Ekonomi Politik'te Ali Bilge'nin gündemini Soçi'de Erdoğan ile Putin arasında gerçekleşen görüşmenin ana başlıkları ve HDP'nin Diyarbakır ve İstanbul mitingleri oluşturdu.
(8 Ağustos 2022 tarihinde Açık Radyo’da Ekonomi Politik programında yayınlanmıştır.)
(Bu metin hızlıca hazırlanmış bir ses kaydı deşifresidir, nihai biçiminde olmayabilir.)
Ömer Madra: Günaydın Ali bey, merhabalar.
Ali Bilge: Merhaba Ömer bey, merhaba Özdeş.
Özdeş Özbay: Günaydın.
AB: Merhaba Feryal. Herkese iyi haftalar ve iyi yayınlar dilerim.
ÖM: Teşekkürler. Dünya gündemi çok yoğun. Nükleer savaş tehdidi de dahil olmak üzere çeşitli tehditler arasında yuvarlanıp gidiyoruz.
AB: Geçen hafta Akkuyu Nükleer Santrali'ne ilişkin gelişmelere bakmıştık, Türkiye-Rusya ilişkilerini değerlendirme kapsamına almıştık. Putin-Erdoğan görüşmesinin de 5 Ağustos'ta gerçekleşeceğini belirtmiştik. İsterseniz, geçen haftanın devamı olarak bu sürece bakalım. Bu iki liderin daha önceki görüşmelerinin çetelesini tutuyordum, ama artık ben de sayıyı kaybettim. Son yirmi yılda, Erdoğan-Putin ikilisinin inanılmaz bir görüşme trafiği var. Dünyada en fazla görüşen iki lider olduklarını düşünüyorum. Bu görüşmeyi de dört gün arayla yaptılar. Dört gün önce İran’da da görüşmüşlerdi.
İki ülkenin ortak durumlarına baktığımızda, savaşan ve savaşmaya hazırlanan iki ülke olduklarını görüyoruz. Rusya komşusu Ukrayna ile altı aydır savaşıyor. Putin savaşan bir ülkenin lideri. Diğeri de Rusya liderinden onay alarak savaş açmaya hazırlanıyor. Türkiye komşusu Suriye’nin topraklarında epey bir süredir bulunuyor, ancak bulunduğu alanı daha da genişletmek istiyor. Suriye'deki Kürt yapılanmalarını ortadan kaldırmak üzere harekât yapmak istiyor. Bunun için de Suriye Devleti'nin daveti üzerine Suriye’de bulunan Rusya’dan onay almak durumunda. Dolaysıyla, görüşmede ele alınan ilk konunun bu olduğunu anlıyoruz. Ancak İran'daki dört-beş gün önce yapılan görüşmede harekâta onay verilmemişti. Hem İran hem de Rusya bu isteği reddetmişlerdi. Görüşme sonrasında yapılan açıklamalarda Putin, Türkiye'nin Suriye Devleti’yle temasa geçmesi gerektiğini söylemiş. Ben söylemiyorum, Erdoğan söylüyor: “Bu konuda Putin bize adres gösterdi, Suriye devletiyle ilişki kurmamızı söyledi.” diyor.
ÖM: Tam ifadesiyle, Erdoğan’a “Rejimle birlikte çözme yolunu tercih ederseniz daha isabetli olur.” demiş. Erdoğan bizzat anlatıyor bunu.
AB: Evet, bunları kendisi bizzat söylüyor. Erdoğan istihbarat örgütlerinin ilişkisi olduğunu belirtiyor. Görüşmenin önemli bir maddesi, Türkiye’nin Suriye’ye yapmayı düşündüğü harekât! Neden önemli? Çünkü milliyetçilik ve savaş, otokratik liderlerin çokça sığındıkları araçlar. Beka sorunu, varlık sorunu; “o kutsal topraklar aslında bizimdir”, “Ukrayna bizimdir, Rusya’nındır”, “Suriye bizimdir, Osmanlı topraklarıdır ve biz orada beka sorunumuzu çözüyoruz” şeklindeki yaklaşımlara hep tanığız. Türkiye'nin yüz ölçümü bir süredir kilometrekare olarak büyüdü, Türkiye'nin sınırları genişledi.
