Antroposen Sohbetler'de Utku Perktaş, Evrim serisinin ikinci bölümünde Hacettepe Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Çağatay Tavşanoğlu ile doğanın değişen dinamiklerini ve bu değişimlerin canlılar üzerindeki evrimsel yansımalarını 'Ekoloji evrimi nasıl görür?' sorusunu merkeze alarak tartışıyor.
Satırbaşları
- Ekoloji, canlıların çevreleriyle ve birbirleriyle kurduğu ilişkilere dair temel yasaları anlamamıza yardımcı olur.
- Evrim durağan değil, çevresel koşullara verilen dinamik tepkilerle biçimlenir.
- Antroposen Çağı’nda bu ilişki daha da kritik bir hâl aldı: Doğa değişiyor, bazen sessizce, bazen yangınlarla.
- Doğal seçilim, ekolojik koşulların şekillendirdiği bir süreçtir.
- Ekolojik ilişkiler olmadan evrimi anlamak eksik bir bakış sunar.
- Günümüzde yaşadığımız iklim değişikliği, geçmişteki örneklerden çok daha hızlı ve kapsamlı ilerliyor.
- Bazı türler hızla uyum sağlarken, bazıları bu hıza yetişemiyor.
- Yangın, kuraklık ve habitat tahribatı gibi keskin çevresel olaylar, evrimsel yanıtları zorlayan eşiklere dönüştü.
- Koruma biyolojisi, hem ekolojik hem de evrimsel veriye dayanmak zorunda.
- Geçmişin buzul sığınakları, geleceğin koruma stratejileri için ipuçları sunuyor.
Ekoloji, canlıların hem birbirleriyle, hem de çevreleriyle kurdukları ilişkileri inceleyen bir bilim dalıdır. Bu ilişkiler yalnızca doğanın işleyişini anlamamıza yardımcı olmakla kalmaz; aynı zamanda evrimsel süreçlerin nasıl şekillendiğini de ortaya koyar çünkü evrim durağan bir olgu değildir; çevresel koşullara verilen sürekli ve dinamik tepkilerle biçimlenir. İklim, kaynak dağılımı, rekabet ve simbiyoz ilişkiler gibi etmenler, türlerin uyum süreçlerini yönlendirir ve zamanla kalıtsal değişimlere yol açar. Bu nedenle ekoloji ve evrim, birbirinden kopuk değil; aksine iç içe geçmiş, birbirini besleyen disiplinlerdir.
Antroposen Çağı’nda yani insan etkisinin doğanın seyrini derinden etkilediği günümüzde bu ilişki daha da kritik bir hâl almıştır. Bu bölümde, doğanın değişen dinamiklerini ve bu değişimlerin canlılar üzerindeki evrimsel yansımalarını Prof. Dr. Çağatay Tavşanoğlu ile birlikte ele alıyoruz. 'Ekoloji evrimi nasıl görür?' sorusunu merkeze alarak, bu iki alanın birbirine nasıl temas ettiğini tartışıyoruz.
U.P.: Merhabalar. Antroposen Sohbetler'e hoşgeldiniz, ben Utku Perktaş. Evrim serimizin ikinci programında bugün ekoloji ile devam edeceğiz. Evrimin tarihçesine giriş yapmıştık ve ilk bölümde Prof. Dr. Ergin Deniz Özsoy ile beraberdim. Bu bölümde de 'Ekoloji evrimi nasıl tanımlıyor?' sorusunu tartışmaya çalışacağız.
Biraz daha bugünkü konuyu somutlaştırabilmek için Aldous Huxley'in 1868 tarihli Liberal Education kitabından bir alıntıyla başlamak istiyorum; "Farz edelim ki bir gün hepimizin yaşamı ve kaderi bir satranç oyunu kazanıp kazanmamızı kazanmamıza bağlı olacak. Böyle bir durumda en azından taşların adlarını ve nasıl hareket ettiklerini öğrenmeyi hepimiz birincil görevimiz saymaz mıyız? Oysa çok daha karmaşık bir oyunun içindeyiz. Satranç tahtası yaşadığımız gezegen. Taşlar doğadaki olgular, kurallar ise bizim doğa yasaları dediğimiz şey." Bu alıntıyla başlamak istedim çünkü ekolojiyle devam edeceğiz ikinci programda.
