Homeros’un Rüzgârıyla: Antik yelkenli Hippoi yola çıktı

Açık Dergi
-
Aa
+
a
a
a

Arkeologlar, tarihçiler, mühendisler, denizciler, tekne ustaları ve gönüllülerden oluşan 360 Derece Tarih Araştırmaları Derneği, deneysel arkeoloji çalışmalarını sürdürüyor. Antik teknoloji ile ürettikleri Hippoi gemisiyle Foça limanına vardılar. Açık Dergi'de dernekten Sidar Duman’a bağlanıyor, Hippoi yelkenlisinde lodos havası alıyoruz.

""
Mirasımızın izinde, rüzgârın gücüyle: Hippoi yelkenlisi suya indi
 

Mirasımızın izinde, rüzgârın gücüyle: Hippoi yelkenlisi suya indi

podcast servisi: iTunes / RSS

İ. M: 2 Eylül 2025 tarihli yayınımız bu. Sidar Duman'la buluşuyoruz. Açık Radyo dinleyicilerin çok iyi hatırlayacağı bir isim ve ses. Akdeniz’de Pusulasız kuşağından net olarak anılarınız canlanacak diye düşünüyorum. Hoş geldin Sidar.

S. D: Merhaba, hoş bulduk İlksen.

İ. M: Evet, çok heyecanlı günlerde buluştuk seninle uzun bir süreden sonra. Arayı kapamak olmayacak tabii ki bu, özledik de Akdeniz'de Pusulasız’ı. Onu da söyleyelim ama... Homeros'un Rüzgârıyla projesi de çok heyecanlandırdı bizi, şöyle bir ara fasıl yapalım dedik. 

Hippoi ile sudasınız. Neler oluyor bitiyor ben biraz anlattık aslında, iki hafta kadar önce de Bozcaada Film Festivali ekibi Açık Dergi’de konuk olmuştu. 

Onlar da çok heyecanlıydı Hippoi'yu Bozcaada'da karşılayacakları için, o sırada Urla'dan yola çıkıyordunuz siz. Şimdi Foça taraflarındasınız. Valla İstanbul'la o taraflar arasındaki rüzgâr ne kadar farklılaşıyor bilmiyorum ama burada poyraz pek sertleşti. Ne var ne yok Sidar?

S. D: Sorma sorma, burada da böyle. Öncelikle, radyoculuğu bana bulaştırdınız ve şu anda bunun ne kadar vazgeçilmez bir şey olduğunu hissediyorum, çok özledim. Geri dönmeyi de çok isterim bir gün. Beni programına aldığın için teşekkür ederim.

İ. M: Estağfurullah.

S. D: Sesimizi duyurmak bizim için çok önemli. Problem şu: Antik dönemdeki denizcilerin zaten Kuzey’e çıkmakla ilgili bir dertleri olduğunu biliyorduk. Ama bu derdin bu kadar büyük olduğunu yaşayarak anlayabileceğime emin değildim. Yaşadık, anladık. Foça’dan bizim de kafamızı çıkarıp daha Kuzey’e gitme ihtimalimiz yok.

Bir karar alacağız, önce emniyet tabii ki. Bütün personel, eşimiz, dostumuz, arkadaşlarımız… Diyorlar ki: "Özel bir ekibiniz olsaydı -bizde arkeologlar var, tarihçiler var- hani sadece denizci bir ekibiniz olsaydı, çıkar mıydın?" Hayır, yine çıkılamazdı. Ki o dönemde de çıkılmıyordu bence.

Hatırlayalım ki Yunanlılar binlerce donanmalık bir ordu kurdular, donanma hazırladılar Truva’ya saldırmak için. Gelemediler, aylar geçti, yola çıkamadılar ve kralların kızlarını kurban etmesine kadar varacak bir yola çıkamama durumunun sinir bozuculuğunu düşün. Bugün biz de aynısını yaşıyoruz ve maalesef Bozcaada’ya varamayacağız diye düşünüyoruz. Ama tabii bunun çok önemli olduğunu düşünmüyorum.

