Ekonomi Politik'te Ali Bilge'nin gündeminde Aydın Engin'in vefatı, Türkiye'de altılı ittifakın ikinci toplantısı ve iktidarın, Rus oligarklarına ilişkin tutumları yer aldı.
(28 Mart 2022 tarihinde Açık Radyo’da Ekonomi Politik programında yayınlanmıştır.)
(Bu metin hızlıca hazırlanmış bir ses kaydı deşifresidir, nihai biçiminde olmayabilir.)
Ömer Madra: Günaydın Ali bey, merhabalar!
Ali Bilge: Merhaba Ömer bey, merhaba Özdeş!
Özdeş Özbay: Günaydın!
AB: Merhaba Feryal! Kahvaltınızı yaptınız mı?
ÖÖ: Hayır.
AB: Medine hurması, manda yoğurdu, kestane balı karışımlı bir kahvaltı yaptınız diye düşünüyorum, bir de yulaf ezmesi mi vardı, değil mi? Cumhurbaşkanı önermişti…
ÖÖ: Evet, doğru!
AB: Cumhurbaşkanının uyguladığı gece menüsünü duyunca bir gün önce vefat eden gazeteci Aydın Engin aklıma geldi, “Aydın abi cumhurbaşkanının uyguladığı karışımı, yazısında nasıl işlerdi, kalemi bunu nasıl yazıya dökerdi” diye düşündüm. Çünkü onun kalem işçiliğini çok iyi gösterebileceği bir açıklama ve terkip!
İsterseniz sevgili Aydın Engin’le başlayalım programa, yeni kaybettik, acısı çok taze. Açıkçası Aydın Engin’in vefatı ile ciddi bir boşluk doğduğunu düşünüyorum. Basın dünyamızda önemli bir hacimdi, aynı zamanda ciddi bir moral değerdi. Türkiye’nin içinde bulunduğu otokratik rejimden kurtulma ve demokrasiyi kazanma mücadelesi ile paralel kulvarlarda giden gerçek gazetecilik mücadelesi önemli bir ismini kaybetti. Sevgili Aydın Engin ile çok çok yakın, yüz yüze bir ilişkim olmadı, yaşadığımız kentler farklıydı ama çok eski yıllara dayanan bir tanışıklığım var, kısaca bahsedeyim.
Çocuktum, ailemle “Devr-i Süleyman” oyununu Ankara’da, Gençlik Parkı’nda izlemiştim. Tabii o sırada Aydın Engin’,n kim olduğunu, Halk Oyuncuları’nı bilmiyorum. 70’li yıllarda, özellikle 1974 affından sonra Türkiye’de siyasallaşma büyük bir ivme kazandı, benim de lise ve üniversite öğrenciliğime denk gelen yıllar. 12 Mart’ın çıkışında Türkiye’de ilk kurulan sosyalist parti, Türkiye Sosyalist İşçi Partisi’ydi. Onun da bir gençlik örgütü vardı, Genç Sosyalistler Birliği, sonradan hatırladığım kadarıyla Sosyalist Gençler Birliği oldu. Bizim kuşak, 1974 sonrası siyasallaşma sürecinde bazı sol siyasi isimlerle, gazete ve dergilerle tanıştık; Kitle, Ürün, Yürüyüş gibi dergiler, Yeni Ortam ve Politika gazeteleri gibi gazeteler yayınlandı. Aydın abinin çalıştığı Yeni Ortam gazetesini iyi hatırlıyorum. Ankara temsilcisi galiba o sırada Mustafa Ekmekçi’ydi. Ekmekçi ile birlikte çalışıyorlar, daha sonra 12 Eylül’ün hemen öncesinde yurtdışı serüveni başlıyor. 12 Eylül öncesi Aydın Engin ve Oya Baydar’ın ismini gazete ve dergilerden, yer aldıkları siyasi partiler üzerinden duyuyordum. Aydın abiyi daha çok 1992’den sonra, Cumhuriyet gazetesi döneminde tanımış oldum, öncelikle yazı ve haberleriyle tabii. Bu dönemde ilk iletişimler oldu. Gazeteye Nursun Erel ile birlikte bir dizi yapıyorduk. O dizi esnasında telefonla ilk görüşmemizi yaptığımızı hatırlıyorum, 1994 yılı olması lazım. Aydın Engin yazı işleri müdürlüğü de yaptı sanıyorum Cumhuriyet’te.
