Waseem Ahmad Siddiqui ve Taha Elgazi, İş Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi 2022 'Göçmen/Mülteci' İş Cinayetleri Raporu’nu 'EN AZ' şerhi ile hatırlatıyor.
Waseem Ahmad Siddiqui: Merhaba, dostlar. Hepinize günaydın ve sarılıyorum. Burası Açık Radyo, 95.0. Ferhat Kentel, Taha Elgazi ve ben -Waseem Ahmad Siddiqui- ile birliktesiniz.
Bugün bir konuğumuz var; Aslı Odman. Kendisi iş sağlığı ve iş güvenliği gönüllüsü. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde kentsel çalışma, mimarlık, şehir ve bölge planlanma programında öğretim görevlisi. Bugün Aslı Odman ile konuşacağız. Ama konuya geçmeden önce kısa bir notla -yine her programda yapmaya çalıştığımız gibi- başlayacağız, çok uzatmadan.
Uçmaya hazırdır kanatlarım
dönmek isterdim elbet geriye
çünkü o zaman canlı olarak bile kalsaydım
azalırdı şansım yine de.
Paul Klee’nin ‘Angelus Novus’ adlı bir resmi vardır. Bir melek betimlenmiştir bu resimde. Meleğin görünüşü sanki bakışlarını dikmiş olduğu bir şeyden uzaklaşmak ister gibidir. Gözleri faltaşı gibi, ağzı açık, kanatları gerilmiş. Tarihin meleği de böyle gözükmelidir. Yüzünü geçmişe çevirmiştir. Bizim bir olaylar zinciri gördüğümüz noktada, o tek bir felaket görür, yıkıntıları birbiri üstüne yığıp, onun ayakları dibine fırlatan bir felaket. Melek, büyük bir olasılıkla orada kalmak isterdi, ölüleri diriltmek, parçalanmış olanı yeniden bir araya getirmek ister. Ama cennetten esen bir fırtına kanatlarına dolanmıştır ve bu fırtına öylesine güçlüdür ki melek artık kanatlarını kapayamaz. Fırtına onu sürekli olarak sırtını dönmüş olduğu geleceğe doğru sürükler; önündeki yıkıntı yığını ise göğe doğru yükselmektedir. Bizim ilerleme diye adlandırdığımız, işte bu fırtınadır.¹
Artık bu olaylar zincirinde Walter Benjamin, gördüğü tek noktayı felaket olarak görür. Onun için o nokta aslında felakete doğru ilerliyor. Unutmayalım ki bu ilerleme, ardışıklığın, örtüşmenin ve iç içe geçmenin kaotik zamansal yükünü taşıyor.
Dolayısıyla, bu bir kaostur. Bir çeşit kaotik zamansal duruma işaret ediyor. Evet, bu tam bir zamansal yük. Walter Benjamin için bu zamansal yük en kısa an ama aynı zamanda en etkileyici andır ve onun için bu an, şimdiki zamanda bir araya geliyor. Şimdi ki zaman, tam da bu an...
O halde bakalım, neler olup bitiyor bu şimdiki zamanda? Bu sefer tam anlamıyla imkansız, karmaşık imgelerle dolu, okunması zor, ama yine de... deneyelim!
Geçen hafta, 16 Kasım 2021’de İzmir’in Güzelbahçe’sinde üç Suriyeli işçinin yakıldığını duyurmuştuk. Bu iç karartıcı haber hala canlıyken, iki gün önce Zonguldak’ta yine bir Afgan kayıtsız işçi göçmenin yakılarak öldürüldüğünü duyduk.
Serbestiyet sitesi bu haberi şöyle duyurdu; 'Afgan işçi Mohammad Nourtani’nin maden ocağında hayatını kaybetmesinin ardından işletmenin sahipleri tarafından yakılarak yok edilmeye çalışıldığı ortaya çıktı. Zonguldak’ta toprağa verilen Nourtani’yi yakmakla suçlanan altı kişinin emniyetteki işlemleri sürüyor.'
Şimdi, şöyle başlayalım.
Hemen, ilk Taha Elgazi’den hem İzmir Güzelbahçe’deki olay ile ilgili, hem de Zonguldak’taki olay ile ilgili bir değerlendirme alalım.
