İran'daki ayaklanmalar altı buçuk aydır devam ederken, 'Noruz’ tatiliyle iki haftalık araya girildi.
(Bu bir transkripsiyondur. Metnin son hâli değildir.)
Doğru hesaplıyorsam, bugün İran’daki ayaklanmalar 197. gününde. Bu da olayların altı buçuk aydır son bulmadığı, devrimin ateşinin sönmediği anlamına geliyor. Okullarda aylarca süren kimyasal saldırılardan sonra eylemler önceki haftalarda yeniden doruğa çıkmıştı ki bu kez de araya Nevruz yani ‘Noruz’ tatili girdi. Yani yeni yıl ve ona bağlı olarak söz konusu olan yaklaşık iki haftalık tatil araya girdi.
Bu, İranlıların kentten kente çadırlarıyla hareket ettikleri, kırlarda, bayırlarda, parklarda ama en çok da su ve lavabo olanağı olduğu için camilere yakın noktalarda kamplar kurdukları bir tatil dönemi. Kuşkusuz azımsanmayacak ölçüde İranlı da ülke dışına çıkıyor bugünlerde, özellikle de Türkiye gibi komşu ülkelere… Bana öyle geliyor ki İran’da sokakların yeniden beklenen düzeyde hareketlenmesi için kısa bir süre daha beklememiz gerekecek.
Ama bütün İran aynı anda eylem halinde değil diye ortalığın sütliman olduğunu söylemek de olanaksız. Çünkü zaten haftalardır emekliler yaşadıkları kötü koşullardan ve aylıklarının düşüklüğünden dolayı eylem halindeler. Bu eylemlere her gün bir yenisi ekleniyor. Buna kimi kentlerde taksicilerin, fabrika işçilerinin eylemlerini ve grevlerini, aylardır maaş alamayan, yeni yıla parasız olarak giren ve sayıları 500 bini bulan öğretmenlerin eylemlerini de eklemememiz gerek. Bu türden eylemler hep sürüyor olacak çünkü İran ekonomisi gerçekten berbat durumda.
Hicaba ilişkin olarak Rejim’in yaptırımları sürüyor
Sokak yazılamaları, kimi yerlerde imamların takkelerini uçurma eylemleri, geceleri pencerelerden slogan atma eylemleri sürüyor. Ama son haftalarda bu eylemlere güzel, ilginç bir eylem biçimi daha eklendi. Özellikle gençler, genç kadınlar sokaklarda bazen gruplar halinde, başları açık halde Batıcıl danslar ediyorlar ve sosyal medyada bu görüntüleri paylaşıyorlar. Hicaba yani örtünmeye ilişkin olarak ise Rejim’in yaptırımları sürüyor. Ciddi para cezaları kesiliyor. Otomobiliyle hareket halinde olan fakat hicaba uygun giyinmediği düşünülen kadınlara para cezaları kesiliyor ve otomobilleri otoparklara çekiliyor. Bütün bunlara karşın, özellikle büyük kentlerde kadınlar örtüsüzlüğü neredeyse olağanlaştırmış durumdalar; birçoğu artık sokaklarda başörtüsüz dolaşıyor.
Bildiğiniz gibi, önceki hafta Çin’in gözetiminde İran ile Suudi Arabistan arasında bir anlaşma imzalandı. Son yıllarda iyiden iyiye harap hale gelmiş olan Suudi Arabistan - İran ilişkilerinin bu anlaşma aracılığıyla ne kadar düzeleceğini göreceğiz. Ama anlaşmaya göre, iki ülke birbirinin egemenliğine saygı duyacak ve bu düzlemde her türlü müdahaleden kaçınacak. İki ülkenin Dışişleri Bakanlarının da Ramazan ayı içinde yüz yüze bir görüşme gerçekleştirmeleri bekleniyor. Bu görüşmelerde Yemen ve Suriye’de olup bitenlerden, Irak ve Lübnan’da tansiyonun düşürülmesine, Basra Körfezi’ndeki gerginliğin azaltılmasına kadar pek çok başlık görüşülecek. Tabii, bir de yurt dışında Suudi Arabistan sermayesiyle iş yaptığına inanılan, Farsça yayın yapan Iran International kanalının akıbeti ele alınacak deniyor.
