"Hukukçuların, müzisyenlerin mücadelesinde ölüme yatması örneğine Türkiye dışında rastlamıyoruz"

Ekonomi Politik
-
Aa
+
a
a
a

Açık Gazete’nin köşelerinden Ekonomi Politik’te Ali Bilge gündeme yönelik yorumlarını paylaştı.

(18 Mayıs 2020 tarihinde Açık Radyo’da Ekonomi Politik programında yayınlanmıştır.)

Ömer Madra: Günaydın Ali Bey.

Ali Bilge: Günaydın Ömer Bey, günaydın Özdeş, günaydın Feryal.

Özdeş Özbay: Günaydın.

ÖM: Nasıl durum?

AB: Yine müthiş bir Pazartesi’deyiz. Hiçbir zaman durum iyi diyemiyoruz, sadece son 1 ayda gündeme düşen konulara baktığımda durum hiç parlak değil, hiç parlak olmayan durumları sürekli hatırlatmak durumunda kalıyoruz. Özetleyelim; Diyanet İşleri Başkanı (DİB)’nın Cuma hutbesi sonrasında gösterilen tepkiler, ardından darbe iddiaları, Sevda Noyan isimli kişinin bir TV programında iktidara muhalif kesimlere yönelik ölüm listeleri hazırladıklarını beyan eden açıklamaları, ardından Fatih Tezcan adlı bir kişinin “Reis’e dokunursanız hepinizi öldürürüz!” diyen beyanları... Tüm bu açıklamalara iktidar kanadından sadece Cumhurbaşkanlığı danışmanı eski meclis başkanı AKP kurucusu Bülent Arınç’ın tepki geldi. Ölüm orucundaki Grup Yorum’dan ölenler için üzüntü beyanında bulunan bir hâkimin görevden alınması. 

Halen ölüm oruçları devam ediyor. Halen ölüm orucunda bulunan hukukçular var. Saptayabildiğim kadarıyla, şu anda dünyanın hiçbir yerinde, Filistin zindanlarında bulunan, açlık grevi yapan kişiler dışında, hakkını aramak üzere ölüm orucuna yatmış, hiçbir hukukçu, hiçbir müzisyen yok. Ölüm oruçları sadece Türkiye’de var. Bu da Türkiye’de durumun ne kadar vahim olduğunu gösteriyor bize. Gezegenin her yanı haksızlıklarla dolu, her yanı hak arama mücadeleleriyle dolu ama, hukukçuların müzisyenlerin hakkın aranması mücadelesinde ölüme yatması örneğine Türkiye dışında rastlamıyoruz. Ölüme yatmak ne demek? En son kerte, artık hiçbir çare bulamamak, en ufak bir ışık kırıntısı görememek demek.

Tüm bu olanlara, kamuoyunun, insanların bu kadar da kayıtsız kaldığı herhalde tek ülke Türkiye, insanlar ölüme yatıyorlar, hukukçular, müzisyenler ölüme yatıyorlar bu ülkede, müzik yapıyordu bu insanlar, konser yapmaları engellendi avukattı bu insanlar, hak ve adalet arayıcılarıdır avukatlar,  hak arama mücadelesinin en önemli insanlarıdırlar, hak arayanlar “artık bu ülkede hak aranamıyor” diyorlar ve ölüme yatıyorlar, hak arayan hukukçular ve müzisyenler ölüme yatmaktan başka çareleri olmadığını söylüyorlar.