Taha Elgazi: Herkese merhaba, tabii ki ne yazık ki son dönemde yaşadığımız mülteci/göçmen işçi vakalar sorunu üst üste gelmeye başladı. İzmir Güzelbahçe’deki olay, çok acı bir olay. Aslında Kasım 2021’de oldu. Üç Suriyeli mülteci ya da sığınmacı mülteci hayatını kaybetti. Cani kişi kendi ifadesiyle ilk duruşumda, “Onları Suriyeli oldukları nedeniyle ben yaktım!” dedi. Şimdi, Güzelbahçe olayının bizim için acı yanına bunu dersek, diğer yanı da 1993’deki Almanya Solingen Faciasına benzer. O olayda da maalesef bir genç Nazi canilerce yakılarak kayıp edilmişti. Hala o günlerimizi hatırlıyoruz. Tabii ki geçen hafta da maalesef Zonguldak’ta 55 yaşındaki Afgan kardeşimiz Mohammad Nourtani’nin yakılması çok acı.
Şimdi bütün bunlar aslında münferit olaylar değil. Buna benzer geçen sene de böyle olaylar yaşandı. Mesela Güngören’de bir firmanın yanmasından sonra dört işçi mültecinin kapalı kapılar ardında kalarak hayatlarını kaybetmesi. Aynı zamanda tarım işçi yerinde çalışan bir mültecinin Mersin yolunda üzerinde bir battaniye ile bulunması.
Tabii ben bütün bu olayları olayın kendisinde görmüyorum. Yani Nourtani kardeşimizin geçen hafta ormanda cesedinin yanması ya da üç kişinin yakılması- ne kadar bunlar acı olsa da benim için daha korkunç nokta şudur; Toplumun fikrini, düşüncesini bu noktaya getiren aslında ortam. Şimdi git gide, üst üste maalesef yabancılar, mülteciler, göçmenlere karşı nefret söylemi büyüyor. Bu nefret söylemi sadece mülteci veya göçmen topluma tepki vermiyor. Aslında bu nefret söylemi, bu ayrımcılık ve ırkçılık söylemleri; toplumun duygularını olumsuz noktaya getiriyor.
Nourtani kardeşimiz olayına tekrar girersek; bir kişiyi, kaza deyip, konuyu kapatmak için öldürüp, sonra ormana alıp, benzin döküp yakmak.. Bu cinayeti işleyenin duyguları nerede kaldı?
Şöyle bir şeyden bahsetsek; 2013’ten 2022’ye kadar yaklaşık 828 mülteci işçi hayatını kayıp etti. İş Sağlığı ve İş Meclis Raporuna istinaden burada önemli bir nokta var ve bunu aydınlatmamız gerekiyor. Bunlar kayda geçen yani kayda geçen dediğimizde işçiler -Suriyeli, Afganlı- olsun, kayıtsız bir şekilde kullanılmaktadır. Bu işçiler ucuz işçi olarak kullanılıyor. Bu sorun işçi de değil; burada patronun hesabı var. Burada aynı zamanda ortada bir politika yok. Bu nedenle 828 kişi 10 yıl içerisinde hayatını kayıp ettiğinde, bunlar aslında ulaştığımız vakalar ama perdenin arkasında ‘aslında’ kaç kişi hayatına kaybetti. Onun haberi bize gelmedi. Bu çok önemli.
Son cümle olarak şöyle değerlendirebiliriz; Türkiye’de son yıllarda ağır ve yoğun bir şekilde mülteci ortam oldu ama herhangi bir mülteci gelip de kendi vatanını, toprağını, yurdunu bırakmaz; Suriyeli, Afgan, Pakistan, kim olursa olsun. Şu günleri yaşıyoruz, Gazze’deki olayları yaşıyoruz. Ama Gazze’deki olayların aynısı şu an Suriye’de yaşanıyor. Aynı şeyi Afgan kardeşlerimiz yaşadılar. Bir işçi, iş yerinde düşük bir ücretle çalışırsa ya da şartlar uygun değilse, o karar aslında mülteciye bağlı değil. O karar, maalesef iş ortamındaki patronlar ve iş politikaları olmadığı içindir ve işçiler bu şekilde kullanılmaktadır. Teşekkür ederim.
