Türkiye'nin iç ve dış politikası, özellikle İsrail ile olan ekonomik ve askeri ilişkileri üzerinde duruyor, savaş ve çatışmaların etkisiyle Türkiye'nin uluslararası arenadaki rolünü ve bu ilişkilerin nasıl şekillendiği ele alıyoruz.
Ömer Madra: Günaydın Ali Bey, merhabalar!
Ali Bilge: Merhaba Ömer Bey, merhaba Özdeş!
Özdeş Özbay: Günaydın!
A.B: Günaydın!
ÖM: Artık tekrarlamaktan bile hicap duyuyoruz, gündem çok yoğun hem uluslararası anlamda hem de Türkiye’de. Başta şiddet olayları, savaş, kıtlık ve yangınlar... Bütün dünya alev alev yanarmış gibi bir durum var. Özetleyebildiğimiz kadarını özetleyip konuşmaya çalışıyoruz.
A.B: Kuzeyimizde, güneyimizde devam eden çatışmalar, savaşlarla yaşıyoruz. Ülkenin içi de dışı da yanıyor. İsrail’in Gazze savaşı başladıktan sonra Türkiye-İsrail ekonomik, siyasal ve askeri ilişkilerini çok kez konu ettik. 22 yıllık program tarihimiz boyunca da gündeme getirmişizdir. 28 Şubat 1997 postmodern darbe sonrasını hatırlıyorum, Türkiye ile İsrail arasında askeri iş birliği anlaşması yapılmıştı, İsrail hava kuvvetleri Konya ovasını, antrenman sahası haline çevirmişti, tatbikatlarını orada yapıyordu.
Derin ilişkileri olan iki ülke arasında zaman zaman “mış” gibi çatışmalar oluyor. Ekonomik ilişkiler de böyle cereyan ediyor. 9 Ekim’den sonra da incelemiştik, Türkiye firmalarının enerji ve inşaat alanındaki İsrail’de gösterdiği faaliyetleri anlatmıştık. Gerilim başlayınca, ticari işlerin nasıl döndüğünü, kısıtların nasıl delindiğini anlatmıştık, İsrailliler geliyor Türkiye’de bir Türk firması kuruyor, Türkler gidiyor İsrail’de bir İsrail firması kuruyor, ticareti Amerika üzerinden yapıyor gibi çeşitli formüller üretildiğini anlatmıştık. Ambargo ve boykotları delme usulleri oldukça zengin, bu durum Rusya için de geçerli, Türkiye Rusya’ya uygulanan ambargonun delindiği bir üs, Rusya Batı’nın ambargosunu delmek için Türkiye’yi kullanılıyor. Türkiye de buna kucak açıyor.
Son aylarda iktidar; “İsrail’e ile hiçbir şekilde ticaret yapmayacağız, tüm kanalları kapadık, boykot ediyoruz“ diyerek kükredi. Ama rakamlar böyle söylemiyor, ticarette artışlar olduğu görülüyor.
Erdoğan sürekli olarak “İsrail ile ticaret zinhar yok” diyor. Sitem ettiği Mahmut Abbas sonunda geldi, mecliste bir konuşma yaptı. Ancak, ikili ticarete ilişkin ikircikli açıklamalar devam ediyordu. İsrail’de en büyük yatırımı yapan Türk şirketi Zorlu Enerji’nin faaliyetlerinin devam ettiği biliniyor. Hatırladığım 1,5 milyar dolar civarında bir yatırımı var, tesisler enerji üretiyor ve verilmeye devam ediyor.
Birazdan anlatacağım İsrail Türkiye ticaretine ilişkin devam eden gelişmeler, doğrusu, ticaretin hangi usullerle delindiğine ilişkin husus, Açık Radyo programcılarının bir ürünü. Sevgili dostumuz Selim Badur’un paylaşımında gördüm. Bir Fransız dergisinde yayınlanmış, derginin ismi Marian.
