Ateşkesin Ardından: Keşmir'den Gazze'ye Direniş

-
Aa
+
a
a
a

Konuğumuz Pakistan'ın Karachi şehriden bağlanıyor: Farid Bin Masood. Pakistan ve Hindistan arasındaki ateşkesin ardından yaşananları konuşuyoruz.

""
Ateşkesin Ardından: Keşmir'den Gazze'ye Direnişin ve Sessizliğin Coğrafyası
 

Ateşkesin Ardından: Keşmir'den Gazze'ye Direnişin ve Sessizliğin Coğrafyası

podcast servisi: iTunes / RSS

Özdeş Özbay: Merhabalar Waseem.

Ömer Madra: Merhaba, merhaba, hoş geldin. Hoş bulduk.

Waseem Ahmad Siddiqui: Hoş bulduk, teşekkürler. Bugün bir konuğumuz var. Pakistan'ın Karachi şehrinden bağlanıyor: Farid Bin Masood. Merhaba Farid, hoş geldin. Çok teşekkürler bu katıldığın için.

Farid Bin Masood: Merhaba, hoş bulduk.

Ö.Ö.: Selamlar, hoş geldin.

Ö.M.: Merhaba Farid.

F.B.M.: Hoş bulduk, merhaba.

W.A.S.: Farid, Karachi Üniversitesi'nde sosyoloji alanında okutman. Karachi'deki çeşitli kurumlarda felsefe ve sosyoloji dersleri veriyor. Ayrıca daha önce Center for Social and Political Research adlı bir kurumda (Karachi'de) siyasi analist olarak çalışmış. Farid'le bu programda, özellikle Pakistan ve Hindistan arasındaki ateşkesin ardından yaşananları konuşacağız. Özellikle Farid'le şu anki durumu, Pakistan ve Hindistan'da neler oluyor? Ve esas çoğu zaman unutulan bir mesele var: Pakistan ve Hindistan arasındaki Keşmir bölgesi. Onunla ilgili konuşacağız.

Ben geçtiğimiz hafta Noura Erakat'ın (Rutgers Üniversitesi'nde bir profesör) yazdığı çarpıcı bir makaleye döndüm ve baktım. "Boomerang geri dönüyor: ABD destekli Filistin Savaşı, sınır prosedürlerinden şiddete kadar otoriterliği ülke içinde nasıl yaygınlaştırıyor?" diye bir soru soruyor. Erakat'ın bu "boomerang etkisi" diye tanımladığı dinamik, Aimé Césaire'den alıntı yaparak ironik bir şekilde ifade ediyor. Aimé Césaire, bildiğiniz üzere postkolonyal çalışmalarda önemli bir figür, hem siyasetçi hem düşünür. Aimé Césaire şöyle diyor: "Bir erkek, ev bekçisine sadistçe şiddet uygulayıp eşine karşı nazik olamaz. Bir kadın kocasına karşı zalim olup çocuğuna karşı nazik olamaz."

Bu sadist erkek metaforu, evde huzur isteyen ancak dışarıda zalimce davrananları anlatıyor. Donald Trump ise bir "barış Mesih'i" olmuş! Çok acayip. Yani Pakistan ve Hindistan arasındaki gerilimi azaltan ve "ateşkes" sağlayan (!) bir "barış Mesih'i". Hem Pakistan hem Hindistan'da... Hakikaten aklım almıyor. Durumla ilgili tuhaf bir ironi söz konusu. Nasıl böyle bir şey olabiliyor? Domino etkisi var sanki. Bu Aimé Césaire'in dediği gibi, tam da Pakistan ve Hindistan arasındaki durumu anlatıyor. Çünkü burada sadist erkekler, her iki taraf (Hindistan ve Pakistan) ve arasında sıkışıp şiddete maruz kalan yer ise Keşmir.

Çok kısa bir şey daha değinmek istiyorum, sonra sözü Farid'e vereceğim. Geçen Jacobin'de Amar Ali Jan bir yazı yazdı. Tariq Ali'nin geçtiğimiz haftalarda New Left Review'da yazdığı "On the Brink: Eşikte miyiz?" makalesine benziyor. Amar Ali Jan da benzer bir şekilde, "Hindistan ve Pakistan: Felaketin Eşiğinde" başlıklı yazısında şöyle diyor: "Pek çok Hindu milliyetçisi, son Pulwama terör saldırısını 'bizim 7 Ekim'ümüz' olarak nitelendirdi. Şimdi Pakistan'ın enkaza dönüştürülmesi çağrısı yapılıyor. Zayıf bir ateşkes altında bile milliyetçi kılıçlar uluslararası hukuku çiğniyor. Her iki devlette de ordular cesaretle övülüyor. Sanki hiçbir şey olmamış gibi kutlamalar başladı."

