Suriye'de Şiddet Yükseliyor, Mülteciler Risk Altında

-
Aa
+
a
a
a

Birleşmiş Milletler, Suriye'deki çatışmaların yeniden şiddetlenmesi konusunda uluslararası toplumu uyarırken, birçok ülke göçmenleri tek başlarına dönmeye zorluyor.

""
Suriye'de Şiddet Yükseliyor, Mülteciler Risk Altında: BM ve Uluslararası Toplum Uyarıyor
 

Suriye'de Şiddet Yükseliyor, Mülteciler Risk Altında: BM ve Uluslararası Toplum Uyarıyor

podcast servisi: iTunes / RSS

Waseem Ahmad Siddiqui: "Suriye'de şiddet tekrar yükseliyor" diye bir haber var. Bu Birleşmiş Milletler'den bir uyarı: "Aralarında Almanya'nın da olduğu bazı ülkeler, bir süredir, çatışmaların azaldığı gerekçesiyle sığınmacıları geri göndermeye tartışıyorlar." Az önce Cengiz Aktar da Nereye Doğru'da aktardı: Avrupa'nın sınırlardan dışarı doğru itilmiş, mülteciler için bir barınak olarak kamp yapma stratejisinden bahsetti. Fakat bu sırada Birleşmiş Milletler, Suriye'de çatışmaların yeniden artmaya başladığı uyarısında bulunuyor. Ülkede yeni bir şiddet dalgası yaşandığını dile getiren Birleşmiş Milletler Suriye Araştırma Komisyon Başkanı Paulo Pinheiro, ABD destekli Suriye demokratik güçleri ile Şam rejimine bağlı birlikler arasında yaşanan yeni çatışmalara dikkat çekiyor. 

Bu önemli bir haber. Deutsche Welle'nin hazırladığı bir haber bu. Alman mahkemesinin bir kararına yer veriyor: Almanya'da bir mahkeme, Suriye'nin bazı bölgelerinin artık güvenli olduğu gelişçesiyle Suriyeli sığınmacıların geri gönderebileceğini hükmetmiş. Tuhaf bir karar. 

Özdeş Özbay: Güvenlikten ne anladıkları da ilginç. Sadece silahlı grupların var olup olmamasına bakıyorlar. Güvenli olmaktan anladıkları bu. Almanya'nın iç siyasetini de biliyorsun, şu anda aşırı sağın yükselişi söz konusu, güvenlik kaygısı diyerek on küsur yıldır yıkılmış halde olan bir ülkeye göçmenleri göndermeyi planlıyorlar. Velev ki silahlı çatışmalar olmasın. Yıkık bir ülkeye nasıl gönderebilirler? Ekonomik sebepler de bir göç sebebidir: İşsizlik, yoksulluk vs. gibi sebepler. Bunları yok sayıyorlar. Savaş mı var, silahlı çatışmalar bitti, geri göndeririz diyorlar.

W. A. S: Son zamanlarda çok konuşulan ve neredeyse trend haline gelmiş bir durum oldu geri gönderme. Alman Mahkemesi'nin kararında güvenliği, daha doğrusu "artık güvenli olmayı" tırnak içinde alıyor. Ülkesinde güvende olamayacağı gerekçesiyle koruma statüsü isteyen bir Suriyelinin iadesine dair yargı süreci 28 Ağustos'ta kesinleşmiş. Almanya'da son aylarda yaşanan terör eylemlerinin ardından, birçok siyasi parti ve eyalet yönetimi geri göndermelerin başlaması çağrısında bulunmuştu.

Suriye'de 2011'de çıkan iç savaşta 500 binden fazla kişi hayatını kaybetti. Hatırlarız bunu. Ülke nüfusunun büyük bölümü göç etmek zorunda kaldı. Savaş ve izolasyon döneminde iktidarı koruyan devlet başkanı Beşar Esad, yeniden ilişkiler kurdu ve silahlı rejim muhalifleri bir süredir normaleşme arayışında. Güvenlik bu noktada benim çok zor anladığım bir konsept, insanların geri gönderildiklerinde ne tür bir mağduriyet yaşayacağı veya belki ne şekilde hayatını kaybedeceği belli değil. İnsanın duyarken, dinlerken, görürken çok zorlandığı bir nokta bu. Çocukları, ailesi burada ama kendisini bir anda Suriye'de buluyor ve konuşmasına da izin verilmiyor. Burada çok başka statülerde olan göçmenler bunu yaşıyor, öğrenciler dahi bunu yaşıyor. 