İki liderin diğer bir ortak özelliği, her ikisinin de otokratik rejimlerin başında bulunuyor olması. Üçüncü ortak yanları, ikisinin de Batı’yla sorunları var. Dördüncüsü, iki ülkenin de ekonomik sorunları var, kriz içindeler ama Türkiye daha berbat bir vaziyette, feci bir durumda.
Son yıllarda Erdoğan'ın dünyayla ilişkileri -Batı’yla da Doğu’yla da- çok problemli. Erdoğan bu nedenle dış kredibilite kazanmak istiyor; İsrail ile ilişkilerini düzeltiyor, Suudi kasabını onaylıyor, Mısır’da Sisi'yle, Birleşik Arap Emirlikleri ile ilişkiler geliştiriyor. Dışarıda kredibilite kazanarak ülke içinde kuvvet arttırmak istiyor. Dış kredibilite arttırma çabası ile birlikte Suriye ile sınır ötesi savaş da gündeme geliyor.
Kavgalı ilişkilerin sona erdirilmesi, ilişkilerin yeniden kurulması ile birlikte, Suriye’ye sınır ötesi harekât birlikte düşünülüyor. Türkiye, Batı ile; ABD, NATO ve AB ile sorunlu olduğu için son yıllarda Rusya'yla daha fazla yakınlaşıyor. Ancak, Türkiye'nin Rusya’ya yakınlaşması Rusya’nın Türkiye’de nüfuz alanını genişletmesine yol açıyor. Rusya onay veren ülke pozisyonunda...“Suriye Devleti olmadan olmaz. Harekât yapman için Esed ile temas etmelisin.” diyor, geçit vermiyor, onay vermiyor.
"Ukrayna'nın elinde bulunan tahıl stoklarının dünyaya taşınması çok önemli"
Görüşmenin diğer önemli maddesi olarak, Akkuyu Nükleer Santrali’nde yaşanan sorunlar da benzer şekilde görüşülmüş. Erdoğan yakında Mavi Vatan’a açılacak gemiyi yolcu etmeye gidecekmiş. Mersin-Taşucu’nda Abdülhamit sondaj gemisini yolcu edeceklermiş ve bu gemi Doğu Akdeniz’de doğalgaz sondajı yapacakmış. Erdoğan, “Gemiyi törenle göndereceğiz, oradan da Akkuyu'ya gidip şantiyeye bakacağım ve sonra da Putin'e dönüş yapacağım, durumu tekrar görüşeceğiz.” diyor. Bu açıklama, Türkiye’nin Akkuyu'yla ilgili talebini Putin'in onaylamadığını bize gösteriyor. Erdoğan, “Şantiyeye gideceğim, heyetimle beraber izleyeceğim, şantiyedeki çalışmalara yerinde bakacağım, sonrasında durumu Putin'e aktaracağım, ona göre yol haritasını belirleyeceğiz.” diyor. Yani bu konu da Türkiye'nin istediği gibi cereyan etmemiş.
Tahıl koridoruna geldiğimizdeyse, bu sevkiyatın başlaması gerçekten önemli. Ukrayna'nın elinde bulunan tahıl stoklarının dünyaya satılması, taşınması çok önemli. Afrika açlıktan inliyor, dünyada tarım ürünleri fiyatları çok artmış vaziyette. Savaş nedeniyle navlun, sevkiyat fiyatları da inanılmaz arttı. Ayrıca iktisadî resesyonun etkisi de var.
Bu bağlamda, Türkiye'nin bu girişimi, iki ülkenin de desteklemesiyle sonuç verdi. Ve bu anlamda başarı Türkiye’ye yazıldı. Önemli bir kredibilite sağlamış gözüküyor, dış basına yansıyan açıklama ve yazılardan anlıyoruz. Ama asıl konu, bu sevkiyatın savaşın sonunu getirip getirmemesi ki, Türkiye buna da oynuyor. Savaşın sonlandırılmasında rol oynamak ve bu şekilde de dış kredibilite sağlamak, sağlamak istediği dış kredibiliteyi de önümüzdeki bir yıl içinde gerçekleşecek seçimlerde içeriye tahvil etmek istiyor…
ÖÖ: Bir yandan da Rusya'yla Ukrayna arasındaki gerçekten tek diplomatik görüşme de bu mesele tabii. Bu anlamda mühim.
