"Türkiye harakiri yapan bir organizma gibi kendi kendini yok ediyor"

-
Aa
+
a
a
a

Yücel Sönmez ve Özdeş Özbay, İklim İçin'de Avukat İsmail Hakkı Atal ile Akbelen mücadelesini yeniden hatırlatıyor ve gelinen son noktaya mercek tutuyor.

""
İklim İçin: 17 Ekim 2023
 

İklim İçin: 17 Ekim 2023

podcast servisi: iTunes / RSS

Yücel Sönmez: Merhabalar, bir İklim İçin programında daha birlikteyiz. Bugün bir konuğumuz olacak; İsmail Hakkı Atal. Kendisi avukat, Akbelen direnişinin avukatlarından. Kendisiyle süreci konuşacağız. Destekçimiz Nur Sezginer’e de çok teşekkür ederek başlayalım. Bugün Ömer Madra bizimle olamayacak ama Özdeş’le beraber programı yapacağız.

Özdeş Özbay: Evet.

Y.S.: Özdeş, hemen başlayalım istersen?

Ö.Ö.: Tabi, çok iyi olur. Dediğin gibi İsmail Hakkı Atal aramızda. Merhabalar İsmail Bey, hoş geldiniz.

İsmail Hakkı Atal: Merhaba Özdeş Bey, hoş bulduk.

Y.S.: Hoş geldiniz İsmail Bey.

İ.H.A.: Hoş bulduk Yücel Bey.

Y.S.: İsterseniz bize öncelikle süreci, başından beri, şu ana kadar neler yaşandı, neler oldu bir özetleyin. Biz bu konuyu öncesi ve sonrasıyla gündemimizde sürekli tutmak istiyoruz. Zihnimizdeki bağlar kopmasın, o bağlantıyı hep kurmuş olalım. Çünkü izlediğimiz kadarıyla bir çok haksızlığın ve hukuksuzluğun vücut bulduğu bir süreçten söz ediyoruz. Siz, içinde olan insanlar olarak bize direkt konuyu başından bugüne neler yaşandı, neler edildi bir özetleyin. Sonra konuyu daha açacağız.



İ.H.A.: Şimdi aslında İkizköy direnişi yani Limak-IC İçtaş Termik Santraline karşı İkizköy direnişi yaklaşık dört buçuk yıldır süren bir direniş. Bizim görünürdeki çadır nöbetimiz ise 17 Temmuz 2021’de başlamıştı, Oraya, termik santralin hukuksuz bir şekilde, izinsiz bir şekilde gelip 100 tane ağacımızı kesmesi ve arkasından Necla'nın bütün Türkiye'ye çığlık olan sesiyle. Biz daha öncesinde de yani 17 Temmuz 2021’de çadırl nöbetimiz başlamadan önce Nisan 2021’de Orman Bakanlığı’na karşı ‘Akbelen Ormanı’na açık maden ocağı işletme izni ve orman kesim izni iptal davası’nı açmıştık ve o dava devam ediyordu. Arkasından Ağustos 2021’de burayla ilgili açtığımız iki davaya da yürütmenin durdurulması kararı geldi. Yani birisi Akbelene Ormanı kesim izni ve açık maden ocağı işletme izni iptal davası, diğeri ise şu anda Google'dan uydudan gözüken 22 bin dönüm, Mars yüzeyi gibi yani kuş uçmaz kervan geçmez, ot bitmez, zehirli toksik bölge haline getirdikleri maden sahasının genişletilmesinin iptali davasıydı. Bu iki dava da Ağustos 2021’deydi. 17 Temmuz 2021’de çadır nöbeti başladı ve arkasından jandarmanın bize müdahalesi oldu, jandarma o zaman da bize müdahale etti, tarlaya attı ve arkasından burada bir toplumsal hareketlilik oldu.