ÖM: Evet.
AB: Cumhuriyet’te Tırmık yazıları başladı. Aydın Engin basınla ve okurlarıyla yeniden buluştu sürgün yıllarından sonra. Daha sonra Birgün gazetesinin yayın hayatına hazırlanırken bir araya geldik. Birgün’le ilgili fikirler öncelikle Ankara kaynaklı gelişti. Ankara’da yedi gazeteci örgütü bir araya gelmiştik. Ben de o sırada Ekonomi Muhabirleri Derneği başkanıydım. Parlamento Muhabirleri Derneği , Çağdaş Gazeteciler ve diğer örgütler bir araya gelip toplantılar yapıyorduk, adını da G7 koymuştuk. Orada bir bağımsız gazete fikri hep konuşulurdu, ama sonra arkadaşlar o fikri sürdürdüler, sonuçta Birgün vücuda geldi. Çıkış öncesinde İstanbul’da yapılan birkaç toplantıya katıldım, Aydın Engin tecrübesiyle çok önemli bir mihenk taşıydı. O dönemde, öncesinde Açık Radyo ile de yolumuz kesişti. Yeni başlamıştık programlara. Bir dönem ikisini birden sürdürdüm. Daha sonraki T24 oluşumunda da Doğan Akın ile birlikte Ankara’ya geldiklerinde buluştuğumuzu hatırlıyorum.
Babıâli-Cağaloğlu yokuşundan internet gazeteciliğine uzanan bir gazetecilik
Vefatı sonrasında facebook sayfamdaki kısa yazıda belirttiğim gibi, Aydın Engin’in gazeteciliği, Babıâli-Cağaloğlu yokuşundan internet gazeteciliğine kadar uzanan bir hayattır. Sonuçta dergi ve gazete yayıncılığı -benzerini ben de yaşadım- matbaada hayatınızın geçmesi demektir. Aydın Engin tüm bu dönemlerde teknolojik gelişmeleri de yaşayarak gazeteciliğini sürdürmüştür. Aydın Engin sol siyasal kimliği ile tanınan bir gazeteciydi ancak çok çeşitli kompartımanları olan bir insandı. Oyun yazarlığı, tiyatro oyunculuğu, tiyatro kuruculuğu ve yöneticiliği yaptıktan sonra gazeteciliğe geçişi, gazeteciliğin farklı alanlarında çalışması, tüm bu faaliyetleri sürdürürken sosyalist bir dünya görüşüne sahip olması, sahip olduğu dünya görüşü nedeniyle göğüs gerdiği siyasal baskılar, verdiği mücadelelere tanık oluyoruz. Aydın Engin’in faaliyetlerine, yeteneklerine baktığımızda kişiliğinin en önemli unsurunun “mizahi bakış” olması göze çarpıyor. Meşakkatli zor yolculukta mizahi bakışı elinden bırakmayan bir yazardı. Bu özelliği ile çok dikkatimi çeken bir kalemdi. Bu özelliği yaşam enerjisine de yansımıştı. Bitmeyen bir enerji içindeydi sanki; her topa giriyordu, muhalif süreçlerde hep yer alıyordu, destek veriyordu, koltuk çıkıyordu.
