Hikâyenin Her Hâli'nin 2025 dilekleri

Hikâyenin Her Hâli
-
Aa
+
a
a
a

Hikâyenin Her Hâli programcıları 2025'ten dileklerini kattıkları kolektif bir programla yeni yılı kutluyor.

""

Esin: Herkese merhaba. Ben Esin. Hikaye'nin Her Hali'nin sene sonu programına Kaplumbağalar ve Derin Zaman ilişkisini anlatan bir yazıyla katılmak istedim. Bu yazı yakın zamanda karşıma çıktı. Ellen Wayland-Smith adlı bir yazarın yeni çıkmış kitabından. Kitabının ismini Türkçeleştirirsem Son Şeylerin Bilimi: Derin Zaman ve Özne'nin Sınırları Üzerine Denemeler (The Science of Last Things: Essays on Deep Time and the Boundaries of the Self) adlı bir kitap. Bu kitaptan bir pasaj karşıma çıktı bir dergide ve kaplumbağaları derin zamanla birlikte düşündüren çok hoş bir yazı olarak buraya taşımak istedim. 

Yazarın birlikte yaşadığı Sweeney adlı bir kaplumbağa var, ondan bahsediyor. 3 yaşında kırmızı yanaklı su kaplumbağası. Onunla bir gün bahçede oturuyorlar ve sıcakta, gölgenin altında oturuyorlar. Sweeney yavaşça bahçede onun için özel yaptıkları göletten dışarı çıkıyor. Yazar ona bir tane yaban mersini veriyor ve Sweeney onu yerken biz de kaplumbağalarla ilgili bir takım varoluş mitlerine, hikayelerine bakıyoruz. Mesela Aesop'un bir fablında kaplumbağa evinin rahatlığını terk etmek istemez diyor yazar ve Zeus'un düğün davetini reddeder. Bu görgüsüzlük nedeniyle Zeus onu evinde taşımaya, evini sırtında taşımaya mahkum eder. Başka bir hikayeye göre Anishinaabe halkına göre kaplumbağa Nanabosho adlı tanrıya nehirdeki en iyi balık avlama yerlerini gösterdiği için güzelce boyanmış bir taş kabuk ile ödüllendirilir.

Bir hikayede kaplumbağanın sırtında taşıdığı bir cezayken öteki hikayede aslında o bir ödül oluyor. Buradan varoluş mitlerini düşündüren bölümlere geçiyor yazar. Son zamanlardaki varoluş aslında varoluşu anlatan bilimsel yayınların söylediğine göre aslında bir kaotik düzenin içinde bir organizasyon adacığı diyebiliriz ilk varoluşa. Derinlerde yanıp sönen yalnız bir cep; yani böyle Darwin'in anlattığı gibi sıcak bir göl ortamındaki bir oluşum değil. Çok derinlerde, çok karanlık bir yerlerde, okyanusun çok karanlık derinlerinde, okyanus mineralleri ve kayalardan oluşan katı yüzeylerle korunan bir zarla kaplı bir varoluş aslında. Etrafı çok kaotik ama kendi içinde bir organizasyon var. Yazar diyor ki, bu bana herhangi bir biyolojik yaşam formu kendisini oluşturan elementler tarafından değil, bir zarın içindeki elementlerin düzenlenme biçiminin dışarıdaki düzenlenme biçiminden nasıl farklı olduğuyla ve bu farkı zaman içinde ne kadar başarılı bir şekilde koruyabildiğiyle tanımlanır. Kendi içinden değil aslında. Sadece kendi organizasyonunun dışarıdaki kaostan nasıl farklılaştığıyla. belli oluyor, varoluş. 