İ. M: Aynen öyle. Şimdi buradan başa dönelim ve 360 Derece Tarih Araştırmaları Derneği’ni öncelikle zikredelim. 2004 yılından bu yana aslında bu işle aşırı ilgili ve heyecanlısınız. 20 yılı aşkın bir süredir faaliyet gösteriyorsunuz. Sen de aslında bu derneğin kurucularındansın. Açık Radyo programcısı olmanın yanı sıra canlandırma projeleriniz de var. Reanimasyon projelerinin bir parçasısınız; "Homeros’un Rüzgârıyla" projesi ve diğer canlandırma projeleri de bunlardan. Ne hedefleriniz var, ne yapıyorsunuz, ne ediyorsunuz, falan, bunları konuşalım.

Sonra "Homeros’un Rüzgârıyla" projesinin detaylarına da gireriz ama önce dernek ve derneğin işlerinden bir kısmı, özellikle canlandırma işlerini şöyle bir hatırlayalım. Bu, senin eski dinleyicilerin için belki tekrar olacak, ama yeni dinleyiciler için de güzel bir rehber olur herhalde.

S. D: Şöyle söyleyeyim İlksen: Tarih aslında çok dokunamadığımız bir alan. Veya bir müzeye gidiyorsunuz, arkasında cam ekranlarda duran parçalar var. Bunlar insanlara, özellikle çocuklara pek de bir şey ifade etmiyor ve tarihle bağı böyle doğrudan, hızlı bir şekilde kurulmuş olmuyor.

Bir de insan anlam arayan bir varlık. Doğrudan bir şey söylediğinizde de anlamıyor. Bir masal, bir hikaye gerekiyor. Bunlar da gerekli. Bizim canlandırmalarımızda yaptığımız şeylerden örnek vermek gerekirse, Uluburun Batığı var. 3000, 3300 yıl geçmiş ve hâlâ orada duruyor. Siz Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi’ne gittiniz, oradaki parçaları gördünüz ama elleyemezsiniz, dokunamazsınız. Belki yanından geçerken görüp fark ettiğiniz bir parça olabilir.

Fakat biz bunu dönemin koşullarıyla, o yöntemlerle veya nasıl yapılmışsa öyle yapalım dedik. Hatta geleneğe uygun bir şekilde yaparsak… Hem insanların bu tarihle bağını kurmuş oluruz, hem de kültürel mirası tutulabilir, elde dokunulabilir hâle getiririz diye düşündük. Yani tam olarak çıkış noktamız buydu esasında.

İ. M: Evet, bunun için pek çok uygulamanız var ama bir de Urla’da bir merkeziniz var aslında. Tamam, yolculuklar, şu an içinde bulunduğunuz an, belki de en parlak zamanlarından biri. Bir yelkenliyi suya indirdiğiniz de şüphesiz. Ama Urla’daki araştırma ve üretim alanı da var; öğrencilerle, çocuklarla kurduğunuz temaslar da burada. Peki, bu tercüme işini, yani tarihin bugün anlaşılması çabasını, kaç kanattan birden yürütüyorsunuz?

S. D: Ya evet, esasında bir şey söyleyeyim mi? Bu kelimeye ben de takılmıştım. Yani "bu tercüme mi esasında bu?" Ben de tercümeyi kullanıyorum, daha güzel bir şey bulamadım. Ama biraz da üstüne bir anlam katıyorsunuz, araya. Eee, işte bu… Ama şu an Türkçemizde öyle bir kelime yok. Nasıl bulabiliriz, bilmiyorum. Üzerinde birlikte çalışmak lazım. Bak, bu apayrı bir konu çıktı şu anda.

İ. M: Evet uzun uzun konuşuruz bunu bir daha.

S. D: Kesinlikle. Tabii sadece teknelerle değil, özellikle çocuklarla ilgili de çalışmalarımız var. Bizim merkezimize gelmelerinden çok keyif aldığımız ilk yedi bölüm insan grubumuz oldu. Binlerle sayabileceğimiz öğrenci bizi ziyaret ediyor. Kısmetse daha da organize bir yere geçiyoruz.

Şu anda nispeten daha ilkel koşullarda, yine denize sıfır, çok güzel bir tersanemiz ve bir çadırımız var. Örneğin antik dönemden bugüne kadar kullanılan tüm demirleme yöntemlerini gösteren bir bölümümüz var; insanlar çok ilgileniyor. Aynı zamanda Oxford’da bir doktora tezine konu olmuş bir çalışmamız da var. Ya da mesela bir Roma dönemi limon maketimiz var; bunu herkes görünce gözünde canlandırabiliyor. Hâlâ böyle ufak tefek şeyler de yapıyoruz.

