"Dünyanın donmuş toprağı sürekli değişiyor"

-
Aa
+
a
a
a

İklim Kuşağı Konuşuyor'da Atlas Sarrafoğlu, Türkiye ve dünyadaki haftanın iklim haberlerini değerlendiriyor.

""
"Dünyanın donmuş toprağı sürekli değişiyor"
 

"Dünyanın donmuş toprağı sürekli değişiyor"

podcast servisi: iTunes / RSS

Merhaba Açık Radyo dinleyicileri. Açık Radyo’da her Cuma 14:00’te yayınlanan İklim Kuşağı Konuşuyor programını dinliyorsunuz. Ben programın yapımcısı Atlas Sarrafoğlu. 16 yaşındayım ve iklim aktivistiyim. Sizlere dört seneyi aşkın bir zamandan beri iklim ile ilgili haberler sunuyorum ve bazen de konuyla ilgili konuklarımı ağırlıyorum. Bugün de haftanın haberlerine kısaca bir bakalım istiyorum ve önce iyi bir haberi size duyuracağım.

Ada ülkesi Palau, geçen yıl Dünya okyanuslarının korunmasına ilişkin tarihi Açık Denizler Anlaşması'nı onaylayan ilk ülke olarak bu hafta tarih yazdı.

Şili ve Palau, açık denizlerin korunmasına ilişkin Birleşmiş Milletler (BM) Anlaşması’nı onaylayan ilk iki ülke oldu. Palau, geçen Pazartesi günü New York’taki BM Genel Merkezi’nde, Ulusal Yargı Yetkisinin Ötesindeki Biyoçeşitlilik Anlaşması’nı ya da yaygın adıyla Açık Denizler Anlaşmasını resmi olarak onaylayan ilk ülke olarak tarihe geçti. Açık Denizler İttifakı‘nın yöneticisi Rebecca Hubbard, Palau’nun anlaşmanın mümkün olan en kısa sürede yürürlüğe girebilmesi için diğer ülkelerin gecikmeden onaylama çabalarını artırma konusunda ilham vermesini umduğunu söyledi. Şili Senatosu da 17 Ocak’ta tarihi koruma anlaşmasının onaylanması yönünde oy birliğiyle oy kullandı. Greenpeace Andino‘nun Kampanya Direktör Yardımcısı Estefania Gonzales, bunu okyanusların korunması çağrısında bulunan binlerce Şililinin başarısı olarak nitelendirdi.

2025’te Fransa’nın Nice kentinde BM Okyanus Konferansı gerçekleştirilecek. Bu tarihe kadar ülkelerin söz konusu anlaşmayı onaylaması bekleniyor. ‘Greenpeace Okyanusları Koruyun’ kampanya lideri Dr. Laura Meller, “Tüm hükümetler 2030’a kadar okyanusların %30’unu korumayı kabul etti. Şimdi sıra BM Okyanus Anlaşması’nın Nice’teki konferanstan önce onaylanmasında,” dedi.



Peki açık denizler neden korunmalı?


Açık denizler; ülkelerin deniz sınırlarının ötesindeki okyanusu tanımlıyor. Okyanus ekosistemleri, soluduğumuz oksijenin yarısını üretiyor, gezegenin biyosferinin %95’ini temsil ediyor ve dünyanın en büyük karbon yutağı olarak karbondioksiti emiyor. Ancak şimdiye kadar açık denizleri yöneten parçalı ve gevşek bir şekilde uygulanan kurallar, bu bölgeyi kıyı sularına göre sömürüye daha açık hale getirdi. Açık denizlerin biyoçeşitliliği ve dengesi iklim değişikliği, aşırı avlanma ve nakliye trafiği gibi pek çok olumsuz husustan etkileniyor.

Yalnızca %1’i koruma altında olan açık denizlerdeki derin deniz madenciliği, aşırı avlanma, kirlilik, nakliye trafiği gibi faktörler okyanuslara yönelik tehdit ve riskleri artırırken, yasal bir çerçeveye sahip olmadığı ve tüm ülkelerin kabul ettiği bir koruma planı bulunmadığı için aşırı sömürüye karşı giderek daha savunmasız hale geliyor.