India and Pakistan Are on the Brink of Catastrophe

Asıl mesele ise çoğu zaman unutuluyor: Keşmir. Bu yayında Keşmir'in tarihsel bağlamını ve Pulwama saldırısı sonrası durumu konuşacağız. Farid, ilk sorum şu: Bize Hindistan yönetimindeki Keşmir'deki Baghram saldırısını (Hintli turistlere yönelik) ve Keşmir'in tarihsel arka planını anlatabilir misin? Ayrıca "Line of Control" (Kontrol Hattı) denen sınır hakkında bilgi verebilir misin?

F.B.M.: Sağ ol Waseem. Öncelikle beni bu programa davet ettiğiniz için çok teşekkür ederim. Ama belirtmek isterim ki konuşma Türkçem çok iyi değil. Bu esnada bazı hatalar yapabilirim.

W.A.S.: Rica ederim.

F.B.M.: Keşmir meselesi aslında kolonyal döneme kadar gidiyor. İngilizler Hindistan'ı kolonyal hale getirdi. Keşmir bölgesi çoğunlukla Müslüman nüfusa sahipti. Ancak 1846'da İngilizler, Keşmir'i bir Hindu Dogra hükümdarı olan Gulab Singh'e sattı. Bu satış, sadece 7 milyon rupiye yapıldı ve halkın görüşü hiç sorulmadı. Toprak, yerli halkın hakları gözetilmeden bir mal gibi satıldı. Böylece Müslümanlar, Hindu Dogra hükümdarın yönetimi altına girdi.

1947'de İngilizler Hindistan'dan çekilince bölge Hindistan ve Pakistan olarak ikiye ayrıldı. Keşmir gibi bazı bölgelerin hangi ülkeye katılacağına karar verme hakkı vardı. Keşmir'in Müslüman nüfusu nedeniyle Pakistan'a katılması mantıklı görünüyordu. Ancak dönemin hükümdarı Hari Singh (Hintli Dogra prensi) Pakistan'a katılmak istemedi. Bunun üzerine halk isyan etti ve Singh, Hindistan'dan askerî yardım istedi. Hindistan, yardım karşılığında Keşmir'in kendisine katılmasını şart koştu. Bu anlaşma, bölgenin statüsünü tartışmalı hale getirdi.

1948-1949'da Hindistan ve Pakistan Keşmir üzerinde savaşa girdi. Bir yıl sonra Birleşmiş Milletler devreye girdi ve ateşkes ilan edildi. Savaş sonunda Keşmir ikiye bölündü: Hindistan'ın kontrolündeki Jammu ve Keşmir ile Pakistan'ın kontrolündeki Azad Jammu ve Keşmir. BM, ateşkesin yanı sıra askerlerin çekilmesini ve halkın bir plebisit (referandum) ile kendi geleceğini seçmesini kararlaştırdı. Ancak bu referandum hiç yapılmadı. Hindistan'ın kontrolündeki Keşmir, dünyanın en fazla asker konuşlandırılan bölgesi haline geldi.

1971'deki ikinci savaşın ardından Simla Anlaşması imzalandı. Bu anlaşmada Keşmir'in statüsü "ateşkes hattı" olarak tanımlandı ve uluslararası bir sınır kabul edilmedi. Başlangıçta her iki ülke de Keşmir'in özerk statüsünü kabul etti. Ancak 2019'da Hindistan, Keşmir'in özel statüsünü iptal ederek bölgeyi doğrudan topraklarına kattı.

1989'da Hindistan kontrolündeki Keşmir'de silahlı direniş başladı. Hindistan bu direnişi "terörizm" olarak nitelendirirken, direnişçiler bunun işgalci güçlere karşı bir mücadele olduğunu savunuyor. Hindistan, direnişin Pakistan tarafından desteklendiğini iddia ediyor. Son 30 yılda Keşmir'deki sivil hedeflere yönelik çok sayıda saldırı gerçekleşti. Örneğin, Pulwama saldırısı'nda (2019) Hindistanlı Hindu turistler hedef alındı. Hindistan, bu saldırıdan Pakistan'ı ve onun desteklediği grupları sorumlu tuttu. Ancak iddialarını kanıtlamadı ve bağımsız gözlemcilerin bölgeye erişimine izin vermedi.

Saldırının ardından Hindistan, Pakistan'ın beş şehrini bombaladı. Bu operasyonlarda 50'den fazla sivil (çoğu çocuk ve kadın) hayatını kaybetti. Hindistan bunları "intikam saldırıları" olarak adlandırdı.

