Julian Assange özgür!

-
Aa
+
a
a
a

Julian Assange özgür! 2010'da, Assange'ın tutuklanmasının üçüncü gününde -aynı zamanda İnsan Hakları Günü'ydü- Ömer Madra'nın “Medya’nın Yeni Hali: 5N2K” başlıklı Uluslararası Medya Sempozyumu’nda gerçekleştirdiği konuşmaya, bir kez daha kulak veriyoruz.

"Medya’nın Yeni Hali: 5N2K"
 

"Medya’nın Yeni Hali: 5N2K"

podcast servisi: iTunes / RSS

Merhaba Herkes,

Genel konumuz Medyanın Yeni Hali: 5N 2K -broşürümüzde böyle yazıyor-. Oturumumuzun konusu ise 2K, yani "küreselleşmenin medyaya getirdiği sınırlar". O da broşürde böyle yazıyor; ama aslında “küreselleşmenin getirdiği yeni fırsatlar” desek, daha yerinde olurdu galiba.

Kaderin garip cilvesi işte. Bundan daha uygun bir konu, zemin ve zaman, istense olmazdı! Mükemmel zamanlama!

Yeni ve korkusuz araştırmacı gazetecilik:

Dünyanın önde gelen gazetecilerinden, BM ödüllü Pilger’ın deyişiyle, yeni ve korkusuz bir araştırmacı gazetecilik tipi doğdu artık; hem savaş üreticilerini, hem de savaş çığırtkanlarını, özellikle de devlet şakşakçısı gazetecileri tehdit eden bir gazetecilik. Yaratıcısı? Hiç, en fazla 5 kişinin oluşturduğu küçük bir internet sitesi, WikiLeaks.

Yayın yönetmeni Julian Assange, bu yeni tip gazeteciliği "bilimsel gazetecilik" olarak tarif eden bir yazı yazdı üç gün önce. Bunun ikili bir işlevi var; hem insanlara haber taşımak için diğer medya organlarıyla işbirliği, hem de haberin doğruluğunu ispatlama işi. Şöyle yapıyorsunuz: Önce haberi okuyorsunuz. Sonra haberin kaynağındaki orijinal belgeye internetten bakıyorsunuz. İşte İkinci K bu: internet kültürünün K’sı! Haber doğru mu? Muhabir tam yazmış mı? Yoksa bozmuş mu? Distorsiyon mu yapmış? Dezenformasyon ya da misenformasyon mu? İşte, buna bizzat kendiniz karar veriyorsunuz, o kadar basit: Tek bir tık! Ve artık tamam, gerçekle baş başasınız! 

“Demokratik toplumların güçlü medyaya ihtiyacı var,” diyor Assange. “Medya, hükümetleri dürüst olmaya iten en önemli mekanizmalardan biri ve WikiLeaks de o medyanın bir parçası.”

İnsan Hakları Günü’nde tutuklu olmak

Ve bugün 10 Aralık, İnsan Hakları Günü. Katıldığımız bu uluslararası medya toplantısı Julian Assange’ın, güneybatı Londra’da bir hapishanedeki hücresinde üçüncü gününü doldurduğu bir sırada yapılıyor. Bilebildiğim kadarıyla, onun tutuklanmasından sonra yapılan ilk uluslararası medya toplantısı bu. Ve onun tutuklandığı gün, aynı zamanda bir başka sayı açıklandı; dünya çapında tutuklu gazeteci sayısının son 14 yılın en üst düzeye çıktığı da aynı saatlerde açıklandı. Evet, bir kez daha; mükemmel zamanlama!

Avukatları, dostları, arkadaşları, önde gelen insan hakları savunucuları, film yönetmenleri ve birçok ödül almış saygın medya mensupları çok kaygılı. Assange’ın acilen İsveç’e, sonra oradan da apar topar ABD’ye gönderilmesi konusunda duydukları kaygı had safhada. ABD yönetimlerinin özellikle 11 Eylül’den sonra yürürlüğe soktuğu “teröristlerle mücadele” programları çerçevesinde tutukladığı insanları maruz bıraktığı hukuk-dışı -adil yargılama usullerini yerle bir eden- uygulamaları biraz bilenler için bu kaygılar pek yersiz sayılmaz.