Aslında doğanın yasalarından, doğanın birtakım olgularından bahsedeceğiz ki Darwin'in yakın çalışma arkadaşı Aldous Huxley'in söylediği bu sözlerle aslında ekolojiden bahsediyoruz. Sonuçta tahta dünya, taşlar doğa olayları, oyunun kuralları ise doğa yasaları gibi tanımlıyor Huxley. Eğer gerçekten oyunun içindeysek kazanmak için kuralları bilmemiz gerekiyor ve o kurallar da en temelde ekolojinin alanına giriyor. Bu bölümde de tam bunu konuşacağız; ekoloji ile evrim arasındaki o güçlü ama çoğu zaman göz ardı edilen ilişkiyi. Doğa değişiyor; bazen sessizce, bazen yangınlarla değişiyor. Kuraklıkla ya da iklimin aniden yön değiştirmesiyle karşımıza böyle şeyler çıkıyor. Peki, türler bu değişimlere nasıl yanıt veriyor? Evrim yalnızca genetik bir hikaye mi yoksa çevreyle yani ekoloji ile birlikte yazılan bir ortak senaryo mu?
Bugünkü konuğum Prof. Dr. Çağatay Tavşanoğlu ve kendisiyle birçok sefer programda bir araya geldik. Antroposen Sohbetler, dört yıl önce başladığında ve yangın, kuraklık ve habitat tahribatı gibi keskin çevresel olayların canlılar üzerindeki evrimsel etkilerini bugün de konuşacağız. Aslında evrim serisi içinde bugüne kadar yaptığımız söyleşilerin bir toplamı gibi düşünebilirsiniz, Çok lafı uzatmayayım. Bu programda sadece doğanın nasıl çalıştığını değil, bu bilginin insanlık için ne anlama geldiğini de tartışıyor olacağız çünkü doğa ile kurduğumuz ilişki belki de geleceğimizi belirleyecek en derin hikayeyi içeriyor. Çağatay hoşgeldin, çok lafı uzatmak istemedim ama böyle kısa bir giriş yaptım. Vakit ayırdığın için çok teşekkür ederim, eksik olma. Ne var ne yok?
Çağatay Tavşanoğlu: Merhaba. Teşekkürler, davetin için teşekkürler.
U.P.: Ben asıl teşekkür ederim. Bu seri gayet güzel olacak gibi görünüyor. İlkinde Darwin, Wallace ve biraz evrimin tarihine girmiştik. Şimdi de ekoloji, evrimsel biyoloji nasıl tanımlar diye başlamak istiyorum iznin olursa ve bu soruyla sana söz vereyim. Söz sende, çok teşekkürler tekrardan.
Ç.T.: Yani aslında evrime baktığımızda, evrimsel biyolojiye baktığımızda elbette popülasyonlardaki değişimleri, türleşmeye kadar giden süreçleri konu alıyoruz ve bir değişimden söz ediyoruz. Ekoloji ise canlılar arasındaki ilişkileri inceliyor ve tabii canlıların çevresiyle olan ilişkisini irdeliyor. Ama aslına bakarsanız ekoloji ile evrim de o kadar birbirinden keskin bir şekilde ayrılmadığını görüyoruz, birbirlerinin iç içe bir şekilde yer aldıklarını görüyoruz. Bu anlamda evrimsel değişimlerin altında yatan sebeplerin en önemlilerinden biri de aslında çevresel değişimler ve dolayısıyla da aslında ekolojik ilişkiler. Bu noktada da özellikle iklimsel faktörler, türlerin kendi aralarındaki ilişkileri gibi faktörler evrimin sürücü etkenleri olarak ortada bulunuyor. Bu anlamda ekoloji evrim etkileşimini her iki bilim alanı için de önemli bir yere koyabiliriz.