Evet, İran - Suudi Arabistan ve Çin arasında böyle bir anlaşma var ama Ortadoğu ve yakın Asya’da işler her zamankinden karışık durumda. Biz ise burada depremin sorunlarına ve son günlerde daha çok da seçim konusuna odaklanmış durumdayız. Ben bir uluslararası ilişkiler uzmanı değilim, bu anlamda haddimi aşmak istemem ama ortada gözle görünür gerçekler var ve bunlara dikkat çekmek istiyorum. Biliyorsunuz kısa bir süre önce bir İranlı, Tahran’daki Azerbaycan Büyükelçiliği’ni bastı ve bir görevliyi katletti. Daha çok insan ölmüş olabilirdi ama görevlilerden biri cesur çıktı ve saldırganı etkisiz hale getirdi. İran, olayı ‘karısına kızgın bir meczub’un gerçekleştirdiğini öne sürdü ama Azerbaycan bunu inandırıcı bulmadı, İran İslam Cumhuriyeti’ni suçladı ve eylemin organize bir suç olduğunu öne sürdü. Azeri görevlinin cenazesinin teslim töreninde de kameralara yansıyan büyük bir gerilim oldu. Sonrasında öyle bir hava vardı ki ben kendi adıma Azerbaycan’ın İran’a saldırısına ramak kaldığını düşünmüştüm. Bana kalırsa bu eylemi durduran gerekçelerden biri, Türkiye’deki ve Suriye’deki iki büyük deprem oldu.
Bu arada, Fazıl Mustafa adlı Azerbaycanlı bir milletvekili, İran’ın Azerbaycan’da radikal İslamcı teröristlerin üstlenmesini sağladığını, bir anlamda ülkeye terörist ihraç ettiğini iddia edince evinde yarı otomatik bir tüfekle saldırıya uğradı. Ağır yaralandı ama sağ kurtuldu. Bildiğim kadarıyla Bakü, konuyla ilgili henüz resmi bir açıklama yapmadı. Davayla ilgili ayrıntılara da yayın yasağı getirildi.
Evet, İran ve Azerbaycan gerilimi bir kenarda dursun. Buna bir de Ermenistan ile Azerbaycan arasındaki gerilimi eklemeliyiz. İki ülkenin bugünlerde yeniden savaşın eşiğinde olduğu konuşuluyor. Olası bir çatışmada İran’ın Ermenistan’a, Türkiye’nin de Azerbaycan’a yakın duracağı ortada. Bu arada, geçtiğimiz haftada Suriye cephesi de karışıktı. İsrail ve ABD güçleri Suriye topraklarında İran güçlerini hedef aldılar. Aynı biçimde, İran da Suriye’de ABD güçlerini hedef aldı ve saldırı bir ABD askerinin ölümüyle sonuçlandı.
İsrail tarihinin en büyük eylemleriyle sarsıldı. Yani mevcut hükümet içeride bütünüyle sıkışmış durumda ve bir savaş hali ülke içindeki muhalefeti hizaya getirmek için şahane bir gerekçe sunabilir.
Bu kutuplaşma ortamı çok tehlikeli bir tablo oluşturuyor
Öte yandan, İran ve Suriye yönetimlerinin Çin ve Rusya ile yakın bir ilişki içinde olduğu biliniyor. Önceki hafta ise Rusya ile Çin arasında çok yönlü bir işbirliği anlaşması imzalandı. Yani olası bir çatışmada Çin, Rusya, İran, Suriye yönetimlerinin bir blok halinde hareket edeceği ortada. Bu kutuplaşma ortamı çok tehlikeli bir tablo oluşturuyor. Bana öyle geliyor ki bu bölgelerde ortaya çıkacak herhangi bir gelişme, bizim gündemimizi, örneğin seçim gündemimizi, bütünüyle değiştirebilir. İlle kötü şeyler olacak, bölge kan gölüne dönecek demiyorum, karamsar, kötümser olmak istemiyorum ama bu tabloyu görmezden gelemeyeceğimizi, gelmememiz gerektiğini söylüyorum.