Ama hepimizin tabii denizlikten gelmeyen bir geçmişi olduğu için idealimiz, bu tür tekneleri suya atıp onlarla deneyim kazanmak. Ve şu anda bunun içindeyiz, o yüzden heyecanımız var. Biraz yorgunum tabii ki; sesim, soluğum farklı çıkıyor çünkü az uyku, çok rüzgâr ve tabii bir de stres var. Kahve ve biraz sabırla idare ediyoruz. Tekneyle sesler çıkarıyoruz; teknenin her tarafından o rüzgârı kulağında duyarak, ıskotalarla biraz stres de işin içinde.

İ. M: Evet, Lodos biraz yardımcıydı belki bugüne kadar ama programın başında da söyledik, Poyraz’la birlikte işler değişti. Hippoi gemisi şimdilik durdu. Foça’dasınız dedik zaten. Bakalım ne olacak, takip edeceğiz, izleyeceğiz. Ama çok da risk almayacağız, diye baştan söyledin. Ama olsun, bu bizim Hippoi üzerine konuşmamızı engellemiyor.

Hippoi, antik dönemin bir yer kendisinin replikası. Ben kısaca böyle söyleyebilirim. Teknik olarak demiştim, çivi kullanılmadan yalnızca kavela-zıvana yöntemiyle inşa edilmiş. Notlarımda bunu buldum ama ben tam olarak anlamadım, sen bir anlatsana.

S. D: Tabii, şöyle anlatayım: Keşke görsel olarak da gösterebilseydik. Bizi ziyarete gelenler baş tacı; kapımız herkese açık. Orada bunun için bir gösteri hazırladık, tahtaları, tasarımları da yaptık. İnsanlar kavalize manayı ellerine alıp görebiliyorlar. Çok ilkel gibi kulağa gelse de…

Yani biz bugün ne yapıyoruz? Modern teknede, ahşap tekne yapımında bir iskeletiniz var. Çiviyle, çekişle sargılarınızı çekiyorsunuz. Bu iskeletin üzerine tekne kabuğunu inşa ediyorsunuz. Bu çok güzel görünüyor ama… Mesela burada bazı sorunlar çıkabiliyor: Çiviler aşağı yukarı oynadığında, sargılar, kaplamalar, postalar… Bu sefer çiviler birbirini kesebiliyor, kendini kesiyor veya açılabiliyor.

Oysa kavela-zıvana doğru yapıldığında, biz bugün bunu deneyimledik, inanılmaz sağlam bir kabuk oluşuyor. Çok ilkel gibi kulağa gelmesine rağmen oldukça dayanıklı bir kabuğumuz olurdu. Biz de açıkçası bu kadarını önceden bilmiyorduk.

İ. M: Evet. Şimdi bu sizi denize götürdü. Zaten, peki yani deniyorsunuz; suya bir indiriyorsunuz, muhtemelen değil mi, gemiyi? Sonra yolluyorsunuz. Bu süreç nasıl geçiyor? Sonuçta elinizde bir bilgi, bir kaynak var. Tabii ki az önce söylediğin gibi akademik araştırmalarla desteklenmiş, bilime dayalı olarak yapıyorsunuz bu işi, şüphesiz.

Ama Urla’dan denize bırakana kadar Hippoi ile nasıl uğraştınız? Genel olarak canlandırma projelerinde bu safha nasıl oluyor, onu da gözümde canlandırmak istiyorum. Verdiğiniz emeği biraz daha iyi anlamak, gönlümde canlandırmak için.

S. D: Ya şöyle söyleyeyim: Esasında 15 metre uzunluğunda bir tekneyi yaparken, maket yapma hassasiyetiyle çalışmak zorundasınız. Özellikle kavela-zıvana yöntemiyle yapılan bir tekne olduğu için, milim milim ilerliyorsunuz. "Biraz sargımı esneteyim, o sırada kavalamı sokayım, zıvanayla kilitleyeyim" derken, bu teknenin imalatı yaklaşık 3 yıl sürdü. Yani baya bir süre aldı.

İlk deneme seyrimizi yaptık, memnun kaldık. Yine eksiklerini gördük, araya müdahale ettik, biraz daha geliştirdik. İlk attığınızda bu bir kabuk olarak yüzüyor ama ağırlığı yetmediği için suyun üzerinde dengeli ve sağlıklı kalamıyor. İçine bir safra koymanız gerekiyor. Eskiler de aynısını yapıyormuş. Uluburun’dan yaklaşık 3 ton safra çıkmış. Biz de yaklaşık 2 tona yakın bir safra koyduk içine.

