Fatih, Ferhat, Gökhan, Hamza, Kaloyan, Mercedes, Nesar, Sedat ve Vili anısına

-
Aa
+
a
a
a

Hüsnükabul'de 19 Şubat'ta Almanya'da 9 kişinin öldüğü bir ırkçı saldırıyı, ölenlerin aileleriyle, Depo İstanbul'da düzenledikleri "Üç Kapı" sergisi vesilesiyle konuşuyoruz.

19 Şubat 2020 tarihinde Almanya'da ırkçı bir saldırının kurbanlarının aileleriyle yapılan röportaj
 

19 Şubat 2020 tarihinde Almanya'da ırkçı bir saldırının kurbanlarının aileleriyle yapılan röportaj

podcast servisi: iTunes / RSS

Waseem Ahmad Siddiqui: Bugün ben, Waseem Ahmad Siddiqui ile birliktesiniz. Geçtiğimiz hafta Depo’da bir sergi başladı: Üç Kapı sergisi. Forensic Architecture, Forensis, 19 Şubat Hanau İnisiyatifi ve Oury Jalloh Anısına İnisiyatifi tarafından düzenlenen sergi, 28 Aralığa kadar ziyarete açık.

Bu bölümde Özdeş Özbay ile bu sergi hakkında gerçekleştirdiğimiz bir röportaj yayınlayacağız. Bu röportajı 19 Şubat 2020’de Almanya’da gerçekleşen ırkçı saldırı kurbanlarının aileleriyle yaptık. Ailelerin isimleri bence çok önemli. Unutmamak için önemli. Ferhat Ünvar’ın annesi Serpil Ünvar, Sedat Gürbüz’ün annesi Emiş Gürbüz ve Gökhan Gültekin’in kardeşi Çetin Gültekin.

Özdeş Özbay: Bugün özel konuklarımız var. Bir ırkçı bir cinayet, hatta bir katliam diyebiliriz, üzerine bu katliamda ölenlerin aileleri bizimle olacak Açık Gazete’de, Hüsnükabul programında. Kısaca neler olduğundan bahsederek başlayalım. 19 Şubat 2020'de Almanya'nın Hessen eyaletindeki Hanau kentinde, çoğunlukla göçmenlerin ya da göçmen kökenli Alman vatandaşlarının gittiği iki nargile salonunu hedef alan silahlı saldırılar gerçekleştiriliyor ve bu silahlı saldırı gerçekleştiren kişinin ırkçı bir nazi örgütüyle bağlantılı olduğu ortaya çıkıyor. Bu mesele o zamandan beri tartışılıyor. Bu iki saldırıda öldürülen dokuz kişi var. Öldürülenlerin 4'ü Türkiye kökenli, diğerleri ise Afgan, Boşnak, Bulgar, Rumen ve Sinti kişiler. Saldırganın da aşırı sağcı bir nazi olduğu söyleniyor. 

Bununla ilgili Türkiye'de, Almanya'da öldürülenlerin aileleri, insatifler kurmuşlardı. Kendileriyle şimdi söyleşi yapacağız. İlk kez Almanya'nın dışına çıkan bir sergiyle Türkiye'de de bu mesele konuşuluyor: Üç Kapı sergisi. 28 Eylül'de başladı, 28 Aralık'a kadar devam edecek. Forensic Architecture, Forensis, 19 Şubat Hanau İnisiyatifi ve Oury Jalloh Anısına İnisiyatifi tarafından düzenleniyor. 

19 Şubat Hanau katliamında hayatını kaybeden kişilerden Gökhan Gültekin'in abisi Çetin Gültekin ve Sedat Gürbüz'ün annesi Emiş Gürbüz bizimle şimdi ve 19 Şubat Hanau inisiyatifini biraz konuşacağız. 19 Şubat Hanau inisiyatifi 28 Eylül'de başlayan Üç Kapı sergisinin de ortaklarından, paydaşlarından bir tanesi. İçerisinde de zaten bu katliama dair çok ayrıntılı bilgiler var. Forensic Architecture tarafından hazırlanan, saniye saniye olayın gelişimine dair ve çeşitli polisin İhmallerine dair bilgiler var. Ama biz stüdyoda bu katliam üzerine, bu katliamın ardından özellikle, inisiyatif olarak neler yaptınız? Ne için bir araya geldi aileler? Bunları konuşarak başlayalım istiyoruz.