Ö.M: Marian... Marian zaten Fransa’nın simgesi olan bir kelime, Fransa demek.
A.B: Selim Bey’in paylaştığı haberi görünce değerlendirmeye çalıştım. Fransızca bilen arkadaşlarıma danıştım, sordum, haber çok ilginç. Haber/yazı, Türkiye’nin sözde boykotunun delinmesine yardımcı olanların Filistinliler olduğunu ortaya koyuyor. Türkiye ihraç ediyor inşaat malzemeleri ama karşı taraftaki alıcılar Filistinli. Nitekim Temmuz ayında Türkiye İhracatçılar Birliği rakamlarına göre İsrail’le ticarette ciddi artış olmuş, habere göre Temmuz ayında 9.3 milyon dolardan 119 milyon dolara ulaşmış.
Yayımlanan yazıda sistemin nasıl işlediği anlatılıyor. Türkiye’nin gönderdiği malların alıcı tarafında Filistinli patronlar, iş adamları bulunuyor. Zaten İsrail’e boykot olsa olmasa da Filistin’e gidecek mallar için kullanılan limanlar İsrail’e ait. Konşimentoya Filistinli ismi yazıyorsunuz, mal geliyor limana, Filistinli aracılar 5-8% bir komisyon alarak, malları İsraillilere veriyor, onlarda malları depolarına, antrepolarına götürüyorlar.
Türkiye’den Filistin’e ihracat yapılıyor gibi gözüküyor ama mallar İsraillilerin eline geçiyor. Batı Şeria’daki Filistinli iş insanları Gazze’de insanlar ölürken, savaş komisyonu, savaş kazancı elde ediyorlar. İnanılır gibi değil! Bu konu henüz Türkiye’ye yansımadı, ama rakamlarda bunu doğruluyor, böylesi bir formülcükle işler devam ettiriliyormuş. İsrail’in toplam ithalatının 6%’sı Türkiye’den yapılan ithalat.
Eski programlarda anlatmıştım. ABD Türkiye’ye bazı ürünlerde kota uyguluyor ama ABD’nin İsrail’e kotası yok, bir Türk şirketi İsrail’e gidiyor, Tel Aviv’de İsrail menşeli bir şirket kuruyor ve İsrail üzerinden ABD’ye, Türkiye’den yapamadığı ihracat yapıyordu. Benzeri durum İsrailli firmalar için de geçerliydi. İsrail menşeli mallara boykot uygulayan ülkeler için İsrail firmaları Türkiye’de şirket kurmak ve ihracat yapmak suretiyle kısıtları aşabiliyordu.
Şimdi bulunan yeni yöntemde, Filistinli iş insanları rol alıyorlar, komisyonculuk yapıyorlar. İsrail’in Hayfa ve Aşdod limanlarına gelen mallar, İsrailli ithalatçılar tarafından toplanıyor. Yapılan bu hileli işlemlerden, Filistinli Batı Şeria’daki iş insanları, 5-8% arasında komisyon geliri elde ediyorlar. Herkes memnun, Türkiye’deki ihracatçı memnun, İsrailli ithalatçı memnun, Filistinli komisyoncu memnun!
Gazze’de 40 bini aşkın insan öldü, her an çocuklar, gazeteciler, sağlık çalışanları, herkes, öldürülmeye devam ediyor, toprak altındakilerin sayısını da bilmiyoruz. Türkiye’de hamaset had safhada ‘boykot yapıyoruz, Gazze’nin yanındayız’ gibi ama durum ortada.