Bu toplumsal hareketlilik üzerine siyasi iktidar zaten siyasi ve ekonomik olarak zorda olduğu için, toplumsal hareketlilik de istenmediğinden birdenbire yürütmenin durdurulması kararı çıktı. Ama diğer taraftan şöyle bir şey de var; o yürütmenin durdurulması kararını veren hakim de daha sonra buradan sürüldü, Muğla İdare Mahkemesi’nden sürüldü. İkisi de olabilir; siyasi iktidar bir toplumsal hareketlilik istemediği için yürütmenin durdurulması kararı çıkmış olabilir ya da o hakim iktidarın istemediği bir karar verdiği için buradan sürülmüş olabilir. Yani ucu açık. Arkasından Ağustos 2021’de bu karar çıktıktan sonra, iki dosyada da kararımız çıktıktan sonra yeni gelen hakimlerle birlikte keşifler yaptık. Her keşifte bilirkişi raporları bizim lehimize geldi yani aleyhimize de geldi ama kuvvetli olarak maden mühendisi, orman mühendisi gibi büyük kişiler bizim lehimize rapor veriyordu. Hakimler, Muğla 1. İdare Mahkemesi bir türlü yürütmenin durdurulması kararını kaldırma fırsatı bulamadı. En son temin edilmiş bir bilir kişiyle bir keşif yapıldı, üçüncü defa bir keşif yapıldı. Ağustos 2022’de bu bilirkişi heyeti, açıkça suç niteliğinde bir rapor verdi. Akbelen Ormanı’nın üzerinde, 780 dönümlük Akbelen Ormanı’nın üzerinde 150 dönüm zeytinlik var. Hatta ziraat mühendisi bilirkişi, bu 150 dönümlük zeytinlik içerisindeki ağaçların bazılarının 150, 200 yaşında ağaçlardı ki yaşı da fark etmez aslında. Hepsi Zeytin Yasası’nın koruması altında. Buradaki zeytinliklerin 1939 tarihli yasadan sonra dikildiğini, dolayısıyla bunun koruma altında olmadığını anlatan abuk sabuk bir rapor hazırladı. Biz o bilirkişileri görevi kötüye kullanmaktan ve gerçeğe aykırı bilirkişi raporu düzenlemekten dolayı savcılığa şikayet ettik ve o bilirkişilerin, bağlı oldukları odalarda dahil olmak üzere halen takipçisiyiz yani bunun peşini bırakmayacağımızı da kamuoyuna duyuralım.

Y.S.: Böyle bir şey var mı İsmail Bey? Yani yasanın çıktığı tarihten sonra dikilen zeytinlikler yasadan mahrum kalma diye bir şey var mı?

İ.H.A.: Yok, hayır, kesinlikle yok. Yani o kadar komik bir şey ki neyi uyduracaklarını bilemiyorlar. Yani bir yerlerden talimat alıyorlar ve neyi uyduracaklarını şaşırıyorlar. Yani böylesine bir kepazelik var burada.

Y.S.: Çok ilginçmiş.

İ.H.A.: Arkasından benim iki defa, birisi hem kendi adıma hem İkizköy Derneğimiz adına, bir tanesi de sadece kendi adıma reddi hakim talebinde bulunduğum Muğla 1. İdare Mahkemesi heyeti, bu bilirkişi raporuna, suç niteliğindeki bu bilirkişi raporuna dayanarak Kasım 2022’de yürütmenin durdurulması kararlarını kaldırdı.



Y.S.: Bir de bu rapor ciddiye alındı ve yasal işlem gördü öyle mi?

İ.H.A.: Tabii. Yani zaten dediğim gibi Muğla 1. İdare Mahkemesi, bu yürütmenin durdurulması kararlarını kaldırmak için bir fırsat kolluyordu ve bir şekilde nereden temin edilmişse temin edilmiş olan bu bilirkişi heyeti suç niteliğinde bir rapor düzenledi ve bu rapora dayanılarak da yürütmenin durdurulması kararları Kasım 2022’de kaldırıldı. Biz ondan sonra sürekli tetikte beklemeye başladık. Arkasından biz, bu Muğla 1. İdare Mahkemesi heyetini tarafsız olmadığından ve kanunları uygulamayıp görevi kötüye kullanma suçu işledikleri nedeniyle hakimlikten atılmaları talebiyle Hâkimler ve Savcılar Kurulu’na şikayet ettik. Tabi beklediğimiz gibi bu sadece kamuoyu yaratmaya yönelik bir şikayetti çünkü AKP’nin emri altındaki Hâkimler ve Savcılar Kurulu’ndan bununla ilgili hiçbir şekilde bir işlem yapamayacağını biliyorduk. AKP'nin yaptığı Anayasa değişikliğiyle Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu kararlarına karşı bizim dava yolumuz da yok yani böyle bir şey de var, şikayet ettiğimiz de daha sonra herhangi bir şekilde dava da edemiyoruz. Arkasından Kasım 2022’de yürütmenin durdurulması kararı kaldırıldıktan sonra biz tetikte beklemeye başladık yani ormanı mümkün olduğunca kalabalık tutmaya, nöbeti kalabalık tutmaya çalıştık. Bu arada Türkiye seçim atmosferine girdi. Seçim atmosferinde siyasi iktidar bir toplumsal hareketlilik istemediği için bunlar bir stand-by konumuna geçtiler. Arkasından, tam da 14 ila 28 Mayıs seçimlerinden sonra, termik santralinin içerisinden, yetkililerin ağızlarından bizim duymamız isteğiyle bazı sözler söylendi. Şunları söylediler; ‘Artık seçimi kazandık, ormanı kesmeye gelebiliriz.’