Ülkenin durumu bu, biz geçen hafta Sevda Noyan denilen kişinin ölüm listeleriyle beyanlarını konuştuk. Buna karşı hiçbir hukuki girişim olmadı. Hiçbir savcı; elinde ölüm listeleri olduğunu, öldürülecek komşularını tespit ettiğini söyleyen bu kişiye karşı bir soruşturma işlemi başlatmadı. Grup Yorum’un ölüm orucu sonrasında vefat eden İbrahim Gökçek’in mezarına defnedilirken “onu mezardan çıkarıp yakacağız!” diyenlerde serbest. Onlar hakkında sadece şöyle bir işlem var, bakın Türkiye’de hukuk devletinin zerresinin kalmadığını gösteren bir örnek anlatmak istiyorum. Evet bu eylemlere bir tepki oldu, Kayseri Ülkü Ocakları MHP Genel Başkanı’nın talimatıyla kapatıldı. Siyasi partiler kanununa göre siyasi partilerin herhangi bir dernekle böylesi bir ilişki içinde olması yasaktır mümkün değildir. Hiç kimse bunun üstünde durmadı. Bir siyasi parti genel başkanı bir derneğin bir şubesini talimatıyla kapattı, siyasi partiler kanununa aykırı, anayasaya aykırı. Parti ile dernek arasında açık bir ilişki ortada. Emniyet ve savcılık ile değil, bir siyasi parti genel başkanının emri ile kapatılma işlemi oldu. Hukukun alanı olan bir husus, buyrukla sözde hal ediliyor.  

Danıştay başkanı için de geçerli, kendi siyasi tarafını bu kadar net belli etmiş, yerini belli etmiş bir kişi bir insan için dava açılabiliyor, hukuken itiraz yapılabiliyor. Arık bu hususlar gözden kaçabiliyor, önemsenmiyor. Çünkü O kadar çok hukuk katliamı var ki, bu hususlar ne siyasi partilerin ne de hukukçuların aklına gelmiyor. 

Danıştay başkanına hukuken itiraz edilmesi, Bahçeli’nin emri ile ocağın kapatılmasına itirazlarda bulunulması ile bir sonuç elde edilebileceğini elbette düşünmüyorum. Mesele, hukukun unutulması, arkada kalmasıdır. Normal bir zamanda siyasi partinin bir dernekte ilişkili olduğunun görülmesi, teması siyasi partiyi kapatmaya kadar götürür. Siyasi parti yasası açık, siyasi parti başkanı bir derneği kapatamaz. Bu ilişki açıkça ifade ediliyor. Ama “böyle olmaz “demek kimsenin aklına gelmiyor.  Gelelim bir başka önemli vahim konuya.

Okulların açıldığı dönemde milli eğitimin durumu üzerine bir yayın yaptık biz. Ömer Madra ile yıllardır böyle dosyalar yaparız, konuşuruz, eğitimde bunlardan biridir. Eğitim üzerine yaptığımız programda altını özellikle çizdiğimiz bir husus vardı; Diyanet İşleri Başkanlığının DİB’in -geçen haftalarda da bunun üzerinde durduk- Türkiye’nin yönetim mekanizması üzerindeki, yönetim erki üzerindeki fonksiyonlarını, ağırlığını sergiledik ve dedik ki “DİB ülkede bakanlıklardan üstün bir pozisyona ulaşmıştır, cumhurbaşkanlığı hükümeti denilen sisteminde DİB eksen bir kurumdur.”  Ayrıca milli eğitimin laik olmadığını söyledik, MEB Din İşleri Genel Müdürlüğü ile DİB arasındaki ilişkilere değindik. 

En önemlisi Cami Gençlik Kolları (CGK) diye bir teşkilat kurulduğundan söz ettik. Ülkemizde 2018 Ocak’ından itibaren teşkilatlanmaya başlayan bir cami gençlik kurumu bulunuyor. Belki de CGK’ndan en fazla haberdar eden biziz. Geçen hafta da ölüm listelerinden söz ederken ‘kristal geceler’i anımsattık dinleyicilerimize, Kristal gecenin ne olduğunu anlattık. 