Abbas’ın gelişi problem oldu, Erdoğan ‘çağırdık da gelmedi’ sitemler filan vaziyetleri oldu. Türkiye, İsrail’in Filistin soykırım sürecinde geriye düşen bir pozisyonda. Ortadoğu’da belirleyici bir ülke olma özelliğini önemli ölçüde başka ülkelere kaptırmış durumda. Sözde boykotta çok aktif görünüm verilmesine karşın görüldüğü üzre ticarette devam ediyor, ticaretin hiçbir şeyi dinlemediği anlaşılıyor. Bu durum bana şunu hatırlatıyor. Paris Naziler tarafından işgal edilir ama bir Amerikan bankası hâlâ Paris’te faaliyetlerini sürdürür. Nazilerin finansmanı da dahil, iki dünya savaşında da New York bankaları, yani FED’in de sahibi olduğu bankalar finansmanda baş roldedirler. Hem Nazilere hem İngilizlere hem de Fransızlara borç verirler. Filistinlilerin aracılık etmesi bana bunları çağrıştırdı.
Bir taraftan savaşlar ve gerilimler devam ederken arka tarafta çeşitli ticari anlaşmalar pekala değişik yöntemlerle devam ediyor. Bahsettiğiniz TRT belgeselinde bir şeyler var mıydı karşılıklı ticaretle ilgili?
Ö.Ö: Yok yok, belgesel zaten tamamen yerleşimci şiddeti üzerine.
A.B: İsrailli yerleşimcilerin işgal ettikleri yerleri Türkiye’den giden inşaat malzemeleriyle yapıldığını biliyoruz, devam ediyor anlaşılan, duvarları, Türkiye’den giden malzemelerle ve işçilikle yapmışlardı.
Ö.Ö: Zaten panel sırasında küçük bir eylem de oldu. Sanırım Filistin için 1000 Genç yaptı eylemi, o da Türkiye’nin İsrail’le olan ekonomik iş birlikleri ve özellikle Azeri petrol ve gazının Türkiye üzerinden İsrail’e gidişine yönelik. Küçük çaplı öyle bir eylem de oldu.
A.B: 9 Ekim gelse 2 yıl olacak değil mi Gazze’deki savaş?
Ö.Ö: Yok 1 yıl olacak.
A.B: Doğru, Ukrayna ile karıştırdım.
Ö.Ö: O 2 yılı geçti.
A.B: Savaşlar ve süreleri hakkında yanılmalar, karıştırmalar yaşıyoruz.
Ö.Ö: Haklısınız, maalesef bu arada uzayan işgaller, savaşlar dönemindeyiz.
A.B: Bir taraftan da Türkiye’nin hem Irak’ta hem de kuzey Suriye ve kuzey Irak’taki operasyonları devam ediyor. İstersen, İsrail’e yapılan ticaret bahsini burada keselim, ‘kifayeti müzekkere’ yani yeterlilik önergesi verelim, başka bir konuya geçelim.
Ö.Ö: Tabii.
A.B: Değineceğim mesele iktidarın belediyelere yapmayı düşündüğü mali operasyon, bu konuyu yoğunluktan ihmal etmek zorunda kaldık. İktidar bu konuda yapacağı düzenlemeyi Ekim ayına erteledi. 2019’da Büyükşehirler başta olmak üzere belediyeler AKP -MHP ortaklığının elinden gitmeye başladı. O dönemde de tetikteydim, izlemeye çalışıyordum. Acaba iktidar belediyelere aktarılan gelirlere dokunacak mı? Belediyelerin borçları ve gelirleri arasında hızlı bir mahsuplaşmaya gidecek mi, nasıl olacak? Merkezi iktidar belediyelere neler yapacak ?
2019-24 döneminde iktidarın böyle bir girişimi olmadı. 2024 yerel seçimlerinde CHP ve muhalefetin başarılı performansından sonra, bu konuyu iktidarın gündeme getireceğini bekliyordum. Belediyelerin SGK borçlarının, belediyelere bütçeden aktarılan gelirlerinden mahsup edilmesi nitekim gündeme geldi.
