"Etkili iklim planlarının açıklanması daha doğru bir politik tavır"

-
Aa
+
a
a
a

Atlas Sarrafoğlu, İklim Kuşağı Konuşuyor'da avukat Deniz Bayram ile Portekizli altı gencin Türkiye de dahil 32 ülkeye açtığı tarihi iklim davasını değerlendiriyor.

""
Altı Portekizli gencin 32 ülkeye karşı açtığı dava
 

Altı Portekizli gencin 32 ülkeye karşı açtığı dava

podcast servisi: iTunes / RSS

Atlas Sarrafoğlu:Sevgili Açık Radyo dinleyicileri, İklim Kuşağı Konuşuyor programına hoş geldiniz. Bu hafta iklim davaları açısından oldukça hareketli geçti.

Dünyanın dört bir yanında gençler olarak hükumetlerimizin yeterince hırslı emisyon azaltımlarında bulunmadıklarına inanıyor ve bizlerin geleceği üzerine bir kumar oynandığını düşünüyoruz. Bu konuda farklı ülkelerde hızla artan iklim davaları açılıyor. Bu davalar sonucunda hükumetlerin, gençlerin sağlıklı birer gelecek hakkını korumak için harekete geçmek zorunda kalacağını umuyoruz. Ben de bugün hem geçtiğimiz Çarşamba günü Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde(AİHM) gerçekleşen Duarte Davası ve Türkiye’deki ilk iklim davası üzerine konuşmak için davamızın avukatı Deniz Bayram’ı programa davet ettim. Kısaca açıklamak gerekirse, altı Portekizli gencin 32 ülkeye karşı açtığı dava, Duarte davası olarak da biliniyor.

Andre Oliveira (merkez sol), Catarine Mota (merkez sağ), kardeşler Martim, Mariana ve Claudia Agostinho, 27 Eylül 2023'de Strazburg'da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi önünde protesto düzenlediler ve 32 Avrupa hükümetini, yeterince çözüm bulma konusunda başarısız oldukları için insan haklarını ihlal etmekle suçladılar. (AP/Jean-Francois Badias)

Sevgili Deniz Bayram, programıma hoş geldin. Uzun zamandır seninle bir program yapmak istiyordum. Duarte duruşması üzerine bugün buluşabildiğimiz için çok sevindim. Şöyle tatlı bir anımı da dinleyicilerle paylaşmak istiyorum Deniz Bayram’la ilgili öncelikle; Ben 11 yaşındayken, ilk küresel iklim grevimi Bebek Parkı’nda düzenlediğimde yanıma gelip, “Ben senin avukatın olmaya adayım,” demişti ve beni o günden bu yana hiç yalnız bırakmadı. Tabii ben o zamanlar neden bir avukata ihtiyacım olsun ki diye düşünmüştüm ama bugün baktığımda ne kadar saf düşünmüşüm diyorum. Yıllardır açmak istediğim davayı sonunda, tarihi yanlış hatırlamıyorsam 8 Mayıs’ta açmak için başvuruda bulunduk. Tüm bunlar hakkında konuşacağız kendisiyle. Sevgili Deniz Bayram, öncelikle seni tanıyabilir miyiz?

Deniz Bayram: Merhaba. Öncelikle beni bu programa davet ettiğin için çok teşekkür ederim. Yaklaşık on yılı aşkın bir süredir kadın hakları, cinsiyet temelli ayrımcılığın önlenmesi, kadına yönelik şiddetin ortadan kaldırılması konusunda olduğu gibi çevrenin korunması, enerji politikaları, enerji dönüşümü, iklim krizine karşı mücadelede hukuk politikaları ve hukukun rolü dair çeşitli çalışmalarda bulunuyorum. Bu çalışmaların bir kısmı araştırma çalışmaları, bir kısmı hukuk politikalarının analiz edilmesi, çeşitli yasaların incelenmesi, bu yasalarla ilgili boşlukların ortaya çıkarılması, eksikliklerin ya da uygulama sorunlarının tespit edilmesi gibi hukuk araştırmalarına odaklanabildiği gibi, aynı zamanda bugün bu programda da bir hayli bahsedeceğimiz iklim davası gibi bazı stratejik alanlarda, stratejik yöntemlerle ve argümanlarla stratejik dava çalışması yapmak gibi çeşitli faaliyetlerde bulunuyorum.