Peki ne demek CGK? Sistem nasıl çalışıyor? Türkiye’de 86 bine yakın cami var, Her cami en az 10 gençle irtibat kuruyor. 1500 camide alt yapı çalışmaları başladı. İlk etapta 45 bin camide gençlik kolları kuruluyor, devam ediyor bu süreç, her caminin en az 10 gence ulaşması hedefleniyor. Türkiye’deki cami sayısı ile teşkilatın üye sayısını hesapladığımızda yaklaşık 850 bin kişilik bir kuruluş karşımıza çıkıyor. İlk etapta 450 bin kişi. Türkiye’de DİB’de 150 bin kişi çalışıyor, 20 binin üzerinde kuran kursu öğretmeni, geçici de kuran kursu ile 40 bin. 3000 vaizcisi var, 1250 müftüsü bulunuyor, 190 bin kişi çalışıyor Diyanet’te, en büyük bütçelerinden birine sahip. Bu ülkede dini eğitim veren 850’nin üzerinde okul var, 1 milyon da öğrenci bulunuyor. Bunlara tarikatları, cemaatleri dahil etmiyoruz. Neden bunları söylüyorum? CGK’nin yönetmeliği yenilendi 7 Mayıs’ta.

ÖM: Yeni yani?

AB: Evet yeni. Bunu bir incelemek lazım, bütün bu yaşananlarla açıklamalarla birlikte ele almak lazım. Ölüm listeleri hazırlanması, ölüm oruçlarına karşı alınan vaziyet, bir ölünün yakılmasına kadar varan olaylar “mezardan çıkaracağız ve yakacağız!” diyen insanlara karşı bir işlem yapılmaması ve 7 Mayıs’ta yenilenen DİB gençlik çalışmaları yönergesi. Geçen hafta boşuna söylemedik yaşananlar ‘kristal geceler’i anımsatıyor diye; işte CGK tüm bu gelişmelerin tamamlayıcısı. Dinle ilgili kurum DİB’İin camilerde gençlik kolları kurması ülkenin rejiminin ne olduğunu göstermesi açısında ibret vericidir. 

Tüm bu yaşadıklarımız, avukat Selçuk Kozağaçlı ve arkadaşlarının, Grup Yorum üyelerinin ölüm orucuna yatmaları derin bir yalnızlık içerisinde, hukuksuzluk içinde olduğumuzu gösteriyor. Yönergeye göre CGK, gençlik kampları açabiliyor, kampların nerelere varacağını hepimiz çok iyi biliyoruz, dünya deneyimlerinden biliyoruz, ülkemizin deneyimlerinden biliyoruz. Ben, kendi kuşağımda şahit olduğumuz komando kamplarını bilirim. Bunları kontrgerilla kurmuştu, seferberlik tetkik dairesi kurmuştu, CIA kaynaklıydılar, ülkede milliyetçiliği teşvik eden ve komünizme karşı silahlı paramiliter kuruluşlardı. Şimdi de benzer yapılar oluşuyor, İslami dindar gençlik yetiştirme projesi ile rejimin korunması isteniyor. Ülkede adalet mekanizması idarenin emrinde elinde ölüm listesi olan kişilere “ailecek 50 kişiyi götürürüz!” diyene sadece Bülent Arınç dışında itiraz eden olmadı, ülkede bir tane savcı dava açamıyor ve CGK yönergesi yenileniyor. 

 

