Ekonomi Politik'te Ali Bilge, Türkiye'de son zamanlarda gittikçe yükselmekte olan dolandırıcılık faaliyetlerinin köküne inerken, Gazze'de devam eden şiddete de İsrail - ABD arasındaki ilişki tarafından değiniyor.
Özdeş Özbay: Merhabalar Ali Bey, günaydın.
Ali Bilge: Özdeş günaydın.
Ö.Ö.: Ömer Bey bugün yok, önümüzdeki günlerde bizimle olacak. Bugün ne konuşuyoruz?
A.B.: Öncelikle Gazze’ye değinelim istersen, sonra diğer konulara da geçeriz. Gazze’deki soykırım dünyanın gözü önünde devam ediyor. II. Dünya Savaşı’nda Nazi Almanya’sının çoğunluğu Yahudilere yönelik olan toplama kampları ve soykırım, İngilizler, Amerikalılar ve müttefikler tarafından bilinen bir olaydı. Savaştan sonra ortaya çıkmış gibi algılatıldı. Bu sefer, İsrail, Filistinlilere yönelik soykırımı dünyanın gözü önünde çok aleni bir şekilde gerçekleştiriyor. Hepimizin aklı, vicdanı Filistin’de, Gazze’de ve Batı Şeria’da.
Aklımızda sürekli dolaşan soru şu; yapılan soykırım iki ayı geçti, işin sonu nereye varacak? Birleşmiş Milletler’den (BM) son bir atak oldu. BM Genel Sekreteri’nin Güvenlik Konseyi’ne ateşkesin sağlanmasına yönelik gönderdiği mektup pek görülen bir durum değil. Ancak bu girişim de boşa çıktı, ateşkesi sağlayacak bir süreç oluşmadı. António Guterres’in son girişimi nedeniyle İsrail, BM Genel Sekreteri’nin istifasını istedi. BM’den yapılan açıklama da istifanın söz konusu olmadığı şeklinde oldu. Guterres, “BM örgütü felç olmuştur,” diyor, sürekli şikayet ediyor ama bu örgütün de başında bulunmaya devam ediyor.
BM genel sekreterlerinden istifa eden var mı diye baktım; kuruluşundan bu yana şu ya da bu nedenle istifa eden yok. Aklımda ki diğer soru da şu şekilde; böyle işlevsiz bir BM Genel Sekreteri olarak duruma çok sınırlı da olsa müdahale etmeye devam etmek mi doğru yoksa istifa etmek mi doğru? Sorunun cevabını öğrendik. Guterres, görevinin sonuna kadar kalacağını beyan etmiş durumda.
Gazze’de yaşanan soykırım ve savaşta şu ana kadar tek teselli gibi görünen, savaşın henüz başka cephelere sıçramaması ve bölgesel bir savaşa dönüşmemesi. Başlangıçta böyle endişeler de yaşıyorduk ama elbette bunun da bir garantisi yok.
Peki, ABD bu soykırıma onay vermeye devam edecek mi? Biden yönetiminin yeni kaynak talepleri oldu, hem Ukrayna hem de İsrail için; İsrail’e 14 milyar dolar, 60 milyar da Ukrayna’ya askeri destek harcamaları için. Önümüzdeki günlerde yaşanabilecek iki şey var; birincisi, savaş, ekonomileri zora sokan bir şey. Pahalı bir şey savaş. Her ne kadar ABD, Ukrayna’ya da, İsrail’e de yardıma devam etse de savaşın ekonomiler üzerinde ciddi tahribatları oluyor. Savaşan ülkeler, örneğin Rusya ve Ukrayna’nın savaşın maliyetini karşılayacak güçleri azalıyor. Geçtiğimiz haftalarda Beyaz Ev sözcüsü Kirby, Ukrayna’ya yapılan askeri destekler için, “İlelebet bu böyle devam edemez,” dedi. İki aydır süren ABD’nin İsrail’e yardımı, ABD’nin Ukrayna’ya yaptığı yardımın gecikmesine yol açmış. %30 azaltılmış ve bu gecikmenin yakında %60’a çıkabileceği de söyleniyor.
Ö.Ö.: Pardon bu nereye azaltılmış?
