Atlas Sarrafoğlu, Greta Thunberg’in İklim Kitabı’nın girişinden bir parça okuyor ve kitap hakkında konuşuyor.
Çok uzun zamandır ihtiyacını duyduğumuzu düşündüğüm türde bir kitap var elimde. İklim krizinin kesişimselliği açısından başlıklandırılmış, sorunlar ve çözümler konusunda en iyi olanlar tarafından anlatılmış ve hiç sıkıcı olmayan bir kitap.
Greta Thunberg’in İklim Kitabı elime ulaştı geçen hafta. Şimdiden başucu kitabım olan bu kitaptan sık sık bahsedeceğim gibi görünüyor. Ama bugün için “Problemi Çözmek için Onu Anlamalıyız” başlıklı bölümü size okumak istiyorum. Annem Nil Sarrafoğlu’na hızlıca hazırladığı çeviri için teşekkür ediyorum. Bu bölüm Greta tarafından yazılmış bir önsöz niteliğinde.
İklim ve ekolojik kriz, insanlığın karşılaştığı en büyük tehdittir. Hiç şüphesiz gelecekteki günlük yaşamımızı başka hiçbir şeye benzemeyen şekilde tanımlayacak ve şekillendirecek konu bu olacaktır. Bu acı bir şekilde açıktır. Son birkaç yılda, krizi görme ve kriz hakkında konuşma şeklimiz değişmeye başladı. Ancak bu artan acil durumu görmezden gelerek ve küçümseyerek onca yılı boşa harcadığımız için toplumlarımız hâlâ inkâr durumunda. Ne de olsa bu, söylediklerinizin yaptıklarınızdan daha ağır basabileceği iletişim çağındayız. Yürürlükte herhangi bir inandırıcı iklim azaltma politikası olmamasına rağmen, kendilerini iklim lideri olarak adlandıran ve çok sayıda fosil yakıt üreten (ve yüksek emisyonlara sebep olan) ülke var. Bu, büyük bir greenwashing dönemidir…
Hayatta meseleler siyah-beyaz değildir. Kategorik cevaplar yoktur. Her şey sonsuz tartışma ve uzlaşma konusudur. Bu, mevcut toplumumuzun temel ilkelerinden biridir. Sürdürülebilirlik söz konusu olduğunda yanıtlayacak çok şeyi olan toplumumuz… Çünkü bu temel ilke yanlıştır. Siyah ve beyaz olan bazı sorunlar vardır. Gerçekten de aşılmaması gereken gezegensel ve toplumsal sınırlar var. Örneğin toplumlarımızın biraz daha fazla veya biraz daha az sürdürülebilir olabileceğini düşünüyoruz. Ancak uzun vadede biraz sürdürülebilir olamazsınız (ya sürdürülebilirsiniz ya da sürdürülemezsiniz. İnce buz üzerinde yürümek gibidir)ya ağırlığınızı taşır ya da taşımaz. Ya kıyıya ulaşırsınız ya da derin, karanlık, soğuk sulara düşersiniz. Ve eğer bu bizim başımıza gelirse, bizi kurtarmaya gelen yakınlarda bir gezegen olmayacak. Tamamen kendi başımızayız.
Ortaya çıkan bu varoluşsal krizin en kötü sonuçlarından kaçınabilmemizin tek yolunun, gerekli değişiklikleri talep eden kritik bir insan kitlesi yaratmak olduğuna içtenlikle inanıyorum. Bunun olması için, farkındalığı hızla yaymalıyız. Çünkü halkın geneli, içinde bulunduğumuz korkunç durumu anlamak için gerekli olan temel bilgilerin çoğundan hâlâ yoksun. Benim dileğim, bunu değiştirme çabasının bir parçası olmak.
Mevcut bilimin en iyisine dayalı bir kitap oluşturmak için platformumu kullanmaya karar verdim: İklim, ekoloji ve sürdürülebilirlik krizini bütünsel olarak ele alan bir kitap İklim Kitabı. Çünkü iklim krizi elbette çok daha büyük bir sürdürülebilirlik krizinin sadece bir belirtisi. Umuyorum bu kitap farklı, birbirine yakından bağlı krizleri anlamak için bir tür başvuru kaynağı olur.