W. A. S: Emiş Gürbüz, siz başlayabilirsiniz.

Emiş Gürbüz: Ben Emiş Gürbüz. 19 Şubat 2020, bizim aileler için karanlık bir gecedir. Bunu her zaman söylüyorum: Alman Devleti için silinmez bir lekedir ve hiçbir zaman temizlenmeyecektir. Irkçılık, nefretle birlikte katliamlara yol açıyor. Buna hiç gerek yok. İsim, renk, din, ırk gibi şeyler önemli olmayan unsurlardır. Dört yıldır olayın aydınlanması, adaletin sağlanması ve unutulmaması için; bir daha böyle katliamlar olmaması, tekrarlanmaması adına mücadele ediyoruz. Bu mücadelemizi, kurduğumuz 19 Şubat İnisiyatifi ile ailelerle bir araya gelerek sürdürüyoruz. Ne yapacağımızı, nerede nasıl bulunacağımızı konuşuyoruz. Bu amaçla bir araya geliyor ve mücadelemizi sürdürüyoruz. Bu bizim için çok önemli. Hiçbir anne-baba evladını böyle bir şekilde kaybetmesin; çocuklar yaşasın diye savaşıyoruz. Savaşmaya devam edeceğiz. Yeter artık. Buna bir son verilmeli.

W. A. S: Çok teşekkür ederim Emiş Gürbüz. Hem zor bir gün, hem çok önemli bir gün. Az önce de dile getirdim. Dilerseniz, Çetin Gültekin'e bir sorum olacak. Tişörtünüzde “Say Their Names” yazıyor, “Onların Adını Söyleyin”. İsimler çok önemli… Ne dersiniz? Emiş Hanım’ın da vurguladığı gibi, adaletle ilgili sizin sözleriniz neler? 

Çetin Gültekin: Öncelikle bize bu fırsatı verdiğiniz için teşekkür ederim. Hanau katliamından önce, Berlin Duvarı yıkıldıktan sonra, 1989’dan 2020’ye kadar Alman ırkçılarına karşı yüzlerce kurban verdik. Hatta Norveç'te bir saldırı olmuştu, Anders Breivik; ya da Christchurch'de, Avustralya'da, bir saldırgan camiye silahla girip herkese ateş açtı. Biz bu geçmiş saldırılarda gördük ki, saldırılar sonrasında katil dünya gözünde bir star gibi görülüyordu. Mesela, Norveç’te Anders Breivik 77 öğrenciyi öldürdü, ama sorduğumda 77 kurbanın ismini bilen kimse bulamadım. Anders Breivik dediğimizde, adam hapishanede bile milyoner oldu; senaryo teklifleri aldı, onun için film yapmak istediler. Yani, bir katil yetmezmiş gibi, medya onu bir star haline getirdi. Kurbanlar ise her geçen gün yeniden bir kurban haline geliyordu. Biz bunu Hanau ile Almanya’da değiştirdik. Artık bu konuda bir kitap yazdım, Ocak ayında piyasaya çıktı.

W. A. S: Evet, onu da soracaktı size.

Ç. G: Ne kitapta ne de bu dört yıllık mücadelemizde katilin adını ya da inisiyatiflerini bir kez bile kullanmadık. Ona hiçbir şey, hiçbir dikkat vermedik. Evet, bu yüzden başardığımızı düşünüyoruz. Hanao’da kaybettiğimiz sevdiklerimize verdiğimiz sözü tuttuk. Hiç kimse katili konuşmuyor; sadece ölen sevdiklerimizi konuşuyoruz. Ve bunu Hanao’da başardık. Bu tek kişinin yapabileceği bir şey değil. 9 aile olarak katliamdan kısa bir süre sonra bir araya geldik ve 140 metrekarelik bir alanda 19 Şubat Derneği’ni kurduk. Çünkü 9 aile ve her aileden 3-4 kişi katıldığında, bir yolculuğa çıktığımızda 30-40 kişi oluyorduk. Bir gün Emiş Abla, bir gün bizde, bir gün Kurtoviç ailesinde buluşamazdık. Her gün dışarıda kafelerde buluşarak bir koordinasyon sağlayamazdık, bir yol çizemeyebilirdik. Almanya’da bir değişiklik yapma girişimimiz, bu inisiyatifi kurduktan sonra gerçekleşti. Yapabileceğimiz en doğru şey buydu ve biz bunu yaptık. Bugüne kadar bunun faydalarını da gördük.