A.B.: Ukrayna’ya yapılan destek azalmış. Anlaşılan ABD, İsrail’e yardımı belli ölçülerde Ukrayna’ya yapacağından keserek yapmaya çalışıyor. Savaşın pahalı bir iş olduğu bir gerçek. Aktör devlet ABD’nin her iki ülkeye kaynak aktarmaya daha ne kadar devam edebileceği de cevaplanması gereken bir soru. Washington Post’ta son çıkan bir yazıda, yapılan yardımların hem Amerikan yasalarına hem de uluslararası yasalara uygun olmayan bir şekilde yapıldığı iddia edildi.
Tüm bunlara bakarken aklıma şu geldi; ABD, bu yardımları nasıl yaptı? Her iki ülkeye de yardım ederken bölgede nereleri kullandı. Önceki yıllarda İsrail’e yaptığı bu tür askeri yardımlarda İncirlik üssünü kullanmıştı, İncirlik üssündeki silahları göndermişti. Şu anda böyle bir durumun var olup olmadığını araştırmaya gücüm yok ama hem Ukrayna’ya, hem de iki ay içerisinde İsrail’e, İncirlik üssünden ABD’nin aktardığı silahlar olup olmadığı sorusu önemli. Bu soruyu da derkenar edeyim.
Beyaz Saray sözcüsü Kirby, Ukrayna için, “Yardımlar sonsuz değil, ilelebet böyle devam edemez,” diyor. Sonuçta savaş pahalı bir iş ve ülke ekonomilerine ciddi etkisi var. İsrail ekonomisi, savaşın/soykırımın başlamasından önce pek parlak değildi. İsrail, iki ay önce kaynıyordu, ekonomik sıkıntılarla birlikte siyasal olarak ciddi çalkantılar yaşıyordu; grevler gündemdeydi, anayasal hakların, demokratik hakların geriletilmesi söz konusuydu, yargıya müdahale düzenlemelerinin gündemde olduğu bir ülkeydi. Savaş nedeniyle İsrail’in güneyinde ekonomi durma noktasına geldi. İsrail’in normal şartlarda ABD’nin desteği olmaksızın bu işi ekonomik olarak finanse etmesi de pek kolay değil. Savaşın/soykırımın, İsrail ekonomisini resesyona sokacağına ilişkin değerlendirmeler yapılıyor. Savaş, İsrail kamu dengesini olumsuz etkiliyor, harcamalar artıyor, üretim ve tüketim etkileniyor, iş dünyası için problemler yaratacağı söyleniyor.
Sızan ve açıklanan bazı yeni bilgilere göre, ABD yönetimi, İsrail’den yılbaşına kadar savaşı sonuçlandırmasını istemiş. Bu konu henüz resmiyet kazanmış değil ama basında yer alan haberler var. ABD’de üç milyonu biraz aşkın Müslüman yaşıyor, bu nüfusun 1.2 milyonu da seçmen. Müslümanların çoğu demokratlara oy veriyor. Önceki seçimde Müslümanların %69’u Biden’a oy vermiş, %17’si de Trump’a... ABD’nin İsrail’e aşırı destek vermesi, aktör devlet olması, önümüzdeki yıl yapılacak seçimlerde Müslüman seçmenin yönelimini de etkiliyor. Biden yönetiminin İsrail’e baskı yapmaya iten faktörlerden biri de bu olsa gerek.
Ö.Ö.: Tabii. ‘İsrail’e destek verene oy yok!’ diye kampanya yapıyor oradaki platformlar.
A.B.: Ama ara seçimlerde Müslümanların, Demokratlara, Biden’a desteği sonradan yüksek oranda düşmeye başladı. Tabii şöyle de bir şey var; ABD, dünyada en fazla Yahudi nüfusun bulunduğu bir ülke, 5.3 milyon Yahudi yaşıyor. Büyük çoğunluğu da, %60’ı Biden’a oy veriyor. Dünyanın gözü önünde devam eden bu muazzam soykırımı önleyebilecek tek güç ABD olarak gözüküyor. BM’nin, Arap ve İslam dünyasının refleksleri ve aczi ortada. Türkiye’nin aczi ve refleksleri ortada, sadece protesto ediyor ama herhangi bir yaptırımı yok, diplomatik yaptırımı yok. Türkiye - İsrail ekonomik faaliyetleri tüm hızıyla devam ediyor, değişen bir şey yok. Ayrıca ABD’nin askeri yardımına İncirlik üssünden destek olup olmadığını da bilmiyoruz, bu da bir soru işareti.