Yani diyor yazar, ben hidrojen, oksijen, karbon, azot, kalsiyum ve fosfor atomlarından oluşmuş bir demetim. Bu temel elementlerin çevredeki denizinden yalnızca organizasyon ve karmaşıklık farkıyla ayrılırım, maddeyle değil. Ve aslında hayatım boyunca orijinal molekül yapımı oluşturan her atomu dışımdan gelen atomlarla değiş tokuş edeceğim. Yani, kendimi baştan inşa ederek, Theseus gemisi gibi. 

Kendilik gizemi diye devam ediyor yazar, varlığımızın her atomunun evrenden her an ödünç alınmış olmasıdır. Bu, çok azımızın sürekli bir şekilde farkında olduğu bir gerçektir. Aslında derin zamanını düşündürmesini istediği şey bu, yazara göre. Devam ediyorum. İnsanlar bu ödünç alma durumunu pek kabul etmek istemezler, muhtemelen beynimizin dünya üzerindeki 4 milyar yıla yakın biyolojik yaşam oyununun zaman ölçeğini anlamaya pek uygun olmaması nedeniyle. Kendimizi bu ilkel kabarcık çamuruyla akraba olarak görmekte isteksiziz. İlkel kabarcık çamuru ile akrabalık..  

Bütün bunlar olurken yazarın ilgisi tekrar etrafına dönüyor. Etrafında uçan bir alakarga kuşu, biber ağacı, Sweeney ve kendisi diyor ki, aslında hepimiz aynı kumaştan kesilmişiz. Ve bunu, bu aynı kumaştan olmayı dünya ile dostluk kurmaya benzetiyor. Ve de çok çarpıcı bir ifadeyle taçlandırıyor bu anlatıyı. Radikal tevazu. Dünyayla dostluk kurmak, tam anlamıyla kelimenin kökenine uygun bir şekilde radikal tevazu pratiği yapmak demektir. Humilitas, humility yani tevazu, Latince toprak ya da earth (İngilizcesi) anlamına gelen humus kelimesinden üretilmiştir. Toprağa yakın olmak, dünya kabuğuyla aynı seviyede olmak, aynı döngüsel süreçlere tabi olmak, Kaynama, Soğuma, Kıvırılma, Parçalanma, Yükselme, Düşme, Tekrar Yükselme Hepinize güzel bir yıl diliyorum.

Özge: Sevgili Apaçık Radyo dinleyicileri, ben Özge. Bu yılı da Hikâyenin Her Hâli’nin programcısı dostlarımla beraber sizlere selam ederek karşılamak çok mutluluk verici. Şarkılarımız, azmimiz, neşemiz, beraber yola devam etme arzumuz hiç eksik olmasın. Bu yıla bırakmak istediğim dilek, Sevgi Soysal'ın Yürümek kitabından bir alıntı, devamında da yine bir Yeni Yıl klasiği olan, Ferdi Özbeğen’in “Kaderimde Hep Güzeli Aradım” şarkısı gelsin. Mutlu seneler dilerim, olabildiğince, olduğu kadar, hep beraber. 
“Tükenen son kırıntıların hiçbir anlamı kalmamıştı karıncalara. Baharı o karanlık toprak diplerinde nasıl sezdilerse, bini, binlercesi, bozkırın yüzüne çıktı. Kendileri için çok büyük engelleri aştılar, kaynayan, durallık tanımayan bir yüzeyde ilerlediler, ilerlediler. Her adımları bir şeyi değiştirdi. Görünmeyen bir şeyi. Ufak ama bitmeyen değişim, karınca adımlarıyla da olsa ilerledi. Görmeyenleri, göremeyenleri şaşırttı bir gün.” -Sevgi Soysal, Yürümek.

Yıldız: Sıradaki şarkımız Mabel Matiz'den Karakol. Bana kalırsa son 10 yılın hatta belki 20 yılın en önemli şarkılarından biriydi. Siz şarkıyı dinleyin, müsait bir vaktinizde klibini izlemeyi de unutmayın. Şimdiden herkesin 2025 yılı kutlu ve mutlu olsun.