14 - 28 Mayıs’tan sonra biz yine tetikte beklemeye başladık. Bu arada 24 Temmuz'da sizin de bildiğiniz orman kesimi işlemi başladı. Aslında 24 Temmuz bence onlar için, o ormanı kesmeye girişmek için seçilebilecek en kötü zaman dilimiydi çünkü Muğla'nın, Bodrum'un, Ören’in, bütün buranın çok kalabalık olduğu ve bizim sivil aktivizm düzeyinde çok fazla destek alabileceğimiz bir dönemi seçtiler. Bunda da şunun olduğunu düşünüyorum; artık köylü hareketi genişliyordu. Çünkü biz, 17 Temmuz 2021’de başlayan çadırlı direnişimizi, çadırlı nöbetimizi 17 Temmuz 2023’te yani ikinci yıl dönümünde genişlettik ve Karacahisar - Çamköy köylüleri traktörleriyle katıldılar. Bir nevi genişleyen bir köylü hareketine dönüşünce Limak Termik Santrali tepemize çöktü, ormanı kesti ama halen burada, dediğim gibi Zeytin Yasası’nın koruması altında olan 150 dönüm zeytin var. Dün de İlçe Tarım Müdürlüğü nezdinde bazı girişimler yaptık. Bu arada Limak Termik Santrali’nin, maden sahasının sınırında yer alan zeytinliklerin üzerine uydu fotoğraflarından moloz dökerek yok ettiğini belgeledik, bunlarla ilgili şikayette bulunduk. Dolayısıyla mücadelemiz devam ediyor.

Yatağan Termik Santrali

Diğer taraftan şunu özellikle ve önemle belirteyim; bu üç termik santral, Yatağan, Yeniköy ve Kemerköy Termik Santralleri Türkiye'ye en çok zarar veren üç termik santral. Bununla ilgili Avrupa Sağlık ve Çevre Birliği’nin 2020’de yaptığı bir çalışma var. Limak’ın iki termik santralinin, Yeniköy ve Kemerköy Termik Santrali’nin yıllık Türkiye'ye sağlık maliyeti, öldürdüğü, hasta ettiği, kanser ettiği insanlar nedeniyle sağlık maliyeti 44 milyar lira ve kendi ticari kazancı sadece 200 milyon lira. Yine şunu da özellikle ve önemle belirteyim; 1993’de Aydın İdare Mahkemesi'nde açılan üç davada Aydın İdare Mahkemesi, Yatağan, Yeniköy ve Kemerköy Termik Santrallerinin kapatılmasına karar veriyor. 1996’da da Aydın İdare Mahkemesi kararları, Danıştay tarafından onanıyor ve o yıldan bu yana burada uygulanmayan üç tane mahkeme kararı var. Biz 24 Temmuz'da kesin başladıktan sonra 23 Ağustos’ta, - kesim başlamış ve bitmişti, biz hala daha o çekirdek kamp alanımızdan aşağıya sürülmemiştik - Cumhurbaşkanlığına idari başvuru yaparak bu mahkeme kararlarının uygulanmasını talep ettik. Önümüzdeki günlerde de Cumhurbaşkanlığına bu üç tane mahkeme kararının uygulanması talepli bir dava açmayı planlıyoruz.



Y.S.: Aklıma bir çok soru geliyor İsmail Bey ama bir tane şahsi bir soru sormak istiyorum, çok merak ettiğim bir soru; bu kadar hukuksuzluğun, bu kadar kanunsuzluğun, bu kadar acımasızlığın olduğu bir süreçte bir avukat olarak, bütün bunları yaşamış bir insan olarak umutsuzluğa düştüğünüz oluyor mu?