Dolayısıyla, savaşın/soykırımın sona ermesine ilişkin iki şey kalıyor; birincisi, savaşın ekonomilere olumsuz etkisi ve savaşı finanse eden aktör ülkelerin bu finansmanı sağlayıp sağlayamayacağına dair gelişmeler. İkincisi de, Amerikan seçimleri. Bu bağlamda, bazı gelişmelerin olabileceği, olma ihtimali var gibi gözüküyor. Guterres’in çıkışları son derece önemli ama acz içerisinde kalan bir BM örgütü var, başka da bir refleks ortaya çıkamıyor, dünyanın Batı ekseni dışında da bir hareket kabiliyetinin olmadığı görülüyor. ABD seçimleri ve savaşın ekonomiler üzerindeki etkisi, savaşın gidişatını etkileyebilecek faktörler gibi gözüküyor. Türkiye’de de artan bir tepki var ama dediğim gibi bu tepki yaptırıma dönüşmüş değil. Ne dünyada ne Türkiye’de ekonomik ve siyasal yaptırımlar söz konusu değil. Senin ilave etmek istediğin bir şey var mı?
Ö.Ö.: Yok, sadece bu son bahsettiğiniz Amerikan yardımı, 106.5 milyon dolarlık tank mermisi yardımından söz etmiştiniz Washington Post’un ortaya çıkardığı. O da kongre incelemesi olmaksızın yapılacak olan askeri yardım, bu şekilde biraz kontrolden kaçırmaya çalışıyor ABD yani hızlıca göndermeye çalışıyor.
A.B.: Biraz önce İncirlik üssünden söz ederken çağrışım yaptı. Malum, Somali devlet başkanının oğlu İstanbul’da bir moto kuryenin ölümüne sebebiyet verdi ve adam elini kolunu sallayarak ülkesine döndü. Zaten zaman zaman programlarımızda iktidarın Katar ve Somali aşkını anlatmaya çalışıyoruz. Her iki ülkeyle olan ekonomik ilişkileri de incelemeye çalışmıştık. Hatta Davutoğlu’na da bu aşkı sormuştum, ‘Nedir bu aşk’ diye... Bugün, Somali ve Katar ile ilişkilerimizin ayrıntısına girmeyeceğim. Somali devlet başkanının oğlunun trafik kazası ile bir insanın ölümüne sebep olup serbestçe ülkesine dönmesi aslında nasıl bir ülke olduğumuzu ortaya koyuyor.
Yıllar önce, İncirlik dosyası gibi bir dosya hazırlamıştım, 2006’da yapmışım programı. Moto kurye cinayeti o programı aklıma getirdi. İncirlik üssünü ve tarihini ayrıntıları ile anlatmıştım. 1959’da İncirlik üssünde yaşanan benzer bir olay/cinayet var. ABD‘li yarbay Morrison isminde bir subay, İncirlik’te trafik kazası yapmıştı. Bu adam sarhoş bir şekilde arabasıyla iki kişiyi öldürdü, 11 kişiyi de yaraladı ve daha sonra da Türkiye’de yargılanmadan ülkesine gönderildi. Türkiye’de 60’larda gelişen anti-Amerikancılığa bu olayın büyük katkısı olmuştur. Önemli bir örnekti; Amerikan subaylarının işlediği suçların Türkiye’de yargılanmaması meselesi çok gündemde bir konu oldu, büyük bir öfke yaşanıyordu. Yarbay Morrison da arabayla sarhoş vaziyette daldı bir grubun içerisine ve iki kişiyi öldürdü, 11 kişiyi de yaraladı. Türkiye’de yargılanmadan da Amerika’ya gönderildi.
Dönemin iktidarları, yaşanan bu duruma ilişkin en azından yasal bir çerçeve sunmaya çalışmışlardı, NATO mevzuatına başvurulmuştu. NATO sözleşmesinde, ‘üye ülkede bulunan yabancı devlet subayının yargılanması kendi ülkesinde yapılır’ diye bir hüküm vardı ve iktidarlar böyle bir yasal gerekçe bulmaya çalışmışlardı. Bugün yaşadığımız olay da böyle bir gerekçenin esamisi yok. Bu gerçekten büyük bir skandal, kahredici bir durum. Türkiye’nin yargı skandallarına eklenen yeni bir skandal elbette. Somali devlet başkanının oğlunun cinayetini, Amerikan üslerinde personelin işlediği cinayetlerle ilişkilendirerek anlatmış olalım ve istersen son konumuza geçelim.