İklim ve çevre alanındaki çalışmalarım yaklaşık dokuz yıl önce başladı. Türkiye'de kömür yakıtlı termik santrallerin elektrik üretiminde önceliklendirilmesi, kömür madenciliğinin çok hızlı bir şekilde yaygınlaşması, kömür santral projelerinin artmasıyla birlikte elektrik üretiminde bu yanlış kararların, ‘yanlış hukuk politikaları’nın -tabii ki çünkü bu stratejik önceliklendirme beraberinde politikasıyla birlikte geldi- bu hukuk politikalarının analiz edilmesi ve çevreye, iklim krizinin nasıl tetiklemeye devam ettiği, iklim değişikliğini nasıl daha ciddi ve geri dönüşü mümkün olmayan eşiklere getirdiğiyle ilgili çalışmalarımla başladı. Bu kapsamda özellikle son derece yetersiz bir şekilde hazırlanan ya da yanlış bilgilerle hazırlanan bu santral projelerinin çevresel etki değerlendirmelerini (ÇED) takip etmek, hukuka uygunluğunun denetlenmesi için yargı, hukuk, dava yolunu kullanmak gibi çeşitli çalışmaların içinde bulundum. Bugün Türkiye'de iklim ve çevre alanında çalışan çeşitli sivil toplum kuruluşlarına danışmanlık yapıyorum. Tabii bu programın konusu itibariyle esas olarak altını çizmek istediğim bir işim daha var; o da seninle birlikte, sevgili Seren ve Ela adına da açmış olduğumuz Türkiye'nin Paris İklim Kapsamında Birleşmiş Milletler'e (BM) sunmuş olduğu güncellenmiş ulusal katkı beyanının, bu beyanda yer alan iklim taahhütlerinin emisyon azaltım olarak ifade edilen ama aslında azaltım değil bir emisyon artırım kararı olan sera gazı emisyonu rejiminin ve adaptasyon politikalarının yetersizliği ve bu yetersiz iklim taahhütlerinin, yetersiz iklim planlarının sizlerin insan haklarını ihlal ettiği argümanı üzerinden açmış olduğumuz davayı yürütmek.

A.S.: Hükumetlerin emisyonlarını yeterli düzeyde azaltma konusundaki eylemsizliğinin gençlerin insan haklarının ihlali olduğu çok açık aslında. Duarte Davası’nı ve bu kapsamdaki taleplerini bize anlatabilir misin ve elbette, dava kazanılırsa, bu sonuç hükumetlere nasıl yansıyacak?

Hollanda yüksek mahkemesi 20 Aralık 2019'da, Urgenda çevre grubunun açtığı çığır açıcı davada, hükumete sera gazlarını 2020 yılına kadar en az yüzde 25 oranında azaltma talimatı verdi. (AFP/Getty Images)

D.B.: Portekiz'e karşı Duarte Davası’ndan önce bugün tüm dünyada iklim davalarının önemine çok kısaca değinmek istiyorum Bu alanda öncü dava ve aslında birçok davaya da ilham olan, stratejik olarak yön veren dava olarak ifade edebileceğimiz Hollanda hükumetine karşı açılan Urgenda Davası olarak da bilinen dava. İlk defa bir mahkemenin devlete sera gazı emisyon azaltım taahhütlerinin ve iklim değişikliğiyle mücadele planlarının yeterli olmadığı kararıyla birlikte, devletin daha iddialı bir sera gazı azaltım taahhüdü konusunda bir karar ile davayı sonuçlandırdı mahkeme ve bu dava esasen sadece Hollanda'da kazanılmış bir dava olmadı. Aynı zamanda bütün dünyada, devletlerin iklim değişikliği alanında etkili adımlar atması konusunda zorlanabilecekleri bir hukuk alanı açtı. Adeta domino taşı etkisi gibi art arda davalar açılmaya başlandı. Bu davaların bir kısmı açıldıkları ülkelerde olumsuz sonuçlansa da özellikle son yıllarda Belçika'da kazanılan davada, Almanya'da yine gençlerin açtığı dava gibi zaferle sonuçlanan davalar da oldu.