İ.H.A.: Yani şöyle, ben aslında bir taraftan realistim bir taraftan hayalciyim. Mutlaka bir gün başarıya ulaşacağımızı biliyorum ama siyasi iktidarın da nasıl yargıyı ele geçirdiğini, AKP’li avukatları nasıl hakim yaptığını elimde somut bilgilerle, belgelerle biliyorum. Fakat elimizdeki mücadele araçları tamamen tükenmiş değil. Yani bizim sahadaki mücadelemizde açtığımız davaların sonuca ulaşmayacağını biliyoruz fakat bu davalar, hukukun, kanunların uygulanmadığı, bypass edildiğini açık ettiğimiz, sizlerin desteğiyle kamuoyuna bildirdiğimiz bu davalar, aslında bir taraftan da siyasi iktidarın ulusal ve uluslararası planda nasıl bir tek adam yönetimi ile yargıyı bitirdiğini ortaya koymamıza vesile oluyor ve biz bu süreci devam ettirdiğimiz takdirde bir gün gelecek bunu değiştirmek zorunda kalacaklar. Şimdi biliyorsunuz, bu küresel ekonomik sistemde ülke ekonomik sıkıntıda, dışarıdan yabancı sermaye gelmesini istiyorlar ama yabancı sermaye getiremiyorlar. Çünkü yabancı sermaye, ‘Türkiye'de hukuk yok’ diyor. Dolayısıyla bütün bunlar aslında birbirine bağlı. Yani ben umutsuz değilim. Atatürk’ün dediği gibi, ‘Umutsuz durumlar yoktur, umutsuz insanlar vardır.’ Ben de onu şiar edilmiş bir insan olarak şunu söyleyebilirim; bizim açtığımız her dava, buradaki her mücadelemiz, her direnişimiz üzerimizdeki hukuksuz saldırıya küçük küçük de olsa darbeler vuruyor ve yıpratıyor, biz bunun farkındayız. Yani kendilerini ne kadar güçlü hissediyor olsalar da o kadar güçlü değiller. O kadar güçlü olduklarını hissetseler zaten seçimden önce girerlerdi buraya ama seçimden sonra girmeyi tercih ettiler.

Bu arada, parantez içerisinde, konumuz bu değil ama burada bir eleştiri olarak da sunmak isterim; ana akım muhalefet partileri Türkiye'yi depresyona soktuğu için biz burada 24 Temmuz sonrasındaki süreçte yeterli insan toplayamadık. Eğer burada 24 Temmuz'dan sonra başlayan orman kesimi 14 - 28 Mayıs seçimlerinden önce olsaydı, biz buraya 10 binlerce insan toplardık ama ülkeyi depresyona soktular. Yani bu ülkede böyle bir durum da var. Bunu da konumuz olmamasına rağmen parantez içerisinde söyleyeyim.
Y.S.: Söyledikleriniz kişisel olarak bana da çok iyi geldi çünkü zaman zaman umutsuzluğa düştüğümüz, karamsarlık yaşadığımız oluyor. Bu söyledikleriniz çok umut verici, ilerisi için de güç verici bir şey. Peki, şunu da merak ediyorum; orada aynı zamanda gözlerimizin önünde bir sürü insan hakkı ihlali gerçekleşti. Örneğin direniş yapan insanlarla dahi konuşamadık çünkü ‘jammer’lar çalıştı, bütün bölge iletişimden yoksun bırakıldı ya da direniş çadırının kurulduğu özel arazilere kepçelerle girildi ve oralar tarumar edildi. Biraz önce sizin de bahsettiğiniz gibi zeytinlik örneği gibi örnekler yaşandı. Direnişe destek olmaya gelen insanlar yollarda önleri çevrildi, bir takım baskılar uygulandı. Direnişi nasıl görüyorsunuz?

Ö.Ö.: ‘Ormanlık alanda tuvalet kabini olmaz’ denilerek tuvalet kabini alıp götürüldü.



Y.S.: Siz direnişin ruhunu, geldiği noktayı nasıl bize anlatabilirsiniz?