Türkiye, sanki bir suç ülkesi oldu, suçların kol gezdiği bir ülke haline geldi. Yargı mekanizmasının adalet dağıtmadığı ve kuvvetler birliği esasına göre çalışan bir ülke. Son haftalarda sosyal medya dolandırıcılık faaliyetleri, Terim fonu gibi durumlar sözde etraflıca konuşuluyor ama telaffuz edilen paraların kaynağı hiç sorulmuyor.
Türkiye’nin üyesi olduğu OECD - FATF’a göre, Türkiye kara ve kirli para aklanan bir ülke. Kara para nasıl aklanıyor? Suç delillerine yasal görüntü sağlamakla aklanıyor. Kara para aklanmak aslında suç delillerinin yasal görünmesini sağlama faaliyetidir, bunu da teşvik eden bir sisteme sahibiz. Bu durum çok büyük vergi kayıplarına neden oluyor. Türkiye, suç olan faaliyetleri yasal kılıflarla suç olmaktan çıkarıldığı için OECD’nin maliye eylem gücü olan FATF’ın gri listesinde bulunan bir ülke.
Türkiye’de iktidarlar meseleye ‘paranın karası, kirlisi olmaz; para paradır’ diye yaklaşıyor. Özellikle Türkiye gibi döviz açığı olan, tasarruf açığı olan ülkelerde bu yaklaşım bir şiar, bu anlayış ekonomi yönetimine esas olan çok önemli bir husustur. Kara para faaliyetlerini önlemek, izlemek ve yargıya intikal ettirmek için 1996’da Mali Suçları Araştırma Kurulu (MASAK) isminde bir yapı oluşturuldu. MASAK, zaman içinde işlevsizleşti, var olan bağımsızlığı kayboldu. Ülkenin rejimi kuvvetler birliği şeklinde değişince de diğer kurumlar gibi MASAK da işlevsiz bir kuruluş haline geldi. MASAK, kara para aklama ve terörün finansmanıyla ilgili işlemler yapan, bankalardan gelecek ihbarları değerlendiren, bu bağlamda da ulusal ve uluslararası makamlara, mercilere soruşturduğu ve izlediği faaliyetleri anlatmakla, iletmekle görevli bir kuruluştu. Türkiye’nin 2021’de OECD’nin gri listesine girmesine yol açan önemli sebeplerden biri de, MASAK’ın bu hale gelmesi oldu. OECD, Türkiye’ye, ‘bize üye oldun ama üye olmanın gereklerini yerine getirmiyorsun. Ne terörün finansmanı, ne de kara ve kirli paranın aklanması hususunda gerekli önlemleri almıyor ve mekanizmaları çalıştırmıyorsun, bu faaliyetlere yasal imkan veren düzenlemeleri kaldırmıyorsun, üstelik destek veriyorsun’ diyor.
Türkiye, çok sık vergi barışı yapıyor, ben bile artık sayısını unuttum. Bir iktisatçı olarak barış adı altında yapılan afların çetelesini tutamaz oldum, neredeyse her yıl vergi barışı uygulanıyor. AKP döneminde bunlar olağan uygulamalar haline geldi. Vergi barışında diyorsun ki, ‘dışarı çıkarttığın, dışarıda sakladığın parayı getir, sana kaynağını sormayacağım ve getirdiğin paraya sadece cüzi bir vergi uygulayacağım, sonra sisteme sokabilirsin.’ Böyle bir düzenleme ve uygulama da kara parayı aklamanın yasal kılıfı oluyor.
Ülkede ve ülke dışında kazanılan vergi dışı ve kaynağı belirsiz paralar, öncelikle vergi cenneti olarak bilinen ülkelere gidiyor. Vergi cennetleri dediğimiz yerler, offshore işlerinin döndüğü yerler. Buralarda vergi yok ya da çok minimal vergiler var. Sadece Türkiye’den değil, dünyada da pek çok kişi ve kuruluş, kara para, kirli paralarını, vergiden kaçırmak istedikleri paralarını buraya gönderiyorlar ya da getiriyorlar.