Bizim bir tiyatromuz var ve şu anda Almanya’nın her yerinde sahneleniyor. Kitabım ilk ayında yayımlandı ve 26 şehirde etkinlik yaptık; bunu söylemekten de gurur duyuyorum. İngiltere’de Cambridge Üniversitesi kitabımız için bizi İngiltere’ye davet ediyor. Yani demek istediğim, hatırlamak ve unutmamak için elimizden gelen her şeyi yaptık ve yapmaya devam ediyoruz. İstanbul’a da özellikle teşekkür ederim. Ancak bir kanun değiştirmek, yeni bir yasa çıkarmak için politikacılarla görüşmemiz gerekiyor. Onlarla uzun uzun konuşsak bile, değişim yapmaya niyetlerinin olmadığını görüyoruz. Umurlarında değiliz. Ama anmak ve hatırlamak için ne savcılara ne de politikacılara ihtiyacımız var. Biz bunların hepsini kendi başımıza gerçekleştirebiliriz ve aileler olarak bunu başardık. Bizim bir tiyatromuz var ve şu anda Almanya’nın her yerinde sahneleniyor. Fakat Almanya’daki diğer tiyatrolar gibi sahnelerde değil, mahkeme odalarında, parti salonlarında gösteriliyor. Önümüzdeki ay, Almanya’nın Bundestag’ında da sahnelenecek. Yani tiyatromuz, kararların verildiği binalarda sergileniyor, bildiğimiz klasik tiyatrolarda değil. Tiyatro gibi, ama bu oyunu özellikle karar verilen yerlerde sahneliyoruz.

Bugünkü sergimiz tamamen bizim sayemizde gerçekleşti. O kadar çok skandal gördük ki, şimdi sergide de bunları göreceksiniz: bakımsız yurtlar, acil çağrılar, acil çıkış kapıları... Tüm bu skandalları biz dile getirdik. Alman hükümeti ve Alman polisi ise bizi medyada yalancı gibi göstermeye çalıştı. Almanya gibi bir ülkeden bahsediyorum; ellerinde kriminal teknisyenler, olay yeri inceleme uzmanları var. Biz aileler, Londra’daki Forensic Architecture’ı görevlendirdik. Alman polisinin ortaya çıkarmak istemediği gerçekleri onların ortaya çıkarmasını istedik. Forensic Architecture’ın sunduğu deliller soruşturma komisyonunda masaya konduğunda, artık inkâr edilebilecek hiçbir şey kalmadı. En sonunda 600 sayfalık bir raporla, ailelerin dile getirdiği tüm skandallar doğrulandı. Bu sergi de Forensic Architecture’ın bize sunduğu bir tekliften doğdu. Onlar dedi ki: 'Biz bu araştırmayı yaptık, delilleri sunduk ve bu aileler için büyük masraflar oldu. Bu kadar önemli bir araştırmayı ve ortada olan skandalları neden sadece soruşturma komisyonuna sunalım? Neden bir sergiye dönüştürmeyelim?' Böylece bizim yolculuğumuz Frankfurt’ta başladı. Frankfurt, Berlin, Hanau, Würzburg, Stuttgart ve şimdi de İstanbul.

Ö. Ö: Evet, ilk kez Almanya'nın dışına çıkıyoruz.

Ç. G: İlk kez Almanya'nın dışına çıkıyoruz ve burası tam doğru yer, maalesef.

Ö. Ö: Maalesef, söyledikleriniz Türkiye’ye de çok yakın. Bu toprakların Forensic Architecture’ı, Tahir Elçi cinayeti için de çok önemli delilleri ortaya çıkardı. O dava da örtbas edilmeye çalışılıyordu. Hafıza oluşturma konusunda yaptıklarınız gerçekten çok önemli. Hrant Dink’in ailesi ve Tahir Elçi’nin aileleri de hafıza merkezleri kurarak bu hafızayı yaşatmaya çalışıyor. Bu sadece kaybedilenleri anmak değil, bundan daha fazlası. Emiş Hanım, sizin de az önce söylediğiniz gibi, başka insanların ölmemesi ve bunların tekrarlanmaması için bu hafızayı ayakta tutmak çok önemli.

W. A. S: Başkalarının ölmemesi ve onları hatırlamak, unutmamak için aslında. Çetin Gültekin, biliyorum bir kitap yazdınız ve o kitabı kardeşinize adadınız. Bununla ilgili de haberimiz olmuştu. İsimler gerçekten çok önemli, hatırlamak için çok kıymetli. 