Aslında bu anlamda geçmişe baktığımızda ekoloji ve evrim alanları her ne kadar birbirlerine dokunsalar da çok ayrı araştırma alanları olarak ilerlediğini görüyoruz ama günümüzde keskinliğin biraz daha azaldığını görüyoruz. Yani ister istemez bu bilim alanlarının iç içe geçmesi bu anlamda oldukça önemli görünüyor. Dolayısıyla da bu ayrımları bir kenara bırakarak bir arada çalışmamız oldukça önemli. Biz ekologlar - ben ekoloğum köken olarak - evrimsel teorileri kullanarak günümüzdeki ilişkileri açıklıyoruz ve evrimsel biyologlar da evrimsel değişimleri açıklamada ekolojik ilişkileri kullanıyorlar. Dolayısıyla da bu anlamda bir bütün var.
Burada bir anekdot paylaşmak istiyorum; aslında Türkiye'de ekolog ve evrimcilerin evrimsel yolculuğunu bir araya toplayan ve birçoğumuzun da üye olduğu bir Ekoloji ve Evrimsel Biyoloji Derneği var.
U.P.: Evet, çok önemli.
Ç.T.: Bu anlamda bu derneğin adının Ekoloji ve Evrimsel Biyoloji olması da aslında bir tesadüf değil yani 2010'lu yıllarda kurulmuş bir dernek ve gerçekten yapılan etkinlikler vs. hepsi ekoloji ve evrimi bir bütün olarak ele alıyor. Dolayısıyla bütünsel anlamda iki ayrı araştırma alanı gibi gözükse de ikisinin birleştiği çok çok fazla kesişim noktası var ve bu da bize aslında hem ekolojinin, hem de evrimsel biyolojinin daha güçlü bir şekilde bu teorileri güçlü bir şekilde test etmemize olanak sağlıyor diyebilirim.
U.P.: Çok teşekkür ederim, güzel bir giriş oldu. Bu iki alan arasındaki temel ilişkiyi aslında biraz vurgulamaya çalışalım istemiştim ve bu da gayet güzel bir başlangıç oldu senin cevabınla. Peki, doğal seçilim ve çevresel etkileşimler nasıl bir döngü oluşturuyor?
Ç.T.: Yani aslında doğal seçilim doğal olarak çevresel koşulların bir ürünü olarak işliyor yani elbette bireylerin yaşamı ve ölümü burada çok kritik; klasik doğal seçilim teorisi kuramı yaklaşımıyla bireylerin sahip olduğu genotip ve fenotipik özellikler, karakterler, gelecek nesillere aktarılması söz konusu ama bu kuramı işleten faktörlerin birçoğu aslında ekolojik faktörler. Bir türün bir karakterinin zaman içinde seçilmesi aslında o ortamdaki iklimsel koşullara bağlı olabiliyor ve iklimsel koşullardaki değişiklikler, zaman içinde gerçekleşen değişiklikler, başka karakterlere sahip popülasyon içindeki türlerin, bireylerin seçimini sağlayabiliyor ve gelecek neslin gen havuzu bu yeni iklimsel koşullara daha iyi uyum göstermiş olan bireylerden oluşur ve bu evrim dediğimiz şey aslında popülasyonda bir değişiklik gerçekleşir ve bunu çok net olarak birçok yerde gözlemleyebiliyoruz. Geçmişteki iklim koşullarıyla alınan çeşitli paleoekolojij örneklerle şekillenen biyotayı aslında biz çok iyi bir şekilde ilişkilendirebiliriz ve hangi karakterlerin hangi iklim koşulları ile ilişkili olduğunu da bilebiliyoruz.