Burcu: Merhaba, ben Burcu.  Hikâyenin Her Hâli'nde, yılın bu son günlerinde benim taşımak istediğim anlatı Dukhalardan. Selcen Küçüküstel'in yazdığı kitaptan, Anılar haritası, Anılar coğrafyası üzerine bir anlatı. Özellikle depremden sonra Antakya için, hem sevdiklerimizi hem sevdiğimiz bir kenti içinde var olan her şeyiyle birlikte kaybedince ev üzerine daha çok düşünür oldum. Neresi olduğunu, nasıl yeniden inşa edilebileceğini, ev algısını daha çok düşünmeye başladım. Antakya'yı anlattığım zamanlarda bazı zamanlarda anlaşıldığımı bazı zamanlarda ise aslında kentime ilişkin anlattıklarımı anlamının zor olduğunu fark ettim. Selcen'ın uzun süre önce okuduğum bu kitabına geri döndüm. Kitabın Anılar Haritası diye bir bölümü var ve o kadar güzel anlatıyor ki ev kavramını. Evi dört duvarlar duvarla çevrili güvenli bir alan olarak algıladığını paylaşıyor ve Dukhalarla bir süre yaşadıktan sonra bu algısı değişiyor. Selcen bir antropolog. Zihni ve sezgileri oturtmakta zorlanıyor Dukhaların ev kavramını.

“Çünkü coğrafi yer şekillerinin çok ötesinde yaşanmışlıklarla dolu büyük bir ev” diyor Selcen Dukhaların algısı için. Sayfa 53'ten alıntılıyorum: “Üstelik bu yaşanmışlıklar sadece kendilerinin başına gelen olayları değil, küçük yaştan itibaren dinledikleri masalları, yüzyıllar öncesinde yine bu topraklarda yaşanmış atalarını anlatan mitleri ve kutsal mekânları da içeriyor. Coğrafya hem kişisel hikayelerin hem de kolektif hafızanın harmanlandığı özel bir yer”. Ev algısının, coğrafya algısının bu kadar geniş olduğunu bu cümlelerle ifade ediyor Selcen. Dukhaların yaşadığı bölgenin tamamının onlar için ne kadar özel, ne kadar değerli olduğunu paylaşıyor. Ben de Antakya için böyle hissediyorum. Çok uzun süredir de kendimi bir dağın yamacında bir nehrin kollarında doğup büyüdüm diye tarif ediyordum. Bunu bugünkü anlayışla, bugünkü ev algımla ve anlatısıyla yapmıyordum. O zamanlar -depremden önce- daha içimden gelerek, daha sezgisel yapıyordum. Şimdi farklı bir anlama büründü benim için de. Selcen de “ev kavramının bizim için olduğundan çok daha geniş olduğunu anlamak zor değildi” diye ifade ediyor kendi deneyimini. Ben de bunu taşımak istedim yeni yılda Hikâyenin Her Hâli’ne. Anlamı “Masalcı” olan, Souad Massi’nin Raoui parçasını sizlerle paylaşmak istedim. Güzel bir yıl olsun hepimiz için.