2021'de çok sayıda önde gelen bilim insanını ve uzmanı, aktivisti, yazarı ve hikâye anlatıcısını bireysel uzmanlıklarıyla katkıda bulunmaya davet ettim. Bu kitap onların çalışmalarının sonucudur: İklim ve ekolojiye net bir şekilde odaklanarak sürdürülebilirlik krizinin farklı yüzlerinden bazılarını gösteren kapsamlı bir gerçekler, hikâyeler, grafikler ve fotoğraflar koleksiyonu.
Bu kitap eriyen buz sahanlıklarından ekonomiye, hızlı modadan tür kaybına, salgın hastalıklardan yok olan adalara, ormansızlaşmadan verimli toprakların kaybına, su kıtlığından yerli egemenliğine, gelecekteki gıda üretiminden karbon bütçelerine kadar her şeyi kapsayarak sorumluların eylemlerini ve iklim krizine dair gerçekleri dünya vatandaşlarıyla paylaşmış olması gerekenlerin başarısızlıklarını gözler önüne seriyor.
En kötü sonuçlardan kaçınmak için hâlâ zamanımız var. Hâlâ umut var, ama bugün olduğumuz gibi devam edersek olmaz. Bu sorunu çözmek için önce onu anlamamız gerekir. Ve sorunun tanımı gereği bir dizi birbirine bağlı sorun olduğu gerçeğini de anlamamız gerekir. Gerçekleri ortaya koymalı ve olduğu gibi anlatmalıyız. Bilim bir araçtır ve hepimizin onu kullanmayı öğrenmesi gerekir.
Ayrıca bazı temel soruları da cevaplamamız gerekiyor: İlk etapta tam olarak çözmek istediğimiz şey nedir? Amacımız nedir? Emisyonları azaltmak mı, yoksa bugün olduğumuz gibi yaşamaya devam edebilmek mi? Amacımız mevcut ve gelecekteki yaşam koşullarını korumak mı yoksa yüksek tüketimli bir yaşam tarzını sürdürmek mi? Yeşil büyüme diye bir şey var mı? Sınırlı bir gezegende sınırsız ekonomik büyümeye sahip olabilir miyiz?
Şu anda çoğumuzun umuda ihtiyacı var. Ama umut nedir? Ve kimin için umut? Sorunu yaratan bizler için mi yoksa sonuçlarından dolayı şimdiden acı çekenler için mi? Ve bu umudu yerine getirme arzumuz harekete geçmenin önüne geçip yarardan çok zarar verme riskini oluşturabilir mi?
Dünya nüfusunun en zengin yüzde 1'i, insanlığın en fakir yarısını oluşturan insanlardan iki kat daha fazla karbon kirliliğinden sorumlu. En üst yüzde 1'e dahil olan 19 milyon ABD vatandaşından veya 4 milyon Çin vatandaşından biriyseniz (net değeri sizden 1.055.337$ veya daha fazla olan herkesle birlikte) o zaman umuda ihtiyaç yoktur. En azından objektif bir bakış açısıyla yoktur.
Elbette bazı ilerlemeler kaydedildiğini görüyoruz. Bazı ülkeler ve bölgeler, CO2 emisyonlarında veya en azından dünyanın istatistiklerimizi nasıl yönettiğimize ilişkin çerçeveleri müzakere etmeye başlamasından bu yana geçen yıllarda oldukça şaşırtıcı azaltımlar rapor ediyor. Ancak, dikkatli bir şekilde yönetilen bölgesel istatistikler yerine toplam emisyonlarımızı dahil ettiğimizde tüm bu azaltımlar nasıl destekleniyor? Pazarlığını başarıyla gerçekleştirdiğimiz sözde emisyon azaltımları var. Örneğin, fabrikaları dünyanın uzak bölgelerine kurmak, dış kaynak saptamak ve uluslararası havacılık ve nakliyeden kaynaklanan emisyonları istatistiklerimizin dışında tutmak. Gerçekte artış gösteren emisyonları böylece sildiğimizi sanıyoruz. Bu ilerleme mi?