Açık Denizler Anlaşması, yaklaşık 20 yıl süren müzakerelerin ardından ancak geçen yıl kabul edilebildi. Şu ana kadar 80’den fazla ülke, sözleşmeyi imzalamış olsa da bağlayıcı olması için bunu parlamentolarında onaylamaları gerekiyor. Anlaşma, ülkelerin ulusal yetki alanlarının ötesindeki alanlarda deniz yaşamının korunmasını ve yönetimini zorunlu kılan dünyanın ilk uluslararası yasası olacak. Okyanus hacminin %95’inin ortak yönetimiyle şunlar amaçlanıyor ve böylece açık denizlerde koruma alanları kurulabilmesi, zararlı insan faaliyetlerinin de sınırlandırılması umuluyor;

  • Eşitliği ve adaleti teşvik etmek
     
  • Çevresel bozulmayla mücadele etmek
     
  • İklim değişikliğiyle mücadele etmek 
     
  • Açık denizlerdeki biyolojik çeşitlilik kaybını önlemek


Küresel ısıtma son hızıyla devam ederken yaşanan soğuk havalardan bahsetmek istiyorum. İklim inkarcılarının son zamanlarda ‘Madem küresel ısınma var, peki neden bu kadar soğuk şimdi?’ diye soran seslerinin yükselmesi de gündeme damgasını vurdu. Haber, ABD’de yaşanan Arktik soğuk hava koşullarına bağlı çeşitli nedenlerle en az 95 kişi öldüğü ile ilgili.

CBS News’in haberine göre, Tennessee Sağlık Bakanlığı soğuk havaya bağlı nedenlerle 25 kişinin öldüğünü teyit etti. Oregon‘da ise en az 16 kişi hayatını kaybetti; bu kişiler arasında, üzerilerine düşen bir ağaç yüzünden ölen üç yetişkin de var. Bu kazadan bir bebek ise sağ kurtuldu. Illinois, Pensilvanya, Mississippi, Washington, Kentucky, Wisconsin, New York, New Jersey ve diğer birçok yerde de ölümler rapor edilirken, bazı ölüm vakalarının Arktik soğuk hava şartlarıyla ilişkisi olup olmadığını belirlemek için ise soruşturmalar devam ediyor.

Bu durumlar arasında, Kentucky‘de meydana gelen beş araçlık bir kaza sonucu ölen bir kişi ve Illinois‘de iki kişinin trafik kazası sonucu ölümü de var. Çeşitli eyaletler, sürücüleri şiddetli soğuklarda yollarda daha dikkatli olmaları konusunda uyardı. Mississippi yetkilileri, vatandaşları yollardaki ‘siyah buz’ tehlikesine karşı uya
rırkensadece zorunlu hallerde araç kullanmalarını tavsiye etti. Eyalet, 21 Ocak Pazar günü kötü hava şartları nedeniyle üç yeni ölüm daha bildirdi ve Mississippi’deki toplam ölüm sayısı dokuz günde 11’e yükseldi.

Ülkenin doğusu, Kuzey Florida‘ya kadar uzanan sert rüzgarlar ve şiddetli don uyarıları ile bu sezonun en soğuk hava koşullarını yaşayacak gibi görünüyor. Ulusal Hava Durumu Servisi, ülkenin büyük bir kısmında araç kullanmanın tehlikeli olacağını belirtti. Dondurucu yağmurun Güney Ovaları, Mississippi Vadisi‘nin ortasını ve Ohio Vadisi‘nin bazı bölgelerini etkilemesi bekleniyor. Uzmanlar, soğuk havalarda güvenli kalmak için dışarı çıkarken kat kat giyinmeyi, ısıtıcı gibi cihazları kullanırken dikkatli olunması ve hipotermi gibi ciddi sağlık durumlarının belirtilerine dikkat edilmesini tavsiye ediyor.