Assange niçin tutuklu peki? Adaletten kaçar diye. Tutuklanmasını gerektiren suç duyurusu? Henüz suçlama yok, birtakım iddialar var. İsveç’teki başsavcılık, iki İsveçli kadının kendileriyle “prezervatifsiz yattı, vücut ağırlığını cinsel bir tarzda kullandı, kadının cinsel bütünlüğünü ihlal edecek şekilde tasarlanmış tacizde bulundu” şeklindeki bazı iddialarını cevaplasın diye arıyor onu sadece. İngiltere’deki hakim de bu safhada kanıt filan olmadığını kabul etmekle birlikte, kefalet tekliflerini reddetti ve çok tuhaf bir kararla, İngiliz polisine bizzat teslim olan bu adamı adaletten kaçabilir diye tutukladı.

Oysa Assange, hakkındaki bu iddialar ilk ortaya atıldığından sonra dahi İsveç’te kırk gün kalmış, hatta “şikâyetçi” kadınlarla gayet dostane görüşmeye devam etmiş, kendisinin savcılığa görüş verme yolundaki müteaddit müracaatları cevapsız kalmış, ardından İsveç’i savcılığın açık izniyle terketmiş, giderken bindiği uçakta -dünyanın en güvenilir hava yolu sayılan SAS uçağında- nedense bir tek onun bavulu kaybolmuş, bunlara rağmen, sonunda gene de tutuklanmaktan kurtulamamıştı işte. Acı Kader!

İnternet kültürünü kontrol etmek için savaş

Sevgili dostlar,

Son derece endişe verici bir durum var ortada; WikiLeaks internet sitesi ve yöneticisi Assange hakkında bugüne kadar, bırakınız iddianameyi, hükmü filan, tek bir suçlama bile yok. Fakat bakınız sitenin ve yöneticisinin başlarına neler geldi; esas olarak siteyi internetten attılar, çok sofistike teknik saldırılarla değil, birçok ülkeye baskı yaparak. Assange’in WikiLeaks’in savunma masrafları için insanların dört bir yandan hibe ettiği meblağlar dahil, birçok fonlarını dondurdular, neredeyse tüm internet şirketlerini kendilerine “ram ederek” WikiLeaks’in her türlü hesaplara erişimlerini, yani nefes borularını kestiler, bulut bilişim kanallarını ikna edip WikiLeaks’i kovmaya “ikna ettiler”, ABD vatandaşı olmamasına rağmen Assange’i ABD vatanına ihanetle suçladılar, onun ABD özel harp birlikleri tarafından kaçırılmasını, ortadan kaldırılmasını, katledilmesini, giderilmesini, WikiLeaks’in terör örgütü olarak damgalanıp kovuşturulmasını isteyen üst düzey politikacılar ve -çok afedersiniz, utanarak söylüyorum- medya mensupları, televizyon, radyo yorumcuları, köşe yazarları oldu! Ne oluyoruz yahu?!

Amerikalı anayasa hukukçusu ve internet gazetesi salon.com yazarı Glenn Greenwald’ın deyişiyle Batılı hükümetlerin, tamamen yasadışı olarak, hiçbir kısıtlama ve tahdit dinlemeksizin, WikiLeaks ve onun yönetmenine karşı savaşa giriştiğini görüyoruz. Uyuşturucuya karşı savaş, kansere karşı savaş, teröre karşı savaş  ve şimdi de WikiLeaks’e  –5 kişilik bir internet sitesine– karşı  savaş! İnsaf!..

Neden yapıyorlar peki bunu? Şundan; internet kültürünü kontrol etmek üzere bir savaş veriyorlar, (olur ya da olmaz bilinmez ama) birçok kişinin ne zamandır umduğu şekilde internetin dünya vatandaşlarının bir araya toplanıp, “kâinatın efendileri”ne karşı bir demokratik denetim mekanizması (gerçek bir 4. kuvvet!) olarak kullanmasına engel olmak üzere veriyorlar bu savaşı. Kanun dışı bulsalar, mahkemeye verirler ve yasal yollara başvururlardı. Ama hayır. Onun yerine yargısız infaz yolunu seçtikleri apaçık ortada. Ve bu da, demokratik ülke olma iddiasındaki tüm ülkelerin vatandaşları için, olabilecek en vahim durum! Çünkü, özünde bu, otoriterliğin uç hali (neredeyse totaliter) ve internetin sınırlanmamış siyasi güç üzerinde bir kontrol sağlamasına engel olmayı hedefliyor.