Deutsche Welle'nin bu haberinin ardından tanıklık ettiğimiz bir diğer konuya geçmek istiyorum, Filistin hakkındaki bu haber Enternasyonel Dayanışma kanalından. "Dünyada 7.2 milyon mülteci ve Gazze'de 625 bin çocuk eğitiminden mahrum kaldı" diyor. Savaşlar, göç ve göçmenlik milyonlarca çocuğun eğitim alamamasına neden oluyor, şu an. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği dünya genelinde 7.2 milyon mülteci çocuğun eğitimden mahrum kaldığını bildiriyor. Aslında Mülteci Eğitim Raporu'na göre, dünyada 14.8 milyon civarındaki mülteci çocuğun eğitim hayatlarını iyileştirmede bazı ilerlemeler sağlansa da, sorunlar devam ediyor. Bu çok ciddi bir mesele. Eğitim çok ciddi bir konu. Bu çocukların hayatları ne olacak ileride? Bu çok büyük bir soru işareti şu an.

Ö. Ö: İsrail'in bunu umursamadığı zaten ortada. Hatta o çocuklarının Filistin topraklarında bir geleceği olmaması gerektiğini düşünüyor, bu zaten en başından beri böyle. Hatırlayacaksınız, "Mısır'a gitsinler, buradan gitsinler" demişlerdi. Bütün planlar Gazze'nin sürekli olarak işgali ve oradaki Filistinlilerin gönderilmesi üzerine. Okulların bombalanması da bir tesadüf değil tabii. Hamas'la mücadele olmadığı açık. Bugün Haaretz'in bir haberine değinme fırsatımız oldu Açık Gazete'deHaaretz'in haberine göre Gazze'de ön cephede İsrail askeri tarafından kullanılan mülteciler var, karşılığında oturma izni vaadediliyor. O da, daimi olarak Göç Bakanlığı tarafından kontrol edildiğin bir durum, sürekli bir izin değil. 

W. A. S: Mülteci statüsü, kayıtsız yaşamak, gerçekten çok başka bir durum. Kontroller çok zor. Filistin'de bu çok daha derin bir şekilde yaşanıyor, çok yaygın. Herkes taranıyor, herkesin bilgisi ellerinde. Çok tuhaf bir yer. Geçtiğimiz haftalarda TRT World'ün Kutsal İşgal belgeselinde bunu izlemiştik. Geçiş noktalarından geçişleri, ne tür kontrollerin olduğu, o daracık kapılar... O sıkışmışlıkları... İfade etmek çok zor. 

Ö. Ö: Üstelik sadece işe gitmek için. O duvarların dışına, İsrail içinde çalışmaya gidiyorlar. Sonra bir de dönüyorlar. Saatlerce, o kontrol noktalarında bekliyor Filistinliler.

W. A. S: Evet. Okullara gelince, açık olsa da, çok derin bir endişe, güvenlik endişesi yaşanıyor öğrencilerde. Pek cesaret edemiyorlar okula gitmeye. Dünyanın hakikaten çok trajik bir halini görüyoruz bu aralar, dört bir yanda. Ömer Abi'nin de zaman zaman söylediği gibi. 

En başta aktardığımız Deutsche Welle'nin güvenlikle ilgili haberini bu noktadan biraz açabiliriz.Enternasyonel Dayanışma Platformu'nun 12 Eylül haberine göre; Türkiye'nin sınır dışı ettiği bir Suriyeli sığınmacı, Esed rejimi tarafından işkenceyle öldürüldü! Geri gitmek zorunda kaldı ya da geri gönderildi ve oraya ulaştığı anda böyle bir duruma maruz kaldı. Türkiye tarafından sınır dışı edilen süreli bir sığınmacının Esed rejimi tarafından Halep'te yakalandığı ve işkence sonucunu hayatını kaybettiği bilgisi var haberde. Suriyeli kaynakların haberine göre, otuz üç yaşındaki Suriyeli mühendis Abdul Gani Munir sınır dışı edilmesinin ardından iş bulamadığı için Halep'e geçmek istedi ve kontrol noktasında rejim güçleri tarafından tutuklandı, askeri güvenlik şubesinde işkence sonucu hayatını kaybetti. Nasıl tarif edebiliriz bu meseleyi? 

Ö. Ö: Hem Suriyeli arkadaşlarımız, göçmen arkadaşlarımız anlatıyorlar, hem böyle haberler konu oluyor sık sık. Suriye rejimi zaten ülkeyi terk etmiş olanlara bir tür hain gözüyle bakıyor. Onların askerlik hizmetlerini bahane ediyorlar, savaşta taraf olacaktın, rejim altında asker olacaktın, ülkeyi terk etmeyecektin diye. Özellikle erkekler için geçerli tabi bu. Döner dönmez dehem sorgudan geçiriyor, potansiyel hain, güvenlik riski diye bakıyorlar. Kimi zaman askere alıyorlar, kimi zaman bu şekilde ağır işkencelerle öldürüyorlar. Bu çok yaygın olmasına rağmen güvenli diyebiliyorlar. Türkiye rejimi de şimdi Suriye rejimiyle görüşüyor, biliyorsun.