Mizahi bakış, kişiliğine ve gazeteciliğinde göze çarpan bir özellikti. Gazetecilik tarzı ve yazarlığı böyleydi. Bu tarzı ile Aydın abi, gazetecilik-matbuat tarihimizde yer alan bazı isimlerin devamıdır. Aslında fıkra yazarlığının devamıdır. Gerilere uzanabiliriz, köşe yazarlığı ile fıkra yazarlığı bana göre pek aynı şey değil; fıkra yazarlığı bugün aslında nesli tükenen bir gazetecilik ve yazarlık türüdür. Fıkra yazarı öyle köşesinde paragraflarca yazı yazan adam değildir. Maalesef internet gazeteciliğiyle birlikte meslektaşlarımız, Faruk Nafiz Çamlıbel’in “Han Duvarları” şiiri gibi çok uzun yazılar yazıyor. Fıkra yazarlığı “fikri gediğine oturtmak” diyebileceğimiz türde yazılar yazan, yazının geniş okuyucu kitlesi tarafından okunmasını, buluşmasını sağlayan, fikrini ince işçilikle ortaya koyan yazı türüdür.
Siyasi duruşları farklı da olsa, tarz olarak baktığımızda, Ahmet Rasim, Refik Halit hemen aklıma geliyor. Refik Halit Karay’ı çok beğenirim. İşte Burhan Felek, Falih Rıfkı gibi, Yusuf Ziya Ortaç gibi, Aziz Nesin gibi, Çetin Altan, İlhan Selçuk gibi -nitekim Aydın abi İlhan Selçuk’a ustam der- Mustafa Ekmekçi’yi de eklememiz lazım. Mustafa Ekmekçi’ye biz de yetiştik, bizim de abimizdi. Aydın abinin de abisi, çok kıymet verdiği bir isimdi. Bu listeye Örsan Öymen’i eklemek lazım, Hakkı Devrim’i bu listeye eklemem lazım. Hakkı beyle birkaç kez konuşmuştum, köşe yazarlığı üstüne bizi eleştirdiğini hatırlıyorum. Aydın abinin köşe yazarlığı, işte bahsettiğim bu türün çağdaşlaşmış halidir. Bugün Türkiye, işte bu tatta ve tarzda dünya görüşünü, gazeteciliğini, fikri dünyasını ve olayları işleyen değerli bir gazeteciyi yitirdi. Bana göre, Aydın abi, gerçekten bu türün, bu işçiliğin son ismiydi.Aydın Engin, siyasal duruşu ve mücadelesiyle, gazetecilik, tiyatroculuk öyküsüyle, renkli yaşam menüsüyle meslektaşımızdı, abimizdi.
ÖM: Bir de şeyi ben ilave edeyim izninizle; aynı zamanda çok erken tarihte, bir de bu fıkra yazarlığı gibi sahip olduğu niteliğine bir de çok kuvvetli bir radyo programcılığı ekledi. Özellikle 1999’dan başlayarak işte o şeylerde, depremde her şeyi bırakıp koşarak gitti ve oradan sabahın köründen gece yarılarına kadar da röportajlar, gözlemler aktararak muazzam bir gazetecilik de yaptı. Yurttaş gazeteciliğin parlak örneklerinden verdi. Mizah duygusunu da o korkunç yaslı, karanlık günlerde de yansıtmayı, o mizahi üslubunu hiç bırakmadan yaptı bunu; başardı yani.