ÖM: Evet şunu da eklemek gerekebilir, bugün sizin de işaret ettiğiniz bir şey, Fikret İlkiz T24’te “avukat olarak benim elimden şimdiki zamanda yazmak geliyordu yazabildiğim kadar ama bir kıymet-i harbiyesi yok” demiş. “Bazen yazılara son verirseniz zordur ama yapabilirsiniz” diyor ve artık yazmayacağını söylüyor. “Ben yazmıştım diye yazanlara ve ben demiştim diyenlere çok kızardım, iri iri laflar etmemek lazımmış meğer, yeri geldiğinde ben yazmıştım demek gerekiyormuş bazen. Zorunda kalmadan diyorum ki ben yazmıştım diyerek sağ olsunlar Bianet ve T24’ün yer verdiği iki yazımdan alıntıları yeniden yazayım” diye bitiriyor “ama avukat arkadaşım ölüm orucuna yatmış durumda, meslektaşlarım hakkında çok yazı yazdım ama artık meslektaşlarımın durumunu anlatmaya çalıştığım yazılarıma son veriyorum. Ne yazdığımı ne yaptığımı çok iyi biliyorum” diyor Fikret İlkiz, deneyimli bir avukat, yazar, hukukçu “düşündüğüm yaşamak için yazdım, inandırıcı gelmeyebilir, eleştirebilirsiniz eyvallah ama yazmayacağım artık” diye iki eski tarihli 25 Nisan 2020’de ‘Ölüm orucuna yaşamaya giden yolda adalet istemek’ ve 11 Mayıs 2020’de ‘Hapisteki avukatlar daha ne anlatsın şimdi?’ başlıklı yazılarına ‘Türküler zarar vermez’ şeklindeki yazılarına yer vererek bitirmiş. Bir de şunu da ilave etmek gerekebilir belki “linç kampanyası yürütenler hakkında bugüne kadar herhangi bir adli işlem yapılmaması” diyor sizin de belirttiğiniz gibi “olabilecekler için tedbir alınmaması her bir yurttaş için korkutucudur” şeklinde bir yoruma 11 hukuk örgütü bir bildiri yayınlamış, daha doğrusu açıklama yapmışlar, Yargıçlar Sendikası Başkanı hakim Ayşe Sarısu Pehlivan ve Demokrat Yargı Derneği eş başkanı hakim Orhan Gazi Ertekin’in Grup Yorum üyesi İbrahim Gökçek’in ölümüne dair yaptıkları paylaşımlar nedeniyle Hakimler ve Savcılar Kurulu tarafından haklarında soruşturma başlatılmasına ilişkin açıklama yapmışlar Adalet İçin Hukukçular, Avukat Hareketi, Avukatlar Sendikası, Çağdaş Avukatlar Grubu, Çağdaş Hukukçular Derneği, Demokrasi İçin Hukukçular, Karşıyaka Hukukçular Derneği, Kartal Hukukçular Derneği, Katılımcı Avukatlar, Özgürlükçü Demokrat Avukatlar Grubu, Özgürlük İçin Hukukçular Derneği tarafından ortak açıklamada masumiyet karinesine aykırı olduğu, AİHS’nin ihlali olduğunu da söylüyorlar. Böyle bir açıklama da var.

AB: Her türlü muhalefeti susturmak, bertaraf etmek için çok tehlikeli alanlar yaratıldı, yapılar kuruldu, troller diye ünlenen yapılanmalar var ülkede. İktidarın emrinde çalışıyorlar, ak troller var, pelikanlar var, bunların yayınlarından bizar olmuş AKP’liler var, ‘ak tosunlar’ var, dini vakıflar var, tarikatların kadroları var, Halk Özel Harekat’lar var, ne demek ‘Halk Özel Harekat’? Dini dernekler var, Cami Gençlik Kolları var, böylesi güçlerle teçhiz edilmek ne demek? Medyanın %99’u elinizde. 

Alt mahkemeler üst mahkemelerinin kararlarını uygulamıyor ülkede, uluslararası sözleşmelerde imza attığınız AİHM kararları uygulanmıyor, anayasa mahkemesi kararları uygulanmıyor. Bir infaz düzenlemesi oluyor, infaz düzenlemesini pandemi nedeniyle yapılıyor ve siz, pandemi nedeniyle insanları dışarı çıkarma düzenlemesi yapıyorsunuz, 90 bin gerçek suçluyu çıkarıyorsunuz, tutuklanmaması gereken, hükümlü olmaması gereken siyasi fikirleri nedeniyle bulunan insanları infaz düzenlemesine dahil etmiyorsunuz, ölüme mahkûm ediyorsunuz. Şu anda ceza evlerinde pandemi nedeniyle ölüme mahkûm edilen insanlar var. Bunların akıbeti hakkında ne kadar bilgi sahibiyiz? Bunların akıbeti hakkında, her akşam Twitter’da ya da ekrana çıkan Sağlık Bakanı herhangi bir açıklama yapıyor mu? Adalet Bakanı ve Sağlık Bakanı ceza evlerine ilişkin bir açıklamada bulunuyor mu? Durum budur. 