Üç Kapı sergisi, üç farklı şehirde, imha edilen üç kapı ile ilgili ve tabii Forensic Architecture’ın Avrupa’ya taşıdığı delillerle. 19 Şubat 2020'de işlenen bir katliamla ilgili bu sergi.

E. G: Tabii ki bu sergiye bütün vatandaşlarımızı, insanlarımızı bekliyoruz. Gelsinler, görsünler, baksınlar, izlesinler. O gece neler olmuş, neler yapılmış, Alman devletinin ve polislerin olaydan önce, olay sırasında ve sonrasında yaptığı hataları herkes görsün, bilsin, öğrensin. Dört yıl sonra bizden özür dilediler, polisler. Ben onların özrünü kabul etmiyorum. Ben çocuğumu istiyorum. Eğer verebiliyorlarsa, çocuğumu geri versinler. Bir şeyi kırıp eski haline getirebilir misin? Getiremezsin. Benden dört yıl sonra özür diliyorlar.

Ö. Ö: Son olarak, Emiş Hanım, size şunu sormak istiyoruz. Alman toplumunun bu ırkçı cinayete karşı nasıl yanıt verdiğini merak ediyoruz. Devleti zaten eleştiriyorsunuz, peki Alman toplumundaki tepki ırkçılığa karşı nasıl oldu?

E. G: Tabii ki ırkçılar dışında kalan Alman toplumu haliyle yanımızda. Zaten dört buçuk yıldır ırkçılığa karşı olan Alman toplumu yanımızda olduğu için, onların desteğiyle bugünlere geldik. Bize güç verdiler, önümüzde, arkamızda, yanımızda oldular. Onlara minnettarız. Eğer onlar olmasaydı, onların bize verdiği bu destek olmasaydı, belki de bu kadar yol kat edemezdik. Onlara teşekkür ediyoruz, sağ olsunlar. Ama dediğim gibi, bu katliamların artık bir sonu gelsin. Yeter! Bu çocuklar bizim çocuklarımız, geleceğimiz. Çok önemli, çok kıymetliler. Onların bir ailesi vardı, geride bıraktıkları. O çocukların hayalleri, planları vardı. Göz göre göre bir insanın canını alamazsın. Alamazsın. Bu nasıl bir nefret, nasıl bir kin? Böyle bir şey olamaz.

Ö. Ö: Çok haklısınız. Bu acıyı mücadeleye çevirmiş olmak çok önemli. Çok önemli bir iş yaptığınızı düşünüyoruz gerçekten.

W. A. S: Bu hakikaten, inanılmaz bir güç de veriyor bu arada. Burada olmanız, bir ses olması, konuşuyor olmamız hakikaten çok önemli.

Ç. G: Ben size çok teşekkür ediyorum. Neden? Çünkü biz Almanlara ulaşıyoruz ve bize destek veriyorlar. Ama dokuz kurbandan dördü Türk, ve bu bile burada duyurulması için yeterli bir neden. Peki İstanbul neden bizim için önemli? İstanbul’da yaşayan Almanlar, buradaki Türklerden korkuyorlar mı? Hayır. Peki biz Türkler neden Almanya’da Almanlardan korkuyoruz? İstanbul’da yaşayan Almanlar burada ırkçılığı hissediyor mu? Hayır. Adam burada çok rahat yaşıyor, çünkü burada ırkçılığı görmüyor. Ama ben bir Türk olarak onun ülkesinde neden bu ırkçılığı görüyorum? O yüzden İstanbul bizim için çok önemli. İstanbul’daki Almanlar bize destek olmalı. Eğer o burada korkup ırkçılığı yaşıyorsa, ben de onun ülkesinde Türk olarak yaşayayım. Neden o rahat da ben değilim? Bu yüzden İstanbul çok doğru bir adres ve dünyanın da adresi olduğu için buradan çok kişiye ulaşacağımıza eminim. Gökhan Gültekin'in ağabeyi olarak size ne kadar teşekkür etsem azdır.

W. A. S: Rica ederiz Çetin Bey. Rica ederiz. Bu çok önemli bir soru. Niye onlar burada rahatlar ve biz orada rahat değiliz? Rahat değiliz.