AB: Yüksünen bir adam değildi Aydın Engin benim gördüğüm. Dediğim gibi, kendisi ile yakın bir mesaim olmadı, yoğun birlikteliğim, tanışıklığım olmadı. Radarımda bir gazeteci olması nedeniyle uzaktan da olsa gözlemlerim oldu; yüksünen bir insan değildi, ağırlıkların altına giren bir insandı. Zaman zaman telefonla da çok konuşurduk, zaten telefonla tanışmıştım 90’lı yıllarda, Cumhuriyet gazetesinde. Yani yüz yüze tanışmamız daha sonra geç olmuştur. Aklımda kalanlardan; bir keresinde anlatmıştın, Uğur Mumcu, Osman Ulagay ve Aydın Engin aynı gün Cumhuriyet’te gazeteciliğe başlamışlar…
Özellikle bir de şunun altını çizmek istiyorum Ömer bey, Aydın Engin sendika yayıncılığı yapmıştır. Sendikacılıkla, siyasetle uğraşıyor; sosyalist kimliğe sahip bir insan. Bu kimlikle gazetecilik yapmak Türkiye’de kolay değildir ama sosyalist kimliği ile gazeteciliği iyi taşıdığını düşünüyorum. Siyasi hayat ve gazetecilik tabii ki iç içe geçmiş bir süreçtir ama Aydın Engin yazılarında şunu göremezsiniz; slogancı bir tavırla karşılaşmazsınız. Siyasi duruşu öyle ince işler ki yazılarında, o tavrı yazıya sindirir ve okuyucuyla paylaşır. Siyasal mücadelesiyle gazetecilik ilişkisinin de iyi kurgulanmış, ayarlanmış olduğunu düşünüyorum.
Bu tavrı Anka Ajansı’nda da görürdüm. O zamanlar neredeyse çocuk denecek yaşta giderdik ajansa. Anka’da da, CHP’liler var, TİP’liler var ama bunların gazeteciliği de var; iki hayatı birbirine yüzgöz etmeden sürdürülen hayatlardı. Türkiye basınında nesli tükenmiş bir tarzın, biçimin, üslubun son temsilcisiydi Aydın Engin. Büyük bir hacim, boşluk doğdu... Özleyeceğiz Aydın abiyi,arayacağız, bu boşluğu hissedeceğiz. Hepimiz, hayatımızın -iktisatçı söylemle- üçüncü-dördüncü çeyreğini böyle bir Türkiye’de yaşamaktan çok mutsuzuz. İçinde bulunduğumuz durum hayatımızın her alanını etkiliyor; metabolizmamızı, bağışıklık sistemimizi etkiliyor. Otokrasi ile mücadelenin sonucunu hepimiz görmek istiyoruz, Aydın abi de isterdi. Umarım demokrasiye ve doğru gazetecilik platformuna geçtiğimizde kendisi bizi hissedecektir, duyacaktır. Aydın abi için daha çok konuşuruz, şimdilik bununla kalayım.
Altılı ittifakın ikinci toplantısı
ÖM: Evet, radyo, yani üzerinde çok durulmayan ama radyocu olarak da benzersiz performanslarıyla, benzersiz işleriyle de aklımızdan hiç silinmeyecek, aklımızda kalacak.
AB: Evet, bu çerçevede altı parti toplantısına değinelim biraz isterseniz. İkinci toplantı oldu, açıklamayı okudum, birinci toplantı açıklamasıyla da yan yana koydum. Ömrümün önemli kısmı ittifak mevzularıyla uğraşmakla geçtiği için bu alandaki gelişmeleri çok önemsiyorum. Altılı ittifakın ilk açıklamasına karşı iktidar seçim kanunu değişiklik tasarısını getirdi malum. İktidarın seçim kanunundaki anti demokratik değişikliklerine karşı ikinci toplantı ve açıklamayı, getirilen engellerin aşılabileceğini ima eden bir açıklama olarak değerlendirebiliriz. İkinci toplantı sonrası yayınlanan bildiri, altılı ittifakın gardını göstermediği bir açıklama olmuş. Sonuçta, “yola devam ediyoruz, iktidarın getirdiği ağırlaştırılmış antidemokratik değişiklikleri aşarız” diyor bu metin.
Tabii Türkiye’nin kuzey bölgesinde bir savaş var, Ukrayna-Rusya savaşı. Türkiye’nin iktisadi, siyasal ve seçim süreçlerini de etkileyebilecek bir durum. Özellikle ekonomik krizin derinliğini arttırıyor. Dolayısıyla muhalefetin çok dikkatli hareket etmesi gerekiyor. Erken hasat değil, rasat yapması lazım. Tüm süreçleri bütünsel olarak çok dikkatli gözlemlemesi gerekiyor. Kara bulutlar içinde bir hayatımız var. Yakınımızda devam eden savaş da buna eklendi. O yüzden sağdan ya da soldan gelen bütün ittifak adımları, kırıntıları, ne varsa özgürlük ve demokrasi üzerine adımları önemsemek durumundayız, önemseyip genişletmek durumundayız, zenginleştirmek durumundayız, ittifaklar politikasına uzun vadede bakmak durumundayız.
