'Ekonomi Politik': Borçlanma Dairesinin Kuruluşu ve 'İmdadiye' Zamanı'nda 'Güçlü Mali Tablolar'

Ekonomi Politik
-
Aa
+
a
a
a

Açık Gazete'nin Ekonomi Politik köşesinde Ali Bilge'yle Borçlanma Genel Müdürlüğü'nün kuruluşu bağlamında, Volkswagen'in Manisa'da kurulması planlanan yeni tesisini ve içinde bulunduğumuz 'imdadiye' koşullarını konuşuyoruz.

Fotoğraf: Manisa Haber

(16 Eylül 2019 tarihinde Açık Radyo’da Ekonomi Politik programında yayınlanmıştır.)


 

Ömer Madra: Günaydın Ali bey.


 

Ali Bilge: Günaydın Ömer bey, günaydın Can, günaydın Selahattin, iyi yayınlar


 

Can Tonbil: Günaydın Ali bey, iyi yayınlar.


 

ÖM: Neyle başlayalım Ali bey?


 

AB: Hafta sonuna doğru Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak’ın bir makalesi yayınlandı Euronews’ta.


 

ÖM: Euronews’ta?


 

AB: Evet. Onu inceleyelim biraz. Böyle bir geçiş yapalım.


 

ÖM: Tabii ekonomik durumumuzu anlatsın.


 

AB: Evet, bu makalenin yayınlanmasından bir gün önce de Hazine ve Maliye Bakanlığı bünyesinde Borçlanma Genel Müdürlüğü kuruldu, iki konuyu birden harmanlayalım. Bakanın bu yazısı, ekonomide olan bitenin tam tersi bir ivmeyle yazılmış bir yazı. Yani memlekette ekonomide her şeyin güllük gülistanlık olduğunu anlıyoruz! Dünyanın içinde bulunduğu ekonomik problemler ve Türkiye’nin debelendiği ekonomik problemler görmezden geliniyor. Böyle olunca da yığınla birikmiş sorunların üstesinden gelebilecek bir performans da görülemiyor. Bakan, Türkiye’nin içinde bulunduğu ortamda özellikle borçlanmada gelinen vaziyeti görmezden geliyor, ülkenin iç ve dış borçları içinde, kamu ve özel kesimin borç pozisyonunun ne kadar vahim durumda olduğunu görmüyor. Bakan görmüyor ama biz biraz ülkemizin borç durumuna bakalım. Ülkenin kümülatif olarak borçları ne durumda?

Bir kere şunun altını çizelim, ekonomide bir büyüme performansı yok, üçüncü çeyrek büyüme rakamları da geldiğinde dört çeyrek üst üste küçülen bir ekonomide yaşıyor olacağız, sıfırın üzerinde bir büyümenin çıkmayacağını tahmin ediyor uzmanlar bu yıl için. Ancak ülkemizin iktisadi büyüme performansı olmamasına karşın borçları artıyor. Türkiye iktisadi büyümesinin en büyük dinamiği borçladır , borçla büyüyen bir ekonomi, özellikle dış borçlarla büyüyen bir ekonomi. Peki ekonomi büyümüyor da borçlar neden artıyor, incelediğimizde özel sektörün kur artışından, kur farkından gelen problemleri olduğunu görüyoruz. Özel kesimde artışın önemli nedeni bu. Ancak kamunun geçtiğimiz dönemde önemli ölçüde borçlanma yaptığını görüyoruz. Kantarın topuzu kaçmış. AKP hükümetlerinin kendileriyle en önemli övündüğü husus, kamu maliye dengesi, bütçe dengesi üzerineydi. Son dönemde kamuya ağırlık veren bir ekonomi olmuş, elbette seçimler etken bu işte, hem kamu harcamaları ağırlıklı bir büyüme performansına, hem de aynı zamanda iç borç stokunun önemli ölçüde büyüdüğüne tanık oluyoruz. Kamu harcamaları, kamu borçlanmasını artırmış Aslında borcun önemli bölümü özel sektör üzerinde, 2001-2002’den farkı bu, borçların ağırlığı kamudan özel sektöre geçmiş, özel sektör önemli ölçüde borçların taşıyıcısı Türkiye’de.

