan kişileri Zeus cezalandırır, kent yıkılır, bela, veba, kıtlık iner göklerden, kadınlar doğurmaz, ordular bozguna uğrar, donanmalar duman olur’ der. Sonra komşularla iyi geçinmekten, ev ve aile kurmaktan, tarla işlerinin nasıl yapılacağından, denizlerde nasıl yolculuk edileceğinden, kadınlardan söz eder. Çeşitli konularda öğütlerle sözüne devam eder, iş yapmak için uygun günleri sayarak eserini tamamlar.
Binlerce yıllık insanlık tarihinin içinden süzülerek gelen bu bilgileri Hesiodos’un tek başına toparlayıp yazdığı düşülemez. Papirus tomarlarının Mısır’dan, ceylan derisinden sayfaların Bergama’dan geldiği çağlarda kağıdı kalemi nereden bulup buluşturduğu belli değildir. Yazdıklarının asırlarca nasıl korunup İskenderiye Kütüphanesi’ne ulaştığı da belli değildir. Bu eserin ve yazarın arkasında büyük bir birikimin ve gücün var olduğu inkar edilemez. Bu eserin sadece Helenlere ait olduğundan da söz edilemez.
Günümüze, Hesiodos’a ait 64 adet el yazması ulaşmıştır. Hristiyanlık nedeniyle batıda gözden düşen eserin mevcut yazmaları çoğunlukla 1400’lerde Konstantiniye’de çoğaltılan yazmalardır. Bu el yazmalarından yola çıkarak, Martin West Theogania’nın aslına yakın çevirisini 1966’da yayınladı.
Theogonia’nın çevirisinde, Helen edebiyatının aslında yakın Doğu edebiyatı olduğunu öne sürerek yeni tartışmalar başlattı. Ortak kelimeler ve gelenekler, metinlerdeki benzer formüller, sayı ve ölçülerdeki benzerlikler, müzik aletleri ve makamları, zenginliğin tarifi, tanrıların dağ başlarından hükmetmesi, sunulan kurbanlar gibi yakın Doğu ile benzerlikler taşıdığını öne sürdü. Elbette binlerce yıllık inançlardan ve geleneklerden süzülerek yazıldığı anlaşılan Tanrıların Doğuşu hikayesini bir gariban çobanın ilham perilerinden aldığı asa ile yazmaya başlaması düşünülemezdi.
Nitekim, Azra Erhat’ın kitabın incelemesinde belirttiği gibi, Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi profesörlerinden Dr. Güterbock, 1945’de Kumarbi Efsanesi diye anılan Hititçe metnin çevirisini yapmakla kalmamış, Theogonia’nın kaynağını da bulmuştu. ‘Efsanede göklerin kralı Alalu’ya Anu savaş açar ve yener, Kumarbi’de Anu’ya savaş açar gökten aşağıya çekerken dizini ısırır, Anu’nun erkekliği Kumarbi’nin içine dökülür. Kumarbi, Hava-Tanrı’ya gebe kalır. Hava-Tanrı, Kumarbi’yi yenip Gök Krallığını eline geçirir’. Yakın Doğu efsanelerine dayanan Anu, Kumarbi, Hava-Tanrı üçlüsü, Theogonia’daki Uronos, Kronos, Zeus üçlüsüne uygun düşer. Baba oğul arasındaki çatışmalar, babaların kendi çocuklarını üretip sonra yerine geçmelerini önlemek için onları yok etmeye çalışması, oğulların da bir yolunu bulup babalarını alt etmesi ayrıntılarla anlatılır her iki hikayede de. Kumarbi’nin devamı sayılan Ullikummi destanında da benzer hikayeler yer alır. Enuma Eliş diye anılan Babil kaynaklı yaratılış destanı da benzerlikler taşımaktadır.
Yurdumuzda da Antik Çağ’da yazılan eserlere ilgi artmış ve mesela Pamukkale Üniversitesi Edebiyat Bölümü’nden Dr. Meltem Uzunoğlu’nun 2020’de yayınlanan bir makalesinde Theogonia’da ki ataerkil yaklaşım irdelenmiştir. Makalede Kuzeyden atlarıyla, oklarıyla gelen istilacı ataerkil kavimlerin tesiriyle erkek tanrılara öncelik verildiği, Anadolu tanrıçalarının arka plana itildiğini anlatılmıştır. Theogonia ile kadın erkek, düzen düzensizlik, medeniyet barbarlık ikilemi yaratılıp Zeus’un ataerkil toplumun, evrenin dengesinin ve ilahi adaletin kurucusu ve koruyucusu olarak toplumun aklına yerleştirildiği vurgulanmıştır. Son yüzyıllarda batı edebiyatında yeniden gündeme gelen ve ülkemizde de araştırmalara konu olan Antik Çağ’ın bu eşsiz eserini size de tavsiye ederken değerli katkıları için arkadaşım Levent Başaran’a bu vesile ile tekrar teşekkür ederim. Bir sonra ki programda Midillili şair Sappho ve çağdaşları ile buluşmak üzere hoşça kalın.
Kadim Anadolu Eserlerinden Seçmeler programında adı geçen eserler:
- Hesiodos’un Theogony Eseri: Antik Yunanda Rasyonel Aklın ve Ataerkilliğin Yükselişi, Dr. Meltem Uzunoğlu Eren, Pamukkale Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, sayı 40, Denizli, s. 417-425, 2020
- Theogonia – İşler ve Günler, Hesiodos, İş Bankası Kültür Yayınları 2016
- Hesiod, M. L. West, Oxford: The Clarendon Press, 1966