Uluslararası iklim hedeflerimizle uyumlu kalabilmek için kişi başına düşen bireysel emisyonlarımızı yılda yaklaşık 1 ton karbondioksite düşürmemiz gerekiyor. İsveç'te, ithal malların tüketimini de dahil ettiğinizde bu rakam şu anda 9 ton civarında. B ABD'de 17,1 ton, Kanada'da 15,4 ton, Avustralya'da 14,9 ton ve Çin'de 6,6 ton. Biyojenik emisyonları eklediğinizde, odun ve bitki örtüsünün yanmasından kaynaklanan emisyonlar gibi bu rakamlar çoğu durumda daha da yüksek olacaktır. İsveç ve Kanada gibi ormancılık ülkelerinde önemli ölçüde daha da yüksek.
Emisyonları kişi başına yılda 1 tonun altında tutmak, dünya nüfusunun çoğunluğu için bir sorun olmayacak, çünkü gezegen sınırları içinde yaşamak için yalnızca (eğer varsa)mütevazı bir azaltım yapmak gerekecek. Çoğu durumda, kişiler emisyonlarını oldukça önemli bir ölçüde artırabilir bile.
Ancak Almanya, İtalya, İsviçre, Yeni Zelanda, Norveç gibi ülkelerin birkaç on yıl içinde büyük sistemik dönüşümler olmaksızın bu kadar büyük azaltımlar elde edebilecekleri fikri saflıktır. Yine de, sözde Küresel Kuzey'in liderlerinin önerdiği şey bu. Bu kitabın dördüncü kısmında bu ilerlemenin nasıl gerçekleşeceğini inceleyeceğiz.
Bazı insanlar iklim hareketine şimdi katılsalar, sonuncular arasında olacaklarına inanıyor. Ama bu gerçeklikten çok uzak. Şimdi harekete geçmeye karar verirseniz, yine de öncü olursunuz. Bu kitabın son kısmı, çözümlere ve küçük, bireysel eylemlerden gezegen sistemi değişikliğine kadar gerçek bir fark yaratmak için yapabileceğimiz şeylere odaklanıyor.
Bu kitap demokratik olmayı amaçlıyor çünkü demokrasi bu krizi çözmek için en iyi aracımız. Ön saflardan yazanlar arasında ince anlaşmazlıklar olabilir. Bu kitaptaki her kişi kendi bakış açısından konuşuyor ve farklı sonuçlara varabilir. Bununla birlikte, değişim yapmak için gereken muazzam kamuoyu baskısını yaratmak istiyorsak, onların tüm ortak bilgeliğine ihtiyacımız var. Bir ya da iki iletişim uzmanı” ya da tek tek bilim insanlarının bir okuyucu olarak sizin için tüm sonuçları çıkarması mümkün değil. Bu kitabın ardındaki fikir de bu değil., Daha ziyade, Birlikte ele alındığında, bu kitaba katkı sağlamış herkes, kendi uzmanlık alanındaki bilgileri siz noktaları kendiniz birleştirebilin diye bir araya getirdi. En azından benim umudum bu. Çünkü en önemli sonuçların henüz çıkarılmadığına inanıyorum. Umarım bunlar sizin tarafınızdan çıkarılacaktır.
Climate Trace raporu
COP27 ilk 1 haftasını tamamlıyor. Önce son 2 haftadır gelen raporlara, sonra önemli olduğunu düşündüğüm Climate Trace’in raporuna bakalım.
Karbondioksit ve küresel ısınmaya neden olan diğer sera gazlarının gerçek seviyelerini kaynağında ölçen Climate Trace, dünyadaki en büyük 50 sera gazı kaynağının yarısının petrol ve gaz sahaları ve üretim tesisleri olduğunu gösteren yeni bir rapor yayımladı.
Yeni veriler, dünyanın dört bir yanındaki petrol ve gaz tesislerinden kaynaklanan sera gazı emisyonlarının, üreticilerinin iddia ettiğinden yaklaşık üç kat daha yüksek olduğunu gösteriyor.
Karbondioksitten yaklaşık 80 kat daha güçlü bir sera gazı olan metanın atmosferik seviyeleri son yıllarda kayda değer şekilde yükseliyor, ancak firmaların ve ülkelerin bildirdiği gaz emisyonları gerçek salımlardan çok daha düşük.
Climate Trace, dünyadaki emisyon kaynaklarının net bir resmini oluşturmak için yapay zekâ kullanarak, uydulardan, uzak sensörlerden ve diğer kaynaklardan elde edilen kanıtları kullanıyor. Grubun veri tabanı, Paris Anlaşması’na taraf olan tüm ülkeler için 2015’ten 2021’e kadar emisyon bilgileri sağlıyor.