Ö. Ö: Bu arada biz şu anda Hüsnükabul programı içerisinde, Açık Gazete'de bunu yapıyoruz. Türkiye'deki mültecilerin, göçmenlerin durumu üzerine bir program. Maalesef Almanların durumu iyi ama göçmenlerin durumu öyle iyi değil. O yüzden sizin verdiğiniz mücadele çok önemli. Türkiye'de de göçmen cinayetleri, ırkçı cinayetleri işlenmekte olduğu için.
 Türkiye'deki göçmenler için de, insanca bir yaşam, herkesin hakkıdır. Onun için de çok önemlisiniz. Çok teşekkür ederiz katıldığınız için.

Ç. G: Biz teşekkür ediyoruz.

E. G: Fatih, Ferhat, Gökhan, Hamza, Kaloyan, Mercedes, Nesar, Sedat ve Vili, sizleri hiçbir zaman için unutmayacağız ve de unutturmayacağız.

Ö. Ö: Çok teşekkür ederiz.

W. A. S: Çok teşekkürler.


Ö. Ö: Şimdi stüdyomuzda, bu katliamda öldürülen Ferhat Unvar'ın annesi Serpil Unvar bulunuyor. Ferhat Unvar Eğitim İnisiyatifi'nin de kurucusudur. Hoş geldiniz.

Serpil Unvar: Hoş bulduk, teşekkür ederim.

W. A. S: Hoş geldiniz tekrar. Bu hafıza için teşekkür ederim. Hem zor hem de çok önemli bir gün. Neden önemli? Çünkü konuşabilmek, aslında konuşmak önemlidir. Şöyle bir soruyla başlayabiliriz: Özellikle bu sergide kurumsal ırkçılıktan bahsediliyor. Bu kurumsal ırkçılık derken, o gün polisin ihmalleri üzerinde biraz konuşabilir miyiz? O güne dair neler söylemek istersiniz? Özellikle kurumsal ırkçılıkla ilgili.

S. U: Şimdi herkesin de bildiği gibi, hemen hemen bütün ülkelerde ırkçılık vardır. Tabii ki Almanya'da da büyük ölçüde var. Kurumsal ırkçılığın payı elbette ki var. Çünkü katil daha önce polisle defalarca iletişime geçmiş. Psikolojik hastalıkları olan, hastanede yatan bir insan olmasına rağmen silah ruhsatı var. Bu bana göre kurumsal bir açık. Öyle insanların silah ruhsatının olması baştan sona tehlikedir. Bir. İkincisi, polisin içinde de ırkçılık var. O gece görev yapan polislerin içinde 13 tanesinin aşırı ırkçı olduğu sonradan ortaya çıktı. Bunlar, sohbet gruplarında kendilerini gösteriyor. Sistem içinde çok büyük açıklar var. Kanunlarda da ciddi açıklar mevcut. Elbette ki ırkçılar bundan güzel bir şekilde faydalanıyorlar ve maalesef Almanya bu konuda bir girişimde bulunup, 'şunu ya da bunu değiştirelim' diye bir şey yapmıyor. Bizim de çabamız buna yöneliktir elbette ki.

W. A. S: Ben burada özellikle bu kurumsal evcilik derken sizin de bahsettiğiniz bu sistematik olarak işleyiş şekli. Derin bir aslında yara bırakıyor bir yerlerde aslında. Bunu açıkçası hissediyorum. Yani 2020 yılında olan vakayı izlediğimizde burada Alman devleti bu konuda nasıl bir reaksiyon aldı, ne tür tepkiler oluştu, onunla ilgili konuşabilir miyiz?

S. U: Şöyle bir şey, o gece baştan sona bunu uzun uzun anlatmayayım. Polislerin bize yaklaşımları, davranışları... her şeyi, ne diyorlar, hata zinciri olarak nitelendirebiliriz; komple bir hata. Mesela yapılan otopsilere haber verilmeden yapılıyor ama 'haber verildi' diyorlar. Bir sürü buna benzer hata zincirleri zaten var. Bunu açıklarsam vakit yetmeyecek. Alman devleti ne mi yaptı? Evet, reaksiyon şöyle gösterdi: Mesela Cumhurbaşkanı Steinmeier geldi ve bunun ırkçı bir saldırı olduğunu söyledi. Diğer ırkçı saldırılara göre bu pozitif bir şey. Bunu söyleyebilirim. Yalnız, kurumsal olarak diyebilirim ki hayır, değişimler olmadı. Eğer biz aileler gerçekten üzerinde durmasaydık, çoktan üstü kapatılacaktı. Ama biz öyle bir mücadele ettik ki, sanki bütün yaşamımızı bu davaya koyduk. Ve bütün gücümüzle mücadele ettik. Hala da ediyoruz. Alman devleti açıkçası, biraz da bunu beklemiyordu.