ÖM: Evet, belki şunu da eklemek gerekebilir buna, Türkiye’nin bölgenin de belki en önemli sorunlarından bir tanesi, Türkiye’de çok yüksek hapishanede bulunan mahpus ve mahkûm sayısı, bu konuda hiçbir açıklama yok. Dediğiniz gibi ne Sağlık Bakanı’ndan ve Bakanlığı’ndan ne de Adalet Bakanı’ndan onun konusu olması gerekirken bir açıklama gelmiyor. Fakat öte yandan “ceza evinde özel bir korku daha var, ceza evindeki çocukların durumu, bu korona sürecinde nasıl etkilendikleri, yani suya sabuna ulaşıp ulaşamadıkları bir yana psikolojik durumda, yeryüzünde neler olup bittiğini, nelere dikkat etmeleri gerektiğini anlatsınlar. Mesela 3 kişilik bir heyet ceza evlerine gitsin” diyor Ceza İnfaz Sisteminde Sivil Toplum Derneği’nin kurucusu Zafer Kıraç bir açıklama yapmış Deutsche Welle’nin haberi bu. Adalet Bakanlığı’na da bir çağrıda bulunmuş çok mu zor? Evinin balkonunda çektiği videoyu sosyal medyada paylaşarak ceza evindeki çocukların durumuna dikkat çekmeye çalışmış ve Adalet Bakanlığı’na da yazılı olarak talep iletmiş. Bir cevap verilmemiş ama “konunun takipçisi olacağım” diyor. Yani “çocuk içeride iken nasıl şikâyet edebilir, neyi şikâyet edebilir? Birbirlerini virüsle korkutuyorlar, şakalar yapıyorlar, virüs bir şiddet aracına dönüştü. Personel de çocuklara ‘bak o koğuşta virüs var, kızdırma beni, atarım oraya!’ diye tehdit ettikleri anlatılıyor. Ne kadar doğru bilemiyoruz ama içeride bu sürecin daha ağır bir travma oluşturduğu kesin” demiş. “Rehabilite etmiyoruz, suça sürüklüyoruz” diyorlar. Bir o var, bir de mevsimlik işçiler bambaşka bir tehlike altında ve ne Tarım Bakanı ne de ekonomiden sorumlu bakanlar bu konuda herhangi bir açıklama yapmıyorlar. Biraz önce sözünü ettiğiniz alt mahkemeler üst mahkemeleri kesinlikle dinlemiyorlar. Mesela Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi (AKPM) 10 Aralık’ta tutuklu iş insanı ve insan hakları aktivisti Osman Kavala için özgürlük kararına Türkiye’nin yaptığı itirazı AİHM reddetti. AKPM de bu kararı değerlendirip acilen tahliyeye çağırdı Türkiye’yi AİHM kararına uyması için. Avrupa Konseyi Türkiye gözlemcileri Thomas Hammarberg ve John Howell ile Avrupa Konseyi üye ülkeleri insan hakları savunucuları temsilcisi Alexandra Louis AİHM’in Türkiye kararına yaptığı reddi değerlendirmişler ve “Kavala’yı tahliye ederek Türk yetkililer hukuki ve insani yükümlülüklerini yerine getirmiş olacak, dahası Türkiye sivil toplumuna uzun zamandır beklenen doğru mesajı göndermiş olacak” diyorlar ve Rıza Türmen de 16 Mayıs tarihli T24’deki yazısında “AİHM kararı kesinleştikten sonra daha önceki çok istisnai kararında Azerbaycan Ilgar Mamadov davasında bu yönteme başvurdu, Azerbaycan’ın uzun bir süre Mamadov’u tahliye etmeyerek AİHM kararına uygulamaması üzerine bakanlar komitesi sorunu AİHM’e gönderdi, AİHM davayı görüşürken Mamadov tahliye edildi. Ancak AİHM sözleşmenin 46.maddesinin ihlal edildiğini ve Mamadov’un tutuklanma ve hükümlülüğünün bütün sonuçlarıyla ortadan kaldırılmasına karar verdi. Kavala’yı serbest bırakmamak