W.A.S.: Biz teşekkür ederiz Taha Hocam. Her zaman çok yoğun ve sizin de bahsettiğiniz gibi arka arkaya gelen felaketler; nereden başlayacağımız ile ilgili, insan bazen şaşkınlıkla durgun hale düşüyor. Ama tam da böyle bir zamanda belki durmamız gerekiyor. Şimdi, Aslı Odman’a geçeceğim. Tam da Taha Hocanın bıraktığı yerden konuşabiliriz. Bu ‘ortam’ dediğimizde ne anlıyoruz? Kayıtsız göçmen işçiler, -göçmen olmayan işçiler de var. Dün benimle paylaştığınız, ‘828 mülteci işçi hayatını kayıp etti. 08 Aralık 2022 manşetinden.’ Burada kayıt olmayanlar da var. Ne dersiniz Aslı Hocam
Aslı Odman: Tabii, rakamlaştırmak bile İş Sağlığı ve İş Güvenliği. Sen de zikrettin Waseem. İnsan hikâyelerini rakamla hamurlaştırmak değil ama buz dağının buz yerini görünmek için 2010’dan beri iş cinayeti çıkarttığımız raporları önemli buluyorum. 2016’dan beri ayrıca toplam yedi göçmen işçi cinayetleri raporu çıkarıyoruz. Bahsettiğimiz en son 2020 sonrasında, -Dünya Mülteci Günü’nde- 2013 - 2020 yılları arasında derlediğimiz en az sayı bu. Bunun altını ne kadar çizsek yeterli değil çünkü zaten diğer bütün kadın, çocuk iş cinayetleri özellikle iş kollarında yaptığımız çalışmalarda her zaman en az diyoruz. Çünkü ani ölümler belgeleyebiliyoruz; çünkü onun altında meslek hastalıkları, uzun çalışmaya bağlı hastalıkları yani zamana bağlı iş cinayetleri belgeleyebildiğimiz raporlar. Ama mülteci işçilerde apayrı bir durum var çünkü bizim en az diye ismini verebildiğimiz, yaşını, ölümü, bedeni zikir edebildiğimiz, basın taramasıyla veya aldığımız bilgiyi teyit edebildiğimiz; bunların hepsi ‘enformal’ (illegal) çalıştırılan işçiler. O yüzden bu dağın ucu yalnızca. Meslek hastalıklarına veya zamana yayılan cinayetleri göstermiyor değil ama esasen yakılabileni gösteriyor.
Gördüğümüz gibi -Güzelbahçe, Nourtani- zikrettiniz. Yakılarak ortadan kaldırışına kadar üstüne kapatılan bir kıyım alanı; senin de dediğin gibi enkaz üstüne enkaz atılan bir alan. Bir de aynı dönemde birlikteliği görmek çok önemli. 2022’den beri sendikalı işçilerin ölümü de artıyor, göçmen/mülteci işçilerin ölümü de artıyor. Serbest piyasa, kapitalist toplumda çalışarak emeğin haşir naşir olduğu bir yer. Kaderini ‘ortak’ görmek gerekiyor. Yani sendikalaşmış oranları kifayetsiz kaldığı, sendikalı işçinin öldüğü yerde göçmenler de ölüyorlar. Piyasa oluştururken en altta kalanın canı çıktığı bir sistem. Herkesi bir tık aşağı, bir tık fazla kıyıma itiyor esasında. Bu, sadece hümanist ve barışçıl nedenlerle değil, aynı zamanda sınıf mücadele içinde de çok önemli bir yerde yer alıyor. O yüzden ortadan kaldırılan iş cinayetlerini günde yaklaşık 20 ile 30 çalışılan bir yerde, en üstte yakılarak ortadan kaldırmak esasen gözümüzün dışına atmak, göz ardı ederek, dediğin gibi enkaz bu kadar somut olarak, sembolik olarak yakılamazsa da en dibinde kalan, fiziksel olarak da ortadan kaldırmak isteniyor mülteci işçileri.
Ömer Madra: Pardon, ben de bir araya girebilirim, bir şey söylemek istedim. Aslı Odman aynı zamanda kendisi de Açık Radyo’da Walter Benjamin’den epey alıntı okumuştu. Onun için senin bıraktığın yerden devamını getirmesi çok anlamlı oldu. Yani ‘Angelus Novus’u özellikle.
A.O.: Gerçekten de düşüncenin mutlak ortaklıkları var. Önümüzdeki gelişmelerde enkazdan yana, yıkımdan yana bakmanın çok daha doğru bir epistemolojik bilgi olduğunu düşünüyoruz. Konumuz spesifik olarak en altta bırakılan göçmen işçiler ama onu da görmediğimiz zaman, bütünü de görmeye ifade hattını hatırlatıyor. Senin de hatırlattığın, enkaz veya tarih meleği.
W.A.S.: Evet, aslında. Tam o kaotik durum veya ortak kader. Az önce sizin de söylediklerinize çok katılıyorum. Ama bir yandan ne kadar yüklü olduğunu da anlıyoruz. Çünkü bu git gide ya da önceden söylemeye çalıştığım gibi arka arkaya gelen, üst üste gelen karmaşık bir kaos ya da imge. Gözlerimizi bir yere odaklamakta zorlaştırıyor. Aslında bu zor durumu söylüyorum, ne kadar zor olduğunu söylüyorum son zamanlarda.