Çünkü ittifak mevzusunun sadece seçimler için değil, rejim değişikliğini, demokrasiye geçişi, Türkiye’nin yeniden inşasını kapsaması lazım. Çünkü Türkiye dökülüyor, ortalıkta dağılmış bir ülke bulunuyor. Otokrasiyle baskıyla ve illüzyonla ayakta duran bir iktidar var. Ekonomiden siyasete her alana baktığınızda, dengesini yitirmiş bir iktidar var. Dengesi kalmamış bir iktidarla karşı karşıyayız. O yüzden muhalefet cephesinde sağlam durmak gerekiyor.
Bakın mayınlar İstanbul Boğazı’na indi ama asıl mayınlar siyasette ve ekonomide. Enerji ve döviz krizi, ikiz krizlerdir, bunlar dış hesapları bozar, raydan çıkarır. Ülkenin dış hesapları çok yüksek açıklar veriyor, inanılmaz bir borçlanma ihtiyacı ile karşı karşıyız… Sadece bu yılı sürdürmek için 170 milyar borçlanacak. Ülkenin hem dış hesapları hem de iç hesapları altüst olmuş durumda. Garabet kur korumalı mevduatın maliyetini etkileyecek inanılmaz boyutlarda bir mali yük yaratmış dudumda. Rakamlara girmeyeceğim şimdi, hazineye olan yükün üzerine pek çok arkadaşımız analizleri ortaya koydular.
Altılı ittifakta, siyasi partilerin bir araya geldiği ve parlamenter rejimi yeniden kurmak üzere esas alındığı ittifakta HDP yer almıyor. Elbette çok büyük eksiklik, HDP’nin denklemde yer alması çok önemli, HDP bugün ayrı bir ittifak odağı durumunda. İki ittifak arasında gelişmeleri yakından izlemek ve yaratıcı çözümler geliştirmek durumundayız. Ayrıca HDP’nin kapatılıp kapatılmamasıyla ilgili gelişmeler de bu süreçleri etkileyecektir. Tüm ittifak projelerine çok dikkatli yaklaşmak, yeni eklemlenmelerin formülleri üzerine kafa yormak gerekir.
Sonuçta ittifak çalışmalarının sivil toplum tarafı eksik. Değişik eksenler ve desenlerle ittifaklar formüle edilir. Siyasi partilerin dışında kalan tarafları organize temek lazım. Sendika tarafı, kitle örgütleri, mesleki örgütler, sivil toplumda ittifak çalışmalarının yapılması lazım. Bugün o kadar çok alanda sorunlar içindeyiz ki iklim krizini yaşıyoruz, otokrasinin boğduğu bir toplumuz, salgın var, savaş var, nükleer tehlike var, demokrasisizlik içerisindeyiz. Dolayısıyla, yerelde ve sivil toplumda ittifakların örülmesi gerekmektedir. Demokratik kitle örgütleri tanımı bana her zaman daha iyi gelmiştir. Demokrasi adına örgütlenen neler varsa ittifak örgüsü içinde yer almalıdır. Böylesi bir örgütlenme siyasal birlikteliği ve etkileşimi zenginleştiren unsurlardır. Bir anlamda yerelde de demokratikleşme meclislerinin, sorun çözüm meclislerinin, oluşumlarının -bu oluşumlara ne derseniz deyin- bu tarafın da eklemlenmesi gerekiyor. 1980 öncesi çok zengin bir demokratik kitle örgütleri tecrübesi vardı, bunu hatırlayalım. Son yıllarda siyasetin merkezinde yer alan ve özellikle gezegenle ilgili hususları da önemseyen ve bu sorunlar altında birleşen insanlar, kesimler var. Bu kesimleri harekete geçirmek lazım. Salgını da eklemek lazım.