Batı Yakası‘nda ise ölümcül buz fırtınaları bölgeyi vurdu ve Oregon‘da 45 binden fazla kişiyi elektriksiz bıraktı. Bölgede
halen olağanüstü hal sürerken, Pensilvanya, Kaliforniya, New Mexico ve Indiana‘da da elektrik kesintilerinin olduğu bildirildi.

Meteorologlar, karlı ve buzlu koşulların Ocak 2024’ün son haftalarında da devam etmesini bekliyor.
The Weather Channel meteoroloğu Molly McCollum, yaptığı açıklamada, “Arktik soğuk hava ile Körfez‘den gelen nemin birleşimi ve bu, Oklahoma’dan Illinois’e kadar buzlu bir karışıklık yaratacak, ülkede seyahat etmek de tehlikeli olacak,” dedi. Ocak ayı sonuna kadar beklenen ısınma, buzların erimesine yol açabilir. The Weather Channel’ın tahminine göre, sıcak hava ve yağmurun birleşmesi, ABD’nin orta batı ve kuzeydoğusunda sel riskini artırabilir.

İklim inkarcılarına da hatırlatmakta yarar görüyorum. Küresel ısınma aslında genelde uçta yaşanan felaketler durumundan oluşuyor yani bir ay kuraklık var ise diğer ay seller yaşanabiliyor.



Küresel ısıtmanın en hızlı
ortaya çıkarabileceği felaketlerden biri de salgınlar. Bilim insanları, Arktik’teki permafrost tabakasında donmuş halde bulunan antik virüslerin, Dünya’nın ısınan iklimi tarafından serbest bırakılabileceğini ve büyük bir hastalık salgınına yol açabileceği uyarısı yaptı.

Bu ‘Methuselah’ mikroplarının ya da halk arasında adlandırıldığı üzere ‘zombi virüslerin’ neden olabileceği bir salgının erken vakalarını tespit etmek için bir
Arktik İzleme Ağıoluşturuldu. Ağ sayesinde ek olarak olası bir salgını kontrol altına almak amacıyla enfekte kişilere karantina ve uzman tıbbi tedavisi sağlanması ve bu kişilerin bölgeyi terk etmesinin önlenmesine yönelik çalışmalar yapılıyor. Aix-Marseille Üniversitesi’nden genetikçiJean-Michel Claverie, “Şu anda pandemik tehditlere ilişkin analizler , güney bölgelerde ortaya çıkıp daha sonra kuzeye yayılabilecek hastalıklara odaklanıyor. Buna karşılık, kuzeyde ortaya çıkıp güneye doğru ilerleyebilecek bir salgına çok az önem veriliyor ve bunun bir ihmal olduğuna inanıyorum. Orada insanlara bulaşıp yeni bir hastalık salgını başlatma potansiyeline sahip virüsler var,” diyor. 

Rotterdam’daki Erasmus Tıp Merkezi’nden virolog Marion Koopmans
da bu görüşü destekliyor, “Permafrostta hangi antik virüslerin bulunduğunu bilmiyoruz ancak bir hastalık salgınını - örneğin çocuk felcinin eski bir türütetikleyebilecek kapasitede bir virüsün var olabileceğine dair gerçek bir risk olduğunu düşünüyorum. Böyle bir şeyin olabileceğini varsaymamız gerekiyor.”

Bilim adamları permafrostta 24.000 yıllık eski canlıları buluyor

Jean-Michel Claverie, 2014’te Sibirya’da canlı virüsleri izole eden ve binlerce yıldır permafrostta gömülü olmalarına rağmen tek hücreli organizmaları hala enfekte edebildiklerini gösteren bilim insanlarından oluşan bir ekibe liderlik etmişti. Geçen yıl yayımlanan daha ileri araştırmalar ise, Sibirya’daki yedi farklı bölgeden birkaç farklı viral suşun varlığını ortaya çıkardı ve bunların kültür hücrelerini enfekte edebildiğini gösterdi. Bir antik virüs örneği, yaklaşık 50 bin yaşındaydı. “İzole ettiğimiz virüsler yalnızca amipleri enfekte edebiliyordu ve insanlar için hiçbir risk oluşturmuyordu,” diyen Claveiere, buna rağmen şu uyarıyı yapıyor, “Ancak bu, şu anda donmuş toprakta bulunun diğer virüslerin insanlarda hastalıkları tetikleyemeyeceği anlamına gelmiyor. Örneğin, iyi bilinen insan patojenleri olan çiçek virüsü ve herpes virüslerinin genomik izlerini belirledik.”