Bir şeyi anlamadım ben, sizin düşüncelerinizi merak ediyorum; şimdi ikinci, üçüncü gemiler diyor da ilki Lübnan'a gidiyor. Orada da gecikme olmuş ama Lübnan'ı anlıyoruz, orada da büyük bir gıda krizi var. Gemilerin ikincisi İrlanda’ya, üçüncüsü İngiltere'ye gidecekmiş. Yani bütün dünyada bir açlık krizi varken niye bu ülkelere gidiyor, onu anlayamadım ben.
AB: Bilmiyorum doğrusu. Belki Ukrayna’nın o ülkelere daha önceden yaptığı satış kontratları vardır, ondan dolayı olabilir. Çünkü Mariupol’deki çelik fabrikası var ya…
ÖÖ: Evet, Azovstal.
AB: Rusya fabrikadaki altı yüz milyon dolarlık çeliğe el koydu ve bunları dünyaya sattı. Gerçi kendisinin de çelik stoğu var ama ucuza satmış. Aslında bunlar Avrupalı müşterilere satılıp parası alınan mallarmış. Dolayısıyla böyle kontratlardan olabilir. Ama bilmiyorum açıkçası…
Rusya'yla dolar yerine rublede mutabık kalındı
İki liderin görüşmelerinde bir diğer husus da ruble üzerinde mutabık kalınması. Şimdi, dünyada -özellikle enerji fiyatlandırmasında- geçerli para birimi dolar, sonra avro üzerinden de satışlar oluyor. Biliyorsunuz, Batı, Rusya’ya çok fazla yaptırım getirince Rusya da Batı’ya yaptırımlar getirdi, “Benden doğal gaz, petrol almak istiyorsanız ruble ödemeniz lazım.” dedi. Bu bağlamda, Türkiye'yle dolar ilişkisinin devam etmesinin, ruble yaptırımı ilan edilen ülkelere uygulanıp Türkiye’ye uygulanmamasının direktife gölge düşüreceği düşünülüyormuş. Türkiye'de de o kadar ruble yok ama Türkiye de dolar-döviz sorunu yaşıyor. Sonuç itibarıyla, iki ülke arasında ödeme kolaylıkları evvel ezel görüşülen bir konudur. Zaten Rusya enerji konusunda mümkün olduğunca dolardan kurtulmak isteyen bir ülke. Satışlarda dolardan uzaklaşmak istiyor.
Dünyada zaten para blokları arasındaki ilişkiler, yeni rezerv para ve enerjide satışların dolar dışı bir para birimi ile yapılması hep konuşulan hususlar. Yeni bir para bloğunun, yeni bir rezerv paranın geliştirilmesi de doların egemenliğiyle ilgili hususları gündeme getiriyor. Rublede mutabık kalınmış. İki ülkenin merkez bankaları başkanları görüşmüşler.
Ayrıca Erdoğan ve Putin, Türkiye’nin Şanghay İşbirliği Örgütü toplantısına katılmasında da mutabık kalmışlar. Bu da eski bir konu, biz programlarımızda bunu çok kez işledik. Bu iş ilk gündeme ne zaman gelmiş Ömer bey biliyor musunuz? Ocak 2013’te, Erdoğan -başbakan o zaman- Putin'e demiş ki, “Bizi Shanghay Beşlisi’ne alın, biz de AB'ye Allah'a ısmarladık diyelim.” Başbakan Erdoğan, Shanghay Beşlisi’nin daha iyi ve güçlü olduğunu söylemiş, biz de programda bunu konuşup değerlendirmişiz…
ÖM: Evet, bunu bir şekilde kapsamış olduğumuzu hatırlıyorum.
AB: 2013’ün Ocak ayındaymış. Erdoğan’ın bu sözlerini, o dönem Amerika Birleşik Devletleri dışişleri sözcüsüne “Türkiye Şangay İşbirliği Örgütü’ne kabul edilirse Avrupa Birliği'ne güle güle diyecek, yorumunuz nedir?” diye sordular. Sözcü Victoria Nuland, “Türkiye'nin NATO üyesi olduğu göz önünde bulundurulursa kesinlikle ilginç bir durum olur. Ne olacağını göreceğiz” demiş!