İ.H.A.: Türkiye’de Akbelen direnişi, Bergama'dan bu yana bu kadar uzun soluklu, inatçı, vazgeçmeyen ikinci köylü direnişi. Şunu artık bir gerçeklik olarak ortaya koyalım; ben 2005’den bu yana bu davaların içerisindeyim. Eskiden biz köylülere giderdik, rica ederdik vekalet vermeleri, termik santrallere dava açma konusunda. Artık güneş balçıkla sıvanmıyor, köylüler öldüklerini biliyorlar, tarım alanlarının yok olduğunu biliyorlar, su yok, yeraltı suları çekildi, yağmur alamıyorlar, verim düştü. Termik santral burada Bodrum ve Milas’ın tükettiği sudan daha fazla soğutma suyu kullanıyor. Yani insanlar, özellikle kırsaldaki insanlar artık on yıl önceki kırsaldaki köylümüz değil, çok daha bilinçli. Ülkenin her tarafı bu şekilde yangın yeri gibi. AKP hükumeti, Türkiye topraklarının yaklaşık %70’ini maden ruhsatı ilan etti ve her yerde parayı bastıran maden ruhsatını alıyor. Ondan sonra gidiyor altın madeni, kalker ocağı, nikel madeni, kurşun madeni, şu, bu... Bütün her yerde direniş var ama halk sahipsiz. Gönüllü avukatlar olarak bizim gücümüz yetmiyor. Muhalefet partileri ve Barolar Birliği bu konuda görevini yerine getirmiyor yani kanunen üzerine düşen görevini yerine getirmiyor. Bu mücadele yani iklim krizinin getirdiği mecburiyetle beraber tarihin akışı mücadelemizi başarıya ulaştıracak. Yani gidişat bu yönde. İklim krizinin getirdiği, insanlığın ve ülkemizin durumuyla beraber tarihin akışı oraya doğru gidiyor. Güneş balçıkla sıvanamaz ve her halükarda bu termik santraller, bu madenler er veya geç kapanacak. Biz burada mümkün olduğunca erken ülkemizin toprakları kirlenmeden, yok edilmeden, zeytinliklerimiz yok edilmeden yani zararın neresinden dönersek kârdır diyerek mücadele ediyoruz. Yani kurtarabildiğimiz kadarını kurtaralım diyoruz.

Bu mücadele sürecinde artık net bir şekilde biz bunu sahada görüyoruz. İkizköylülerin dört buçuk yıldır inat ederek yani mücadeleden vazgeçmemeleri yani orman kesildi ve şu anda İkizköylülerin mücadelesindeki azimde tek bir şey yok. En son dün değil ondan önceki gece biz burada, aşağıda, yeni nöbet kamp alanımızda toplantı yaptık, İkizköylülerle toplandık. Burada şunu da söyleyeyim; İkizköy Çevre Komitesi var, bu bir köylü hareketi. Biz, onların aldığı kararları uyguluyoruz. Oturduk, dedik ki, ‘Biz bu nöbeti devam ettirecek miyiz?’ Onlar da, ‘Evet, ettireceğiz, sonuna kadar ettireceğiz’ dediler. Şu da var; yani köylüleri şu anda motive eden en önemli faktörlerden birisi de bunun kendileri için bir yaşama mücadelesi olduğunun farkında olmaları. Yani burayı terk edip giderlerse başka bir yerde bir yaşam alanları yok, orada geçim kaynakları yok. Hayatlarını kaybedecekler, uzun süreçte perişan olacaklar ki bunun örneğini gördüler.
Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kanunu uygulanmayarak, taşınmaz kültür varlığı kapsamında olan, Işıkdere Mahallesi'nin altından çıkan, sırasıyla Bizans, Roma, Karya Uygarlıklarının dört bin yıllık tarihi Limak-IC İçtaş Şirketi tarafından göz göre göre yok edildi. O tarih yok edilmeden önce Işıkdere Mahallesi’ndeki akrabalarının şu anda ne kadar büyük bir sıkıntıda olduğunu da görüyorlar. Yani buradan göç eden insanların ne durumda olduğunu biliyorlar, görüyorlar. Dolayısıyla bu mücadele artık başarıya ulaşacak çünkü bu şirketler halkı kandıramıyor, aldatamıyor. Güneş balçıkla sıvanmıyor.