için yeni bir suç icat edilmesi, keyfilik ve hukuksuzluğun somut bir örneği, aynı zamanda kötü niyet. Aynı kötü niyetliliği Demirtaş davasında da görüyoruz, bu davalar Türkiye’de yargının hukuk devletinin durumunu gösteren simgelere dönüştü. Bu kararlar Avrupa Konseyi’nden çok ciddi, bu önlemler giderek baskıyı arttırır, kararı uygulamayan devletin oy hakkının askıya alınmasına ve son çare olarak Avrupa Konseyi üyeliğinden çıkarılmasına kadar gidebilir” demiş eski AİHM yargıcı Rıza Türmen “Osman Kavala neden tutuklu?” başlıklı yazısında 16 Mayıs’ta “Avrupa Konseyi’nin en eski üyelerinden biri Türkiye, durumu tehlikeli olur, yani Osman Kavala’nın serbest bırakılması Türkiye’de hukuk devletinin kırıntılarının hâlâ mevcut olduğunu gösterecek. Bunun tersi yani kararın uygulanması konusunda Avrupa Konseyi bakanlar komitesiyle bir çatışmaya girilmesi Türkiye’nin ne denli bir hukuk devleti olduğu gerçeğini bir kez daha bütün dünyanın gözleri önüne serecek” diye bitirmiş. Demin Pelikancılar’dan bahsettiniz, Fenerbahçe Başkanı ve Türkiye’nin en büyük iş şirketler grubunun başkanı olan, aynı zamanda Türkiye’nin en büyük kulübü de sayılan Fenerbahçe’nin de Başkanı Ali Koç çok acayip bir açıklama yapmış bana sorarsanız. Fenerbahçe yönetiminin Pelikancı yapı tarafından hedef alındığını söylemiş “ya biz ortama uyacağız ya da ortama uyacak Fenerbahçe başkanlığını yapacak birilerini bulacak. Pelikancı yapı denen bir şey var, onları bile hedefi haline gelebiliyorsak demek ki sistemsel bir sıkıntı var” demiş. Hasan Cemal şunu yazmıştı sizin söylediklerinize son bir ilavede bulunayım izninizle. “Başıma eğer bir şey gelirse bunun sorumlusu devlettir” diyen bir gazeteci’ başlıklı yazısında 16 Mayıs T24’te Hasan Cemal “paramiliter örgütlenmeler, kravatlı IŞİD’liler ve kristal gece” diye alt başlığında. Nevşin Mengü ile Halk TV’den Özlem Gürses’in kendisiyle yaptığı mülakatı ve organize tehdit çetelerinin sosyal medyada iktidar eliyle örgütlendiğini söylüyor. ‘Tecavüz çağrıcıları’ diye nitelendiriyor. Özlem Gürses de “200 binin üzerinde silah kayıp” diyor. Nevşin Mengü de paramiliter örgütlenmelerden bahsediyor. Nevşin bir de vurguda bulunuyor “IŞİD zihniyeti, yani kravatlı IŞİD’liler de var” diyor, “bir Prof. Dr. Ünvanı olan kravatlı bir zatın Akit televizyonunda konuşup bir kadın vücudunun en güzel olduğu çağ 12-17 yaş arasıymış, bu yaşlarda eş edinmeliymiş” diyor. Bunlardan bahsediyor, yani “organize medya çeteleri, paramiliter örgütlenmeler, iktidar tarafında esmekte olan kayıtsızlık ya da ‘bizim çocuklar’ havası. Sonra da Youtube’a girdim, ‘kristal nacht’ yazdım ve 9-10 Kasım 1938’de Hitler Almanya’sında Nazilerin 2 gün boyunca Yahudilere yaptığı insanlık dışı zulmü, korkunç saldırıları içim acıyarak seyrettim. Arkasından 6-7 Eylül yazdım Youtube’a ve 1955’in o rezil İstanbul pogromunda özellikle Rum vatandaşlarımıza devlet eliyle 2 gün boyunca yaşatılan büyük acıları izledim. Sonra da düşündüm. Tarihten çıkan tek ders acaba tarihten hiç ders çıkmaması mı?” diye sormuş.