Ben bir küçük şey daha sormak istiyorum; aslında bunu sizinle daha önce de konuşmuştuk. Tam mekansal ve zamansal olan bir mesele. Şöyle bir şey var herhalde, az önce Taha Hocam politikadan bahsetti. Hatırlıyorsanız, geçen iki hafta önce derse gelmiştim ve yasa -policy making- ile ilgili bir şey söylediniz. Benim aklıma çok takıldı ve hakikaten bir yerlerde ne kadar acil -buna politikalar üretilmesi mi diyelim, bilmiyorum- ama bir haritalama gibi bir şeyin de olması gerekiyor. Benim bir yandan derdim de zamanla ilgili. Zaman derken, mekana gömülü etki, tesir -affective- olan bir şeyden bahsediyorum. Burada insanlar hayatını kaybediyor ya da insan olmayanlar bunun acısını çekiyor başka türlü. Bayağı somut olan bir şeyden bahsediyoruz, ölüm ile yaşam arasındaki mesele. Ne tür politikalar, ne tür yasalar oluşturulmalı? Bu soru tam yeri ve daha önce de sormak istiyordum size.
A.O.: Şimdi Waseem, birkaç tane şey var, az da süremiz kaldı. O peyzajı anlayabilmemiz için birkaç tane kilit fırçadan bahsetmek istiyorum. Şimdi buna bu yüzden kaza demiyoruz. Bunun ‘sistematik emek politikası’, ‘sistematik emek rejimi’ olduğunu görmek gerekiyor. Bugün tarım raporumuzda görmüşsünüzdür; kayıt altına alınan ölüm, mülteci işçi ölümü tarım orman sektöründe oluyor. Çoğu kitlesel olarak hayatlarını kayıp ettikleri için -illegal- taşınırken, kırık dökük minibüslerde daha fazla insanlar aynı anda ölüyor. Mesela tarımla ilgili kanunlar, sigortasız işçileri çalıştırmak yasak sistemin ana hatlarında ama tarım ve çevreyle kendi elleriyle kendi kanunlarına istisna yapıyor. Diyor ki, ‘Ama hassas zamanlarda Valilik izniyle sigortasız göçmen işçiler çalıştırılır,’ diyor. İstisna kanun, madem Benjamin’den gidiyoruz, istisna yapıyor.
Bunun yansımasıyla direkt tarım ve ormanda mülteci iş cinayetleri artıyor olması. Türkiye’de en az yaklaşık 3,5 milyon Suriyeli, geçici koruma altında. Pek çok insan var çok ciddi bir şekilde gelmek zorunda olan, çalışmak zorunda olan ve çok az sayıda insan kendi sermayesiyle iş kurabilmiş ki onların da bir kısmı esnaf olarak çalışıyor. Yani Türkiye’de dört, beş, altı milyon itilerek gelmiş. Gelme motivasyonu olmuş olan ve çalışma dünyasına entegre olan insanların yalnızca 170 bininin çalışma izni ya da sigortalı çalışabilme imkanı var. Yani kalanın büyük kısmının -illegal- çalıştığını görüyoruz. Biz ne zaman bu tomografiya baksak bir göçmen ölmüş. Bunu Meclis raporunda da görebilirsiniz. Esasında kentten kıra yürümüş ve taş ocaklarında ölmüş. Burada çalışan işçiler, kaçak çalıştıkları için -az önce Taha Bey de zikretti- hanlara kitlenen, evlere kitlenen insanlar. Yangın çıkınca bekar odalarında ölen insanlar var. Bekar odaların olduğu yerlere baktığımızda kıra yürümüş, ormanlara yürümüş sermayeyi görüyoruz, eril coğrafyalar görüyoruz, merdiven altı atölyeler görüyoruz.
Örneğin, Esenyurt’ta iş kolları arasında çok ciddi bir şekilde göçmen/mülteci işçiler entegre ediyorlar. Bilmediğimiz tekstil sektörler. Seks işçiliği var. Bütün bunlara baktığımızda, ana akım, orta karar normal emek - enformel emek tartışmalarını gerçekten anlamsız kılıyor. Dış istihdam dediğimiz şey, buraya kadar gidebilirse yani bu cehennemin kapıları bu şekilde açıldıktan sonra kimseye burada normal bir iş hayatı yok. Peki, ne yapabiliriz diye sormuştun? Lütfen onu da unutmayalım. Normal çalışmayı düşünenler için çizme ihtiyacı duydum.