Esasen bu davalar olumsuz sonuçlansa bile davanın açılması dahi şunu ortaya koyuyor; devletler iklim politikalarını belirlemekte sınırsız bir yetkiye, sınırsız bir inisiyatife sahip değil. Çünkü bugün iklim krizi ciddi bir biçimde hayatlarımızı etkiliyor, gündelik hayatlarımızı etkiliyor. Aşırı hava olayları gibi ciddi yıkımlarla birlikte geliyor. Çok net bir şekilde sıcak dalgalarının, örneğin sağlık etkisi gibi, artık fiziksel etkilerini, psikolojik etkilerini insanlar ciddi oranda deneyimlemeye başladılar. Dolayısıyla devletlerin iklim krizine karşı etkili planlar oluşturmaması ya da oluşturamaması hukuk politikalarını devreye sokamaması, uygulamaması artık beraberinde hak ihlalleriyle birlikte anılmaya başlandı ve bu hak ihlalleri aslında hukuk dünyasında ihmali olan devletlere karşı bir hukuki mücadele alanı açtı. Hak ihlallerine karşı haklarımızı savunmak için yasalar var. İnsan hakları var. Temel hak ve hürriyetlerimizi güvence altına alan sözleşmeler var.

Duarte Davası’nda Portekizli altı genç, ilk başta 33 ülkeye yani Ukrayna'ya karşı da bir başvuru yapılmıştı ancak Ukrayna Savaşı’nın başlamasıyla birlikte Ukrayna'ya karşı yapılan başvurudan feragat edildi ve sonuçta 32 ülkenin iklim acil durumunun koşullarına uygun olarak harekete geçmediğini, bunun da insan haklarını etkilediği iddiası ile doğrudan AİHM’ye başvurdu. Portekiz'e karşı Duarte Davası, yaşları 10 ila 23 arasında değişen Portekiz vatandaşı olan başvurucuların iklim değişikliğine katkıda bulunan ve bunu artık iklim krizi seviyesine getiren ve diğer tüm etkilerinin yanı sıra başvuranları etkileyen sıcak hava dalgalarına neden olan 33 Avrupa Konseyi üyesi ülkeye -Türkiye dahil olmak üzere- yapılmış bir başvurudur. Bu ilk başvuruda 33 ülkeye karşıydı, daha sonra ise 32’ye düştü. Bu 32 ülkede kaynaklanan kirletici sera gazı emisyonlarıyla ilgili bir dava.


Başvurucular, Paris İklim Anlaşması doğrultusunda özellikle ilgili 32 devletin sözleşmenin ikinci maddesi kapsamında güvence altına alınan yaşam hakkı ve sekizinci maddesi kapsamında güvence altına alınan özel hayata saygı hakkı kapsamında pozitif yükümlülüklerini yerine getirmediklerinden şikayet ediyorlar. Başvurucular, iklim krizinin özellikle kendi nesillerini daha çok etkilediğini, iklim krizinin gelecekte ortaya çıkması muhtemel, bilimsel olarak da kanıtlanmış etkileri de göz önünde bulundurulduğunda geleceklerinin de ciddi tehdit, risk altında olduğunu ifade ederek sözleşmenin ikinci ve sekizinci maddesiyle birlikte yani yaşam hakkı ihlali ve özel hayata saygı hakkı ihlaliyle birlikte aynı zamanda kendilerinin yaşa dayalı olarak da bir ayrımcılığa maruz kaldığını, bu nedenle sözleşmede ayrımcılık yasağını düzenleyen 14. maddenin de kendilerine karşı Avrupa Konseyi üyesi olan bu 32 devlet tarafından ihlal edildiğini iddia ediyorlar ve savunuyorlar.