Bugün Anadolu'nun iklimine bakarsanız, çoğu bölgesi yarı kurak bir iklime sahiptir ama tersiyer döneme gidersek aslında oldukça subtropik bir iklime sahip olduğunu görürüz ve bugün Anadolu bozkırlarının yoğun olduğu yerlerde bakılan fosillerde çok çok geniş yapraklı ağaçların fosillerine rastlıyoruz, bu da bize geçmiş iklimle ilgili bilgi veriyor aslında. Geniş yaprak demek aslında oldukça nemli bir iklimin işaretidir. Bugün Akdeniz'in kurak ikliminde ya da bozkırdaki çoğu bitkinin yaprakları çok ince küçülmüştür, kalın deriye sahiptir ve sebebi ise su kaybını engellemektir ama eğer su kaybı gibi bir sorununuz yok ise ve etraf oldukça nemli ise bu anlamda aynı bizim günümüzde Doğu Karadeniz bölgesindeki bitkilerde olduğu gibi büyük yapraklara sahip olabilirsiniz. Bunu birçok hayvan ve bitki karakterinde de görebiliyoruz.
Fosillere bakarak, fosillere dayanarak aslında geçmişi, iklimi bile tahmin etmek olası yani aslında aralarında bu kadar bir ilişki olduğunu söyleyebilirim. Dolayısıyla çevre koşulları bu anlamda evrimi tetikliyor. Peki, çevrenin haricinde çevre koşulları haricinde ne etkiliyor? Aslında türler arası etkileşimler de evrimi tetikliyor. Özellikle evrimsel silahlanma yarışı denen bir kavram var. Birbirleriyle etkileşim halindeki iki türün birbirlerine karşı dayanıklılık sağlamak adına ya da birbirlerine karşı faydalanmalarını arttırmak adına yeni karakterlerin zaman içinde evrimleştirilmesi demek bu. Örneğin çita ve ceylan örneğini verebiliriz; ceylanlar çitalara karşı korunabilmek için, daha az av olmak için giderek hızlı koşmaya başladılar. Buna karşın çita da gelişerek daha hızlı koşmaya başlıyor ve sürekli bir yarış halindeler. Bunu bitki böcek ilişkilerinde de görebiliriz; bitkiler, zararlı olabilecek böceklere karşı toksin oluşturmaya başladılar ama böceklerde de bu toksinlere karşı direnç oluşturma başladı yani böcekler de sürekli bir yarış halindeler.
Bugün biz bu evrimsel sürecin yani bu ekolojik etkileşimlerden kaynaklı evrimsel sürecin aslında günümüzdeki nihai sonucunu görüyoruz. Evrim devam ediyor elbette ama milyonlarca yıllık bir sürecin sonucunu bugün bir çok başka başka bitki, başka böceklere çok zararlı toksin salgılayan bir bitkinin tek bir böcek tarafından nasıl yendiğini ve otopside nasıl dirençli olabildiğini görebiliyoruz ama başka böcekler buna yanaşmıyor. O iki tür arasında, böcek bitki arasında çok sıkı bir etkileşim var ve bu evrimin oldukça önemli bir sürü etkeni oluyor. Dolayısıyla da bu anlamda gerçekten çevresel türler arası etkileşimler ve çevre koşulları evrimi tetikliyor diyebiliriz.
U.P.: Çok teşekkürler. Belli ölçüde uyum süreçleri bu şekilde ekoloji ile açıklanabilir. Peki, günümüz çevresel değişimlerini düşünürsek, özellikle iklim krizini mesela, evrimsel süreçler nasıl etkileniyor ve türler bu değişimlere nasıl yanıt veriyor?
Ç.T.: Dünya tarihine baktığımızda, milyarlarca yıllık dünya tarihinde sürekli iklimsel değişimler gerçekleşmiş ve iklim değişikliği yeni bir olgu değil. Yerküre için türler, gruplar bu iklim değişikliğine uyarlanabilmişler ve büyük yok oluşlar da, büyük uyum mekanizmaları da gerçekleşmiş. Bunlar sayesinde bugünkü biyoçeşitliğimizi günümüzde görebiliyoruz. Günümüzde yaşadığımız Antropojen yani insan kaynaklı iklim değişikliği ise geçmişte yaşadığımız iklim değişikliklerinden biraz daha farklı ilerliyor.