"Savaştan medet uman bir iktidar var"
Sivil toplum tarafı siyasal ittifakla ilişki, iletişim içerisinde olmalı. Önümüzdeki dönemde hem siyasi partiler açısından hem de demokratik muhalefet açısından bu mesele göz önünde bulundurulmalı. Ülkenin başına bir büyük kaza gelmiş durumda. Kazayı bertaraf etmek, belayı atlatmak için ittifaklar gerekli. Dolayısıyla, bu mevzuda daha fazla entelektüel enerjinin sarf edilmesi gerekiyor. Önümüzdeki günlerde ittifakların bu tarafıyla, sivil toplum tarafıyla da ilgilenmek lazım.
Türkiye, ekonomik olarak o kadar zor durumda ki oligarklardan medet umar hale geldi. Rus oligarkların getireceği dövizlerin kur korumalı mevduattan yararlandırılması isteniyor, öyle anlaşılıyor. Savaş Türkiye’ye “yeni fırsatlar” yaratacakmış! Bu değerlendirmeler bana şunu hatırlattı, 90’lı yıllarda krizden krize koşuyorduk; 97’de güneydoğu Asya krizi başladı, onunla uğraşıyoruz. Derginin kapağını ona göre yapıyoruz, ana konu olarak krizleri tayin ediyoruz, paneller düzenliyoruz, yayınlıyoruz, iktisatçılar olarak değerlendirme toplantıları yapmak üzere bir araya geliyoruz. Krizlere yetişemiyorduk…
Ardından Rusya krizi geldi, 98’di galiba, ardından Meksika krizi, Arjantin krizi, Türkiye’de Kasım krizi, Türkiye Şubat krizi filan… 98’de Rusya’da kriz çıktığında o zaman ekonomi bakanı Güneş Taner’di, “oligarklardan para gelecek, Rusya-Ukrayna savaşı bize yarar abi” yaklaşımını duyunca onu anımsadım bir an. Güneş Taner de Rusya’nın 1998 de içine girdiği ağır ekonomik krizde şunu demişti, “Rusya’nın krizi bize yarayacak” demişti.
Yani, savaştan medet uman bir iktidar var yine. Oligarkların önce gemileri geldi, ondan sonra paraları gelecek beklentisi içinde bir iktidar bulunuyor. Nasıl bir vahim durumda olduğumuzu özetliyor bu yaklaşım. Şimdi bu vahim durumun, yani borcun döndürülmesi çok yüksek maliyetle oluyor. Dış kaynaklardan çok yüksek maliyetle borçlanıyorsunuz. Umut bağladığınız turizmde de işler sarpa sarmış dudumda, savaşan iki ülke, turizm gelirlerimizde ilk beşte. Bu gelirlerle, cari açığı kapama sevdamız da suya düşmüş vaziyette, kur korumalı mevduatın hazineye maliyeti inanılmaz rakamlara ulaşmış vaziyette. Yerli ve yabancı zenginlere sunulan bu imkanların maliyetini biz ödüyoruz. Bununla kalmıyor, kamu-özel iş birliği yükümlülüklerini de hazine borçları, hazine borçlarını da biz ödüyoruz. Tüm bunları eklediğimizde Türkiye’nin borçları afaki seviyelere ulaşıyor. Gerçek bir kamu dengesini, gerçek borçları ortaya koyduğumuzda zikredilen rakamların çok çok ötesinde olduğunu görüyoruz. Cevaplanması gerekenler bunlar, ama “savaşın Türkiye’ye yararı olacak” diyen bir iktidar acizliği içerisindeyiz.