A.S.:
Küresel ısıtmanın 2100’a kadar 3 °C ve üstü hatta daha kötü felaketlerle karşı karşıya kalacağını düşünürsek, bu gerçek bir kabus. Karar vericiler olsun, büyük şirket yöneticileri olsun, çocuklarının, torunlarının böyle bir felaketle karşı karşıya kalmasına nasıl izin verebilir anlaşılır gibi değil aslında. Hatta geçtiğimiz hafta New York’taki İklim Haftası’nın açılışında Genel Sekreter António Guterres ,“İnsanlık cehennemin kapılarını araladı,” demişti. Oysa hala yeterince hırslı hedef yok, kanunlar yok. AİHM’de şu anda, İsviçre’ye karşı ‘Klima Seniorinnen’ ve Fransa’ya karşı Carême’ ismi verilen iki tane daha iklim davası olduğunu öğrendim. Bu iklim davaları içerik olarak nedir, kısaca bunlardan da bahseder misin?

Klima Seniorinnen davacıları 

D.B.: AİHM başta olmak üzere bugün birçok uluslararası mekanizma nezdinde, odağında iklim olan çeşitli hukuk davaları ve başvurular incelenmekte. Bu anlamda bahsi geçen iki dava oldukça önemli. Fransa'ya karşı AİHM'de görülmekte olan davada, Fransa'da bir bölgede yaşayan, eskiden de belediye başkanı olan bir kişinin Fransa hükumetinin, Fransa devletinin iklim kriziyle mücadelede yeterli önlemleri almaması, yeterli iklim planlarını hayata geçirmemesi, oluşturmaması ve bunları uygulamaması nedeniyle insan haklarının ihlal edildiği iddiasıyla bütün iç hukuk yollarını tükettikten sonra AİHM'ye başvuruda bulundu. Bugün, mahkeme nezdinde iklim davaları kategorisi içerisinde yer alan başvurulardan bir tanesi. Bununla birlikte İsviçre hükumetine karşı yapılmış başvuru, gerçekten iklim krizinin nasıl kesişimsel ihlallere neden olduğu ve hangi insan hakları argümanları, hangi insan hakları bağlamında konuşmamız gerektiğine yönelik son derece önemli güzel bir örnek. İsviçre'de yaşları altmış ve üzerinde olan bir grup yaşlı insanın iklim krizinin neden olduğu aşırı hava olayları ve iklim krizinin bütün etkilerinin yaşlı insanların sağlığı üzerindeki etkilerine yönelik çalışmalar yapan bir grup yaşlı insan, bu konuda İsviçre devletinin yeterli politikaları oluşturmaması, iklim kriziyle mücadele etmemesi, bununla ilgili planların yetersiz olmasından dolayı kendi ve sağlık hakkı üzerinden özellikle bu konuya ilişkin bir tartışma yaparak yaşam haklarının ihlal edildiğini, yine sözleşmenin sekizinci maddesinde güvence altına alınan özel hayat saygı haklarının ihlal edildiğini iddia ederek Avrupa'yı, öncelikle İsviçre'de ulusal mahkemeler nezdinde bir çare arayıp, bir çözüme ulaşamadıktan sonra, konuyu AİHM’ye taşıdılar. Bu dava, özellikle iklim krizinin etkilerinin farklı yaş grupları, farklı cinsiyetler üzerinde etkilerinin çok farklı olabileceği ve bu yüzden de iklim krizinin etkileri ve politikalara dair kesişimsel bir perspektiften bakmamız gerektiğine ilişkin en önemli örneklerden birisi. Burada da başvurucular, hem ikinci madde, hem sekizinci madde özelinde olduğu gibi aynı zamanda da İsviçre'de konuyla ilgili bir dava açtıklarında, hukuki yollara başvurduklarında istedikleri süreçlerin, daha doğrusu hakkı oldukları süreçlerin adil yargılanma hakkının hayata geçirilememiş olması hem de iklim krizine karşı yeterli politikaları hayata geçirmeyen devlete karşı -etkili bir hukuk mekanizmasının yokluğundan dolayı da- bir iddiada bulunarak sözleşmenin ikinci ve sekizinci maddelerinin yanı sıra adil yargılanma hakkını güvence altına alan altıncı madde ve etkili bir hukuk mekanizmasının varlığına yönelik 13. madde düzenlemesinin ihlal edildiği gerekçesiyle de mahkemeye başvuruda bulundu.