Türkiye'de BRICS ve Shanghay Örgütü hakkında pek çok kez, özellikle de Erdoğan tarafından değerlendirme hataları oldu/oluyor. Biz de bu hatalı değerlendirmeyi programlarda “BRICS, Shanghay İşbirliği nedir?” diye gündeme getiririz. Türkiye, Shanghay İşbirliği örgütünde gözlemci sıfatıyla bulunuyor zaten. Ancak, NATO ülkesi olduğunuz müddetçe buraya katılmanız mümkün değil. Çünkü bir anlamda bu örgüt, NATO'ya karşı kurulmuş bir organizasyon.
En son 2021 yılında İran kabul edildi. Öncesinde de Hindistan ve Pakistan da katılmıştı. Bildiğim kadarıyla şu anda Tacikistan, Özbekistan, Kazakistan Çin, Rusya ile birlikte dokuz-on ülke üye. Bu konu her görüşmede gündeme gelir: “Bizi de Shanghay Örgütüne (eski Beşlisi’ne) alsanız olmaz mı?” talebi sürekli tekrarlanır. Geçtiğimiz on yıl boyunca hep gündeme gelen konulardandır.
Sonuç olarak, Erdoğan-Putin görüşmesi de diğer görüşmelerden çok farklı değil. Suriye konusunda onay verilmiyor, nükleer santral konusunda henüz bir netlik söz konusu değil. Rusya tahıl meselesini çok önemsiyor. Çünkü kendi tahılının da bu yolla satılmasını istiyor. Aslında bu tahıl sevkiyatının başlaması savaşın ateşini düşürmedi ama benim açımdan bir ümit ışığı da yakmadı değil. Çünkü her iki ülke de harap olmuş durumda. Rus ekonomisi de ciddi sorunlar içinde. Evet, altın ve döviz rezervleri yüksek bir ekonomi. Gerçi son dört-beş ay içinde rezervleri 63 milyar dolar zayıflamış… Rus ekonomisinde yüklü sorunlar bulunuyor. Firmalarda işçi ücretlerinin ödenmesinde ciddi problemler var. İşçi alacakları birikmiş durumda. Orada da -bizde olduğu gibi değil ama- enflasyon ciddi bir sorun. Ayrıca resesyon var. Bu sene ekonomi yüzde ona yakın küçülecek. Elbette bunların yarattığı huzursuzluklar var. Batı tarafından çok ciddi bir ambargo uygulanıyor.
"Tüm ambargo delinmeleri Türkiye üzerinden gerçekleşecek"
Ambargo deyince aklıma geldi, tabii bu Soçi görüşmesinde Rusya açısından en önemli husus şu: Rusya'nın ambargo nedeniyle dünyaya açılan penceresi Türkiye olduğundan dolayı tüm ambargo delinmeleri Türkiye üzerinden gerçekleşecek. Bu nedenle bu aşk, Rusya’nın Türkiye aşkı daha da kuvvetlendi. Rus şirketleri son aylarda Türkiye'de şirket kuruyor. Türkiye ihracattan ithalata, Rusya’nın dış ticareti için transit ülke pozisyonunda. Rus’un aşka gelmesi bu nedenle. Rus aşka geliyor ama Rus’un aşkı başka… Rusya’nın buna çok ihtiyacı var, gerçekten çok ciddi önemi var.
Bir Rus gazetecisi; “Putin gözünde Erdoğan çok büyüdü, daha da kahramanlaştı, Putin daha da önemser hale geldi” diyor. O Rus gazetecisi aynı zamanda şuna dikkat çekmiş -bizde yok bu değerlendirme, Rus basınında çıktı-, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın hareketlerinin çok ağırlaştığı fark edilmiş ve Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin son dönem liderlerinden Brejnev'le benzerlik kurulmuş. Benzer bir ağırlaşmaya dikkat çekmişler.
Sonuçta Türkiye, Rusya'nın bu savaş nedeniyle ortaya çıkan pozisyonundan, ambargodan, ambargonun delinmesine ilişkin stratejik konumundan çok iyi yararlanabilecek bir ülke. Peki, Erdoğan'ın Putin’le Soçi’de görüşmesi, Erdoğan'ın önümüzdeki dönemde ülke içinde yaşadığı kayıpları durdurabilir mi, güç katabilir mi? Sorularımızdan birinin bu olması lazım. Muhtemel olumlu gelişmelerin içeriye tahvil edilmesi mümkün mü?