W.A.S.: Ben şeyi de sormak isterim: Keşmir'in uzun bir geçmişi olduğunu biliyoruz ve geçtiğimiz on yıllarda çok sayıda çatışma yaşandı. Ancak işin özünde bu sorunu çözmek neden bu kadar zor oldu sence? Yani Keşmirliler neden hem Pakistan yönetimindeki topraklarda hem de Hindistan yönetimindeki topraklarda yaşıyor? Keşmir burada nerede durmak istiyor aslında? Ne Pakistan'da ne de Hindistan'da; belki ayrı bir bağımsız toprak olmasını istiyorlar. Öyle değil mi?

F.B.M.: Evet, Keşmir aslında çok stratejik bir öneme sahip. Hindistan, Pakistan ve Çin'in hedefinde. Bölgeden geçen en önemli nehirler buradan akıyor. Pakistan, Keşmir'in Müslüman nüfusu nedeniyle Birleşmiş Milletler'in plebisit (halk oylaması) çağrısını destekliyor. Ancak şimdi çoğu Keşmirli ne Hindistan'ı ne de Pakistan'ı istiyor. Bağımsız bir ülke olmak istiyorlar. Fakat Pakistan'ın su güvenliği Keşmir'e bağlı. Pakistan'ın hayat kaynağı olan Indus Nehri Keşmir'den geçiyor. Pulwama Saldırısı'ndan sonra Hindistan, Pakistan'ın su kaynakları üzerinde baskı kurmaya başladı. Bu su anlaşmazlığı da sorunu derinleştiriyor.

Çin ise Keşmir'in Aksai Çin olarak adlandırdığı bölgesini kontrol ediyor. Çin'in buradaki ilgisi hem stratejik hem ekonomik. Çin-Pakistan Ekonomik Koridoru (CPEC) projesi Keşmir'den geçiyor. Çin, bu bölgeyi Hindistan'a karşı bir pazarlık aracı olarak kullanıyor.

Ö.M.: eki ben de bir şey sorabilir miyim? İzninizle. Bu son derece karmaşık ve post-truth izleri taşıyan, gerçeği anlamakta zorlandığımız bir durum. Peki gelecekteki gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsun? Keşmir'in bağımsızlığı, Çin'in rolü ve iklim meseleleri gibi iç içe geçmiş dinamiklerle yakın gelecekte nasıl bir tablo bekliyorsunuz?

F.B.M.: Çok zor soru. Umudumuz, uluslararası toplumun adil bir çözüm için baskı yapması. Ancak Hindistan'ın askerî tutumu, Çin'in ekonomik çıkarları ve Pakistan'ın siyasi kırılganlığı nedeniyle kısa vadede barış ihtimali düşük. Keşmirlilerin sesinin duyulması için sivil direniş ve diplomasi kritik olacak.

W.A.S.: Zor bir soru. Özellikle Keşmir'in su kaynakları (Pakistan'a akan nehirlerin kontrolü) konusu, burada Farid'in de yardımıyla açıklığa kavuşabilir. Keşmir'in "su hafızası" olağanüstü önem taşıyor. Şu anda en çatışmalı bölge olan Hindistan kontrolündeki Keşmir'den Chenab Nehri akıyor. Geçtiğimiz hafta bahsettiğimiz gibi, Hindistan bu nehrin akışını kısmen kontrol altına almış durumda.

Çünkü su kaynaklarının merkezi olan bu dağlık bölge, Keşmir'de yer alıyor ve hem Pakistan hem Hindistan'ın su ihtiyacını karşılıyor. Ne yazık ki bu topraklar, bir türlü özerkliğini kazanamamış ve kolonize edilmiş. Hindistan tarafında inşa edilen birçok baraj ve rezervuar, suyun kontrolünü elinde tutuyor. Dolayısıyla bu karmaşa, gelecekteki siyasi ve ekonomik çatışmaların da habercisi.

Aramızda sıkça konuştuğumuz gibi, bu politik ekonominin bedeli en çok sivillerin canıyla ödeniyor. Su ve toprak uğruna verilen savaşların acısını çekenler hep Keşmirliler oluyor. Keşmir, bu trajedinin en ağır yükünü taşıyan ancak en çok unutulan bölge.

Amar Ali Jan'ın değindiği gibi, Hindistan'daki Hindu milliyetçileri, Pulwama saldırısı'nı (2019) kendi "7 Ekim'leri" olarak nitelendiriyor. Bu söylemde Pakistan'a bir kin var. Burada Farid'e dönmek istiyorum: Hindutva (Hindu milliyetçiliği) ile Siyonizm arasındaki benzerlikleri nasıl okumalıyız? Modi hükümeti ve BJP, tek bir din eksenli devlet vizyonunu dayatıyor. Hindistan'da yaşayan Müslümanlar neredeyse her gün linç ve mobbinge maruz kalıyor.

