"Mikroplastikler: Vücudumuzdan okyanusa kadar her yerdeler"

-
Aa
+
a
a
a

İklim Kuşağı Konuşuyor'da Atlas Sarrafoğlu, dünyadaki iklim haberlerine yer verirken, çevre yönetimi konusunda yeni bir çağ başlatabileceğimizin altını bir kez daha çiziyor.

""
"Mikroplastikler: Vücudumuzdan okyanusa kadar her yerdeler"
 

"Mikroplastikler: Vücudumuzdan okyanusa kadar her yerdeler"

podcast servisi: iTunes / RSS

İklim Kuşağı Konuşuyor programına hoş geldiniz. Bugünün alınmayan önlemleri, iklim inkarcılığı, yeşil badana, doymayan açgözlülük, vurdumduymazlık ve bencilliğin sonuçlarına katlanmak zorunda kalan bir kuşağın temsilcisi, bir sesi olmak için her Cuma yarım saat sizinle oluyorum. Son dört senedir programı size aksatmadan ve çok severek hazırlıyor ve sunuyorum. Bu hafta da sizin için farklı bir çok haber seçtim.

İlk haberim ne yazık ki bir kez daha kandırıldığımızla ilgili…

Daha önceki programlarda bahsetmiştim ki sabahları Ömer Madra ve Özdeş Özbay da Açık Gazete programlarında sık sık dile getiriyorlar, büyük petrol şirketlerinin 1917’ye kadar dayanan fosil yakıt kaynaklı iklim krizinin geleceğini bildikleri raporlar var. Biliyorlardı, susuyorlardı ve kamuoyunu kandırmaya devam ediyorlardı.

Yıllardır kandırıldığımızın bir örneği de plastik geri dönüşümü hakkındaki gerçeklerin bilimsel olarak ortaya konulmasıyla ortaya çıktı. Plastik üreticileri 30 yılı aşkın süredir geri dönüşümün ekonomik veya teknik açıdan uygulanabilir bir plastik atık yönetimi çözümü olmadığını biliyormuş. Yeni bir rapora göre bu, onları plastik geri dönüşümünü pompalamaktan alıkoymadığını gösteriyor.

Petrol ve gazdan yapılan plastiğin geri dönüştürülmesinin oldukça zor olduğu biliniyor. Kimyasal olarak farklı binlerce plastik çeşidinin çoğu birlikte geri dönüştürülemediğinden bunu yapmak için titiz bir ayırma gerekiyor.

Yeni yayınlanan rapor, sektörün bu varoluşsal zorlukları onlarca yıldır bildiğini ancak bu bilgiyi pazarlama kampanyalarında gizlediğini gösteriyor.

1950'lerde plastik üreticileri, ürünleri için sürekli büyüyen bir pazar sağlamak amacıyla tek kullanımlık plastik fikrini ortaya attı. Sonraki yıllarda sektör, kamuoyuna plastiklerin kolaylıkla çöp alanlarına atılabileceğini veya çöp yakma fırınlarında yakılabileceğini söyledi. Ancak küresel olarak 1980'lerde belediyeler market poşetleri ve diğer plastik ürünleri yasaklamayı düşünmeye başlayınca, sektör yeni bir çözüm olarak geri dönüşümü teşvik etmeye başladı.

Bununla birlikte, 1986’da yayınlanan bir raporda plastiklere yönelik geri dönüşümün kalıcı bir katı atık çözümü olarak kabul edilemeyeceği belirtildiği halde Plastik Endüstrisi Derneği 1988’de geri dönüştürülebilir plastiğin yaygın olarak tanınan sembolü olan ‘Mobius’ işaretini piyasaya sürdü ve onu ambalajlar üzerinde kullanmaya başladı.

Raporu yayınlayan Fosil Yakıt hesap verebilirliği savunuculuğu grubu Center for Climate Integrity Başkanı Richard Wiles, "Şirketler yalan söyledi. Yaptıkları açıkça dolandırıcılık," dedi.

Dünyanın farklı yerlerinde farklı yüzlerini gördüğümüz iklim krizi, Meksika’da Türkiye’deki gibi kuraklık olarak hissediliyor.

Yaklaşık 22 milyon insanın yaşadığı geniş bir metropol ve dünyanın en büyük şehirlerinden biri olan Mexico City, iklim değişikliğinin etkileriyle birlikte coğrafya, kaotik kentsel gelişim ve altyapı sızıntıları da dahil olmak üzere bir dizi sorunla birlikte ciddi bir su kriziyle de karşı karşıya.