Ama tabii, bizden önce bu tekneye binen son kişi 2700 yıl önce inmiş. Yani arada bir bağ kopukluğu var. Ne kadar safra konmalı? O yüzden minimum koymak, denizci olarak idealimiz. Ama az koyarsanız yelken seyirinde devirebilirsiniz, çünkü salmanız yok.

İ. M: Evet, doğru.

S. D: Kendi ağırlığınızla, koyduğunuz halkayla bunu yapıyorsunuz. Çok tabii, çetrefilli bir iş. Fakat bunu düşündük. Bütün bu arızalara rağmen, süreç ilerlerken herkes gülerek çalıştı. Olumsuzluklar oluyor tabii; şimdi anlatıp da kimsenin moralini bozmayayım. Ama olumsuzluklar kötü gelmiyor, çünkü bunun bir parçası olumsuzluk.

İ. M: Tabii ki deneysel arkeoloji diyoruz her şeyden önce.

S. D: Kesinlikle.

İ. M: 2700 yıllık bir mesafeden bahsediyorsun. Yani buradaki açıyla ancak, tabii ki deneyle zaten yaptığınız şeyleri tanımlıyorsunuz. Sınamaktan başka çare yok, şüphesiz.

Peki, Hippoi 2700 yıl önceydi ve bir Homeros referansımız var, evet. Önümüzde "Homeros’un Rüzgârıyla" demişsin. Burada gemi tekniğinin dönemiyle mi, yoksa rotayla mı doğrudan bir referans var? Biraz bunu açalım mı? Homeros’un bağlantısını, Hippoi gemisinin bağlamında.

S. D: Tabii, zevkle. Öncelikle tabii ki biz Urla’dayız. Yerimiz Urla’da, yani İzmir il sınırlarının içindeyiz. Büyük ihtimalle kendimiz eminiz ama bilimsel olarak konuşmak gerekirse, "eminim" demek çok iddialı olur. Büyük ihtimalle Homeros İzmirliydi; burada doğmuş olmasıyla ilgili çok fazla referans var.

Homeros doğduğu yılda Truva Savaşı biteli yaklaşık 400 yıl olmuştu yuvarlak hesapla konuşuyorum. Ancak Homeros bunu dinledi. Çocukken, hayal edin: kıvırcık saçlı, mahallesinde koşan, 6 yaşında oynayan bir çocuk. Akşamları oturduklarında, aşık geleneği bizimkine benzer şekilde, Truva Savaşı’nı dinledi. Çünkü biz İlyada ve Odysseya’ya gelmeden önce, Truva Savaşı’nı anlatan 5–6 tane başka kaynağa sahibiz.

Ben şunu hayal ettim: Dedim ki, bu adam genç hale geldiğinde, 18 yaşına geldiğinde, bugünkü mantıkla konuşayım, belki daha erken… Mutlaka bir tekneye bindi ve oraya gitti. Dedi ki, "yerli… hatta bunu bir dinleyeyim, ben de bu destanı yazacağım" diye kafaya koydu. Çünkü Truva Savaşı öyle etkileyici bir hikaye ki, İlksen, yani Büyük İskender de konunun etkisi altında, İlyada ve Odisse ile ilişkilendirilmiş. Şliman’ın hastalıklarıyla ilgili biliyorsun; bu hikâye bir şekilde bulaşıyor, kurtulamıyorsun.

Truva Savaşı’nın hikayesi bitmeyen bir şey. Romalılar diyor ki biz Truvalılar’ız; Sezar diyor ki ben Truvalıyım, kendime asalet atfetmek için. O yüzden bu hikâye devam ediyor. Bence Homeros oraya gitti. Eğer gittiyse büyük ihtimalle, çünkü hikâyeyi yerel ozanlardan dinlemenin başka kaynağı yok. O zaman işte Homeros Hippoi’ya binmek zorundaydı. Ve belki İzmir Limanı’ndan değil, Urla’dan binmek açı olarak daha iyiydi. Gerçekten, yani bunu uyduruyor gibi gelmiyor; mantıklı bir ihtimal.
İ. M: Doğru söylüyorsun, evet.