Bu mevzu sonuçta belediyelerin performansını etkileyecek bir uygulama. Uzun yıllar boyunca belediyelerin sosyal güvenlik kurumuna olan borçları bilinen bir durum, -ki AKP belediyelere hakimken SGK ödemleri çok artmış, tahsilat yarı yarıya azalmıştı, o dönemde bu durum hiç sorun edilmemişti. Yerel seçimlerde iktidarın ciddi oranda gerilemesi, kan kaybının devam etmesi sonrasında operasyon gündeme geldi.
Önceki bir programımızda şöyle söylemişiz: "Bütçe tasarrufu denince akla silahlı kuvvetlerdeki tasarruf gelmiyor, vatandaşa yapılan kamusal hizmetler geliyor”. Belediyelerde hizmet kuruluşları, sonuç itibariyle, belediyelere bu şekilde dokunulması hizmetin azalması, belediyelerin artan gücünü tırpanlanması anlamına geliyor.
Arkadaşımız Prof. Dr. Hakkı Hakan Yılmaz, belediyelerin sosyal güvenlik kurumuna olan borçlarını ve genel olarak SGK alacaklarının fotoğrafını çekmiş. Yayınladığı değerlendirme notunda, Sosyal Güvenlik Kurumu alacaklarını ortaya koymuş. Belediyelerin SGK’nın toplam alacakları içindeki payını açıklamış.
Yani koparılan fırtınanın içine bakmış, bir değerlendirme notu yazmış. Uzun yıllardır izlerim, SGK’lar 80’lerde de sorunluydu. Hatırlıyorum bir SSK genel müdürü, kurumun envanterlerinin yeterli olmadığını, gayrimenkullerinin sayısını, nerelerde olduklarını bile bilmediklerini söylemişti. SGK her daim sorunlu bir konu oldu. Ancak AKP döneminde sorun katlandı.
Hep söylüyorum, bilgi ve veri güvenliğinin olmadığı bir ülkede yaşıyoruz ne kadar demokrasi varsa bilgi ve veri güvenliği o ölçüde gelişkindir. Demokratik ülkelerde şeffaflık vardır, demokrasilerde doğru bilgi ve veri üretilir ve gizlenmez. Türkiye, demokratik rejimden uzaklaştıkça bilgi ve veri güvenliği de ortadan kalktı.Hakan Yılmaz detaylı olarak SGK’nın tüm alacaklarına ve belediyelerden alacaklarına bakmış.
Her şeye rağmen hala ülkede Sayıştay’ın olması bir güvence. Sayıştay meclis adına kamuyu denetler, SGK’yı da denetliyor, raporluyor. Raporlarda rejimin kısıtları çerçevesinde basına, akademiye ve sivil topluma yansıyor, biz de bu yansımaları çeşitli platformlarda değerlendiriyoruz. Sonuçta sayıştay raporları; “SGK’nın 2012’den itibaren mali tabloları doğruyu yansıtmıyor” diyor. “Alacakları ve alacakların muhasebeleştirilmesi doğru değil, eksik” diyor. Devletin hesabı-kitabı o kadar karmaşık ki.
Ö.Ö: Ali Bey bu arada SGK’nın alacağı ne demek? Ne demek belediyeler borç alıyor değil herhalde? Kredi vermiyor değil mi SGK?
Ö.M: Ben de onu soracaktım.
A.B: Örneğin ben çalışanım, patronum Ömer Madra, primlerimi yatırmakla mükellef olan kişi kendisi.
Ö.Ö: Belediye çalışanlarını o zaman kastediyoruz, onların primlerini yatırması gerekiyor ama niye yatırmıyor belediyeler?
A.B: Belediyelerin finansmanında yaşanan sorunlar var. Merkezi idareden gelirlerin aktarılmasının zamanlaması sorunlu olabiliyor, bu nedenle nakit ihtiyaçlarını aşmak için belediyelerin SGK ödemeleri gecikilebiliyor. 2024 itibariyle SGK’nın belediyelerden alacağı toplam alacakların 10%’u. Sayıştay ”düzeltmeler olursa bu oran düşer” diyor.