Yıllar süren anormal derecedeki düşük yağışlar, daha uzun kurak dönemler ve yüksek sıcaklıklar, halihazırda artan talebi karşılamakta zorlanan su sistemine stres kattı. Yetkililer, rezervuarlardan pompalanan suya önemli kısıtlamalar getirmek zorunda kaldı.

Politikacılar her türlü kriz algısını hafife alıyor ancak bazı uzmanlar durumun artık kritik seviyelere ulaştığını ve birkaç ay içinde Mexico City'nin büyük bir bölümünde muslukların kuruduğu ‘sıfırıncı güne’ yaklaşabileceğini söylüyor.

Bir de bir Türk bilim insanından bir haber vermek istiyorum…

Okyanus Vakfı ve Antarktik Bilimsel Araştırmalar Komitesince hazırlanan ‘Kutup Bilimlerinde 100 Kadın Projesi’ne giren ilk Türk kadın olan Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Dekan Yardımcısı Doç. Dr. Ebru Caymaz, 2013’ten bu yana Norveç - Svalbard, Grönland, İzlanda ve Kuzey Kutbundaki Arktik bölgesinde sürdürdüğü çalışmalar kapsamında Norveç‘in kuzeyinde bulunan Lofoten Adalarına gitti.

Kuzey Kutup Dairesindeki adalarda 15 gün kalarak özel izinle dalış yapan Doç. Dr. Ebru Caymaz, deniz habitatında küresel ısıtmanın etkilediği kelp yani deniz yosunları ormanlarında istilacı hale gelen deniz kestanelerinin verdiği zararı kamerasıyla kaydetti. Kayıtlarda, deniz kestanelerinin boyutlarının sudaki ısınmanın etkisiyle büyüdüğü, deniz bitkilerinin yapraklarının büyük ölçüde yok olduğu ve sadece gövdelerindeki dalların kaldığı dikkati çekti. Ebru Caymaz’ı bir gün İklim Kuşağı Konuşuyor programına konuk olarak almayı çok isterim.



Şimdi de bir fosil yakıt sektörü müjdesi var sırada!!!

Shell, petrol ve gaz alanında bir iklim teknolojisi girişimi başlatmış. Evet, yanlış duymadınız. Onward isimli girişim, geçen yıl petrol ve doğal gazdan 28 milyar dolar kar elde eden Shell şirketine ait.

Onward, 'temiz enerji geleceği' vizyonunu öne sürmesine rağmen, uzmanlar bunun gibi girişimlerin fosil yakıt firmalarının yeşil yıkama planının bir parçası olduğunu söylüyor. Bu yeni girişim, bu ayın başında enerji ve iklim sorunlarıyla mücadele etmek için dünya çapında binlerce yenilikçiyi bir araya getirme vaadinde bulundu.

Şirketin web sitesinde enerji inovasyonuna giden yolları hızlandırdığı, yenilik, işbirliği ve girişimcilik için bir merkez olarak hizmet ettiği ve net sıfır geleceğin faydalarının ilgi çekici, kanıta dayalı bir resmini oluşturduğu belirtiliyor.

Bununla birlikte Drilled ve The Guardian tarafından yapılan bir analiz, bol miktarda yeşil görsel ve dile rağmen, yakın zamana kadar Studio X olarak adlandırılan platformun çoğunun petrol ve gaz sonuçlarını iyileştirmeye odaklandığını ortaya çıkardı.

Sitenin ‘Projeler’ bölümü, petrol ve doğal gaz arama alanında düzinelerce işe ev sahipliği yapan kısa vadeli bir iş ilanı panosu niteliğinde. Açıklamaları mevcut olan beş projeden biri hariç tümü açıkça petrol ve gaz üretimine yönelikken, platformda arşivlenen işlerin birçoğunun da petrol ve gaz üretimine yönelik olduğu görülüyor.

Rutgers Üniversitesi'nde gazetecilik ve medya profesörü olan Melissa Aronczyk, iklim krizini çözmek için işbirliğine yapılan vurgunun petrol ve doğal gazda kamu iletişiminde sürekli olarak ortaya çıktığını söyledi, "İşbirliği fikrinin arkasında herkesin bu harekette eşit paydaş olduğu ve iklim değişikliğiyle mücadelede hep birlikte olduğumuz fikri yatıyor ama gerçekte olan bu değil.” Aroczyk, son Birleşmiş Milletler iklim toplantılarında petrol ve gaz şirketlerinin, onların lobicilerinin ve diğer çevreyi kirletenlerin işbirliği kisvesi altında sürekli olarak masaya davet edildiklerine dikkat çekti ki bu davetler, onların ihtiyaç duyulan eylemi daha fazla engellemelerine olanak sağladı.