S. D: Ama inan, mantık şöyle: Bu adam o zaman Klezomania’ya geldi. Bugün hemen bizim de… tersanemizin yanında aynı kazı var. Orada bir liman var; zaten liman kazısı deniyor. Homeros oraya geldi, Hippoi’ya atladı ve gitti. Peki, neden Hippoi’ya atlamış olması lazım? Başında bir at oyma heykeli var.

İ. M: Ben de onu soracaktım. 

S. D: Bu adam bu tekneye niye bindi? Bir sürü tekne varken… Hippoi başlı bir tekneyle bir yere gitmek demek… "Ben savaşmaya gelmiyorum, hiçbir kötü art niyetim yok. Her taraf bu tekneyi kullanıyor." Biz Fenikelilere atfediyoruz dizaynını; doğru, bu arada. Ama Anadolu’da da geleneği olmuş. Barış elçisi, hediye götüren, getiren bir tekne bu. Hippoi öyle bir tekne.

O yüzden doğal olarak orada şiir dinlemeye gittiği için bir Hippoi’ye bindi diye varsayıyoruz. Ve o adamı, yani Homeros’umuzu, ilk ozanımı… Düşünsenize, Batı Edebiyatı’nın başlangıcını bu adam kuruyor. Biz okumuyoruz maalesef, ilkokullarımızda bile… Maalesef. Bugün tüm yurtdışında öğrenciler ilk edebiyat dersinde onunla başlatıyor.

Hippoiae bindi, ilk önce Foça’ya gitti; bu da kesin. Çünkü ben aynı tekneyi kullandım, birebir. Başka yere gidemiyorsun. Bu havayı bekledin, bütün gün sürüyor. Yakın gibi dursa da yelkeni açıp kapatıyorsun. Çok iş var. Niye gece gideyim ki? Çok tehlikeli, çok sığlık, çok sağanak rüzgârları olan bir deniz; okyanuslardan çok daha zor. Bizim şu anda seyir yaptığımız rota, hata affetmeyen bir yer. Adam Foça’ya girdi, uyudu; belki o da orada hava bekledi.

İ. M: Evet.

S. D: Özetle Hippoi ile Homeros böyle birleşti.

İ. M: Peki sen dün gece neler düşündün Foça'ya sığındıktan sonra Homeros'la aynı uykuya uyurken?

S. D: Ne oldu? Biz Foça’ya girerken, 60-70 tekne geldi, dışarıda karşıladı. Biz de limana kürekle girdik, yelkenlerimizi indirdik manevra için. Ama hiç makinesiz, elektriksiz bir teknede Foça Kalesi’nin içinden iç denize girip bağlandık. Kıyıda insanlar bizi karşılamaya gelmişti. Tabii ki çok duygusal anlar yaşandı.

Herkes projenin farkında. Ben de bu kadar tarihe bir merak olduğunu açıkçası bilmiyordum;  ben de tarihi insanlar üzerinden keşfetmiş oldum.

İ. M: Müthiş. Peki, sonra mesela rüzgârı beklemek nasıldı? Gerçi artık radar sistemleri, tahmin sistemleri çok daha iyi. Ertesi gün çıkıp çıkamayacağına dair eskisi gibi işe de kalmıyorsun, muallak da kalmıyorsun. Ama Bozcaada’ya ulaşamamak mesela akşama yürürken dert oldu mu?

S. D: Önce beni çok üzdü, gruba nasıl söyleyeceğimi bilemedim. Çünkü büyük bir heyecan var. Orada karşılamak için bekleyenler var, her gün arıyorlar. Sağolsun, bu arada bürokrasimiz de çok arkamızda.

İ. M: Çok güzel.

S. D: Buradan hepsine çok acayip teşekkürlerimi sunmak istiyorum. Valilik düzeyinden sahil güvenliğe… Kime giderseniz gidin, herkes yanınızda, peşinizde, arkanızda. Ne ilerinizde istiyorsanız öyle… Bütün bu ekiplere bunları açıklamak zor bir görev olacak, ama yapacağız. Bizi anladıklarından eminim. Art niyetimiz yok. Bu iş böyle oluyor. Hani, bu daha farklı da yapılamazdı. Dedim ya, tarihsel örnekte de Yunan kralı kızını hediye ediyor rüzgâr için.

İ. M: Aynen öyle beklemekten başka çare yok.