Ayşe Gül: Herkese merhaba, ben Ayşe Gül. Ben de bugünkü programa Lena Chamamyan'la katılmak istedim. Suriyeli Ermeni sanatçı Lena Chamamyan. Aslında belki şöyle söylemem gerekiyor: Maraşlı, Diyarbakırlı, Mardinli ve Suriyeli Ermeni sanatçı Lena Chamamyan. Bu parçayı özellikle seçtim çünkü 2018'de İstanbul'da verdiği bir konserde çok büyüleyici bir an yaşanmıştı. Orada olduğum için kendimi çok şanslı hissediyorum ve son günlerde hep o anı hatırlıyorum, içime o an düşüyor. Suriyelilerin şimdi eve dönüş heyecanlarına, özgürleşme umutlarına tanıklık ettikçe hep o ana gidiyorum. Tam da bu parçayı dillendirmeye başladığında Lena Chamamyan, Cemal Reşit Rey sanki tek nefes, tek ses, tek yürek olmuş ama o tek nefesin içerisinde çok nefes olmuş, Suriye’nin çok dilli ve çok renkli hikayesini anlatan bir buluşma yaşatmıştı hepimize. Lena Chamamyan'ın hikayesi ve bunu dillendirişi bence çok etkileyici. Agos Gazetesi'ne 2015'te verdiği bir röportaj var, Maral Dink yapıyor bu röportajı. Oradan kısacık bir bölüm okuyacağım. Maral Dink diyor ki: “Memleket desek size?” Şöyle yanıt veriyor Lena Chamamyan: “Yurda dönüş umudunu yavaş yavaş kaybetmek bir anlamda bana yardım etti. Bazen evine dönmenin bir yolu yoktur, anladım. Bu durumda yapman gereken evini gittiğin yere götürmektir. Yeniden yaratmak belki. Kültürünü, değerlerini taşımak ve dünyaya anlatmak seni ayakta tutar. Üstelik bu benim için yeni değil. Baba tarafım Maraşlı, anne tarafım Diyarbakır ve Mardinli. Ermeni diasporası olarak yaşadım. Şimdi Suriye diasporası olarak yaşıyorum. Kendi ülkesinde yaşamak her insanın hakkı, değil mi? Ama benim ülkemde kalabilmek için hep mücadele içinde olmam gerekiyor. Şimdi buraya gelip Ermenice şarkılar söylemek istiyorum.” 

“Türkiye'de evinizde hissettiğinizi söyleyebilir misiniz?” diyor Maral Dink. Ona da şöyle yanıt veriyor. Her geldiğimde buraya ait diye hissediyorum. Köklerim burada. Şimdi bakıyorum etrafıma, bazı yüzler, bazı ifadeler görüyorum. Ortak acıları ve yaşanmışlıkları hissediyorum. Dört yıl önce İstanbul'a ilk ayak bastığım gün hava güneşliydi. Benim için buradaki güneş, Suriye'deki güneşin aynısıydı. Güneşin her şeye renk verdiğini gördüm. Binalara, sokaklara, insanlara. Ancak Avrupa'daki güneş benim değil, renk vermiyor.” 

Sonrasında da İstanbul'da yaşamayı düşündüğünü söylüyor ve tabii Suriye'ye dönüp orada konser vermek istedi. 2025 tam da böyle bir yıl olsun. Lena Chamamyan’ın ve bütün Suriyelilerin özgürce topraklarına dönebildikleri, konser verebildikleri ve aynı zamanda bulundukları her yerde kendilerini evlerinde hissettikleri bir yıl olsun umuduyla. Bu konuda onlardan öğreneceğimiz çok şey var. 