Bizim kanıtlarımıza göre, bu aslında çok ani yaşanan bir iklim değişikliği yani bizim birkaç insan nesline denk gelmesi sebebiyle yavaş diye düşündüğümüz bir iklim değişikliği olmasına karşın, aslında jeolojik tarih anlamında sadece 100 - 150 yılda gerçekleşmiş çok hızlı bir sıçrama şeklinde dünyanın ısınması ve iklimsel diğer olayların yağış rejimleri, rüzgarların değişmesi gibi çok çok hızlı bir süreçte gerçekleşiyor. Dolayısıyla da biliyorsun, evrim için aslında zamana ihtiyaç var yani yeteri kadar zaman verirseniz geçmişteki hem fosillerden, hem de yapılan deneylerden, arazi gözlemlerinden her organizmanın çeşitli uyarlamalarla kendi kapasitesi ölçeğinde geliştirebileceğini biliyoruz ama özellikle nesil uzunluğu çok uzun olan ağaçlar, büyük memeli hayvanlar da bu anlamda evrimin daha yavaş işleyebileceği gösteriyor çünkü evrim nesilden nesle işleyen bir süreç aslında. Bu gibi organizmalarda da aslında günümüzde yaşadığımız iklim değişikliğiyle oldukça sert bir etki yaratmasını bekliyoruz çünkü uyarlanmanın yani evrimin oldukça yavaş olduğu organizmalar bunlar ama iklim değişikliğinin çok hızlı gittiği bir durumdayız. Belki başka organizmalar, çeşitli mikroorganizmalar ya da böcekler gibi daha hızlı üreyen ve bir yıl içinde birden fazla nesil verebilen ve bu sayede evrimsel uyarlanma kapasitesi daha hızlı olabilecek organizmalar günümüzdeki iklim değişikliğine karşı daha uyumsal yüksek kapasiteleri olabilir. Bazı organizmaların yine de teknolojilerini değiştirerek iklim değişikliğine karşı direnebildiklerini de görüyoruz ama evrimsel bir değişim anlamına gelmiyor bu. Aslında bizim plastik diye tanımladığımız esnekliğe dayanıyor yani zaten var olan kapasitelerini kullanarak kuşlar daha erken geliyor ya da çiçekler daha erken açıyor. Böyle bir şey aslında bu ve biz buna da uyum diyoruz ama diğer yandan da aslında evrimsel anlamda bir uyum değil bu - daha esnek bir cevap diyelim. Bunun genetik bir altyapısı var ise bu da sonuçta evrime doğru ilerleyebilir. Omurgalılarda da aslında evrimin işlediğine dair bazı örnekler var ya da iklim değişikliğine bağlı olarak kar baykuşlarıyla yapılmış bir çalışma var.
U.P.: Alaca Baykuşlar galiba. Evet, o tüy rengindeki değişimi söyleyeceksin galiba değil mi? Çok kısa zamanda doğal seçilim aslında, yönlü doğal seçilim etkisi.
Ç.T.: 50 yıl içinde ciddi bir şekilde popülasyonda kar örtüsünün azalmasına bağlı olarak iklim değişikliğinden dolayı popülasyondaki beyaz renkli formların yavaş yavaş kahverengi renkli formlara doğru dönüştüğünü görülmüş ve bu bir genetik etki olduğu kanıtlanmış. Dolayısıyla da bazı organizmaların hala bu kapasitesi kendi içlerinde vardır ama yeni özellikler oluşturma yönünde bekleyecek kadar çok da vakit yok. O yüzden aslında iklim değişikliği evrimi nasıl etkiler dersek, günümüzde yaşadığımız iklim değişikliği birçok yolla etkiler. Demin konuştuğumuz gibi, evrimin bir çevresel değişiklik olarak sürücü etkeni olur ama onun ötesinde yok oluşlara yol açarak, aslında diğer organizmalar arasındaki etkileşimleri değiştirerek evrimi ciddi biçimde etkileyecektir diye düşünüyorum.