AB: Hasan Cemal söylüyor bunu değil mi?

ÖÖ: Bu dersleri çıkarırken sanki özellikle hep Nazi benzetmesine benim itirazım var, 38 Nazilerin henüz yükselişte olduğu bir dönem olduğunu, AKP’nin ise uzun zamandan beri düşüşte olan, yani kendi tabanının dağılmakta olduğu gerçeğini unutmayalım. Bu paramiliter meselesi de ve özellikle medyadaki bu işte elinde ölüm listesi olduğunu söyleyen aparatçıkların açıklamalarını fazla ciddiye aldığımızı düşünüyorum. Noyan ve diğerlerinin eline silah alıp hiçbir yerde hiçbir iktidarı savunacak durumda olduğunu düşünmüyorum ama Kayseri Ülkü Ocakları’nda olan ve hatta ardından bir video yayınlandı, eli silahlı asker kıyafetli insanlar gizli ordulardan söz etti. Yani Kayseri Ülkü Ocağı’nın başkanının bağlı bir grup olduklarından bahsetmişti. Bu ciddiye alınmalı, bu gerçekten bir paramiliter örgütlenme, yoksa televizyonlarda o kravatlı, vs. insanların aparatçık olduğunu ve ilk fırsatta zaten yeni bir iktidar kurulur kurulmaz oraya da yanaşacaklarını düşündüğümü söylemeliyim.

ÖM: Evet ama tabii 200 binin üzerinde kayıp silahtan da bahsediliyordu doğrusu. Yani onların da

AB: Bu ülke tarihinin boğazlama ve katliam listesi çok yüksek. Biz bir futbol maçında, Sivas-Kayseri maçında 60’larda 100’ün üzerinde insan öldürdük. 70’lerdeki yekûn 5500, bir iç savaş yaşandı. Ülkede 1984 sonrası çıkan savaşta Öcalan bir rakam veriyor devlet bir rakam veriyor ama 50 bin insan öldürüldü. Biz bu rakamları çok kolaylıyoruz, 50 bin insan kaç kilometre eder yan yana dizsen? Onun için burası ‘kan gölü cumhuriyeti’dir Özdeşçiğim. Bu nedenle çok dikkat etmek lazım, tüm bu yapılanmaları iyi incelemek lazım, nasıl bir kuvvetler yetiştirilmeye çalışıldığını anlamak ve tetikte olmak lazım, adam açık açık söyledi “dindar nesiller yetiştireceğiz!” dedi. Bunu ülkenin 1 numarası söylüyor. Dolayısıyla bizim uyarmamız ve dikkatli olmamız gerekiyor. 

ÖÖ: Bunu yapamadığı için söyledi ama.