Bu otokratik liderler iki şey yapıyor: Ellerinde bulundurdukları medyayla milliyetçilik ve savaş üzerinden konumlarını koruyor ve kuvvetlendirmeye çalışıyor. Bana kalırsa Soçi görüşmesi, Erdoğan'ın istediği sonuçları elde etmesine pek imkân veren bir görüşme değil.
Ama özellikle Türkiye ve bölge ülkeleri bekliyor. Geçen hafta da değindiğim gibi, Ukrayna'da devam eden savaşın büyük yıkımının ardından enkazın kaldırılması gerekecek, muazzam müteahhitlik işleri olacak… Ve bu müteahhitlik hizmetlerinden Türkiye yararlanacak. Türkiye’de rejimin başındaki unsurlar ve etrafındaki havuz sistemi elbette bundan yararlanmayı umuyor. Batı dünyası da aynı şekilde… Türkiye’nin barışa ilişkin süreçlerde aktif olmasının sebebi belli, çünkü bundan yararlanacağını umuyor. Tahıl koridoru üzerinden savaşın bitimini sağlayıp sağlamayacağına dair Erdoğan'a sorular yöneltilmiş, o da umutlu…
Şimdi aklıma geldi; tahıl gemisi durduruluyor, içinde silah var mı diye bakılıyor. Ama sonuçta savaş nükleer alanlarda cereyan ediyor; tonlarca bomba, füze atılıyor, havaya karışıyor. Bu ürünlerde nükleer bir serpinti var mı? Acaba bu şekilde gemiler kontrole tâbi tutuluyor mu?
ÖM: Radyasyon açısından mı?
AB: Radyasyon açısından. Savaşın ortasında hasat yapılıyor, silolar orada… Radyasyon ölçümü yapılıyor mu? Her iki ülkenin de -dediğim gibi- Batı'yla ciddi sorunları var, ambargoya tâbiler. Türkiye’nin de S400’lerden dolayı kısmi ambargosu var.
Bu arada çok ilginç bir şey okudum, Rus basınında gördüm; her iki ülke lideri dört saat boyunca görüşürken, o görüşme esnasında Çeçen Lider Kadirov da çağrılmak üzere dışarıda bekliyormuş. Ama ona ihtiyaç duymamışlar.
"Tahılda ve enerjide bağımlılık içimizdeki Rusya'yı çok kuvvetlendiriyor"
İki ülkenin ekonomilerinde yaşanan sorunlar iki lideri de gittikçe zor duruma sokuyor, özellikle Erdoğan’ı. Erdoğan dış destekle, dış kredibilite kazanarak ya da Rusya'dan destek alarak iktidarını koruyabilir mi? Önümüz kış ısınma-gaz sorunları, beslenme, tahıl sorunları malum… Türkiye enflasyonda dünya sıralamasında lider ülkelerden bir tanesi. Tahılda ve enerjide Rusya'ya bağımlılığımız var. Bu bağımlılık zaten içimizdeki Rusya'yı çok kuvvetlendiriyor, Rusya nüfuz alanını sürekli genişletiyor.
Bir programımızda, 2017’de ve takiben S400'lerin alımı sırasında Rus savunma sanayisinin durumuna bakmışız. Rus savunma sanayisinin borç batağında olduğunu görmüşüz. Bahsettiğim konu/haber Türkiye S400 alırken yayınlandı. Rus savunma sanayisi bu savaşa girmeden önceki yıllarda üç yüz milyar dolarlık borç içindeymiş. Ve yaklaşık otuz milyar doların da ödemesi sıkışmış. Başbakan Yardımcısı Borisov -savunma sanayisinin sorumlularından- Putin'den rica ediyor -bu olay 2019’da gerçekleşiyor-, diyor ki, “Şu borcu siler misiniz? Yoksa batmak üzereyiz” diyor.