AKP döneminde belediye şirketlerine imkan tanındı. İstihdam edilecek personel, belediye kadrosundan çok belediye şirketleri üzerinden istihdam edilmeye başlandı. Artık belediyelerde çalışanların 77%si belediye şirketlerinde! Belediyeler, kendi şirketlerinin ücret ödeme zamanı gelince öncelikle net ücretleri aktarıyorlar, prim ve vergileri merkezi devletle mahsuplaşmaya bırakıyorlar. Ödemedikleri prim ve vergilerde belediyelerin nakit imkanları oluyor. Belediyelerin kendilerinin tahsil ettiği vergi, resim ve harçlar vardır, ayrıca merkezi bütçeden gelen kaynaklar vardır. Diyelim ki, Temmuz bitti, Ağustos’ta merkezi bütçeden belediyelere payları ölçüsünde aktarım olur. Belediyeler, kamu kurumları ve merkezi idare ile zaman zaman mahsuplaşma yaparlar, şimdi bu süreci hızlandırmaya çalışıyor iktidar.
Belediyelerin SGK ‘ya 96 milyar TL civarında bir borcu gözüküyor. Bir anda bunların tahsil edilmesi demek belediye hizmetlerinde aksama olması demek. Açığın oluşmasında belediyelerin de suçu yok mu? Elbette var. Ancak bu borçlar yıllardır süregelen üst üste yığılan kümülatif bir borç. AKP belediyelerde iktidardan düşünce, CHP belediyelerinin üzerine yığılmış kalmış olan borçlar bunlar. Bu borçları bir anda tasfiye etmekte mümkün değil. İller Bankası işlevselliği azalmış bir banka, İller Bankası’nın kuruluş amacı belediyelerin finansmanı içindir ama tamamen politize olmuş durumdadır.
Büyükşehir belediyeleri çok büyük bütçelere sahip olmakla birlikte, merkezi idareye ciddi bağımlıkları bulunuyor. İstanbul’da yaşanan taksi meselesini biliyoruz, sorun çözmek mümkün olamıyor. 2012’de mahali idareler yasasındaki değişiklikler, demokratikleşme, özerklik gibi kavramlar öne sürülerek yapıldı ama merkezileşme daha da arttı.
SGK ödenmeyen borçlarda belediyelerin kusurları olmasına karşın, alacaklarda ani bir hamle yapılması, iktidarın belediyelerin halka götüreceği hizmetin aksamasına yönelik bir tasarruftur.
Hakan Yılmaz arkadaşımızın belirttiği gibi Sayıştay raporları,” SGK alacakları doğru muhasebeleştirilmiyor, yıllar itibariyle çok zigzaglar çiziyor” diyor. SGK muhasebe sitemi devlet muhasebesine göre daha geri ve karmaşık eksiklikleri olan bir kara düzen. Sayıştay 2012’den beri raporlarında bu duruma sürekli dikkat çekiyor. “SGK hesapları ve muhasebesi müthiş zafiyetler taşıyor” diyor. Ömer Bey hatırlar, Açık Gazetede programa başladığım yıllarda, 2003, 2004 yıllarında, AB süreci de gündemdeydi, kamu mali reformuna ilişkin hususları bol bol gündeme getiriyorduk programlarda.
Ö.M: Etraflıca konuşma fırsatı bulmuştuk evet.
A.B: O yıllarda yayınladığım dergide de bu konuları gündeme getiriyordum, paneller, toplantılar, açık oturumlar yapıyorduk. Geçen gün eski Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz’ı dinledim, AKP döneminde Yılmaz TCMB ‘de başkanlık, sonra da mebusluk yaptı, düzgün bir bürokrattır. Durmuş Bey, Merkez Bankasının şeffaf olmayan işlemlerini tek tek saydı, piyasalara müdahalelerin nasıl ve ne zaman yapıldığının açıklanmadığını söylüyordu, “Merkez Bankası şeffaf değil” diyordu.