Permafrost, kuzey yarımkürenin beşte birini kaplıyor ve uzun süre sıfırın altındaki sıcaklıklarda olan topraktan oluşuyor. Bilim insanları, bazı katmanların yüz binlerce yıldır donmuş halde kaldığını keşfetti.
Jean-Michel Claverie, geçen hafta Observera verdiği bir röportajda, “Permafrost ile ilgili en önemli nokta, soğuk, karanlık ve oksijenden yoksun olmasıdır. Bu da biyolojik materyalin korunması için mükemmeldir. Bir yoğurdu permafrost’a koyabilirsiniz ve 50.000 yıl sonra hâlâ yenilebilir olabilir,” demişti.

Ancak dünyanın donmuş toprağı sürekli değişiyor. GezegeninKanada, Sibirya ve Alaska
daki ana rezervlerinin üst katmanları, iklim değişikliğinin etkisiyle diğer yerlere nazaran orantısız şekilde eriyor. İklim uzmanları ve meteorologlara göre bölge, küresel ısınmanın ortalama artış hızından birkaç kat daha hızlı ısınıyor.

Jean-Michel Claverie, en acil riski oluşturan şeyin permafrostun doğrudan erimesinden değil, bir küresel ısınma etkisinden kaynaklandığına da dikkat çekiyor: Arktik deniz buzunun kaybolması. Claverie, “Bu, Sibirya’da nakliye, trafik ve endüstriyel gelişmenin artmasına olanak sağlıyor. Devasa madencilik operasyonları planlanıyor ve petrol ve cevher çıkarmak için derin donmuş toprakta devasa delikler açılacak. Bu da orada hâlâ gelişen çok miktarda patojeni serbest bırakacak, madenciler içeri girecek ve virüsleri soluyacaklar. Etkileri felaket olabilir,” diyor.

Marion
Koopmans da yakın geçmişte aynı uyarıyı yapmıştı, “Salgınlarının geçmişine bakarsanız, en önemli etkenlerden birinin arazi kullanımındaki değişiklik olduğunu görürsünüz. Nipahvirüsü, insanlar tarafından yaşam alanlarından uzaklaştırılan meyve yarasaları tarafından yayıldı. Benzer şekilde, maymun çiçeği, Afrika’da kentleşmenin yayılmasıyla ilişkilendirilmiştir. Kuzey Kutbu’nda tanık olmak üzere olduğumuz şey de budur; arazi kullanımında tam bir değişiklik ve bu, başka yerlerde de gördüğümüz gibi tehlikeli olabilir.”


Uzmanlar, permafrostun en derin seviyelerinde bir milyon yaşına kadar virüsler içerebileceğini ve dolayısıyla yaklaşık 300.000 yıl önce ortaya çıktığı düşünülen kendi türümüzden çok daha eski olacağını düşünüyor.

Dünya bu şekilde bir salgını nasıl kaldırabilir emin değilim. 2020 yılında başlayan korona salgını sırasında bir orta son sınıf öğrencisi olarak aylarca eve kapandığımı hatırlıyorum. Geçirdiğimiz en kötü zamanlardı bence. Bir sonraki salgın ne kadar şiddetli olur bilinmez ama üzerimizde bıraktığı etkiler bile koca bir jenerasyonun hayatı üzerinde büyük değişimlere yol açmıştır diye düşünüyorum. Oysa fosil yakıtlardan çıkarak tüm bunları durdurabilmek için şansımız olduğunu anlayabilsek keşke.



Tabii en büyük tehditlerden bir diğeri de plastik kirliliği. Akdeniz, yılda ortalama 229 bin 465 ton atığa maruz kaldığı için ciddi bir plastik kirliliği tehdidi altında. Uzmanların açıklamalarına göre, bu kirliliğin 10 yıl içinde üç katına çıkma riski var.