Son aylardaki programlarımın pek çoğunda Beluç halkının Sünni kesimlerinin çok önemli bir bölümünün dini lideri Mevlana Abdulhamid’den söz etmiştim. Mevlana yani Movlevi Abdulhamid bir din insanı olarak bütün İran halkının ve kimi komşu ülkelerin takdirini kazanan ve bunu gerçekten hak eden biri oldu. Çünkü aylardır yalnız dini değil, siyasi olarak da halkına önderlik eder konumda. Katledilen, tutuklanan, işkence gören insanlarının hep yanında oldu. Bu kadarla kalmadı, İslam dünyasına getirdiği yenilikçi, çarpıcı düşüncelerle de dikkat çekti. Örneğin, sonuna kadar laiklikten yana olduğunu ilan etti. Din temelli İran Anayasasının da, öteki ülke yasalarının da değiştirilmesi gerektiğini savundu. Anayasaların Yahudilerin, Hristiyanların, ateistlerin vb. haklarına saygı duyacak biçimde hazırlanması gerektiğini, insan merkezli olması gerektiğini savundu. İdam cezasına karşı çıktı. Bu görüşlerini de Zahedan’daki Mekke Camisinde her Cuma, hutbesinde cesaretle dile getirdi.
Dünyada ilk kez bir cami kadınları başörtüsüz olarak da kabul ediyor
Movlevi Abdülhamid’in sözcülük ettiği bu yenilikçi ve cesur yaklaşım, bugünlerde bir üst aşamaya geçmiş durumda. Nevruz tatili nedeniyle Zahedan’a giden yerli turistler mutlaka Mekke Camisini de ziyaret ediyor ve orada Movlevi Abdülhamid’i de görmeye çalışıyor. Asıl ilginç olansa, dünyada bir cami ilk kez kadınları başörtüsüz olarak da kabul ediyor ve gelenleri çok sıcak karşılıyor.
Bu durum, İran halkının dikkatini daha çok çekiyor çünkü bu yeni yıl tatilinde Şiraz’daki ünlü Bağ-ı İrem’e yani İrem Bahçesi’ne, Cennet Bahçesi’ne girmek isteyen yerli turistler, hicaba ilişkin bin bir güçlükle karşılaşıyor ve giysileri uygun olmayanlar alınmıyor.
İran medyası bir yandan da İranlıların Türkiye’deki konut alımlarını konuşuyor. 6 Şubat'ta Türkiye'de ve Suriye'nin kuzeyinde meydana gelen depremlerin İranlıların Türkiye’den konut alımını etkilemediği vurgulanıyor. İstatistiklere göre Türkiye’den konut alımı için 2018 - 2020 döneminde İran’dan 7 milyar doların çıktığı belirtiliyor. Elbette İranlılar siyasal sığınmacı olarak daha çok Batılı ülkeleri tercih ediyorlar ama laik bir yaşam biçimini tercih eden, buna karşın Rejim’le militanca bir karşıtlık içinde olmayan kesimler için Türkiye anlamlı bir tercih. Çünkü kültürel bir yakınlık ve yatkınlıkları var ve sanırım Türkiye’yi görece ucuz buluyorlar. Coğrafi yakınlık da önemli bir etken. Birçok İranlı Batılı ülkelerde yaşayan yakınlarıyla Türkiye’de buluşuyor. Kimileri ise kara yolunu kullanıyor ve bu arada bazen uzun bir turistik gezi de yapabiliyor. Türkiye’yi tercih eden ailelerin önemli gerekçelerinden biri de özellikle genç erkek çocuklarının olması oluyor. Çünkü İran İslam Cumhuriyeti askerlik dönemleri yaklaştığı için 18 yaş üstündeki erkeklere pasaport vermiyor. Dolayısıyla, genç erkekler 18 yaşlarına basmadan, Türkiye’deki bir okula hazırlanmak üzere İran’dan Türkiye’ye ayak basıyor. Bu çocukların varlığı da aileleri için bir köprü oluşturuyor.