Bugün ilginç bir ev teması oldu programımızda. Esin'in kaplumbağalar hikayesi ve Akdeniz'in batı tarafından Souad Massi’den gelen Raoui / masalcı şarkısı - sevgili Burcu'nun seçtiği… Lena Chamamyan da çok güzel bağlandı bence bu akışa. Hatta şöyle bir Akdeniz bağlantısı da var bu şarkının: Lena Chamamyan’dan önce Fairuz (Feyruz) gibi, Souad Massi gibi pek çok başkasının yorumladığı bir parça bu (Lamma Bada Latathana). Kökleri bir şiire gidiyor, 14. yüzyıla. Daha sonra bestelenmiş ve yüzlerce yıldır bu beste çok farklı şekillerde yorumlanmış. Lisanuddin Bin Hatip, 14. yüzyılda Granada'da doğan bir Müslüman, Arap şair - aynı zamanda yazar, tarihçi, filozof, fizikçi ve siyasetçi olarak da tanımlıyor Vikipedi. Elhamra Sarayı'nda bazı şiirleri duvarları süslüyormuş. Granada, Endülüs,  biliyorsunuz 14. - 15. yüzyılda özellikle Yahudilerin ve Arapların, Müslümanların yaşadığı bir kültür merkezi ve eski Yunan eserleri de dahil olmak üzere pek çok eserin Arapçadan Avrupa dillerine çevrildiği bir yer Endülüs. 1492'de hem Müslümanlar hem Yahudiler Endülüs'ten atılıyorlar, uzaklaştırılıyorlar, Kuzey Afrika ve Doğu Akdeniz coğrafyasına yerleşiyorlar. Türkiye'de şu anda yaşayan Yahudilerin önemli bir kısmı 1492'de Endülüs'ten göç etmiş Yahudiler. Bu topraklarda yersiz yurtsuzlaşmanın çok uzun bir hikayesi var. Ve hepimizin yersiz yurtsuzlaşma hikayeleri birbirine çok derin temaslarda bulunmuş yüzlerce yıldır. Şu anda tabii Doğu Akdeniz coğrafyasında, özellikle Gazze'de yaşanan acı deneyim, soykırım çok içimizi yakıyor. Ve bütün bu yaşanan şiddetin içerisinde, Suriyelilerin onlarca yıldır yaşadıkları tarif edilmez şiddetin, acının içerisinde umut, sevgi, dayanışma yaşamaya, büyümeye, çoğalmaya devam ediyor - neyse ki. Buna hizmet eden herkese buradan selamlar olsun. 2025 barışın yılı olsun, dayanışmanın yılı olsun, sevginin yılı olsun. “Dünya hevesi”nin doya doya ifade bulduğu, hepimizin içinde güneşler açtırdığı, o güneşlerin rengarenk hayata karıştığı bir yıl olsun dilekleriyle. Çok sevgiler.

Aylin: Merhaba, ben Aylin. Apaçık Radyo  Hikâyenin Her Hâli'nde 2024 yılının son programında kolektif olarak bir programı yapmaktan mutluluk duyuyoruz. Yılın son günlerine yaklaştığımızda insan ister istemez tüm yorgunluklara ve tükenmişliklere rağmen kendine ilham olabilecek örneklere, sözlere ve deneyimlere bakma ihtiyacı duyuyor. Benim de bu arayışta elim Almanya'da yaşayan Güney Koreli yazar ve kuramcı Byung Chul Han'ın “Anlatının Krizi” kitabına uzandı. Bu kitapta Chul Han, anlatı enflasyonuna ve anlatının günümüzde özellikle sosyal medya üzerinden aldığı forma yeniden eleştirel bir gözle bakmayı deniyor. Kitabın bir yerinde de hikaye ile gürültülü enformasyon arasındaki yaman çelişkiye bakmayı deniyor. Bir alıntı paylaşmak istiyorum şimdi sizlerle. Walter Benjamin'e de referans verdiği bir alıntı bu.

Şöyle demiş Chul Han: “Hikaye anlatmak bir gevşeme hali gerektirir. Benjamin'e göre ‘zihinsel gevşemenin doruğu’ can sıkıntısıdır. ‘Deneyim yumurtası üstünde kuluçkaya yatan bir hayal kuşudur can sıkıntısı.’ ‘İçi ipeklerin en parlak ve renkli olanıyla astarlanmış, sıcak gri bir kumaştır. Rüya görürken kendimizi bu kumaşa sararız.’ Bu alıntıyı okurken acaba en son kaç kişi birbiriyle rüyasını paylaştı diye düşünmeden edemedim ve can sıkıntısı bundan daha güzel tarif edilebilir mi diye de düşündüm. Deneyim yumurtası üstünde kuluçkaya yatan bir hayal kuşu olarak can sıkıntısı ve bu hayal kuşu içi ipeklerin en parlak ve renkli olayıyla astarlanmış sıcak bir gri kumaş. Ancak bu kumaşın içinde durup dışarıdaki gürültüden etkilenmeyip, iç dünyamıza dönüp, kendi hikayelerimizle buluşabilmek veya sahici hikayeleri dinlemenin gücünü bulabilmek mümkün olur mu?