Anadolu Ajansı’ndan Gülseli Kenarlı’nın
haberine göre, plastiklerin %99’luk kısmı deniz tabanında birikirken, geri kalanı ise yüzeyde ve kıyılarda toplanıyor. Bu kirlilik, sadece bölgesel değil, aynı zamanda küresel bir sorun olarak öne çıkıyor ve uzmanlara göre, plastiklerin denizlere taşınması ve besin zincirine entegrasyonu uluslararası işbirliğini gerektiriyor.

Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) Deniz Bilimleri Enstitüsü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet Kıdeyş, dünyadaki diğer denizler ve Atlantik Okyanusu kıyılarıyla kıyaslandığında Akdeniz’in en kirli denizlerden biri olduğunu ifade etti. Doç. Dr. Sedat Gündoğdu ise bugün Akdeniz’in kuzeyden itibaren en kirli noktasının Türkiye kıyıları olduğunu ifade ederek, “Akıntı rejimi, nehir kenarlarındaki faaliyetler ve kentsel arıtma altyapılarının yetersizliği gelen atık yükünü artırıyor,” dedi ve uluslararası işbirliğinin önemini, “Fas‘tan başlayarak - İsrail de dahil olmak üzere - Türkiye’ye kadar olan ülkelerin atık yönetimi altyapısı ne yazık ki o kadar gelişmiş değil. Suriye ve Mısır, çöpünü kamyonlarla denize döküyor. İsrail, Filistin‘i kendi çöp sahası olarak kullanıyor ve ayrıca şu anda bu bölgede savaş ve yıkımın getirdiği atıklar da var,” diyerek açıkladı. Denizlerin ‘plastik çorbası’na dönmesine neden olacak bir kirlilikle karşı karşıya olunduğunu söyleyen Gündoğdu, “Plastiklerin üretim ve tüketim artışı devam ederse, önümüzdeki 10 yılda kirlilik üç kat artacak ve bu da bir kilometrelik sahil şeridimizde günlük 90 kilogram plastik olacağı anlamına geliyor,” dedi.

Buna göre, Akdeniz ve Ege’de deniz suyunda kilometrekarede yaklaşık 3 ila 15 milyon arasında mikroplastik olacak. Doç. Dr. Sedat Gündoğdu, “Denizlerdeki plastiklerin %80’i tek kullanımlık ürünlerden geliyor. Üretim azaltılmadan denizlerden ve kıyılardan plastik toplayarak bu işi çözemeyiz. Bu teknolojilerin hiçbiri plastik kirliliğini azaltmıyor. Su yüzeyini temizleyen çöp kaparlar daha çok deniz canlılarını yakalıyor. Plastik üretimimizi önümüzdeki 20 yıl içerisinde en az %40 azaltmamız gerekiyor,” ifadelerini kullandı.


Sıradaki haberim ısınan Dünya ile ilgili. Washington Post’ta dün yazısı yayınlanan meteorolog Dan Stillman’a göre, 2023'ün dünyanın en sıcak yılı olarak tarihe geçmesinin ardından bu haftaki rekor sıcaklık da birçok kıtayı kasıp kavuruyor. Sıcaklık kayıtları hemen hemen her kıtada artıyor ve 2024, 2023'ün olağanüstü sıcaklığına meydan okuyacak bir tempoya sahip olabilir.

Kışın olduğu bölgelerde alışılmadık derecedeki
sıcaklar, dönemin Ocak ayından çok Haziran ayına benzemesine neden oluyor. Yaz mevsiminde tarihi sıcaklık 38 derecenin çok üzerine çıktı. Hepsini bir araya getirdiğimizde, küresel ortalama sıcaklığın Ocak ayı sonlarında kaydedilen en yüksek seviyeye ulaştığı görülüyor. Bazı yerlerde normalin çok üzerinde olan olağanüstü sıcaklık, güneyde Avustralya ve Güney Afrika'ya, kuzeyde ise Kuzey Asya'ya kadar uzanıyor. El Niño da dahil olmak üzere hava ve iklim faktörlerinin bir kombinasyonu tarafından yönlendiriliyor.