U.P.: Buradaki esasında iklim krizini kriz yapan şey çok hızlı bir değişimin olması yani dünyanın kendi tarihinde hiç görmediği, alışık olmadığı bir değişim hızıyla iklimin değişmesi ve dolayısıyla da çok hızlı bir ısınma trendinin olması. Aslında önümüzde bir soğuma trendi de yok ve benim anladığım kadarıyla bu da krize yol açıyor yani aslında biyoçeşitlilik krizinde bayağı bir tetikliyor.
Ç.T.: Yani aslında dünya tarihinde biz bu tip dönemleri ani iklim değişiklikleri dönemi diyoruz. Ben yok dedim ama dünya tarihinde var ve onlar genelde yok oluşlarla sonuçlanmış yani ani iklim değişiklikleri, canlıların adapte olma kapasitesinden çok daha hızlı gerçekleşen çeşitli değişiklikler küçük ölçekli, orta ölçekli ve bazen büyük ölçekli yok oluşlarla da sonuçlanmış. Bir de tabii ki biz bunu sadece 150 yıllık bir değişim olarak görmemiz lazım ama böyle bir şey sürekli bir dalga halinde giderek büyüyen bir şey de olabilir, bir çığ dalgası gibi oluşabilir ve bu anlamda giderek de büyüyebilir ve çok daha sert etkilerle karşılaşabiliriz. O yüzden iklim krizini ciddiye almamak insanlık için aslında çok büyük bir kayıp diye düşünüyorum. Şu anki dünyada birçok ülkede bu yönde eğilimler var.
U.P.: Bu kısa süreli hızlı değişimlerin zamanları belli mi, hiç bilgin var mı? Bu benim için yeni bir bilgi.
Ç.T.: Mesela Eosen döneminde çok hızlı bir ısınma var ama bin yıllık süreçte birdenbire olmasına biz jeolojik kayıtlarda hızlı diyoruz.
U.P.: Bugünkü kadar hızlı değil.
Ç.T.: Yani bu çok hızlı - 150 yılda bu kadar ısınma, 1,5 - 2 dereceye kadar artış ve daha da artması bekleniyor. 200 yılda 3,5 ila 4 dereceler olabilir ve bu çok hızlı çünkü biz son buzul dönemde 22 bin yıl önce dünya buzul döneminin maksimumunu yaşamıştı. Sonrasında da 10 bin yıl önce insan medeniyetinin doğuşuna tanıklık ettiğimiz Holosen dönemi başladı ve bu iki birkaç bin yıllık dönemde bu aradaki 15 bin ile 10 bin yıl arasında dünya birkaç derece ısındı. Biz sonuçta şuna ulaştık; Buzul döneminden buzullar arası döneme geçtik yani milyonlarca yıldır devam eden, 40 ila 50 bin yıllık, 100 bin yıllık döngülerle devam eden bir süreç ve bu yerkürenin güneş etrafındaki yörüngesi ile ya da yalpalaması ile ilişkili bir süreç. Bu binlerce yılda değişti yani binlerce yıllık süreçte sıcaklığın artması, 3 ila 4 derece artması aslında bize buzul dönemden çıkış ve buzul arası döneme girmemizi getirdi ama biz bu değişikliği sadece 15 bin yıl önce gerçekleşen bu değişikliği şu anda sadece 200 yılda yapıyoruz. Buna hangi organizma gerçekten dayanabilecek ve sadece organizma da değil; bizim kültürümüzde, medeniyetimizde bu kadar büyük bir değişime adapte olabilecek mi? Teknolojimiz buna yetecek mi? Bunlar da çok büyük soru işaretleri doğurdu.
U.P.: Tamam çok teşekkür ederim. Şimdi senin uzmanlık alanına geldik sayılır. Şu anda yangın, kuraklık ve habitat tahribatı gibi keskin çevresel olaylardan bahsetmek istiyorum. Bunlar, özellikle bitki türleri için ve hayvan türlerinde ne tür evrimsel cevaplara yol açıyor? Yani iklim değişimi ile beraber yangının frekansı da arttı artık ve kuraklık da ciddi bir problem ki özellikle bizim bulunduğumuz coğrafya için de geçerli. Dolayısıyla bu tür adaptasyonları nasıl gözlüyoruz? Bunu bilmek önemli bir bilgi olabilir.