S. D: Bu da bize başka bir felsefi boyut katıyor bence. Çünkü bekliyoruz işte, şu anda bir koyda bekliyoruz. Kaç gün bekleyeceğiz? Ne yiyeceğiz, ne içeceğiz? Bakın, yine çok ölçümler var. Bu adamlar nasıl bekliyordu? Denizde, koyda gelip beklerlerdi. Nasıl? Ne yiyordu? Tatlı su nerede bulunuyordu?

İ. M: Evet, tabii. Başkaca, pratiğe ilişkin soruları ortaya çıkarmış oluyor bu deneyim. Belki çok üstünden geçilen bir cümlede geçiyor: “Foça’ya sığınıp beklediler, aman kaç gün beklediler ve orada ne oldu falan.” İşte bu ortaya çıkıyor. Eminim Foçalılardan, Bozcaadalılar da anlamışlardır. Belki Bozcaadalılar, Foçalılardan daha iyi anlamışlardır; onların rüzgârı da iyiydi. Fena değil çünkü.

S. D: Bugün arıyorlar, dostlarımız diyorlar ki ya emin misiniz? Gelecek misiniz? Şu anda burada ayakta duramıyoruz gibi. Tabii ki dinler gelmeye başladı. Klasik bozucu adam dediğin gibi.

İ. M: Evet, “Homeros’un Rüzgârıyla” projesi, adı üstünde. Tabii ki bu sonuçlarda bir potansiyel olması hiç şaşırtıcı değil. Olsun; çok önemli bir mesajı da taşımayı sürdürecek. Seyrine şu an devam edemiyor olsa da… Bir kere zaten çok güzel, onun altını bir kez daha çizelim. Hippoi’yu, yelkenlisini… Barışı sembolize ediyor desek bilmiyorum, çok mu iddialı olur, ama genel olarak, Truva Savaşı gibi emblematik anlardan farklı bir mesajla, geminin şimdi suda olduğunu söylemek isterim.

Ayrıca, sadece rüzgârla çalışan, yerle denizle bağlantıyı tekrar kuran ve insanlar arasındaki kadim bağlantıyı yeniden gündeme getiren bir proje. Bence bugünler için çok ilerici bir proje. Sen şu anda çok içindesin, çok yorgunsun; bunları nasıl yorumlarsın bilmiyorum. Yorgunlukla tabii, ama ben en azından söylemek isterim. Senin de yorumunu alsam çok mutlu olurum.

S. D: Gerçi çok güzel özetledin İlksen. Şu anda tüylerim diken diken oldu. Belki de içindeyken bunlar görülmüyor, dışarıdan görüldüğü gibi. Bir defa anlaşılmış olmak mükemmel. Duygulandım seni dinlerken.

İ. M: Ne demek, samimi duygularım.

S. D: Gerçekten çok ilginç. O suyla bağlı… Ben hep şunu derdim; konuştuğum insanlara da hep onu söylüyorum: Eğer ben tekneye otururken elim denize değmiyorsa, o tekneye ben tekne diyemiyorum. Başka bir şey artık o. Suyla bağlı ve Ege’de aynı su, aynı rüzgâr. Çok ilginç bir duygu. Yelken yapıyoruz, çok güzel bir yelken yaptık. İnanılmaz bir deneyim oldu. Aynı rüzgâr esiyor; o adama da aynı rüzgâr esti.

İnanın, istihbaratlarım, çaparizm eden çarmıklarım… Onu nasıl atlattık, aynı soruları sordular bu insanlar. Denizcilik de biraz geleneksel bir model; bir iş olduğu için… İşte limana geldik,  muhtemelen birileri onların da halatını tuttu, bizimkileri de tuttular. Bilmiyorum. Daha sonra bunların detaylarını tekrar konuşacağımız bir program yapmak istiyorum. Şu anda duygular çok canlı.

İ. M: Yapalım, muhakkak yapalım. Ben çok teşekkür ederim, bu zaman aralığında dahil olduğun için ama seni o anda yakalamayı çok istedim.

S. D: Kesinlikle, çok teşekkür ederim İlksen. Çok teşekkür ederim bunu yaptığın için.

İ. M: Eksik olmayın. “Homeros’un Rüzgârıyla” vesilesiyle Sidar Duman’la yeniden bir yerde buluştuk. 360 Derece Tarih Araştırmaları Derneği, tabii ki dört bir yandan faaliyetlerini sürdürecek. Hippoi gemisi şu an beklemede. Biz geçen haftalarda da duyurmuştuk, Urla’dan Bozcaada’ya istikamet çizdiğini. Şimdi Foça’da.