Bunu beklemiyordu. Burada etken şunu diyebilirim: Biz aileler, ilk yıllarda çok büyük bir beraber mücadele ettik. Çünkü öldürülenlerin beş tanesi arkadaştı. Biz aileler bir araya geldik. Mesela benim kendi inisiyatifimi kurmamın sebebi, bunu şimdi söylesem uygun. Yaklaşık altı ay boyunca herkes geldi; sadece politikacılar değil, herkes geldi, resim çekti, gitti. Ve ben çok iyi hatırlıyorum, olaydan bir gün sonra televizyoncular ve bazı milletvekilleri... Ben Kürt'üm. Kürtler neyine? Gelmişlerdi. O zaman bir tek bize ulaşabiliyorlardı. Benim onlara söylediğim şey oldu: 'Lütfen, lütfen bu çocuklar boşuna öldürülmüş olmasınlar.' Yani evet, boşuna öldürüldüler. Ama bu çocukların gitmesi boşuna olmasın. El ağzından gelecek olan katliamları önleyin. Ben bu umutla konuşuyordum onlarla ve maalesef bu hiç olmadı. Olmayınca o kadar öfkeliyim ki, ben kendim dedim o zaman, 'ben girişeyim.' Çok pasif kaldılar, aşırı derecede pasif kaldılar. Ve baktım ki benim oğlumun yazdığı bir söz var: 'Biz unutulmadığımız sürece ölmemişiz.' Ben bunu esas aldım. Adlarını yaşatmak adına, gençlerle inisiyatif kurdum ve zaman içerisinde çok büyüdü. Biz Almanya ve Avrupa çapında atölye çalışmaları ve seminerler düzenliyoruz gençlerle beraber. Hedef, ırkçılığa karşı bir mücadele. Yani bizler ırkçılığı yok edemeyiz; bu imkansız bir şeydir. Ama ırkçıların kullandığı imkanları sistem engelleyebilir. Bizim istediğimiz budur: ırkçılığın yok olmasını istemiyoruz, diyemeyiz; bu imkansız bir şeydir. Ama o imkanları yok edin.

Ö. Ö: En azından meşru meşru argümanlarını elinden almak.

S. U:  Evet onu alın, onları ellerinden alın. İnsan ırkçı olabilir, dünyanın kuruluşundan beri ırkçılar vardır, bunu yok edemezsiniz ama onları engelleyebilirsiniz. Bizim savaşımız bu yönde. Benim savaşım bu yönde. 

Ö. Ö: Çok az bir vaktimiz kaldı bir yandan. Alman toplumunun nasıl reaksiyon verdiğini de bir yandan merak ediyoruz.

S. U: Alman toplumu… Gerçekten böyle bir şey, bir insanın başına geldiği zaman ya herkesten nefret edersin ya da herkes için mücadele edersin. Ben kendi adıma çok büyük destek gördüm. Bütün toplumu ırkçıdır diyemezsiniz; bu imkansızdır. Özellikle Alman toplumundan ben çok büyük destek aldım ama tabii ki ırkçılar var, ama destekleyen büyük bir kesim de var. O açıdan destek gördük biz, Alman toplumundan, kurumlarından ve bizim zorumuzla da politikada hafif hafif de olsa bir tepkimeler oluyor elbette ki.

W. A. S: Bu hakikaten çok önemli bir nokta, Serpil Hanım. Yani artık ayrımcılık bize umut veriyor neredeyse. Bu ayrımcılığın, biraz ironik bir cümle koyuyorum ama bu ayrımcılığın umut verme durumu aslında tam da bahsettiğiniz. Yani herkes ırkçılık değil.

S. U: Evet, herkes değildir.

W. A. S: Dayanışma içinde olanlar var.

S. U: Dayanışma, evet kesinlikle. Mesela ben kendim kürtüm. Kendi yaşadığım ülkede ben de ırkçılık ve ayrımcılık gördüm. Ama ben nefret etmiyorum. Pozitif bir şekilde insanları etkilemek istiyorum. İnsanlık suçudur. İdeolojiler insanlığa zarar veriyor. Bunlardan uzak durmak lazım. İnsan olmak lazım. Ben şuyum, buyum dememek gerekiyor.

Ö. Ö: Evet, peki çok teşekkür ederiz Serpil Hanım.

W. A. S: Çok teşekkürler Serpil Hanım geldiğiniz için.