Bu ülkelerden hiçbiri henüz 2021 için sera gazlarının tam bir hesabını BM’ye sunamadı ve 52 ülke son 10 yılı kapsayan herhangi bir emisyon envanteri sağlamadı.
COP27'den gündem maddeleri
Aşırı hava koşulları ve küresel ısınmayla bağlantılı tazminat konusu COP27’nin ana gündem konularından.
Zengin uluslar, gelişmekte olan ülkelerin baskısı nedeniyle, kayıp ve zarar mekanizması finansmanını müzakerelerin resmi gündemine almayı kabul etti.
Avusturya’nın önümüzdeki dört yıl içinde kayıp ve zarar kapsamında en az 50 milyon dolar vereceği duyuruldu.
Cyclone Idai, 2019’da Mozambik’i vurduğunda toplamda 1,4 milyar dolarlık hasara neden oldu ve bazı araştırmalar 2030 yılına kadar savunmasız ülkelerin iklim bağlantılı kayıplarının yılda 580 milyar dolara ulaşabileceğini gösteriyor.
Dilerseniz hangi ülkelerin kayıp ve hasar için taahhütte bulunduğuna kısaca bir bakalım:
İskoçya, geçtiğimiz sene Glasgow’da COP26 zirvesinde kayıp ve hasar fonu sunan ilk ülke oldu. 2 milyon sterlinlik taahhütte bulunan İskoçya buna ek olarak COP27’de 5 milyon sterlinlik bir bütçe daha ayırdığını duyurdu.
Kayıp ve hasar mekanizmasına fon ayıran bir diğer ülke ise Danimarka. Baltık ülkesi, Kuzeybatı Afrika’daki Sahel bölgesi de dahil olmak üzere kırılgan bölgelere odaklandı ve geçtiğimiz Eylül ayında 13 milyon dolar taahhüt etti.
Almanya ise “Küresel Kalkan Girişimi” kapsamında 170 milyon euroluk taahhütte bulundu. Almanya’nın girişimi insani yardımdaki kusurları düzeltmeyi amaçlıyor ancak arkasında yeni bir para kaynağı olmaması aktivistleri endişelendiriyor.
Bu arada kayıp ve hasar fonuna ilişkin Avusturya’nın açıklamasına göre fonlar, iklim kaynaklı doğal afetlerden zarar gören ülkelere teknik destek sağlayan bir BM programı olan “Santiago Ağı”nı ve aşırı hava koşullarına yatkın ülkelere erken uyarı sistemleri sağlayan bir programı destekleyecek.
İrlanda Başbakanı Micheal Martin de Almanya’nın “Küresel Kalkan Girişimi”ne 10 milyon euro sağlayacağını duyurdu. Bunun yanı sıra Belçika da Güney Afrika ülkesi Mozambik’e 2023’ten 2028’e kadar 25 milyon euroluk iklimle ilgili destek paketinin bir parçası olarak 2,5 milyon euro sözü verdi.
Yeni Zelandabugün gelişmekte olan ülkelerdeki kayıp ve hasarı gidermek için iklim finansmanına 20 milyon Yeni Zelanda doları tahsis edileceğini duyurdu.
Ülkelerin deneyimlediği veya deneyimleyeceği onlarca veya yüz milyarlarca dolarlık zararla karşılaştırıldığında toplam miktarlar çok küçük, ancak sembolik de olsa önemli. Tarihî sorumluluklarıyla kıyaslandığında taahhüt ettikleri miktarların oldukça az olduğunu görüyoruz.
Son olarak da Çin geçtiğimiz sene COP26’ya katılmamasına rağmen bu sene COP27’de iklim finansmanına dahil olmak istediğini söyleyerek büyük bir adım atıyor.
Deniz seviyesinin yükselmesine karşı son derece savunmasız olan Pasifik adaları ülkesi Tuvalu, COP27’de kömür, petrol ve gaz kullanımını aşamalı olarak kaldıracak uluslararası bir fosil yakıt yayılmasının önlenmesi anlaşması talep etti. Küresel ısınmanın neden olduğu deniz seviyesindeki yükselmelere karşı son derece savunmasız olan küçük Pasifik adaları ülkesi, hızla tırmanan iklim krizinin başlıca nedeni olan fosil yakıt dönemini geride bırakmak için anlaşma çağrısında bulunan ikinci ülke oldu. Pasifik ulusu Vanuatu ise ilk ülkeydi.