Ç.T.: Tabii evrim anlamında bakarsak, bu habitat tahribi ile kuraklık ve yangın gibi olayları ayırmak lazım çünkü yangınlar şiddetleniyor şu anda. Kuraklık artıyor bazı bölgelerde ve buna bağlı olarak canlılar etkileniyor ama yine de geçmişte kuraklığın olduğu bölgelerde kuraklığa karşı zaten uyarlanma mekanizmaları evrimleşmiş yani milyonlarca yılda benzer şekilde yangın için de geçerli. Yangının sık olduğu yerlerde yangınlar, yangından sonra kendini toparlayabilen bitki kominiteleri, hayvan toplulukları görüyoruz ama habitat tahribi dediğimizde orada insan faktörü devreye giriyor ve yine bu aslında özellikle canlıların milyonlarca yıldır çok karşılaşmadığı yeni bir etken diyebiliriz. Birkaç bin yıldır karşılaştıkları ve özellikle de son yüzyılda biliyorsunuz aktif olarak habitat tahribi arttığı dönemler ve dolayısıyla da habitat tahribine karşı canlıların bir uyumsal mekanizma geliştirmiş olduğunu söyleyemeyiz.
Bu noktada en yıkıcı etki, mesela maden açmak gibi ya da doğanın farklı şekillerde insan kullanımı için tahribatı ve kirlilikten dolayı habitat bozulmaları. Bunlar çok ciddi tahribatlar ve onarılması çok daha güç tahribatlar yaratıyorlar. Mesela yangına geldiğimizde yangınların şiddetinin artması, özellikle yangınların görülmediği yerlerde yangınların görülüyor olması ciddi negatif etkiler yaratıyor çünkü her yerin kendine özgü bir yangın rejimi var, oraya uyarlanmalar var. Mesela bazı bölgeler örtü yangınına maruz kalır ve oralarda küçük şiddetli yangınlar biyoçeşitlilik için, milyonlarca yıldır öyle devam ettiği için pozitif etki yapar ama büyük yangınlar oraya gelmeye başladığı için biz şu anda endişe duyuyoruz çünkü canlıların öyle bir evrimsel kapasitesi yok, uyarlanmaları yok ve dolayısıyla da yine yok oluşlar eşlik edebilir. Benzer bir şey kuraklık için de söyleyebiliriz; ülkemizden örnek verirsek Akdeniz bitkileri mesela, İç Anadolu bozkırı gibi yerlerdeki bitkiler çok ciddi kuraklık uyarlanmalarına sahip ama bazılarının bu kapasitesi gelecek olan daha şiddetli kuraklığa dayanamayabilirler. Bu tabii ki yine bitki tür kompozisyonlarında, hayvanların suya ulaşımında ciddi sorunlara ve değişikliklere yol açabilir komünitelerde.
U.P.: Anlıyorum, çok teşekkür ederim. Aslında soruları tamamladık sayılır, son soruya geldim ve koruma biyolojisi stratejilerini sorarak programı bitirmek istiyorum aslında. Ekolojik ve evrimsel bilgilerin birleşimi koruma biyolojisi stratejilerini nasıl şekillendiriyor? Doğayı korumak için bu iki alan birlikte nasıl kullanılıyor ya da birbiriyle nasıl bir etkileşim içinde olmalı? Bu konuda fikirlerini almak istiyorum.