Aslında bu konuda Türk vergi siteminde bir yaptırım var, onu anlatmak istiyorum. Kurumlar Vergisi kanunumuz var. Kurumlar Vergisi, Türkiye’de şirketlerin vergilemelerini tanımlayan bir külliyattır. Kurumlar Vergisi’nde bir madde var; kanuna göre hükümetler, her yıl kara paraların aklandığı vergi cennetleri olan ülkeleri ve yerleri açıklamak durumunda. Ülke içinden bir kişi ve kuruluş vergi cennetleri listesinde bulunan ülkelere para gönderirse, ilgili kuruluşlar bunu tespit ettiğinde hem gönderilen paralardan vergi almakla mükellef hem de ilgili kuruluşlara bu gönderimi bildirmekle mükelleftir. Örneğin, para Karayipler’e gönderiliyor, Man Adası’na gönderiliyor. Hemen %30 vergiyi alacaksın, günlük deyimle %30 stopajı uygulayacaksın. Eğer miktardan ve kişiden/kuruluştan şüphe ediyorsan, bu işlemi ilgili yerlere bildireceksin.
İyi de kardeşim, memlekette 2006’dan itibaren 18 yıldır bu liste açıklanmıyor. Bu listeyi daha önce Bakanlar Kurulu açıklardı, 2018’de otoriter sisteme tam teşekkülü geçmemiz nedeniyle Cumhurbaşkanlığı’nın listeyi açıklaması gerekiyor. Yani kara para aklanan ülkelerin ve yerlerin listesini bizim iktidarımız, hükümetimiz açıklamıyor. Yani, ‘sen paranı istediğin yere gönderebilirsin, bunda serbestsin, bir gün gelir bir vergi barışı çıkarırım, parayı getirirsin, sisteme sokarken sadece %3 gibi cüzi bir vergi ödersin.’
Ö.Ö.: Varlık barışı diye geçiyor galiba daha çok?
A.B.: Varlık barışı, imar barışı da olabiliyor, her şeyin barışı var. İşte bu uygulamalar ülkenizi bir suç ekonomisi haline dönüştürüyor. Buna da, bu kararları almayan, bu listeleri açıklamayan iktidarınız, hükümetiniz yol açıyor. Vergi kaçırmak isteyen, kara para aklamak isteyenlere bir olanak sunulmuş oluyor. Vergi cennetlerini, bu listeyi neden açıklamıyorsunuz? Otokrasilerde böyle sorular pek sorulmuyor, zaman zaman programlarda temas etmeye çalışıyoruz. Sosyal medya fenomenleri üzerinden para aklanması, Terim fonu, eskiden beri bildiğimiz Man Adası, diğer adalar, gemicikler vs. Bunların hepsi işte anlattığım nedenden dolayı oluyor. O adalara, vergi cennetlerine yapılan transferlerde bir kuruş vergi alınmıyor ama yoksula, dar gelirliye gelince, asgari ücretin belirlenmesi için ‘yılda bir kez olacak’, ‘artışta geleceğin enflasyonu hedeflenecek’ deniyor. İçler acısı bir durumdayız.
Mehmet Şimşek ve ekonomiden sorumlu olan kişiler, ‘rasyonel politikalara geçmeliyiz, geçiyoruz’ diyorlar ya, kardeşim, asıl rasyonel politika, vergi cennetlerinin listesinin açıklanmasıdır.Senin ülke olarak derdin ne? Döviz değil mi? Tasarruf açığın olduğu için, yeterince vergi alamadığın için, iç ve dış borçlanma yapmak zorunda kalan, döviz borçlanan, dövizle ilgili problemi olan, döviz açığı olan bir ülkesin. Sorunu biraz olsun çözmek ve vergi gelirlerini artırmak, dolaysıyla borçlanmayı azaltmak yerine, ülkeden para çıkışını adeta teşvik ediyorsun ve üstelik de vergilendirmiyorsun.
İşte böyle uygulamalar sonucu Türkiye gri listede yer alıyor. OECD’nin kara listesinde bildiğim kadarıyla İran ile Kuzey Kore var. Gri listede, demokrasisi olmayan, sorunlu olan ülkeler yer alıyor ve Türkiye de bu listede. OECD, Türkiye’ye yerine getirmediğini söylediği kriterler içinde ‘terörün finansmanı’ da yer alıyor. İŞID için gerekli önlemleri almadığı da belirtiliyor. Ayrıca son yılların uluslararası alanda ses getiren skandallarına da dikkat çekiliyor. Sezgin Baran Korkmaz, Reza Zarrap-Halk Bankası davalarında yaşananlar da 2021’de gri listeye alınma kriterleri arasında bulunuyor.