Shell, bu tip girişimleri her ülkede farklı şekillerde ilerletmeye çalışıyor zaten. Örneğin, Afrika’daki yerel aktivistler ve uluslararası çevre grupları, Shell'in aşırı kirli Nijer Deltası’ndaki çevresel ve sosyal sorumluluklarından kaçmaya çalıştığını iddia ediyor.

Londra merkezli şirket, deltadaki kara varlıklarını işleten yan kuruluşu Shell Petroleum Development Company'i yerel şirketlerden oluşan bir konsorsiyum olan Renaissance Africa Energy Company'e satmaya çalışıyor. Shell, 2,4 milyar dolarlık elden çıkarma anlaşmasının ‘Nijerya petrol ve gaz sektörünün daha geniş yeniden yapılandırılmasının’ bir parçası olduğunu söyledi. Ancak Hollandalı kar amacı gütmeyen Çok Uluslu Şirketler Araştırma Merkezi (SOMO), geçtiğimiz Çarşamba günü bir rapor yayınladı ve Shell'in terk ettiği petrol altyapısından kaynaklı kirliliğin toksik mirasının sorumluluğunu üstlenmediği ve güvenli bir şekilde hizmetten çıkarılmasını sağlamadığı sürece deltada yatırım yapmasına izin verilmemesi gerektiğini belirtti.

Her şekilde büyük şirketlerin sorumluluklarından kaçmak amacıyla çeşitli şekillere girme ve yeşil badana ile kandırma yolları genişliyor, bunu açıkça görebiliyoruz.


Şimdi de sırada bir vurdumduymazlık örneği olarak, fon konularından biri var. Haber ABD'deki tarım fonları ile ilgili…

Kâr amacı gütmeyen Çevre Çalışma Grubu tarafından hazırlanan yeni bir rapora göre, ABD'de ‘iklim dostu’ tarıma yönelik federal fonların yarısından fazlası, sera gazı emisyonlarını azaltması pek mümkün olmayan ve hatta bazı durumlarda bunları artıracak olan tarım uygulamalarına gidiyor.

ABD Tarım Bakanlığı, ‘iklime duyarlı’ tarım uygulayan çiftçilere vermek üzere üç milyar dolardan fazla para ayırdı ancak bunun kabaca 1,9 milyar doları aslında uzmanların iklim kriziyle mücadele etmediğini söylediği uygulamalara harcanıyor.

Hafta içinde yayınlanan rapor, bakanlığın en büyük koruma programlarından biri olan Çevresel Kalite Teşvik Programı'nı ele alıyor. Çevre dostu tarımı teşvik etmek için tasarlanan program, emisyonları azalttığı veya karbonu ayrıştırdığı kanıtlanmış bir dizi koruma uygulaması için ödeme yapıyor.

Çevre Çalışma Grubu raporunu yazan tarım ekonomisti Anne Schechinger, "Bu paranın büyük bir kısmı iklim açısından kanıtlanmış faydaları olmayan uygulamalara gidecek. Çiftçilerin emisyonlarını azaltmalarına yardımcı olacak bu federal programların dışında pek bir şey yok. Yani eğer bu para doğru uygulamalara gitmez ise o zaman ABD'deki tarım bir bütün olarak emisyonlarını azaltamayacaktır," açıklamasında bulundu.

Avrupa’daki tarım pratiklerine bakarsak; Küresel Adil Ticaret CEO’su Sandra Uwera Murasa Avrupa'nın çiftçileri ve onların ihtiyaçlarını ön planda tutması gerektiği konusunda, bunu yapmanın tek yolunun kökleri agroekolojik ilkelere dayanan sürdürülebilir tarıma dayalı bir gıda sistemi dönüşümüne doğru ilerlemek olduğunu yazmış.

Hatırlarsanız, çok yakın bir geçmişte Avrupa çapında çiftçiler enflasyonu, dış rekabeti ve iklim değişikliğiyle mücadelenin maliyetini protesto etmek için traktörlerine binip sokaklara dökülmüştü.

Protestolar, çiftçilerin sesini politika yapıcılara duyurmak açısından önemli olsa da asıl ihtiyaç duyulan şey, küresel olarak tarımsal ekolojiye geçişi destekleyen politikalar ve teşviklerdir. Ve Avrupa politikası bunu mümkün kılmada rol oynayabilir.

Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü, tarımsal ekolojinin ‘sürdürülebilir ve adil bir gıda sistemi için ele alınması gereken sosyal hususları merkeze koyarken bitkiler, hayvanlar, insanlar ve çevre arasındaki etkileşimleri optimize etmeyi amaçladığını’ belirtiyor. Ancak basitçe ifade etmek gerekirse, tarım - gıda sistemlerinde temel bir dönüşüm sağlamak, kırsal yoksullukla mücadele etmek ve iklim değişikliğine uyum sağlamak için uygulama, bilim ve harekettir.

Ve şimdi de sırada mikroplastikler! Vücudumuzdan okyanusa kadar her yerdeler.

Bilim insanlarının dört farklı insan plasentasında yüzen mikroplastikleri ilk kez bulmasının üzerinden üç yıldan fazla zaman geçti ve ortaya çıktı ki bu buzdağının sadece görünen kısmıydı. Birkaç yıl sonra, 2023'ün başında araştırmacılar, en az 17 farklı plasentada mikroskobik plastik atık parçacıkları bulduklarını duyurdular. 2023'ün sonunda Hawaii'de yapılan yerel bir araştırma, 2006 - 2021 yılları arasında bağışlanan 30 plasentayı analiz etti ve plastik kirliliğinin zaman içinde önemli ölçüde arttığını ortaya çıkardı.

Yeni bir teknik kullanan araştırmacılar, şimdiye kadar ki en büyük plasenta örneğinde boyutu bir mikrondan daha küçük olan küçük plastik parçacıkları ve lifleri tespit etti. Ekip, incelenen 62 doku örneğinin her birinde çeşitli konsantrasyonlarda mikroplastik buldu.

Bu plastik kirliliğin fetüsün veya annenin sağlığına ne gibi etkileri olduğunu henüz kimse bilmiyor. Mikroplastikler, beyin de dahil olmak üzere insan vücudunun her önemli organında bulunmuş olsa da bu kirleticilerin geçici ziyaretçiler mi yoksa kalıcı ve sağlığa yönelik birikmiş tehditler mi olduğu bilinmiyor.

Yeni çalışma, insan kanı ve dokusundaki plastikleri taramak için yeni, yüksek çözünürlüklü bir teknik kullanıyor. İlk olarak araştırmacılar, çok küçük molekülleri ayırmak için kimyasallar ve son derece yüksek hızlı ultra santrifüjler kullanarak biyolojik malzemenin çoğunu plastik katılardan ayırdı. Daha sonra spesifik bileşenlerini belirlemek için polimerleri parçaladılar.

62 plasenta örneğine uygulandığında teknik, plasentada bulunan tüm plastiklerin yarısından fazlasının polietilen olduğunu ortaya çıkardı. Bu, gezegenimizde en yaygın olarak üretilen ve tek kullanımlık torba ve şişelerin çoğundan sorumlu olan plastiktir. Plasentada tanımlanan diğer plastik parçacıklar arasında polivinil klorür, naylon ve polipropilen yer alıyor. Bunların hepsi, muhtemelen onlarca yıllık olup insanlar tarafından solunmadan veya yutulmadan önce çevrede yıllarca yıpranmış ve oksitlenmiştir.

Çalışmanın yazarları, "Bu yöntem, klinik meta verilerle eşleştirildiğinde, nano MP'lerin olumsuz gebelik sonuçları üzerindeki potansiyel etkilerini değerlendirmede çok önemli olacaktır." Görünüşe göre, mikroplastikler 1700'lerin ilk yarısına kadar uzanan tortu katmanlarında bile bulunuyorlar ve bu da mikroplastiklerin, modern insanların dokunmadığı ortamlara bile sızma konusundaki yeteneğini gösteriyor.

Avrupalı araştırmacılardan oluşan bir ekip, Science Advances dergisinde yayınlanan bir çalışmasında ayrıntılı olarak belirttiği üzere Letonya'daki üç gölde tortu katmanlarını inceledikten sonra bu endişe verici keşfi yaptı.

Bilim insanları, dünyadaki geçmiş olayları incelemek için uzun süredir kül veya buz katmanları kullanıyordu ve bu da mikroplastiklerin antroposen için güvenilir bir kronolojik işaretleyici olarak hizmet edip edemeyeceği sorusuna yol açtı. Açıkça yeni araştırma ile 1733'ten kalma biri dahil olmak üzere kazılan tortunun her katmanında mikroplastik bulundu.

Bilim insanları, "İncelenen tortu profillerindeki mikroplastik dağılımının yorumlanmasının belirsiz olduğu ve kesinlikle antroposen döneminin başlangıcını göstermediği sonucuna vardık," diye yazdı.