Birkaç şey önemli Türkiye’de. Şu an mülteci sendika politikası yok. Popülist bir şekilde dokunursa -sıcak patates- kitlenin az sendikası var. Dokunursak rekabet olur. ‘Milliyetçilik hislerini kaşırız’ı düşünen önemli bir mülteci sendikası yok. Ama her zaman bu sendika alanından bağımsız girmiş göçmen sendikası çok önemli. Ankara ve İzmir’de işçileri ortak eylemlere örgütlediler. Suriyeli ve Türkler beraber mücadele ederken, marşlarını yükseltebildiler. Yine Eğitim Bir Sen, Antep’te örgüt sanayinin çok önemli bir raporunu yazmıştı. Müthiş bir örgütlenme yapıyorlar. Antep gibi bir yerde önemli bir göçmen politikası yapıyorlar. İşçilerin, göçmenlerin sorunlarını gündemleştiriyorlar ortak bir hatta. DİSK ve Gıda-İş, Esenyurt bölgesinde yine iş-kol ayrımı yapmadan örgütlüyor. Ama maya ve tohum dediğimiz bir şey var; bunlar çoğunluk olsa bu kadar etkileyici olmazlardı. Hattı buradan görmek gerekiyor. Bu hümanist veya idealist birlik olduğu için değil, dediğin gibi cehennemin kapıları bu şekilde açıldığı zaman rüzgar içeri girer. Rüzgarın ileri attığı yer ve gücü o kadar artacak ki, kimseye dokunamaz emek mücadele için, kimse için -beş nesilden burada yaşadığımı düşünerek söylüyorum. Ortak mücadelenin idealist olmadığını, bir sınıfsal mücadele olduğunu söylüyorum. Sendikaların, göçmen, mülteci işçi politikalarının olması gerektiğini söylüyorum.
W.A.S.: İki dakikamız kaldı, burada son olarak Taha Hocaya söz vereyim.
T.E.: Ben Aslı Hocamın sözlerine katılıyorum. Ayrıca çok önemli bir nokta var. Yani bugün Suriyeli sığınmacıların Türkiye’deki 12. yılına girdik. Asıl mesele olan Türkiye’de göç politikası ortadan kayıp yani şöyle bir duruma gelsek, Suriyeli sığınmacılar ile alakalı, il başkanlığı veya hükumet başkanlığı çekişme politikası var. Bir yandan insanlar ülkelerine geri gönderme projesi var, bir yandan da hala Avrupa Birliği tarafından desteklenen uyum projeleri var. Yani şu an Göç Başkanlıkları veya İçişleri Bakanlığı, Suriyeli toplum için aslında hangi projeyi öne getiriyor? Ülkeye geri göndermek mi yoksa uyum mu?
Burada ne yazık ki, maalesef göç alanında çalışan yetkililerin mültecilerin kararları -sadece mülteci işçiler değil- keyfi olarak alınmaktadır. Açıkçası bugün asıl bizim ihtiyacımız, Aslı Hocanın da dediği gibi, sivil toplum kuruluşlarının mülteci platformlarının özellikle bir politikası olması gerekiyor. Ama bundan önce bence, hükumet ve Göç Bakanlığı tarafından mülteci projelerden hangi proje öne çıkması gerektiği düşünülmelidir. Ülkelerine göndermek mi, yoksa uyum mu?
Bir nokta çok önemli; biz işçiler ile konuşurken -ben de bir fizik öğretmeni olarak- ne yazık ki okullarını terk eden, maalesef sebepleri ayrımcılık, ırkçılık, ekonomik nedenle iş ortamında mülteci işçi göçmen sayısı çok. Ayrıca kadınların yani mülteci kadınların maruz kaldığı cinsel istismar, kız çocuklara da maalesef. Bunları kimse konuşmuyor, bunlar kapalı kalıyor. Bu da bizim geleceğimiz için tehlikeli bir nokta.
W.A.S.: Evet, çok teşekkür ederim. Zamanın sonuna geldik. Hakikatten son söz olarak, “Geri göndermek mi; yoksa birlikte, bir şekilde iyi olarak yaşamak mı?’ diyelim Programımızın sonuna geldik. Herkese teşekkür ederim ve sarılıyorum yine.
A.O.: Teşekkürler.
T.E.: Teşekkür ederiz, haftaya görüşmek üzere.
Özdeş Özbay: Haftaya görüşmek üzere.
¹ Pasajlar, Walter Benjamin, çev: Ahmet Cemal, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 1992, 1.baskı, s: 37