İsveç Başbakanı Ulf Kristersson ile Cumhurbaşkanı Erdoğan görüşmesi, Rusya’nın “Nazizm’le mücadele” tasarısı ve COP27'de aşırı zenginlerin vergilendirilmesi.
Ömer Madra: Günaydın Cengiz.
Cengiz Aktar: Günaydın. İsveç Başbakanı’nın ziyaretiyle başlayalım. İsveç Başbakanı Ulf Kristersson’ın Başbakan olmasından bu yana ilk yurtdışı seyahatlerinden birinde Anıtkabir'e gitti ve Cumhurbaşkanı Erdoğan'la uzun bir toplantı yaptı. Yaklaşık bir saat uzadı toplantı. Bu toplantıların uzaması hayra alamet değildir. Diplomaside “bu işler çözülemiyor” anlamına gelir. Ve nitekim çıktıklarında işlerin hiçbir şekilde çözülmediği, en azından bir orta yol bulunmadığı ortaya çıktı. “Bir toplantı daha yapılacak” açıklaması geldi. Önümüzdeki günlerde bir heyet gelecekmiş. İsveçliler tamamen sıkışmış vaziyette. Ne yapacaklarını bilmiyorlar. Taviz verdikçe, Ankara'nın taleplerine uydukça Ankara daha fazlasını istiyor. Basın toplantısında Cumhurbaşkanı Erdoğan, İsveç’in yaptıklarının yetersiz olduğunu belirtti. Bir gazetecinin adını vererek “deport edilmesini”, Türkiye’ye verilmesini istedi.
Öncesinde de Norveçli NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg Türkiye’ye geldi ve iki gün kaldı. O da kendi teamülünün aksine Türkiye'ye nispeten sert bir telkinde bulundu. “Yeter artık. İsveç ve Finlandiya gerekeni yaptı, daha fazla bekletmeyin. Yıl sonundan önce İsveç'in ve Finlandiya'nın NATO üyeliklerini parlamentolarınızda onaylayın” dedi. İki ülkenin NATO üyeliğini bekleten diğer ülke Macaristan, Aralık ayında bunu yapacağını açıkladı.
İsveç, SDG (Suriye Demokratik Güçleri) ve PYD (Demokratik Birlik Partisi) ile olan ilişkilerini keseceği söylendi. Fakat orada IŞİD’lilerin kaldığı bir kamp var. “Kuzey Suriye Otonom Yönetimi” adlı oluşuma İsveç hükümeti para veriyor. Ama karşılık olarak İsveç vatandaşı IŞİD’lilerin orada kalmasını istiyor. Son durumda Suriyeli Kürt yetkililer de, “Haydi, bir an evvel vatandaşlarınızı alın o zaman” dediler ve orada da bir sorun çıktı. Yani İsveç bugünden itibaren küçük bir kriz dönemine girmiş durumda. Bakalım ne olacak?
Rusya’nın BM’de “Nazilerle mücadele” tasarısı
Rusya, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda bir karar tasarısı dolaştırdı ve tasarı kabul edildi. Tasarının adına kısaca “Nazizm’le mücadele” diyelim. Bütün Batı ülkeleri, Türkiye hariç, karar tasarısına “hayır” oyu verdi. Türkiye çekimser kaldı. Bu büyük bir kafa karışıklığı yarattı. Batı böyle bir şeye neden “hayır” oyu verir? Bunun bir Moskova manevrası olduğu hızla ortaya çıktı.
Ö.M.: “Ukrayna'da Nazizm’le de mücadele ediyoruz” diyor Rusya.
C.A.: Tam şark kurnazlığı. Avrupa Birliği ülkelerinin hepsi karşı oy verdi. Ve Avrupa Birliği Konseyi'nin resmî sayfasında şöyle bir ibare var: “Bugün Rusya Nazizm’le savaşmak gibi sahte bir bahaneyle Avrupa'ya savaşın dehşetini geri getirdi.” Yani Kadirov’un Nazizm’le mücadele ettiğini söylediği bir yere geldik!
Küresel eşitsizlik ve emisyonlar
“Dünya Eşitsizlik Raporu” geçen sene yayımlamıştı. Bunun üzerinde yeterince durmadık. Bu yılın raporunun da eli kulağında, Aralık başında yayımlanacak. Şu sırada Mısır'da cereyan eden COP27 ile ilgili birçok veri var. Raporda şu ifadeler yer alıyor:
Küresel nüfusun en zengin yüzde 10’u küresel gelirin yüzde 52’sini alıyor. Şimdi daha da arttı. En yoksul yarısı ise gelirin yüzde 8,5’ini kazanıyor. Yüzde 10’luk dilimde yer alan bir birey, yılda 122 bin dolar kazanıyor. Gelir dağılımının diğer yarısında yer alan, yoksul bir kişi ise 3.900 dolar kazanıyor.
Küresel nüfusun en zengin yüzde 10’luk kesimi tüm dünya zenginliğinin yüzde 76’sına sahip. Ve en eşitsiz ülkeler genelde Orta Doğu ve Afrika'da. Hem fakirlik hem eşitsizlik var. İkisi birbirini besliyor. Cinsiyet eşitsizliği ve gelir eşitsizliği anlamında yüzyıl boşa gitmiş vaziyette.
Raporda, “Bu gelir ve servet eşitsizlikleri, iklim değişikliğine katkı söz konusu olduğunda görülen eşitsizliklerle sıkı sıkıya bağlantılıdır.” ifadesi var. Yılda kişi başına ortalama 6,6 ton karbondioksit emisyonu görülüyor. En üstteki yüzde 10’da yer alan zenginler bunun yüzde 50’sinden sorumlu. En alttaki yüzde 50 ise toplamın sadece yüzde 12’sini üretiyor. Bu büyük eşitsizlikler iklim politikalarının aslında daha çok zengin, varsıl kirleticileri hedef alması gerektiğini gösteriyor.
Bir de 125 milyarder meselesi var. Bu kesim, yaptıkları yatırımlarla 393 milyon ton emisyona yol açıyor. Ve bu rakam dünyanın daha az gelirli yüzde 90’ı için sadece 2,76 ton. Bu milyarderlerin bir yılda atmosfere saldıkları sera gazı miktarı, 66 milyon nüfuslu Fransa’nın 61 yılda saldığı sera gazı miktarına eşit.
Ö.M.: Greta Thunberg’in derlediği ve yeni yayımlanan The Climate Book [İklim Kitabı] kitabında da bunlar anlatılıyor. Thomas Piketty de kitaptaki makalesinde bu konulara değiniyor.
C.A.: Yani bu 125 süper zenginin vergilendirilmesinden başlamak gerekiyor. Servet vergilerinin yüzde 80-90 oranlarında artırılması gerekiyor. Ve elde edilecek kaynakların nüfusları ve iklim değişikliğine maruz kalma oranlarıyla doğru orantılı olarak en yoksul ülkelere aktarılması gerektiği söyleniyor.