Ç.T.: Son olarak korumak sonuçta günümüzde oldukça önemli çünkü geleceğe yönelik biyoçeşitliliği koruduğumuzda biz aslında iklim kriziyle de mücadele edebiliyoruz ve insanlığın geçtiğimiz yüzyıllarda yarattığı tahribatın önüne geçme şansımız var. Korumayı yaparken bir yandan da hem ekolojik bilgiyi, türlerin çeşitliliği gibi bilgileri elde ederken - habitat çeşitliliği gibi - , hem de bazı evrimsel bilgilere ihtiyacımız var - genetik çeşitlilik gibi, filogenetik çeşitlilik gibi - ve aslında türlerin nerede oluştuğu, kaynak popülasyonlarının neresi olduğu gibi bu evrimsel süreçte bazı bilgiler bize koruma kararları vermemizde oldukça yönlendirici olabiliyor. Günümüzde tabii statik bir şekilde kurduğumuz koruma alanlarımız, koruduğumuz alanlar var ama gelecek iklim koşullarında bu alanların ne kadar gerçekten hala korumaya değer olabileceği tartışmalı çünkü türler bir yandan da iklim değişikliğine cevap olarak göç ediyorlar.
Bazı habitatlar günümüzde uygun olan mesela 2100 yılı itibariyle, yüzyıl sonunda bizim için değerli bir tür için, korumamız gereken bir tür için uygun habitatlar olmayabilir. Dolayısıyla da bizim bu yüzyılda konuşmamız gereken noktalardan biri de adaptif koruma stratejileri yani korumayı da iklim değişikliğine uyumlu bir şekilde yapmamız gerekiyor ve evrim burada da devreye giriyor. Biliyoruz ki mesela buzul dönemi ve buzul arası milyonlarca yıldır devam eden dönem döngüleri vardı ve buzul dönemlerinde birçok canlı aslında belli bölgelere sığınak halindeydi çünkü ortam koşulları uygun olmuyor. Sonrasında ise uygun koşullar geldiğinde buzullar arası dönemde tekrar yayılıyorlar. Biz burada bir genetik miras görüyoruz, özellikle buzul sığınağının olduğu yerlerde türlerin genetik çeşitliliğinin çok daha yüksek olduğunu görüyoruz. Bu anlamda evrimsel bir süreç aslında bu ve bu noktada eğer biz türlerin nerelerde genetik çeşitliliği yüksek, olduğunu bulursak aslında oraları korumamız gerektiğini çok daha iyi biliriz çünkü buraların aynı zamanda geçmişteki iklim değişikliğine karşı da oldukça dirençli alanlar olduğunu söyleyebiliriz yani değişime direnmiş alanlar ki popülasyonlar buralarda sığınabilmişler. Dolayısıyla bizim gelecekteki koruma stratejilerimiz için geçmişteki buzul sığınağı alanlarına odaklanmamız faydalı olabilir ama aynı zamanda dediğim gibi hem evrimi, hem de ekolojiyi dikkate alarak geleceği planlamak adına adaptif koruma önlemlerini gündeme almak da önemli diye düşünüyorum.
U.P.: Çok teşekkürler. Burada genetik çeşitliliğe de belki biraz değinmek gerekecek ve genetik çeşitliliğin coğrafi dağılımı ve evrimle olan ilişkisini de Evrim serisinin üçüncü programında Kahraman İpekdal ile konuşacağız.
Çağatay çok teşekkür ederim, çok güzel oldu. Bu seri bence çok bilgi verici bir seri oluyor. Ergi Deniz Özsoy ile başladık şimdi sen ve sonrasında da Kahraman olacak. Ben buradan yine dinleyicilerimiz için söylemiş olayım; bir panelle hepimiz bir araya geleceğiz yani Çağatay, Ergi Hoca, Kahraman ve ben - dördümüz bir arada. En son bir tartışma konumuz olacak dördüncü program olarak. Dolayısıyla ne zamandır yapmak istiyordum esasında bu Evrim serisini ve bu şekilde tamamlayacağız. Programın sonuna geldik. Çağatay, çok teşekkür ediyorum sana katıldığın için ve bu güzel cevapları senden aldığım için, eksik olma. Dinleyicilerimize de bu vesileyle iyi akşamlar diliyorum. Önümüzdeki haftalarda Antroposen Sohbetler'de buluşmak üzere hoşçakalın.