A.S:
Avrupa İnsan Hakları Komiseri, BM İnsan Hakları ve Çevre ve Zehirli Maddeler ve İnsan Hakları Özel Raportörleri, Uluslararası Af Örgütü, Uluslararası Çevre Hukuku Merkezi, Greenpeace ve İlgili Bilim İnsanları Birliği, Avrupa İklim Eylem Ağı, Avrupa Ulusal İnsan Hakları Enstitüleri Ağı, Our Children’s Trust, Oxfam ve daha birçok kurum üçüncü taraf olarak müdahil olmuş davaya. Peki üçüncü tarafların müdahil olma süreci bu tip davaları nasıl etkiliyor?



D.B.: Bu davalara üçüncü tarafların müdahil olması aslında AİHM'de karar verici olan yargıçlara bir yardımcılık görevi, fonksiyonu söz konusu. Bu davada senin de ifade ettiğin gibi son derece önemli kuruluşlar üçüncü kişi olarak davaya müdahil oldular. Bu müdahillik daha çok uzmanlık bilgisi paylaşmak ve bu uzmanlık bilgisini özellikle kanıta dayalı uzmanlık bilgisini paylaşarak o davanın, o başvurunun çözümlenmesine katkıda bulunma rolü söz konusu bu mekanizmanın AİHM nezdinde. Tabii ki bir yandan yargıçlara bu yardımcılık görevi ve davanın, başvurunun çözülmesinde etkin bir uzmanlık bilgi paylaşımının sağlanması son derece önemli. Fakat bununla birlikte bu kurumların bu davada müdahil olarak yer almasının bir de psikolojik etkisi var. Çünkü iklim krizine karşı mücadele etmek aslında çok uzun yıllardır uzun bir tarihsel toplumsal hak mücadelesi ve bütün bu senin de ismini saydığın kuruluşlar çok uzun yıllardır çok önemli çalışmalar yapıyor. Sadece savunuculuk, kampanyalar, hak mücadeleleri anlamında değil, aynı zamanda bilimsel çalışmalar, dünyanın çeşitli coğrafyalarında, çeşitli bölgelerde iklim krizinin etkilerinin insanları nasıl etkilediğine dair deneyim araştırması, deneyimleri dinlemek ve bunları raporlamak, belgelemek, bunlara tanıklık etmek gibi çok önemli çalışmalar söz konusu. İşte bu üçüncü kişi sıfatıyla davaya müdahil olan bütün bu kuruluşlar hem uzmanlık bilgilerini, hem bu hak mücadelelerinin tarihini, hem de insanların deneyimlerini, bütün bu iklim krizinin neden olduğu, ortaya çıkardığı etkilerin insanları nasıl etkilediğine dair bugüne kadar yaptıkları bütün bu tanıklıkları bir rapor halinde bu başvuruya sunma fırsatına sahip olacaklar. Böylelikle aslında dava başvurusunda sadece salt hukuk kuralları bakımından değil ya da sadece bir hukuk perspektifi bakımından değil, aynı zamanda insanların deneyimleri ve bu hak mücadelesinin tarihiyle de şekillenecek. Sadece uzmanlık konusu gibi teknik bilgi paylaşımı değil, aynı zamanda olması gereken politikalar konusunda da bu kurumların katkıları çok değerli olacaktır.

A.S.: Davada Türkiye’yi temsil eden Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Dairesi Başkanı Dr. Hacı Ali Açıkgül, davanın açıldığı Şubat 2021’de Türkiye’nin henüz Paris İklim Anlaşması’na taraf olmadığını belirterek Türkiye’nin özel bir pozisyonu olduğunu savundu. Bu savunma için senin yorumunu alabilir miyim?