ÖM: Belki bir de şunu ekleyebiliriz buna, Gazete Duvar’da ilginç bir haber vardı; ABD’nin düşünce kuruluşlarından Atlantic Council'in kara para olarak adlandırdığı ve Rus oligarkların yurtdışında sakladığı servetin yaklaşık 1 trilyon Dolar’a ulaştığını ve bunların bu muazzam meblağın nerede saklandığının da pek bilinmediği söyleniyor. Hatta Atlantic Council’in 2020 raporunda yurtdışında saklanan servete dair bir analiz çıkmıştı, buna göre de 1 trilyon Dolar’ın ¼’ünün Rusya devlet başkanı Vladimir Putin ve yakın ortakları, yani onlar, oligarklar, zengin Ruslar tarafından kontrol edildiği tahmin ediliyormuş, ama nerede olduğu bilinmiyor. Uygun vergilerin cazibesiyle Kıbrıs’a gittiği öne sürülüyor. Akdeniz’deki Moskova olarak adlandırılıyormuş orası mesela. Böyle devam eden, Kıbrıs’ta paravan şirketlere ait on binlerce banka hesabının kapatılmaya ikna edildiği filan diye, ayrıca da işte Britanya’daki Virgin Adaları’nda, deniz aşırı topraklarda, Cayman Adaları’nda ve başka yerlerde de olabileceği belirtiliyor.
AB: Parayı gönderecek yer bolluğu var zaten; İsviçre’sinden ABD’nin dört eyaletine kadar vergi cenneti. İzlenebilecek yer çok, ama bunlara ilişkin yaptırımlar yeterince yok. Henüz İsviçre’yi kapsayan bir yaptırım duymadık değil mi? Sadece İsviçre parlamentosuna seslendi Zelenski. Bu paraların bir kısmının Türkiye’de olmaması mümkün değil. Yıllardır bu tür bir ilişki içerisindesiniz. Türkiye’nin güneyine, adaya indiğinizde her iki tarafta da servet aklayan oligarkları görüyorsunuz, bir de bilmediğiniz şeyler de var. Merkez Bankası bilançosu net hata ve noksan hesabından dolayı bunların bir kısmını izlememiz, anlamaya çalışmamız mümkün olabiliyor ama dünyanın her tarafına yayılmış durumdalar.
Nitekim Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) diye bir örgüt var, dünya kapitalizminin önemli bir organlarından, küreselleşmenin en önemli kurumlarından biri. Eski Uruguay’dan toplantılarının devam olan GATT’ın, 90’ların ortasındaki yenilenmiş hali. Rusya, DTÖ’ye 2012’de üye oldu, Çin daha önce, hatırladığım kadarıyla 2001’de üye oldu. Zaten bu iki ülkenin DTÖ’ye üye olması ile sosyalizmle ilişkileri sonlandı, kapitalizmin için girmiş oldular. Biçimi farklı ama kapitalizme entegre oldular. Kapitalizmin esaslarını kabul eden bir çerçeve içerisinde hayat süreceksen oraya giriyorsun.
Şimdi yaptırımlardan biri de bu oldu; artık DTÖ’nün Rusya’ya tanıdığı statü uygulanmayacak. Aslında Rusya daha uysal bir üyeydi, Çin gibi değildi. Çin’le kavgalar çok, antidamping meseleleri filan var. Rusya öyle kolay olmadı, 20-25 yıl sürdü. Uzun süren müzakereler sonucu üye oldu.
Türkiye’de, anladığım kadarıyla, Putin severlerin bilinçaltında hâlâ Rusya’yı sosyalist, komünist devlet gibi görme hayali yatıyor. Oysa Rusya otokratik zalim kapitalizmin çok önemli bir ülkesi. Savaş pek çok durumu etkilemiş vaziyette. Önümüzdeki dönemde çok daha sert bir gezegende yaşamaya devam edeceğiz.
ÖM: Galiba süreyi de bitirdik, hatta birazcık aşıyoruz. Peki, çok teşekkür ederiz Ali bey.
AB: Hoşça kalın!
ÖM: Görüşmek üzere.
ÖÖ: Görüşmek üzere.