Bende bu sorular yankılandı bu satırları okurken. Bir yandan da gürültülü enformasyon nedir? Onu da bizimle paylaşıyor. Yine Benjamin'den bir alıntıyla paylaşıyor Byung Chul Han. “-’yapraklardaki ufacık bir hışırtı rüya kuşunu kaçırmaya yeter. Basının mırıltısı arasında artık dokumak ve eğirmek mümkün değildir. Sadece uyaran olarak bilginin üretimi ve tüketimi söz konusu olabilir.” Ne kadar güzel ifade etmiş.

Bu hışırtı, gürültü aslında Almanca'daki anlamına bakacak olursak basın yayın organları için halk arasında kullanılan biraz küçümseyici bir tabirmiş- yazarın notu bu da. Ve tabii sosyal medyadaki paylaşımları, fazlaca paylaşımları düşündüğümüzde .bizi kendimizle buluşmaktan koparan, kendi gerçekliğimizden koparan sadece dinleme yeteneğimizden alıkoyan paylaşımları düşündüğümüzde, bilgi üretimi ve tüketimine nasıl da kapıldığımızı belki yeniden görebiliriz. Rüyaya karşı bilgi tüketimi veya can sıkıntısına karşı gürültülü enformasyon nasıl geliyor kulağınıza bilmiyorum. Şöyle de devam ediyor Byung Chul Han, anlatmak ve dinlemenin birbirinden ayrılamayacağını hatırlatarak bize “anlatmak ve dinlemek birbirini besler” diyor. “Anlatı topluluğu dikkatli dinleyicilerden oluşan bir topluluktur” diyor.

“Gerçekten de anlatabilmek için birbirimizi dinlemenin öneminin altını çiziyor. İtinalı dinlemenin doğasında özel bir tür dikkat vardır” diyor. “Dikkatle dinleyen insanlar kendilerini unuturlar, kendilerini duyduklarına kaptrırlar. Dinleyici kendini ne kadar unutursa dinledikleri hafızasında o kadar derin izler bırakır. Ve “ne yazık ki” diyor, dikkatle “dinleme yeteneğimizi giderek kaybediyoruz. Tribünlere oynuyoruz. Kendimizi unutup yoğun bir şekilde dinlemek yerine birbirimize kulak misafiri oluyoruz diyor.” Evet.

Bu vesileyle, 2024 yılı boyunca programımıza konuk olan anlatıcılara, sahici anlatıcılara ve eminim dikkatle dinleyen sevgili Apaçık Radyo'nun dinleyicilerine tekrar teşekkür etmek istiyorum. Birbirimizi kendi tercihimizle unutarak dinleyebildiğimiz günlerde buluşmamızı diliyorum 2025 yılında. Dikkatle dinleme yeteneğimizin çoğaldığı bir yıl olsun diye bir dilekte bulunmak istiyorum. Ve bugün için seçtiğim parçanın da anonsunu yapmak istiyorum. Ermenistanlı bir şarkıcıdan geliyor. Lilit Pipoyan'dan geliyor bu şarkı. Kendisi hem şarkıcı hem mimar. Don't Cry, ağlama şarkısını paylaşmak istiyorum kendisinden.

Avutan sözler var bu şarkıda. İlk iki dizesini paylaşmak istiyorum sizinle. ''Sen kör kokusuz gecede paha biçilmezsin, yaralı şarkın ruhumu altın hatıralarla kaplasın.'' diyor. Çok şiirsel bir iki dize var burada. Evet, 2025'e doğru ilerlerken dinleyebileceğimiz güzel hikayelerle buluşabilmek ve paylaşabilmek dileğiyle.