WikiLeaks’in kabahatleri

Böylesine “ölümcül” bir hasım olmayı neden “hak etti” peki WikiLeaks? Birkaç örnekle özetleyelim: Wikilieaks Batılı beyaz adamın Irak’ta ve Afganistan’da 2/3’si  sivil 100 bini aşkın faili meçhul cinayet işlendiğini, kurulan ölüm mangalarını, sivillerin ve gazetecilerin amansızca katledilmesini, işkence kamplarını, ırza geçmeleri ve bunların hemen hepsinin örtbas edilmesini benimsediğini, büyük çaplı yolsuzlukları belgeledi, Türkiye’de büyük savaş koalisyonu kurulması ve 1 Mart tezkeresinin TBMM’den geçirilmesi için ABD’nin nasıl çabalar harcadığını, Yemen’de 21 çocuğu parçalayan füze saldırısını nasıl örtbas ettiğini, canlılar âleminin sonunu getirecek iklim değişikliği konusunda dünyayı kurtarma retoriği altında şirketlerin kârlarını ve serbest piyasayı payidar etmek için ABD yönetiminin casusluk, tehdit ve rüşvet kullanarak uluslararası iklim antlaşmasını manipüle ettiğini ve böylece, gelecek nesillerin hayatını hiçe sayan çok kirli işlere kalkıştığını ortaya koydu, dev Petrol Şirketi Shell’in dünyanın en büyük petrol üreticilerinden olduğu halde halkının yüzde 70’i yoksulluğun sınırı altında yaşayan Nijerya devletini pençesinde tuttuğunu, Dev ilaç şirketi Pfizer’in gene Nijerya’da başsavcının ilaç yüzünden çocuk ölümleri hakkındaki soruşturmasını engellemek için nasıl kirli oyunlara girdiğini kanıtlarıyla gösterdi, ABD’nin Pakistan’daki üstü örtülü gizli savaşının üstündeki örtüyü kaldırıp attı, BM teşkilatının hepten espiyonaj faaliyetlerine tabi tutulmasını, Atom enerji kurumunun İran’a karşı ABD’yi “tuttuğunu”, ABD’nin ve AB’nin Ortadoğu’da herhangi bir adalet arayışıyla zerrece ilgileri olmadığını; Rusya yönetiminin organize suçla elele vererek neredeyse bütünüyle bir “mafya devleti”ne dönüştüğünü; Sri Lanka yönetiminin Tamil halkının topluca katledilmesinden doğrudan sorumlu olduğunu, Britanya yönetiminin Lockerbie bombacısı olarak hüküm giyen adamı Libya’nın baskı ve şantajı karşısında serbest bıraktığını, Suudi Arabistan’ın İran’ı bombalatmak istediğini, Arap halklarının en büyük tehdit olarak İsrail’i ve sonra da ABD’yi görmesine rağmen bunların hepten yok sayıldığını hepsini hepsini gösterdi. Kısacası, önde gelen düşünür Chomsky’nin dediği gibi, ABD ve İsrail başta olmak üzere Batı yönetimlerinin aslında demokrasiden ölesiye nefret ettiklerini, halkı hiçe saydıklarını, gizliliğinse, gizli kapaklı işler çeviren devleti halkın gazabından korumaya yaradığını (ve sadece bu işe yaradığını!) adeta billur bir küreden gösterdi bize. Bütün bu dolandırıcılıkları, yalanları, cinayetleri, rüşvetleri, yolsuzlukları, sadece bir avuç diplomatik kriptoyu yayınlayarak yapıverdi. ABD’de en az 2 milyon sivil ve asker bürokratın vakıf olduğu bu bilgileri, asıl bilmesi gerekenlere, halka ve insanlara ulaştırdı. Hedef olması boşuna değil yani.

Batı demokrasisinin içinin boşalması

WikiLeaks’in neyi teşhir edip açığa çıkardığını en net anlatansa, Open University öğretim üyesi Prof. John Naughton oldu: “Aslında ortaya çıkan, batı demokratik sisteminin ne kadar içinin boşalmış olduğu... Son on yılda Batı siyasi elitlerinin beceriksizliği (yapılamayan banka regülasyonları), çürümüşlüğü (silah ticareti), azgın militarizmi gözler önüne serildi. Oysa hiçbir yerde etkili bir şekilde hesap vermeye çağrılmadılar. Onlar, aksine, delilleri karartarak, binbir yalan söyleyerek, sağı solu tehdit ederek yollarına devam ettiler. Sonunda, gizlilik perdesi nihayet üstlerinden kalktığında, gösterdikleri refleks tepki, elçiyi öldürmek oldu... Ama, politikacıları çözümsüz bir açmaz bekliyor: WikiLeaks sadece web teknolojisine bağlı değil. Kriptoların binlerce kopyası ve muhtemelen çok daha fazlası, eşler arası (peer-to-peer) teknolojilerle herkese dağıldı gitti bile. Yöneticilerimiz ya WikiLeakli dünyada, yani zeytinyağı gibi sızma bilgiler dünyasında yaşamayı öğrenecekler, ya da interneti hepten kapatacaklar. Artık onlara kalmış.”  