F.B.M.: Evet, bu Hindutva (Hindu milliyetçiliği) ve Siyonizm (Yahudi milliyetçiliği) arasında çok benzerlik var. İkisi de tarihsel ve dini gerekçelere dayanan toprak iddialarıyla hareket ediyor. Ulusal kimliği tek bir din üzerinden tanımlıyorlar: Hindistan'daki Müslümanlar ve İsrail'deki Filistinliler. Geçmişte uğradıkları haksızlıkları öne sürerek bugünkü eylemlerini meşrulaştırmaya çalışıyorlar. Her iki ideoloji de devlet gücünü, yasaları ve yerleşim politikalarını kullanarak bölgenin demografik yapısını değiştirip toprakları kontrol altına alıyor. Farklı inançların bir arada yaşamasına, insan haklarına ve adalete büyük zarar veriyorlar.

Hindistan, Pulwama saldırısı'nı "bizim 7 Ekim'imiz" olarak nitelendiriyor. Tıpkı İsrail'in Gazze'de yaptığı gibi Pakistan'a saldırmayı savunuyorlar. İlk saldırıda Pakistan'da 50 sivil (çoğu kadın ve çocuk) öldü. Hindistanlı bazı gazeteciler ve sosyal medya kullanıcıları, Hamas'a yapıldığı gibi Pakistan halkına da sert davranılmasını istiyor. Bu çok tehlikeli çünkü İsrail'in savaş suçlarına bile hesap sorulmuyor. Bu durum Hindistan'a cesaret veriyor. Gelecek pek iç açıcı görünmüyor.

W.A.S.: Son olarak şunu sorabilir miyim Farid? Pakistan'ın bu süreçteki öz eleştirisi ne olabilir? Özellikle askeri yönetimle ilgili. Tüm bu kutlamalar başka bir şeyi mi gizliyor?

F.B.M.: Pakistan'da uzun süredir askeri yönetim etkisi hissediliyor.

W.A.S.: Yakın dönemdeki gelişmeler özellikle...

F.B.M.: Evet, Pakistan bu krizde tedbirli davrandı. Saldırıya karşılık verdi ama sonra gerilimi düşürmek için ateşkesi kabul etti ve sakınma gösterdi. Ancak...

Ö.Ö.: Ama bir de zafer ilan etti.

F.B.M.: Ancak iç siyasette durum kötü. Ordu, bu kriz sırasında ülke içindeki etkisini artırdı. Ekonomi ve siyaset üzerindeki kontrolü daha da güçlendi. Demokrasimiz zayıfladı. Seçilmiş siyasetçiler (örneğin Imran Han) şu an hapiste. Medyamız ise sansür altında. Ordunun halk desteği artmış gibi görünse de, sivil hayata müdahalesine karşı toplumda ciddi rahatsızlık var. Umudumuz her şeyin düzelmesi, ancak bu çok zor.

W.A.S.: Gerçekten zor görünüyor. Gelecekle ilgili sorularımız da var. Bugün bu konuları konuşmak istedik. Yayının sonuna geldik. Özdeş, eklemek istediğin bir şey var mı?

Ö.M.: Vallahi ben zor sorular sordum. Farid durumu gayet iyi açıkladı.

Ö.Ö.: Kısa bir şey daha: Çin faktörüne değinmek istiyorum. Su meselesi ve tarihsel gerilimler bir yana, küresel güç rekabetinde Modi'nin aşırı sağcı hükümeti İsrail-ABD bloğuna yakınken, Pakistan uzun süredir Çin ile stratejik ilişkiler içinde. Pakistan ordusundaki silahların çoğu Çin yapımı. Hindistan'ın iddiasına göre, Pakistan'ın düşürdüğü uçaklar da Fransız yapımıydı. Bu çatışma, büyük güçlerin rekabetinin bir yansıması mı?

W.A.S.: Farid, bu soruya kısaca yanıt verebilir misin?

F.B.M.: Pakistan hem ABD hem Çin ile ittifak kuruyor. Hükümet Çin'i açıkça desteklerken, ABD'ye de diplomatik nezaket gösteriyor. Örneğin, Donald Trump'ın ateşkes çağrılarına teşekkür ettiler. Ancak ABD ve İsrail, Hindistan'ı destekliyor. Pakistan ise iki tarafı da idare etmeye çalışıyor.

W.A.S.: Farid'in vurguladığı ironi dikkat çekici: Pakistan hem Çin'in askeri yatırımlarından faydalanıyor hem de ABD'ye minnet duyuyor.

Ö.M.: İronik gerçekten.