Tuvalu, bu çağrıyı Salı günü Mısır’daki COP27 iklim müzakerelerinde yaptı. İklim aktivistleri bu hareketi memnuniyetle karşıladı. Geçen yıl, İskoçya’daki COP26’da ülkeler, gaz ve petrol kullanımından söz edilmemesine rağmen ilk kez kömür kullanımını “aşamalı olarak azaltma” sözü verdi.
Tuvalu başbakanı Kausea Natano, “Isınan denizler topraklarımızı adım adım yutmaya başlıyor. Ancak dünyanın petrol, gaz ve kömür bağımlılığı hayallerimizi bu dalgaların altına sokmamalı. Bu nedenle, dünya çapında yüzlerce Nobel barış ödülü sahibi ve binlerce bilim insanı ile birleşiyor ve dünya liderlerini fosil yakıtlardan adil bir geçişi yönetmek için fosil yakıtların yayılmasını önleme anlaşmasına katılmaya çağırıyoruz” dedi.
Ugandalı iklim aktivisti arkadaşım Nyombi Morris’ten aldığım bilgiye göre, COP27'de herhangi bir gösteri ya da eylem yapmak isteyen aktivistler, protesto organizatörlerinin adları ve önerilen yürüyüşün ayrıntıları gibi bilgileri sağlayarak 36 saat önceden akreditasyon talebinde bulunmak zorundalarmış. Eğer eylem için onay alabiliyorsanız, gösterilere yalnızca çalışma saatlerinde ve belli alanlarda izin veriliyormuş.
Morris, bu akreditasyon sürecinin riskli olduğunu söylüyor. COP27 girişinde aktivistler olarak "konumlarımızı, nerede kalacağımızı, pasaportlarımızı, isimlerimizi sormaya başladıklarında endişelendik" dedi. “Ya tutuklanırsak diye korkuyoruz” diyen Morris, Kahire'den Şarm El-Şeyh'e yürüyüşe çıktıktan sonra tutuklanan Hintli iklim aktivisti Ajit Rajagopal'ın davasına benzer olayların olmasından çekindiklerini söyledi. Ajit, daha sonra uluslararası tepkiler sebebiyle serbest bırakılmıştı.
Dünyanın her yerinde hayatını kaybeden, hapsedilen ve kaçırılan hak savunucularının sesi olmak adına iklim aktivistleri COP27’de bir araya geldi.Farklı ülkelerden, bembeyaz giyinen ve ağızlarını beyaz bir kumaşla kapatan aktivistlerin çoğunluğunu kadınlar oluştururken farklı dillerde tek bir mesaj verdiler: “İnsan hakları olmadan iklim adaleti olmaz. Daha yenilmedik.”
Alaa Abd El-Fattah da dahil olmak üzere hapsedilen tüm hak savunucularının bir an önce salıverilmesini talep eden aktivistler, kalkınmacı ve beyaz üstünlükçü projelerin dayatılmasını kabul etmeyeceklerini duyurdu.
“Bugün burada çevreyi korurken ölenler, hapsedilenler ve kaçırılanlar için bir araya geldik” diyerek başlayan açıklamada, “Binlerce aktivist burada olmalıydı. Onların sesi olmak istiyoruz. Birçok kez terörize edilmek, korkutulmak istendik ancak bunu hiçbir zaman kabul etmedik. Yenilmedik. 500 yıllık kolonyalizmin izini görüyoruz. Atalarımız savaşmayı hiçbir zaman bırakmadı. Bu yapılanlara sessiz kalamayız. İnsan hakları sınırlandırılamaz. İklim etkilerine karşı mücadele edeceğiz. Geleceğimizin ve gezegenimizin ölmesine izin vermeyeceğiz” dendi.
Evlerini korudukları için suçlanamayacaklarını söyleyen aktivistler, asıl suçluların yozlaşmış politikacılar ve dünyayı kirleten şirketler olduğunu ekledi: “Bizi boğmaya, susturmaya çalışıyorlar ancak bir araya gelen insanlar yenilmez.”