AB: Evet düzeni analiz ederken baktığımız bir ambar var, bu ambar Nazizm ve faşizm, o ambardan esinleniyoruz elbette, otoriter 21.yüzyıl rejimlerini incelerken, Demokrasinin ‘D’sinden söz edemiyoruz, bir hâkim ölen bir insan için bir taziye yazamıyor bu ülkede, yazdığında da bu hallere düşülüyor. Dolayısıyla bizim salı günleri yarın yayın yapacak arkadaşımız Ahmet İnsel’in çevirdiği bir kitap vardır, “Faşizm ve Diktatörlük” isimli. 

ÖM: Ama yapamayacak çünkü yarın bayram tatilinde Açık Gazete.

AB: 2 haftadır buna işaret ediyor Özdeş, analizi doğru oturtalım demek istiyor. Doğru oturtmaya çalışıyoruz, hep birlikte de doğru oturtacağız. Bu rejimin adına ne diyebiliriz biz? İnkıtaları oynuyoruz, bakın Fikret Bey “çekiliyorum” diyor, geçen hafta ben ‘kristal geceler’i anlattım. Hasan bey de buna işaret etmiş.

Şimdi Erdoğan’ın yanında bulunan bir yazar vardır, Alev Alatlı Eski zamanlarda ortak görüşler taşıdığımız bir yazardı. Şimdi iktidar tarafına geçti. Alev Hanım ANAP dönemindeydi sanırım, “okey Musti, Türkiye tamamdır” diye bir kitap yazmıştı, 3lemeydi kitaplar yanılmıyorsam. 

Küçücük adacıklar içinde kaldığımızı, özgürlük adacığını görmemiz gerekiyor, vahim bir durum içindeyiz. Hep ölümlerle karşı karşıya kalıyoruz. Hem pandemi hem ekonomik nedenlerden ötürü dipte bir ülkeyiz. Bugün Türkiye swap piyasalarının dilencisi, o hale gelmiş, Temmuz, Ağustos ve Eylül’de ne olacağımızı bilemiyoruz. Dolayısıyla, şöyleydi böyleydi diye uğraşmayalım fazla, İstanbul’un surları düşerken, meleklerin kanatları ile uğraşmayalım, bu rejim bizi bu hale getirdi. Sen yoktun, Can bilir, Ömer Madra bilir, programlarda çeşitli anayasaları inceledik, hukukçu değilim ama rejimi değiştiren o anayasa taslağını gördükten sonra bakma ihtiyacını hissettim Azarbeycan, Kazakistan, Tacikistan, o serinin anayasalarını inceledim. Burada da yayın yaptık, inan ki şu anda Türkiye o serinin en saçması bir rejimle yönetiliyor, Azarbeycan anayasasında anadilde eğitim var, daha laik, Cami Gençlik Kolları yok orada. 

Dolayısıyla elbette 1920’ların, 30’ların şartları farklı, 21.yüzyıl faşizminden söz ediyoruz, adına otoriter rejim deniyor bunun. Elbette başvuru kaynağımız tarihin deneyimleri, bu ambar Faşizmin ambarı, biz de günümüzde olan bitene bakarken o ambara ister istemez bakmak durumundayız. 

ÖM: Süreyi birazcık aştık zaten Ali Bey, çok teşekkürler.

ÖÖ: Belki haftaya devam ederiz o zaman tartışmaya Ali Bey.

AB: Tabii tabii devam ederiz ama seni anlıyorum müdahalelerini iki haftadır, elbette oturtmak durumundayız ama burada rejim nitelikleri üzerinde tez yazmıyoruz, gazetecilik yapıyoruz ve gerçekten ümüğümüze çökülmüş bir durumda yaşıyoruz, boğazımıza çökülmüş bir durumda yaşıyoruz. Çok sınırlı bir hamle ve konuşma alanımız kaldı, bak Fikret Bey bile “çekiliyorum” diyorsa, son noktadır. Hoşça kalın!

ÖÖ: Görüşmek üzere.

ÖM: Hoşça kalın.