Savaş, envanterde bulunan silahların kullanılması anlamına geliyor. Sistem nasıl işliyor bilmiyorum ama Rus savunma sanayisi devlete satıyor, devlet de kullanıyor… Bu mekanizmayı tam bilemiyorum… Mülkiyet ilişkileri çok farklı; iç içe geçmiş ikili mülkiyet ilişkileri var.
Evet, petrol ve doğalgaz fiyatlarının artması Rusya'yı rahatlatıyor, ama -hem savaş hem iktisadi daralma anlamında- resesyonla birlikte sorun büyüyor. Rusya'da tüketici güven endeksi inanılmaz düşmüş durumda. Rusya ekonomisi, Türkiye ekonomisine göre çok çok daha iyi, ama gerçekten çok ciddi sorunlar yaşıyor. Yaptırımlar nedeniyle, Rusya’nın uluslararası ödeme sistemlerinden çıkarılması sonucunda ülke temerrütte de düştü. Bu nedenle yüz milyon dolarlık borcunu ödeyemedi. Bolşevik Devrimi'nden bu yana gerçekleşen ilk temerrütmüş… Rus ekonomisi de parlak bir durumda değil.
Parlak bir ekonomiye sahip olmayan iki otokratik liderin bir araya geldiği Soçi Toplantısı’nda edilgen ülkenin Türkiye olduğunun, belirleyici ülkenin Rusya olduğunun altını çizelim. İsterseniz bu konuda bahsi kapatalım.
ÖM: Ramazan Kadirov da kapıda beklemiş öyle mi?
AB: Evet, evet. Anlaşılan gel deyince geliyor, git deyince gidiyor… Müslüman lider Kadirov çağrılmak üzere beklemiş. Rus basını Sayın Erdoğan'ı hareketlerindeki yavaşlıklar nedeniyle Brejnev’e benzetmiş. Bunlar bizim basında dikkat çeken hususlar değil, çünkü oralara bizden iliştirilmiş basın gidiyor.
Ben özellikle Akkuyu'ya takıldım, gerçekten trajikomik. “Gideceğim, şantiyeye bakacağım; önce Abdülhamit gemisini Mavi Vatan'a yolcu edeceğiz, sondaja gidecek, sonrasında heyetimle şantiyeye bakacağım, sonra da Putin'i arayacağım, karar vereceğiz.” Bakar mısınız?! Şimdi bu durumda bir ülkeyiz vesselam... “Shanghay İşbirliği Örgütü toplantısına katılacağız, keşke bizi de alsalar” diyoruz. Tüm bunlar ne kadar kötü ve zor durumda olduğumuzu gösteriyor. Ve geçen hafta söylediğim gibi, içimizdeki Rusya, içimizdeki Batı’dan daha güçlü. Hep aklıma geliyor, Dışişleri eski Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil'in 12 Mart'a ilişkin İsmail Cem’e verdiği röportaj vardı, 1971 Muhtırasından birkaç yıl sonra yapılan bir röportajdı. Ne diyordu orada? “Aziz'im” diyor İhsan Sabri Bey, “CIA, Amerika o kadar altımızı oymuş ki, hiçbir şeyin farkına varamadık. İçimizdeki Amerika çok güçlü.” demişti. Hatırladığım, İsmail Cem de bu görüşmeyi kitabının içine koymuştu. İçimizdeki Rusya da çok çok güçlü, bunun altını çizelim.
“Çözüm meselesi Soçi'den değil, İmralı'dan geçiyor”
ÖM: Bir de isterseniz Halkların Demokratik Partisi toplantıları yapıldı, biraz bundan bahsedelim. Diyarbakır’da vardı, Kartal'da da mitingler yapıldı. Nasıl değerlendiriyorsunuz?
AB: Selahattin Demirtaş'ın savaş konusundaki yazısı Medyascope’ta yayımlandı. O yazıyı bir yana koyun; bir de Diyarbakır mitingindeki açıklamayı, ikisini yan yana koyun, ikisini karşılaştırarak bakın.