D.B.: Davada Türkiye'yi temsil eden Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Daire Başkanı Doktor Hacı Ali Açıkgül, davanın açıldığı Şubat 2021’de Türkiye'nin henüz Paris Anlaşması'na tarafı olmadığını belirterek Türkiye'nin özel bir pozisyonu olduğunu savundu. Bu savunma aslında davanın kabul edilebilirliğine yönelik bir itirazdı. Çünkü bu davanın AİHM’ye getirilen diğer başvurular, diğer davalar gibi öncelikli kabul edilebilirlik kriterlerini karşılaması gerekiyor. Dolayısıyla sadece Türkiye'yi temsil eden Adalet Bakanı İnsan Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Daire Başkanı'nın değil, diğer bütün ülkelerin de temsilcilerinin son derece benzer argümanlarla davanın ‘kabul edilemez’ olduğuna yönelik bir itirazda bulunduğunu gördük, tanık olduk. Maalesef böylesine tarihsel bir davada devletlerin esasa dair iklim krizine karşı neler yapıyorlar, belki de bunları savunmalarının bir fırsatı olabilecekken maalesef hemen hemen bütün devletlerin temsilcileri, Türkiye de davanın kabul edilebilirliğinin kriterlerinin sağlanmadığı argümanıyla davaya karşı çıktı. AİHM’de gerçekleştirilen duruşmada, Türkiye'nin dava açıldığında Paris İklim Anlaşması'na taraf olmadığı ve farklı konumunun bulunduğu gerekçesiyle davanın kabul edilebilirliğine dair bu konuda beyanda bulunması, aslında iklim kriziyle mücadelede iradesine dair çok ciddi bir soru işareti oluşturdu.

Portekizli altı genç davacı gibi Türkiye'de de açılan bir dava var; sizlerin açmış olduğu dava. Bu davalar esasen iklim krizinin etkilerine karşı etkili mücadele politikalarının oluşturulmaması ve uygulanmamasının insan haklarını ihlal ettiği argümanına dayanıyor ve Türkiye Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne 1950 yılından beri taraf. Dolayısıyla ortada bir insan hakları ihlalini ortadan kaldırmak, bu ihlalin tespiti ve ihlalin sonuçlarını ortadan kaldırmak gibi bir hukuki talep söz konusu olduğu için burada Paris İklim Anlaşması’na referans vererek davanın kabul edilemez olduğunu savunmak, hukuken doğru olmadığı gibi aynı zamanda maalesef politik olarak ve iklim kriziyle mücadelede irade açısından olumsuz bir görüntü oluşturduğunu söylemek önemli. Bugün Türkiye dahil tüm devletlerin küresel ısınmayı 1,5 dereceyle sınırlama amacına uygun taahhütlerde bulunması, uygulaması bekleniyor ve iklim krizinin ‘kırmızı alarm’ durumunda olduğu bu dönemde davalarla muhatap olmaktan kaçınan açıklamalar yapmak, kabul edilebilirlik itirazı gibi aslında ‘tarihsel hata’ diyebileceğimiz hatalı açıklamalarda bulunmak yerine, etkili iklim planlarının açıklanması daha doğru bir politik tavır. Maalesef bugün Türkiye dahil davaya taraf olan hiçbir ülkeden böyle bir tavır gösterilmedi. Bunun yerine tarihsel bir hata olarak kaydedilebilecek açıklamalarda bulunuldu.



A.S.: Peki dinleyicilerimize tekrar hatırlatma olsun. Ben, Seren Anaçoğlu ve Ela Naz Birdal ile birlikte Türkiye’nin ilk iklim davasını açtık. Türkiye'nin iklim hedefi olarak sunmuş olduğu güncellenmiş ulusal katkı beyanının yetersiz kaldığını, bunun bir iklim eyleminden ziyade iklim eylemsizliği olduğunu öne sürerek Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'a ve Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’na açtık bu davamızı. İstersen biraz davamızdan ve öngördüğün süreçten bahsed
ebilirsin.