Ayrıca yurt dışında faaliyet gösteren iktidara yakın vakıflar meseleleri de var; TÜGVA’lar vb. Cemaatlerle ilgili faaliyetler de var. OECD’nin ortaya koyduğu kriterler pek çok ama en önemlilerinden biri, yasal olarak açıklanması gereken vergi cennetleriyle ilgili listenin Cumhurbaşkanı’nın inisiyatifine olan bu görevin yerine getirilmemesidir.
Ö.Ö.: Ben bu konuda bir şey sormak istiyorum tam anlayamadığım için; Türkiye zaten varlık barışı ile gelenden, hele bir de bir iki yıl tutarlarsa zaten %0 vergi veriyor. Buradan bir de vergi cennetlerine bu parayı göndermeye çalışıyorlar.
A.B.: Anlamadım.
Ö.Ö.: Türkiye, giren paranın dışında bir de aklanan paranın çıkışından mı yoksa bundan bağımsız olarak mı?
A.B.: Bunu bilmiyoruz, takip edemiyoruz, net hata noksan kaleminde bunlar var. Merkez Bankası bilançosunda yer alan ve açıklanamayan faaliyetler olarak bildiğimiz net hata noksan kaleminde bunların bulunduğunu düşünüyoruz yani para kaç kez Türkiye’ye girip çıkıyor bilemiyoruz. Para, girip çıkarak yıkanıyor ve rahatlıyor! Vergi kaçırmak istiyorsan, gayri meşru para elde etmişsen bunun çeşitli yolları var, bunları anlatmaya vaktimiz yetmez. ‘Hawala’ denilen, kayıt dışı fon transferi yöntemleri var ülkeler arasında, bu çok kullanılan bir yöntem. Onu anlatmam için tahta falan lazım, şemayla anlatabilirim ki zaten vaktimiz yetmez.
Ülkeye para giriş-çıkışlarını izleyebilir ve önleyebilirsin. Bu konuda bankalara çok önemli görev düşüyor. Diyelim ki, para transferi yapılacak. Yapılacak para transferinin miktarının bildirilmesi gerektiği gibi bunun nereye gittiğinin de bilinmesi ve bildirilmesi önemli. Ancak devlet kara para ülkeleri listesini açıklamıyor ise banka da bildiriminde bulunmuyor.
Türkiye yerli kara paranın değil, yabancılar için de bir aklama ülkesi haline gelmiş durumda. Uluslararası trafik içindesin, yönetiyorsun. Dünyada muazzam bir kara para trafiği var, trilyonlarca dolar kara para trafiği var. Türkiye olarak neredeyse bunun üssü olma konumuna geliyorsun.
Türkiye, bu pozisyonu devam ettirdiği müddetçe güven duyulmayan bir ülke oluyor. Zaten diplomatik anlamda dışarıda güvensizlik had safhada, içerideki gelişmelere bakın, her şey elinizde kalıyor. Kobani davasındaki Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde (AİHM) kararı dinlenmiyor, Osman Kavala davası, niceleri aynı şekilde sürekli hapisteler, iç hukuk çökmüş bir vaziyette, savcılar yargıdaki suç mekanizmalarını açıklıyorlar, yargıyla ilgili problemler ortaya saçılmış vaziyette, yargıyla ve kara para aklanmasıyla ilgili herhangi bir olumlu gelişmenin olmadığı bir ülkesiniz. OECD kara parayla mücadele örgütü, 11 etkinlik belirlemiş ve dokuzu yerine getirilmemiş durumda. Bu gidişatın değişmesi iktidarın rota değiştirmesine bağlı, böyle bir rota değişikliği de hiç söz konusu değil.
Ö.Ö.: Peki, çok teşekkür ederiz Ali Bey.
A.B.: Sana da iyi yayınlar. Önümüzdeki hafta Ömer Bey var mı?
Ö.Ö.: Bu hafta gelecek.
A.B.: Kolay gelsin, hoşça kalın!
Ö.Ö.: Görüşmek üzere.