Benim, “Çözüm meselesi Soçi'den değil, İmralı'dan geçiyor” cümlesine itirazım var. Savaşa karşı olan tüm katkılarını, İstanbul ve Diyarbakır'da yapılan iki önemli mitingi hepimiz canı gönülden destekliyoruz ve yanındayız. Ancak, Kürt sorununun çözümünde sivil siyasetin adres olması gerektiğini, artık Öcalan'ın aşılması gerektiğini vurgulamak istiyorum. Dolayısıyla, “Soçi'ye değil İmralı'ya bakın” demekle, altı milyon oy almış partiyi değil de, yirmi üç senedir hapiste ve tecritte olan PKK liderini referans göstermek doğru değil… Kürt siyasetinin Öcalan’ı aşması gerekiyor.
Bunlar bana hep Mandela'yı hatırlatıyor. Mandela, ondan akıl almaya gelen yandaşlarına ne demişti? “Yıllardır içerideyim, izoleyim, tecritteyim; benim siyaseti analiz etme kabiliyetim içeride olman nedeniyle çok zor. Siyasetin belirleyicisi olan sizlersiniz.” demişti. Mandela’nın bu sözlerini mealen söylüyorum.
Halkların Demokratik Partisi'ndeki yaklaşım, “Soçi’ye değil İmralı'ya bakın” olmamalı. Olmadı, hayır… Evet, Soçi'ye bakmayın ama altı milyon kişinin oy verdiği Halkların Demokratik Partisi'nin canlı gücüne bakın, bu partinin rotasına bakın. Sonuçta, bu işin mecliste çözüleceği, sivil siyaset içinde, demokrasi içinde çözüleceği kanısının hakim olduğu bir parti burası. Sembolik olarak Öcalan'ı referans göstermek doğru değil… Türkiye partisi olma yolunda ilerleyen ve oylarını yüzde yirmilere yükseltmek isteyen bir parti ne İmralı'yı ne Kandil'i kendisine referans göstermek durumundadır.
ÖM: Diyarbakır’daki mitingde “Çözüm bizde” diye verilmiş zaten: “Çözüm bizde, savaşa ve sömürüye hayır” çağrısı yapılmış.
AB: Son söz o ama, “Soçi’ye değil İmralı'ya bakın”, “İmralı sorunu bir haftada bitirir” dedi. Şimdi böyle bir durumda İmralı'yı referans vermek doğru değil. Bu değerlendirmeye şerhimi koyayım. İzleyicilerin iki yazıyı yan yana koyarak bakmalarını isterim. Dünyaya bakın; her taraf yanıyor, küresel bir savaşın eşiğinde bulunuyoruz, savaşlar her yerde devam ediyor. Bu nedenle, barışı önerirken, savaşa karşı çıkarken referans noktalarımızı da iyi belirlemeliyiz. Halkların Demokratik Partisi üzerinde PKK’nın etkisi elbette var, aynı etnik kökenden doğan sivil, siyasi ve silahlı yapılanmalar. Halkların Demokratik Partisi'nin sivil siyasette aldığı mesafe çok önemli. Bunu çok ciddi önemsemek lazım. Ve dolayısıyla referans verirken dikkatli olmak lazım.
ÖM: Evet, yani Selahattin Demirtaş'ın yazılarında da altını önemle çizdiği, Türkiye'den de birçok yazar, gazeteci, düşünür ve siyasetçinin katıldığı, imzalarıyla da belirttiği önemli bir mesajdı.
AB: Muradım kişileri çatıştırmak değil ama dikkat etmek lazım. Yıllar öncesinden aklımda kalan Behice Boran’ın bir lafı vardı, şimdi aklıma geldi: "Bıçağın üstünde yürüyeceksin, ne dengeni bozacaksın ne ayağını keseceksin.” Siyasette böyle bir dönemdeyiz. Özellikle ittifak siyasetinde, özellikle otokrasilerde muhalif siyaset yapmak çok incelikli bir iş. Ciddi birikim ve tecrübe istiyor. Onun için bunlara dikkat etmek gerekiyor.
Bitirelim isterseniz.
ÖM: Evet, çok teşekkür ederiz.
AB: Gönül isterdi ki Erdoğan-Putin görüşmesinin ilk maddesi şöyle yansısın: “İki lider iklim yıkımını görüştü”, ikinci konu olarak “Covid genişlemesi gündeme geldi”… Ama mümkün değil!
ÖM: Aynen öyle. Çok teşekkür ediyoruz Ali bey.
AB: Hoşça kalın, iyi yayınlar.
ÖÖ: Görüşmek üzere.