Daha yakın vakitlerde hem de kendisine solcu diyen bir sosyal medya hesabından hedef gösterilen Suriyeli bir trans kadın geri gönderilmişti. Hemen o haberlerin çıkması üzerine HIV olduğunu birileri ifşa ediyor, internette dolaştırıyorlar. O da hemen sınır dışı edilmişti ve sonra öldürüldü aile üyeleri tarafından Suriye'de.

W. A. S: Bunun sorumluluğunu kim alacak? Bu meselenin hukuki ve yasal yanını düşündüğümüzde, bütün uyum süreci, entegrasyon sürecinde çokça tartıştığımız bir meseleydi. Birleşmiş Milletler'in de çokça kaynak ayırdığı ki o da çok tuhaf ve başka bir tartışma aslında.

İnsanlar hayatlarını kaybediyorlar. Hayatını yitiriyorlar gittiklerinde. Gittiğin de tek başına yalnız gitmiş oluyorlar, ailesi, çocukları, herkes burada kalmış oluyor. Bütün bu kelimeler -mağduriyet, çaresizlik veya bu kırılganlık- bu kelimeler kulağa, insana çok fazla geliyor, bunun dışında acaba ne tür bir dil geliştirilebilir? Hakikaten ben zorlanıyorum yani. Çünkü çok derin bir kırganlık var orada. Çok derin bir mağduriyet var.

Mağduriyet, mağdur olmak... Benim de bir süredir çok düşündüğüm bir mesle. Şöyle bir ifade duymuştum: mağduriyet, mağdur olmak çok sevilen bir yer, herkes çok kolayca, çok basitçe mağdur olmaya seçer. Bu çok basit. Ama böyle bir mağduriyet, tek başına kalmış insanların mağduriyeti, bana çok başka bir yer gibi geliyor. Çok da seçilen ve sevilen bir yer değil. İnsanlar bunu seçmiyorlar aslında. Böyle bir hayatı seçmiyorlar. Belki başka bir hayat hayal ediyorlar. Hayatta sadece kendimizin değil, başkalarıyla, çevre sorunlarıyla ve diğer canlılarla birlikte bir yaşam kurmayı öğreniyoruz. Zamanla bu uyum dediğimiz şeyi aslında keşfediyoruz. Aslında bir yandan da kitaplarla, okullarla ilgili bir şey bu. Ama hayatın kendisi? O eksik. Gündelik yaşam bir yandan bizi şekillendiriyor ve hepimiz zamanla bunu öğreniyoruz. Bu uyum meselesi de tam olarak bu. Yanı başımızdaki köpeğin de, ormanın da çok önemli olduğunu fark ediyoruz. Ancak ön yargılar, hemen karşımızdaki kişiyi tanımadan oluşturduğumuz tüm bu yargılar bizi bir yere götürmüyor gibi görünüyor. Karşı tarafa şans vermemek, ona zaman tanımamak meselesi var burada. Zaman çok önemli, ama insanlar bunu tanımıyor. Böyle bir durum söz konusu.

Ö.Ö: Söylediklerini anlıyorum. Bu mesele dilin ötesinde bir mesele. Geçtiğimiz haftalarda seninle de konuşmuştuk. Britanya'da, pogromların hemen ardından on binlerce kişi sokaklarda fiziksel olarak göçmen karşıtlarını, faşistleri, aşırı sağcı grupları durdurdu. Göçmenlerin saldırıya uğradığı yerlerde hemen dayanışma grupları kuruldu, insanların kendilerini güvende hissedecekleri bir savunma mekanizması oluşturuldu. İşte asıl mesele bu. Yoksa sadece konuşarak, dilimizi değiştirerek bir yere varamayız. İnsanlar evlerinde oturmaya devam ettiği sürece onları yalnız bırakmış oluyorsun. Durum ortada aslında.

W.A.S: Evet, bu gerçekten çok önemli. Aslında mesele sadece kelimeler ya da dille ilgili değil. Bunun arkasında, bizim sıkça bahsettiğimiz görünmeyen bir sistem var. Neoliberalizm kitabının da ele aldığı bu görünmez doktrin tam da burada devreye giriyor. En başta neoliberalizm, bu görünmez sistemin temelinde duruyor. Ancak şu an gördüğümüz şey şu: Dışlanan insanların güven ve söz sahibi olamaması, derin bir mağduriyet yaratıyor. İngiltere bu konuda önemli bir örnek teşkil ediyor. Buna benzer iki haber daha var. Bir ortaokul öğrencisi ırkçı bir saldırıya maruz kalıyor. Karar Gazetesi'nden Sema Kızılarsalan'ın aktardığına göre, Telegram gruplarında bir Suriyeli ortaokul öğrencisinin gizlice çekilen fotoğrafı paylaşılıyor ve eğitim bilgileriyle birlikte hedef gösteriliyor. Gaziantep'te okuyan Suriyeli çocuğun durumuyla ilgili emniyet ekipleri şu anda harekete geçmiş durumda.