Mikroplastiklerin jeolojik çağın zayıf bir belirteci olduğu sonucuna varan çalışmanın yanı sıra, mikroplastiklerin kesinlikle her yere ulaşma konusundaki olağanüstü yeteneğini de gösteriyor.

Gezegenimizin en uzak bölgesi olan Antartika bile bu durumdan muaf değil. Bilim insanları birçok buz örneğinde görünüşe göre rüzgarla gelmiş olan mikroplastikler buldu. Belki de en endişe verici olanı, bilim insanlarının organlarımızda mikroplastikler bile bulması ve araştırmacıların bunların zararlı etkileriyle daha yeni boğuşmaya başlamasıdır.

İleriye dönük olarak karşılaştığımız en büyük zorluklardan biri çevremizdeki mikroplastiklerden nasıl kurtulacağımızdır. Araştırmacılar kirli toprağa huş ağacı dikmekten su filtrelerine kadar yeni yaklaşımlar aramaya başlıyor. Mikroplastiklerin her yerde bulunmasına ve plastik ürünlere olan süregelen bağımlılığımıza bakılırsa, kesin olan bir şey var: Bu kolay olmayacak.

Yeni araştırmalara göre ise musluk suyunu kaynatıp filtrelemek, içtiğiniz mikroplastik miktarını önemli ölçüde azaltabiliyor. Son araştırmalar, çapı milimetrenin binde biri kadar küçük plastik parçaları olan nano ve mikroplastiklerin neredeyse her yerde bulunduğunu ortaya çıkardıktan sonra Çevre Bilimi ve Teknoloji Bülteni’nde yayınlanan yeni bir çalışma, mineral bakımından zengin suyun sadece beş dakika kaynatılmasının, maruz kaldığınız mikroplastik miktarını %90'a kadar azaltabileceğini buldu.

Bilim insanları mikroplastiklere maruz kalmayla ilişkili sağlık risklerini yeni yeni anlamaya başlıyorlar ancak giderek artan kanıtlar plastiklerin vücutta birikebileceğini ve oksidatif stresi, iltihabı, insülin direncini ve karaciğer sorunlarını tetikleyebileceğini gösteriyor.

Yaklaşan çevresel krizlerle boğuşan bir dünyada, karşılaştığımız en büyük düşmanların dış güçler ya da aşılmaz zorluklar değil; daha çok ilgisizlik, bencillik ve açgözlülükten oluşan sinsi bir üçlü olduğu açıkça ortada. Gezegenimizin amansız yıkımına göz yummamıza, Toprak Ana'nın acil çığlıklarını sadece ‘sorunlar’ olarak görmememize olanak sağlayan şey ilgisizliktir. Bizi tüm yaşamın birbirine bağlı olduğu konusunda kör eden, kısa vadeli kazanımları ekosistemlerimizin uzun vadeli sürdürülebilirliğinden üstün tutan bencilliktir. Sonuçlarını umursamadan doymak bilmeden tükettiğimiz doğal kaynakların amansızca sömürülmesine neden olan da açgözlülüktür.

Ancak, bu içler acısı manzaranın ortasında bile umut var. Çünkü bu yıkıcı güçlere meydan okumak ve statükonun üzerine çıkmak her birimizin içinde vardır diye düşünüyorum. Kolektif uykumuzdan uyanmak, kendi içimizdeki ve başkalarındaki empati, şefkat ve fedakarlık alevlerini ateşlemek bizim görevimiz.

Ne kadar küçük olursa olsun bireysel eylemlerimizin derin etkiler yaratma gücüne sahip olduğunu kabul etmeliyiz. İlgisizliği bir kenara bırakarak, özveriyi benimseyerek ve açgözlülüğün cazibesini reddederek, çevre yönetimi konusunda yeni bir çağ başlatabiliriz. Gezegenimizin ve onu evi olarak gören herkesin, sürdürülebilir ve uyumlu bir geleceğe olan sarsılmaz bağlılığımızdan daha azını hak etmediği inancıyla hareket ederek, ortak bir amaç etrafında birleşerek, bu göz korkutucu ama dönüştürücü yolculuğa birlikte çıkalım sayın dinleyiciler!

Büyük Ev Ablukada grubundan sizin için seçtiğim şarkı “HEPSİNE NE FENA”.

Haftaya Cuma yine 14:00’de İklim Kuşağı Konuşuyor programında görüşene dek, kendinize, sevdiklerinize ve gezegenimize lütfen iyi bakın!