D.B.:Paris İklim Anlaşması’na oldukça geç taraf olan Türkiye, taraf olmakla birlikte ulusal katkı beyanına güncelleme yükümlülüğü altına girdi. Taraf devletlerinin her beş yılda bir katkı beyanlarını güncellemeleri gerekiyor ve güncellenmiş katkı beyanını okuduğumuzda -13 Nisan'da açıklandı- daha önce geçtiğimiz yıl Mısır'da gerçekleştirilen BM Taraflar Konferansı'nda o dönemin Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Murat Kurum tarafından sözlü olarak açıklanmış, 13 Nisan tarihinde de BM'ye yazılı olarak BMGenel Sekreterliği’ne yazılı olarak sunuldu. Bu güncellenmiş ulusal katkı beyanını okuduğunuzda maalesef Türkiye'nin Paris İklim Anlaşması'nın gerekleri doğrultusunda taahhütlerinin mevcut olmadığını gördük. Hem azaltım politikaları anlamında, hem de değişen iklim koşullarına uyum bakımından ciddi yetersizlikler, yanlışlıklar ve açık olmayan, şeffaf olmayan bir takım değerlendirmeleri içeren bir metindi, bir idari karardı. Bu anlamda aslında her ne kadar ulusal katkı beyanında genellikle Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın söylemleri bir sera gazı azaltımı yönünde bir taahhütte bulunulduğu ifade edilse de, esasen bir azaltma söz konusu değil. Verilen taahhüde baktığımız zaman 2030’a kadar Türkiye en az %32,32 oranında sera gazı emisyonlarını arttırma yönünde bir taahhütte bulunuyor. Mutlak azaltım taahhüdünden kaçınıyor ve 2038’dede emisyonlarını arttırmaya devam edip 2038’de en tepe noktasına, pik noktasına eriştirmeyi planlıyor. Dolayısıyla aslında bu şu anlama geliyor; 2038’e kadar Türkiye sistemli bir şekilde sera gazı emisyonlarını artırıyor. Paris İklim Anlaşması’na göre ulusal katkı beyanları açık, karşılaştırılabilir, şeffaf, bilimsel metotlarla ve bilimsel olarak açıklanabilir hesaplama yöntemleriyle hazırlanması gerekiyor. Maalesef biz bu projeksiyonlara baktığımızda, ulusal katkı beyanının içeriğine baktığımızda hangi verilere göre bir değerlendirme yapıldığına, bir hesaplama yapıldığına dair bir bilgi paylaşımı, bir açıklama göremiyoruz. Dolayısıyla bir şeffaflıktan bahsetmek, karşılaştırılabilir verilerden bahsetmek, açıklıktan bahsetmek mümkün değil. Çünkü bugün birçok uzman sivil toplum kuruluşu ve akademik çalışmalara baktığımızda, Türkiye'nin2050 ve 2053’dekarbon nötr olma taahhüdünü destekleyen ve mutlak azaltım taahhüdü vererek ve 2030’da kömürden çıkışı başlatarak bir karbonsuzlaşma politikasını kurgulaması son derece mümkün ve bilimsel verilerle ispat edilmiş durumda. Fakat Türkiye daha az emisyonla mutlak azaltım yaparak, kömüre dayalı elektrik üretiminden bir çıkış yaparak ve adil dönüşümü başlatarak karbonsuzlaşma politikasını oluşturmak, planlamak, uygulamak yerine maalesef 2038’e kadar sistemli bir şekilde karbon emisyonlarını artırmak, bugün ulusal enerji planında hala kömüre dayalı elektrik üretiminin devam edeceğine yönelik birtakım beyanlar söz konusu. Adil dönüşümle ilgili maalesef ciddi bir planlama politika kurgulanmış değil.

Dolayısıyla böyle bir iklim politikası bir anlamıyla, iklim eylemsizliğine denk geldi. Bu da da sizlerin insan haklarını Türkiye'de anayasayla ve Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası insan hakları sözleşmeleriyle yükümlü olduğu, insan haklarını koruma ödevi ve pozitif yükümlülüklerini ihlal ettiğine dayalı bir dava. Dava, şu anda Danıştay'da devam ediyor
ve henüz bir gelişme söz konusu değil. Davaya bugüne kadar cevap vermesi gereken idarinin cevapları da henüz bize ulaşmış değil.

A.S.: 
Hem değerli dostum, hem de Türkiye'nin ilk iklim davasının avukatı Deniz Bayram’ı dinledik. Dünya çapında ses getiren Duarte Davası ve bizim davamızdan bahsettik.

Çok teşekkürler Deniz Bayram. Sorularımı cevapladığın ve zamanını ayırdığın için teşekkür ederim. Sevgili Açık Radyo dinleyicileri, haftaya İklim Kuşağı Konuşuyor programında buluşana dek kendinize, sevdiklerinize ve gezegenimize lütfen iyi bakın.