Ö. Ö: Neymiş burada sorun? Okuyor olması, okula gidiyor olması değil mi?

W. A. S: Evet, evet.

Ö. Ö: Başka da bir durum yok yani.

W.A.S: Evet, evet. Ya saymakla bitmiyor. Bazen ben de kendi kendime düşünüyorum, bütün bu bireyler ve isimler burada çok önemli. Bu olayları yaşayan insanların isimleri ve tanıklıkları aslında çok değerli. Çünkü bu durum, gündelik hayatın bir parçası olduğunda, gerçekten bütün enerjimizi, motivasyonumuzu ve özellikle umudumuzu kaybediyoruz. Orada olmanın çabası bile yeterince zor. Şimdi bir habere daha değineceğim. Bir çocuk geri gönderilmiş ve bir video paylaşıyor. Türkiye'nin ikinci vatanı olduğunu birkaç kez tekrar ediyor. "Burası benim ikinci vatanım" diyor, ama kimse onu dinlemeden, annesi ve babası burada olmasına rağmen Suriye'ye geri gönderilmiş. Çocuğun adı Ahmet, soy ismini kontrol etmem lazım, hemen bakıyorum. Geri Göç İdaresi tarafından gönderilmiş, bu haber 13 Eylül'de bir X hesabında paylaşılmış ama soy ismi belirtilmemiş.

Bu çocuk geri gönderilmiş, oysa ailesi burada ve kendisi Tekirdağ Üniversitesi'nde öğrenci. "Çok çalıştım ve kazandım" diyor. Tekirdağ Namık Kemal Üniversitesi’nde Acil Afet ve Yardım Yönetimi bölümünde okuyordu. Ancak ailesinin yaşadığı Hatay’da yabancılar için mahalleler kapalı olduğu için adresini yenileyememiş. Göç İdaresi’ne birçok kez çözüm aramak için gitmiş, öğrenci olduğu için yardımcı olacaklarını söylemişler. Fakat bir kadın görevli onu karakola ve kampa yönlendirmiş ve sınır dışı etmiş. Çocuğun ismi Ahmet değilmiş, Abdüllillah’mış. Altıncı sınıftan beri Türkiye’yi "ikinci vatanım" diyerek sesleniyor ve okuluna devam edebilmek için destek bekliyor. Bu da yine bir örnek; Türkiye’de okuyan bir öğrenci.

Ö. Ö: Bu arada bu ikisi ayrı haberler Waseem, Bir tanesi Antep'te, bir tanesi Tekirdağ, benim anladığım. 

W. A. S: Evet çok doğru diyorsun Özdeş. Daha önce söylediğim Ahmet'le ilgili olan geçmişe dair bir haber. İşçilerin işkence ettiği Ahmet'e Göç İdares, geri gönderileceğine dair tebrikat gönderdi. Gaziantep'de gerçekleşiyor. 11 Ocak'ta ırkkçıların işkence ederek öldü diye yol kenarına attığı Ahmet hala hastanede, gözetim altında. Ailesi Ahmet ile ilgilenirken Göç İdaresi adres güncellenmesi yapılmadığı için Suriye'ye geri göndereceğine dair bir tebligat gönderiyor. Bir basın açıklaması var yarın.

Ö. Ö: Bugün de mahkeme var.

W. A. S: Bugün de mahkeme var evet. Zonguldak'ta öldüren mülteci işçi Vezir Muhammed Nurtani'nin davası: 18 Eylül'de Zonguldak'ta. Geçen yıl çalıştırdığı kaçak maden ocağında fenalaştıktan sonra canlı canlı yakılarak katledilen 55 yaşındaki mülteci işçi Vezir Muhammed Nurtani için görülen davada kararın açıklanacağını beklediğimiz duruşma Çarşamba günü Zonguldak Adliyesi'nde saat 14'te görülecek. Bütün hak savuncuları ve kurumlarının bu davaya katılmasını umuyoruz.

Ö. Ö: Zaten geçtiğimiz aylarda kurulan göçmen ve mülteci dayanışma ağı çok sayıda mülteci hakkı savunması yapan kurum bir araya gelmişti. Onlar da Zonguldak'a yola çıkıp İstanbul'dan, kalabalık bir şekilde duruşmaya katılıyorlar. Ve sonrasında da açıklama yapacaklar.

W. A. S: Süremiz bitti maalesef, haftaya Çarşamba günü görüşmek üzere.

Ö. Ö: Görüşmek üzere.