Meral: Merhaba, ben Meral. Yeni yıl için en iyi dileklerimi Renata Flores'in sesinden Bolivya yerli halkının dili Quechuaca bir şarkı ile iletmek istiyorum. Şarkının adı İspanyolca Niña de la Luna, Quechuaca Killapa Llullu Warmi yani ayın çocukları. Renata Flores orman kıyımlarına   karşı söylediği rap şarkılarıyla tanınıyor. Ama şimdi dinleyeceğiniz şarkısında çok güzel hayaller kuruyor. Bu hayalleri ben de yeni yıl için Hem kendime, hem herkese diliyorum. Şöyle diyor şarkısında, yürüyelim, hissedelim, çiçeklere şarkı söyleyelim, hayal kuralım, güneşin ve yıldızların altında, hep birlikte ve tek başımıza, hepimiz ışığımızla ışık olalım. Dinliyoruz, ayın çocukları.

Didem: Hikâyenin Her Hâli'nden hepinize günaydın, ben Didem. Bugün bir yılbaşı programı hazırladık ve içine 2025 dileklerimizi kattık. Bu kolektif programda, ben de Dafne Kritharas'tan bir parça seçtim. Parçanın adı XAPA. Herhangi bir çeviri programında bu kelime 'neşe' diye çevriliyor ama tam olarak karşılamıyor. Ben bunu 'dünya hevesi' diye çevirmeyi tercih ettim. Dafne Kritharas, bu şarkıyı şöyle özetlemiş: 'Uçurumun dibinde uzun bir süre geçirdikten sonra, içinize yükselen çılgın bir dünya hevesiyle aniden dağları yerinden oynatacak enerjiyi ve gücü bulmak.'

Benim gibi, farklı köklerden gelen ve bu köklerin izinde müzik yapan, çok renkli ve çok dilli bir şarkıcı. Hepinize rengârenk, içinizde yükselen çılgın bir hayat enerjisi ve dünya hevesi bulduğunuz, gücünüzü keşfettiğiniz bir yıl diliyorum.

Ayşe Gül: Didem bu şarkıdan yola çıkarak Yunanca'daki Xara ve İngilizce'deki “joy” kelimesinin Türkçe karşılığı olarak “dünya hevesi”ni öneriyor. Bu bana öyle güzel geldi ki Dafne Kritharas'ın Xara'sını ve Didem'in “dünya hevesi”ni bir Gülten Akın şiiriyle selamlamak istedim. Bu şiiri eskiden okumuş ama unutmuştum. 2024'te şiiri bana tekrar hatırlatan sevgili dostum, program arkadaşımız Meral Akkent oldu. Meral'e de selam olsun buradan.

Gülten Akın bu şiirde dalından kopsa da solmayan, başını eğmeyen, ekildiği yeni topraklarda açmayı sürdüren sardunyanın arsızlığını, umudunu, direncini selamlıyor. Afganistan'dan Gazze'ye, Sudan'dan Myanmar'a, Suriye'den her birimizin içine, yüreğine, umudu, direnci, arsızlığı çoğaltarak yaşama yaşam katan tüm sardunyalara gelsin. Dünya hevesimiz hiç sönmesin.

Yasadır ansıtalım:
Tohum ekenlerin, fide dikenlerin
Kimse durduramaz yağmurunu
Güneşini kimse kesemez.
Fesleğen ekiyorum, sardunya dikiyorum
Arsızmış, öyle diyor komşum,
Artık siz istemeseniz de
Açar tohumunu, yayılır toprağınızda.

Ne güzel ne güzel ne güzel Tanrım
Fesleğen ekiyor, sardunya dikiyorum
Bitiyorum arsızlığına çimenin çiçeğin
Arsızlık bugünden geri
Umut ve direnç demektir
Sokulmak demektir yaşamın koynuna
Özdeşlik demektir yaşamla.
İnan olsun dostlar, inan olsun
Dalından kopan sardunya
Bozulmadı bikez, eğmedi başını
Açmayı sürdürdü diktiğim toprakta.