Ö.Ö.: Bu bahsettiğiniz meseleyle ilgili dün Asu Aksoy ve Burçin Altınsay bir söyleşi yapmıştı; İklim Adaleti Koalisyonu tarafından hazırlanan ‘Milas- İkizköy ve Akbelen Ormanı’nda Arkeolojik Kazılarda Yok Edilen Kültürel Miras’ başlıklı rapor. Onun bulguları ve sonuçlarını Levent Büyükbozkırlı ile konuşmuşlardı. O da şu anda Açık Radyo’nun internet sitesinde hem yazılı olarak girilmiş durumda, hem de podcast’ten dinleyicilerimiz tekrar dinleyebilirler.

Y.S.: Bir şey daha çok merak ediyorum; biraz uzaklarda kalan, alanı görmeyen gözler için alandaki değişimden de bize biraz bahseder misiniz? İnsan hayatındaki değişimden biraz bahsettiniz, onu da biraz daha açmanızı rica edeceğim. Maden öncesi ve maden sonrası, özellikle ormanlık alanda bundan etkilenen tarım, bundan etkilenecek olan biyolojik çeşitlilik, köylüler bütün bu süreci birebir içinde yaşayan ve gören insanlar; siz de onlara dahil olan bir insan olarak, bize, görmeyen gözlere biraz tarif etmeye çalışır mısınız işin boyutlarını?

İ.H.A.: Biraz önce konuşmamın başında söylediğim gibi, uydudan gözüken, şirketin yok ettiği 22 bin dönümlük bir arazi var. Yani bu 22 bin dönümlük arazi Akbelen Ormanı’nın sınırına dayandı ve bir akıl tutulması eseri olarak Akbelen Ormanı’nı geçecek olursa da önünde 200 bin dönüm daha ruhsat sahası var. Bu 200 bin dönüm ruhsat sahası içerisinde 80 bin dönüm tarım arazisi, 80 bin dönüm çam ormanı ve 40 bin dönüm civarında da zeytinlik arazi var.

Y.S.: Devasa, koca bir alandan bahsediyoruz.

İ.H.A.: Milas'a kadar 30 tane köy ruhsat sahası içerisinde. Bu müthiş bir akıl tutulması. Yani Türkiye bu yönetilememe durumuyla şu anda harakiri yapan bir insan gibi, bir organizma gibi kendi kendini yok ediyor. Özellikle Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminde bütün devlet bürokrasisinin bypass edildiği, bütün kurumların, devlet aklının bypass edildiği bu sistemde Türkiye bir harakiri durumu yaşıyor. Şimdi bu 200 bin dönüm ruhsat sahası içerisinde 80 bin dönüm tarım arazisi var ama bu arada buğday için Rusya’dan dileniyorsunuz. Ondan sonra bu iki termik santralin öldürdüğü, hasta ettiği, kanser ettiği insanlar sebebiyle yıllık 44 milyar lira sağlık harcaması yapıyorsunuz. Çünkü bu üç termik santral, Türkiye'de etrafında en yoğun yerleşim olan termik santral sahalardan birisi ve çok eski bir teknoloji. Diğer taraftan şunu söyleyeyim, siz köylülerin şu andaki son değişimini sordunuz ama özellikle benim hep kamuoyunun dikkatini çekmek istediğim bir nokta var, onu unutmadan söylemek istiyorum; Çarşamba günü duruşmamızın olduğu gün tam biz duruşma salonundayken aramızda hiçbir irtibat olmaksızın Bodrum Belediye Başkanı Ahmet Aras, Geyik ve Mumcu barajlarının kuruduğunu ve Bodrum'un susuz kaldığını açıkladı. Bodrum'un suyunun üçte biri Akbelen’den gidiyor yani elimizde özelleştirme öncesinde, 2013 yılında Türkiye Kömür İşletmeleri’nin Hacettepe Üniversitesi Jeoloji Mühendisliği’ne hazırlattığı bir hidrojeoloji raporu var. Bu hidrojeoloji raporu diyor ki, Bodrum'un su kuyularını dolduran Karacahisar, Çamköy ve Aslanyaka köylerinin yeraltı su havzalarının suyu, Akbelen Ormanı’nın altındaki kömür yatakları çıkarsa kesilecek ve Bodrum'un su yatakları yer değiştirecek. Yani hakimler göz göre göre bunların hiçbirisini nazar itibarı almadılar, hiçbirisini göz önüne almadılar. Bu tam bir akıl tutulması. Bunların aklının çalışması sistemine göre söylüyorum, insan hayatını önemsemiyorlar, doğayı canlıyı önemsemiyorlar, bu termik santralin kazandığı 200 milyon lira para için Bodrum'un beş milyar dolar turizm gelirini yani yıllık 150 milyar lira yıllık turizm gelirini riske ediyorlar. 44 milyar lira da sağlık maliyeti var. Yani bunun bir örneği dünyada da yoktur, zannetmiyorum. Türkiye'de olmadığını biliyorum.