Türkiye’de kamu kurumları şeffaf değil, otoriterleşme ile şeffaflık, veri ve bilgi güvenliği arasında doğru ilişki bulunuyor, ne kadar otoriterleşirsen, demokrasiden uzaklaşırsan, bilgiden, kamunun şeffaflığından o kadar uzaklaşırsın.
SGK alacaklarını doğru dürüst bilmiyor, Sayıştay 12 yıldır bunu dile getiriyor. SGK’nın tüm alacaklarının da, belediye alacaklarının da gerçeği yansıtmadığını, doğru olmadığı söylüyor. Bunları gidermek içinde ‘şunları, şunları yapmanız gerekir” diyor.
Yıllardır sosyal güvenlik kurumları problemlidir. Sizin sosyal güvenlik kurumunuzun bilançosu açık veriyorsa, bütçeden transfer yaparak orayı desteklersiniz. Transfer harcamaları ile SGK’nız ayakta kalan bir kurumdur, sadakaya dönmüş emekli maaşlarını bu şekilde ödeyebilen bir kuruluştur.
Elbette AKP döneminde iktidara yakın pek çok şirketin devlete borçları silindi, ertelendi, yeniden yapılandırıldı. Büyük kamusal mali kayıplar oldu. Türkiye böyle bir ülke! Ülkenin hesabını-kitabını bilmediğimiz gibi ‘makamına şamil’ uygulamalarla, firmalar, holdingler gözetildi, borçları silindiği gibi aleni şirketlere kaynak aktarıldı. Tüm bunlar kamu açıklarını artırdı, kamu açığı, bütçe açığı arttığı içinde, iç ve dış borçlanmalar yapıyoruz.
İktidarın belediyelere yönelik yapacağı mali düzenleme Ekim ayında tekrar gündeme gelecek, tartışmalar yeniden başlayacak. SGK borçları inanılmaz seviyelere ulaşmış, ancak alacaklarını doğru dürüst hesaplanmadığı da Sayıştay raporlarıyla tespit edilmiş durumda. Yani ‘bakkal defteri’ deriz ya, öyle bir durumda. Kamu kurum ve kuruluşlarında yaşanan aciziyet sosyal güvenlik kurumunda da hâkim, belediyelere ilişkin yaklaşımın arka planında da böyle bir zihniyet yatıyor. Sayıştay raporlarına göre SGK’nın vadesi geçmiş pirim alacakları inanılmaz seviyelere gelmiş durumda Son olarak şunu söyleyeyim, SGK alacaklarının 10%’u belediyeler, 90%’ı ise şirketler!
Ö.Ö: Belediyelere ait şirketler mi?
A.B: Hayır, pirim ödemekle yükümlü şirketler ve kuruluşlar Türkiye’de Pirim tahakkuk ve tahsilat oranları da çok bozuk, tahakkuk yapılıyor ama ödemiyor şirket, sonra gelsin bilmem kaçıncı af, affa giriyor, yeniden yapılandırmalara giriyor, oralarda kayıplar oluyor. Peki bu kayıpları kim ödüyor? Bu açığı, transfer harcamalarını kim ödüyor? Biz ödüyoruz.
Gidiyorsunuz bir şey satın alıyorsunuz, KDV, ÖTV ödüyorsunuz, dolaysıyla kayıpları vatandaş ödüyor. Şirketin ödemediğini vatandaş ödüyor, patronun ödemediğini vatandaş ödüyor.
Ö.M: Süreyi de bitirdik galiba Ali Bey.
A.B: O zaman CHP tüzük kurultayına değinecektik ama vakit kalmadı tüzük kurultayı yapıldıktan sonra konuşuruz.
Ö.M: Ondan sonra onun üzerinde muhakkak durmamız gerekiyor.
A.B: Size iyi yayınlar.
Ö.Ö: Çok teşekkürler.
Ö.M: Görüşmek üzere.