Hava durumu tarihçisi Maximiliano Herrera, son günlerde belirlenen sıcaklık kayıtlarını belgelemiş. Hava durumu modelleri, sıcak havaların birçok yerde en az bir hafta daha devam edeceğini gösteriyor. Avrupa'da rekor seviyedeki sıcaklığın Doğu’ya, Orta Avrupa'ya doğru yayılması bekleniyor. Avustralya'nın büyük bölümünde geçerli olan sıcaklık uyarıları, ülkenin doğu kesimlerinde hafta sonuna kadar devam edecek. Meteorologlar ayrıca Queensland kıyılarına şiddetli yağmur ve kuvvetli rüzgarlarla yaklaşan Kirrily Tropikal Kasırgası’nı da izliyor.

Diğer faktörler arasında devam eden El Niño ve 2023'ten sonra küresel okyanus ısı içeriği açısından rekor kıran ılık okyanus suları yer alıyor. Britanya Meteoroloji Ofisi, bu yılki ortalama küresel sıcaklığının, sanayi öncesi seviyelerin 1,5 °C üzerindeki kritik iklim ısınma ölçütünü gölgede bırakabileceği konusunda uyardı.

Leyla Hasanova

Son haberim ise, COP29’un Gençlik ve İklim Elçisi olarak Leyla Hasanova’ya atanmış. Bu, aslında iklim aktivistleri için önemli bir konu çünkü zirve sırasında gençliğin kendisi ile organize olabilmesi kolaylaştırıcı bir yol olarak görülüyor.

Leyla Hasanova, ADA Üniversitesi'nden Uluslararası Çalışmalar alanında lisans, Kamu Yönetimi alanında ise yüksek lisans derecesi almış ve ayrıca Kadir Has Üniversitesi'nde Siyaset ve Uluslararası İlişkiler alanında akademik değişim programına da katılmış birisi. Leyla, çalışmaları boyunca iklim değişikliği, sürdürülebilir kalkınma, yenilenebilir enerji kaynakları, gençlik, cinsiyet ve iklim değişikliğine dayanıklılık gibi çeşitli konularda araştırma ve analizler gerçekleştirmiş.

Ayrıca Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi ve Birleşmiş Milletler Afet Riskini Azaltma Ofisi'nden başarıyla mezun olan Leyla Hasanova, ‘Düşünce Liderliği Kursu - Afet Riskini Azaltma ve İklim Değişikliğine Uyum Sinerjisi’, ‘Gençlik, Barış ve Güvenlik’ ve ‘Dijital Sürdürülebilirlik’ konularında kurslara katılmış. Leyla daha önce Kalkınma ve Diplomasi Enstitüsü'nde Program Koordinatörü olarak çalışmış ve burada kurumsal sektörler ve devlet kurumlarına yönelik yönetici eğitimi programlarının yönetilmesinden sorumlu olmuş. Leyla Hasanova, şu anda Bağımsız Gençlik Hareketi’nde(Non-Aligned Movement) Sekreterya Başkanı olarak görev yapıyor.

Azerbaycan'da çok fazla iklim aktivisti yok. Dolayısıyla bu sene Kasım’da yapılacak COP29’da nasıl bir gençlik örgütlenmesi olacak merak ediyorum. Hatırlarsınız, Dubai’de yapılan zirve sırasında kapsamlı herhangi bir ‘Cuma Eylemi’ yapılamamıştı. COP yine bir petrol ülkesinde, bakalım nasıl olacak?

Ben Atlas Sarrafoğlu, haftaya Cuma günü saat 14:00’te yeni bir İklim Kuşağı Konuşuyorprogramında sizlerle olana dek programı kapatıyorum. Bu hafta sizin için seçtiğim şarkı ise İyeoka’dan “Who Would Follow.” Haftaya görüşene kadar kendinize, sevdiklerinize ve gezegenimize iyi bakın!