Y.S.: Birkaç kişi kazanıyor, bütün toplum kaybediyor.

İ.H.A.: Evet, kendi kazandıkları 200 milyon lira para için Türkiye'ye yıllık 200 milyar lira zararları var. Yani kendi kazançlarının tam bin katı. Bu bir akıl tutulması. Bir taraftan hükumet çıkıyor, döviz, ekonomi, şu, bu diyor, Merkez Bankası vasıtasıyla dövizi tutmak için bin tane film çeviriyorlar. Öte taraftan döviz kaynağı olan, Türkiye'nin turizm geliri olan, turizm gelirinin %10’u olan Bodrum'u yok ediyorsun. Bunların kafasının çalışmasına göre, hep paraya göre karar veriyorlar ama bunu bile değerlendiremiyorlar, böyle acayip bir şey.

Şimdi sizin sorunuza gelecek olursak, şu anda ben Akbelen Ormanı’nın üzerinde Mehmet Oğultürk ve eşi Berrin Oğultürk’ün evinden Akbelen Ormanı’na bakıyorum. İkisi de emekli öğretmen, 80 küsur yaşında ve halen direniyorlar. Buradan bütün dinleyicilere ve Türkiye'ye çağrıda bulunuyorum; 80 küsur yaşında direnen eski İlçe Milli Eğitim Müdürü, emekli öğretmen Mehmet amca ve eşi emekli öğretmen Berrin teyzenin evinden Akbelen Ormanı’na bakıyorum. Bölgenin üzeri şu anda kel olmuş durumda, bütün ağaçlar kesilmiş durumda. İçinde halen orman köylülerimiz var. Bizim komitemizin ve derneğimizin üyesi olan Haydar Demir, Gülören Demir, Halil İbrahim ve eşi İlkay, onların evleri var. Onlar evlerine jandarma kontrolünde gidip geliyorlar. Hala normal döngülerini devam ettiriyorlar bir şekilde ama buraya maden ocağı açılacak olursa bizim İkizköylüler buradan göç etmek zorunda kalacaklar. Zaten şu anda bizim için kömür kokusu tekrar başladı. Yaklaşık bir buçuk yıldır kömür bittiği için çıkartamıyorlardı, zehirleyemiyorlardı bizi ama tekrar insanları zehirlemeye başladılar.



Yeni açanlar için tekrar hatırlatayım, dün de yok edici, katil, doğa katili Limak-IC İçtaş Termik Santrali’nin Zeytin Yasası’nın koruması altında olan Akbelen Ormanı’nın sınırındaki zeytinliklerin üzerine molozlar dökerek zeytinlikleri yok ettiklerini uydu fotoğraflarından tespit ettik ve İlçe Tarım Müdürlüğü’ne şikayet ettik. Yani mücadelemiz devam edecek inşallah. Bundan sonra Anayasa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) uluslararası hukuk nezdinde başvurularımız olacak. Şu anda zaten Türkiye, bu üç termik santrali kapatma kararını, hukuku uygulamadığı için Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi önünde halen incelemede.

Y.S.: Süremizin de ne yazık ki sonuna geldik. Konuşacak çok şey var, daha da konuşacağız. Sizin nezdinizde biz de bu süreci devam ettireceğiz, sizden sık sık bilgi alıp kamuoyuna bilgi sunmaya çalışacağız. Ama bugünlük süremizin sonuna geldik ne yazık ki. Önümüzdeki günlerde tekrar sizinle görüşmeyi dileriz, konuyu bilgileri sıcak tutmayı dileriz. Ama şimdi kapatmak durumundayız programı.

İ.H.A.: Çok teşekkürler, emeğinize sağlık, sağolun.

Y.S.: Biz de çok teşekkür ederiz katıldığınız, bizi detaylıca bilgilendirdiğiniz için. Daha bilgilenecek çok şey var, sizinle ileride tekrar görüşeceğiz büyük ihtimalle. Şimdilik hoşça kalın.

Ö.Ö.: Hoşça kalın.

İ.H.A.: İyi çalışmalar, iyi yayınlar.