Aktivistler, eylemleri nedeniyle öldürülen, hapsedilen veya kaçırılan hak savunucularının isimlerini sayarak, hep bir ağızdan “yenilmedik” diye haykırdı.
Başka bir hak ihlali de COP27 uygulaması ile ilgili:Siber güvenlik uzmanları The Guardian'a, uygulamanın bir kullanıcının konum fotoğraflarına, mesajlarına ve indirildikten sonra tümüne Mısır Bakanlığı tarafından erişilebilen e-postalarına erişmesini sağladığını söyledi. Uzmanlar, bu uygulamanın rejimi eleştirenleri takip etmek için kullanılabileceğinden korkuyor. Uluslararası Af Örgütü, COP27 başlamadan önce bazı uzmanların uygulamayı incelemesini sağlamışlar. Kullanıcının kamera, mikrofon, bluetooth ve konum verilerine erişilebildiğini ve farklı uygulamalarla eşleştirebildiğini söyleyen yetkililer ayrıca bu uygulamanın bir akıllı telefonda, bir uygulamanın talep edebileceği en yüksek düzeyde erişim seviyesi talep ettiğini ve zaten indirilmişse cihazın güvenliğinin ihlal edilmiş sayılması gerektiğini belirtiyor. App Store, 5.000'den fazla kişinin bu uygulamayı indirdiğini öne sürüyor.
Greenpeace İklim Buluşması
Bir de, bugün ve yarın Greenpeace Akdeniz’in Müze Gazhane’de gerçekleşen Greenpeace İklim Buluşması çağrısını duyurmak istiyorum.
Greenpeace’in daveti şu şekilde:
“Mısır’da 6 Kasım’da başlayan COP27 İklim Zirvesi, hem Türkiye hem de Dünya için tarihi bir dönemeç. Dünya’nın iklim krizinin tehdidi altında olduğunu biliyoruz. Peki, Türkiye’yi bekleyen gelecek tablosunu biliyor muyuz? Greenpeace’in son araştırmasına göre Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkeleri dünyanın diğer yerlerinden iki kat daha hızlı ısınıyor. Türkiye, bir Akdeniz Havzası ülkesi olarak daha büyük sorunların sınırında.
Kamuoyunda yaygınlaştırılmış söylemler, Türkiye’de iklim değişikliğini ve özellikle çevre felaketlerini “kader” diye etiketleyerek yöntemlerini tartışmak için Greenpeace İklim Buluşması’nı düzenliyoruz.”
Programın detaylarına greenpeace.org sayfasından ulaşabilirsiniz.
Son olarak dün akşam saatlerinde NASA’dan bilim insanı ve benim de daha önce kendisiyle röportaj yapmış olduğum Peter Kalmus özel jet terminaline kendini zincirleyerek sistem değişimi ve iklim acil durumu ilan edilmesi gerektiğini söylediği için tutuklandı. Kendini bağladığı sırada söylediklerini size iletmek istiyorum:
İklim çöküşünün bilimsel olarak ürkütücü olduğunu söylemek istedim. Herkesi IPCC özet raporlarını okumaya davet ediyorum. Toplum olarak yapmamız gereken acil duruma geçmek. Bu bir ölüm kalım meselesi. Ölümcül sıcak dalgaları var. Pakistan bu yaz su altında kalan üçüncü ülkeydi ve tüm bunlar daha da kötüye gidecek. Mega yangınlar, tarımsal çöküş, mahsul kayıpları… Toplum olarak acil durum moduna geçmemiz gerekiyor. Ve yapmıyoruz, hâlâ her şey normalmiş gibi davranıyoruz. Elektrikli araba kullanmaktan çok daha fazlasını yapmamız gerekiyor. Ayrıca daha az enerji kullanmaya başlamalıyız. Bu özel jetleri yasaklamak anlamına gelir ve bu da havacılığın emisyonlarını hızlandırır. Bunlar lüks şeylerdir, aslında onlara ihtiyacımız yoktur. Bana göre, sanki hiçbir şey yanlış değilmiş gibi etrafta uçtuğumuz sürece, havacılık katlanarak büyümeye devam ettiği sürece, ki şimdi bunlar oluyor, toplumumuz bu acil durumu ciddiye almıyor. Acil durum moduna geçmemiz gerekiyor.