Daha bu yılın başında Amerikan Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’ın internet özgürlüğüne mübalağalı methiyeler düzdüğü müthiş konuşması, bugün bakıldığında bir hiciv şaheseri gibi duruyor, diyor Naughton. Gerçekten, insan bu ikiyüzlülük başyapıtı karşısında şaşakalıyor. Daha da şaşırtıcısı var ama: Bayan Clinton’ın bakanlığı 2011 Basın Özgürlüğü Günü’ne Washington DC’nin evsahipliği yapmasına karar vermiş! Gerekçe de şu: Bilginin özgür akışını sınırlayan, bireyleri susturan, sansürleyen bazı hükümetlere karşı Amerika’nın kararlığını göstermek üzere seçilmiş başkent! Rüya Şehir Washington yani. Yoksa Riya Şehir mi demeliydik? İnsan gülemiyor bile.

Her şey bize bağlı: Onların hayatta kalması da,

şeffaf bir dünya kurulması da...

Zaten, gülecek zamanımız da yok pek. Şimdi çalışma zamanı. Kolları sıvayıp Julian’ı kurtarmalıyız. Hepimiz için paha biçilmez değerde belgeleri yayınlayan ve bunu yaparken hem özgürlüğünü, hem de hayatını ciddi riske atan WikiLeaks kurucusu Julian’ı özgür ve güvenli kılmak için uğraşmalıyız. Geçen hafta Assange Guardian internet sitesinde okurlardan gelen soruları canlı olarak yanıtlarken şöyle demişti: “Arşivimize dünya üzerinden 100 binden fazla kişi ulaşabiliyor. Yani eğer bizim başımıza bir şey gelse de arşivdeki önemli bilgiler açıklanacaktır. Bunun da ötesinde arşivimiz birden fazla haber merkezinin de elinde bulunuyor. Tarih kazanacaktır. Dünya daha iyi bir yer olacak. Biz hayatta kalacak mıyız? Bu size bağlı.”

Haklı, onların hayatta kalması bize bağlı. WikiLeaks’in bir diğer sözcüsü olan İzlandalı Hrafnsson da, “Biz iyi bir şey yapıyoruz, bunu kamu yararı için yapıyoruz. Yaptığımızın tamamen yasal olduğunu düşünüyoruz. İhlal ettiğimiz herhangi bir kanun maddesi olduğuna ilişkin bir bilgi bize gelmedi, dolayısıyla, kanunları ihlal ettiğimizi düşünmüyoruz'' dedikten sonra, demistifikasyonun boyutunu çok basit bir cümle ile anlatıyordu: “Şeffaflık sağlıklı bir demokrasinin esasıdır; sırların olmadığı bir dünya, daha iyi bir dünyadır.” O da haklı. Şeffaf bir dünya kurmak da bize bağlı.

Öyleyse, haydi. Julian Assange’in hukukun üstünlüğü temel ilkesinin öngördüğü her türlü korumaya alınması için açılmış olan bir uluslararası kampanyaya katılmak için ideal noktadayız: Sempozyum broşüründe dendiği gibi, “Türkiye’nin medya merkezi” olan İstanbul Bağcılar’da, “değişimin en çok hissedildiği yer”de isek, derhal harekete geçebilmeli, dünyaya da öncü olacak bir bildiriyi şuracıkta kaleme alabilmeliyiz. Bir sonraki oturumaa geçmeden, bunu gerçekleştirebileceğimize inanıyorum. Wikileaks’in bastırılmasına girişen ABD hükümetine, öteki hükümetlere ve şirketlere bunu derhal durdurmaları için çağrıda bulunmalıyız. Susarsak, suç ortağı oluruz. Masumiyetimizi korumuş oluruz belki, ama kıdemli savaş muhabiri Chris Hedges’in deyişiyle, bu çağda masumiyet, suçlu olmak anlamına gelebiliyor maalesef …

Bitirirken 3 sorum var: Bu hamleyi: Şimdi değilse, ne zaman yapacağız? Burada değilse, nerede yapacağız? Biz yapmayacaksak, kim yapacak?

Hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum.

Wikileaks’e yapılan saldırılara karşı kampanya için bkz:

www.avaaz.org