Gemiyi suya koyanlardan ve yürütenlerden Sidar Duman’la buluşma imkânını bulduk. Hava muhalefetinden dolayı, tırnak içinde, gemide biraz duraklamışken. Çok teşekkür ediyoruz, dinlediğiniz için bizi. Ama bu vesile, 360 Derece Tarih Araştırmaları Derneği’nin faaliyetlerine de işaret etsin. Hippoi gemisinin anlamına dair sözlerimizi söyledik ama dernek, yaptığı çok kanatlı ve çok kıymetli işler de yapıyor.

Neler oluyor dernek tarafında? 

S. D: Şunu yapmak istiyoruz İlksen, fark ettik ki biz işte bu bir bayrak yarışı. Biz bunu kurduk ettik falan gibi cümlelerle süslemeye hiç gerek yok. Bizim elimizden bunlar geldi. Bunu buraya kadar da getirdik. Fakat yaşlarımız da ilerliyor, daha da ilerleyecek inşallah. Bir denizcilik merkezi kurmak istiyoruz. Bunun için bir sürü adımlar da attık. Biz olmasak da artık bunun yürüyebilir hale geldiği... Teknede iki tane genç arkadaşımızı aldık. Artık onları da eğitmeye başladık. Hem denizcilik adına, hem de bu kültürel miras, denizsel arkeoloji, bu tür kavramlara... Çünkü bunlar bir günde anlaşılmıyor. Bir paragrafta anlatamıyorsunuz. Biraz yaşamak gerekiyor. Eğer biraz daha tırnak içinde meşhur, güncel konseptle kurumsal hale gelebilirsek... İdealimiz o. 360 Derece'nin hedefi artık bizden de çıkıp kurumsal hale gelmiş bu tür... O kadar çok çünkü Türkiye'de malzeme var ki üretebilecek.de

İ. M: Ne güzel.

S. D: Ülkem adına da çok iyimserim. Bu kadar ilgi görmesi projenin beni çok farklı düşündürdü. Bu zor dönemlerimizde böyle bir can suyu olduğunu düşünüyorum. En azından belli bir kitle insana. Keşke daha çok insan farkına varsa. Eminim herkesin mutlu olacağına. Her kitleden. Bir de bu siyaset üstü bir şey ya. Bu ülkenin tarihi ve toprağın sevgisi bu. Bunda artık senin siyasetin de yok. Bu tür olayların da artmasını diliyorum tabii ki.

İ. M: Evet, umuyorum bu yayında biraz bu yönde katkıda bulunur sizin tüm yapıp ettiklerinize. Biz de hararetle destekliyoruz çünkü 360 ve yaptıklarını. Çok teşekkür ederim.

S. D: Ben de çok teşekkür ederim. Instagram adresimize de bakarlarsa dinleyicilerimiz, en azından dinleyicilerimiz burada bir görsellerle de desteklerler konuşmamızı... 

İ. M: Ben de yayına girmeden baktım. Hippoi yelkenlisini merak ettiyseniz, eminim herkes kafasında canlandırmıştır. Biraz anlattık, elimizden geldiği kadar ama çok güzel gözüküyor. Muhakkak Instagram adresine baksınlar.  

Biz de bu arada, senin Lodos seyri sırasında attığın bir videoyla duyuruyu yapmıştık. Dört bir taraftan göstermeye çalıştık olup bitenleri Sidar Duman’la. Birlikteydik Açık Dergi programında, 360 Derece Tarih Araştırmaları Derneği’nin canlandırma projelerinin bir parçası olan “Homeros'un Rüzgârıyla” vesilesiyle biraz zamanını aldık.  

Akdeniz’de Pusulasız programımızın da çok dinleyicisi olmuştu. 2021 yılında başlamıştık seninle burada, Açık Radyo’da. O zamanlar programımın bir benzeri yoktu; su altı arkeolojisi üzerine radyo programıydı. Başka nerede yapılabilirdi, senden başka kim yapabilirdi bilmiyorum ama kayıtları hâlâ dinleniyor. Bir kere daha duyurmuş olalım.  

Sağolunuz, varolunuz sevgili dinleyiciler. Herkese, tüm ekibe, gönüllere, dernek üyelerine çok selam ediyoruz buradan.