Bu yıl içinde TL cinsinden 542 milyar liralık bir borç artışı var, bunun 157 milyar lirası kamu, kalanı özel sektör kesiminden gelen artış ama bu özeldeki artışın içinde önemli pay kur artışından kaynaklanıyor. Yeni borçlanma cüzi. İstedikleri miktarda borçlanamıyorlar, tıkandı sistem. Borçlar ağırlıklı olarak reel sektörün üzerinde dolar cinsinden ama Hazine de son dönemde iktidarda kalabilmek ve seçimlere dönük harcamaları yapmak için iç borçları reel olarak arttırmış, önemli bir seviyeye gelmiş. Milli gelire oranladığımızda ciddi artışlarla karşı karşıya kalıyoruz. Kamu mali dengesi ve bütçe dengesi de önemli ölçüde bozulmuş durumda, alarm veriyor. Bir taraftan özel sektör üzerindeki borçlar katlanarak artıyor, borcu borçla ödeme tekniği de ortadan kalmış durumda, çünkü uluslararası piyasalardan yeni borç bulma imkanı da daralmış durumda. Dolayısıyla önemli bir batık kredi kitlesi bankaların bilançosuna yapışmış vaziyette. Bir taraftan bütçe açıkları gittikçe artıyor -ki bütçe açıklarını örtmek için biliyorsunuz Merkez Bankası'nın karına el koydu iktidar, aynı zamanda bankanın yedek akçesini aldı. Yaklaşık 70 milyar liralık bir kaynak bütçeye transfer oldu. Bunun dışında bir kerelik alınan paralar var, aflar ve askerlik paraları filan var, dünyada IMF’nin geliştirdiği bir muhasebe hesabı var, o hesaplamaya göre bir seferlik alınan gelirler hesaba katılmıyor, katmadığımızda Türkiye’nin önemli ölçüde iç açıkla, bütçe açığıyla karşı karşıya kaldığına şahit oluyoruz. Ekonomi bakanı yayınladığı makalede bunların hiçbirinden söz etmiyor, “Türkiye güçlü mali tablolara sahip“ diyor..


 

ÖM: Ben de onu soracaktım! Sözünü kestim ama Berat Albayrak’ın Euronews’a, oldukça önemli bir uluslararası haber ajansına verdiği demeç, daha doğrusu yazdığı bir yazıdan bahsediyoruz burada, kendisi hazine ve maliye bakanı. Hiç bu sizin biraz önce sözünü ettiğiniz kamu mali dengesi, borçlar dengesinin bozukluğuna ilişkin objektif kriterlere dayanan şeylerden bahsetmiyor olmasını nasıl yorumlayacağız?


 

AB: Bütün çirkinlikleri, yanlışlıkları, vahim tabloyu örtme gayreti olduğunu söylemek pekala mümkün çünkü gerçek tabloyla, açıklanan tablo arasında dağlar kadar fark var, günü kurtarmaya dönük yaklaşımlar üzerinden yol almaya çalışıyorlar, alkol üzerinden, tütün üzerinden vergiler alınıyor, doğalgaz, elektrik zamları yapılıyor, bunlarla Eylül, Ekim ayları idare ediliyor. Çünkü vergi gelirleri de ekonomik büyümeyle birlikte azaldı, dolayısıyla bir bilanço makyajı yapılıyor, bütün ayıpların, yanlışların üstü örtülüyor. Buna da günü kurtarma deniyor. Bakınız anlamsız bir şey yapıldı , biz hala Ankara’da çözmeye anlamaya çalışıyoruz, Türkiye’de hazinenin kamu finansmanı genel müdürlüğü vardır, bu birim iç borçlanma işlemlerini yapar. Bir de dış ekonomik ilişkiler genel müdürlüğü vardır, o da dış borçlanmayla ilgili devlet borçlanmalarını yürütür. Geçen hafta baktık ki, yeni bir ‘Borçlanma Genel Müdürlüğü’ oluşturulmuş, BGM’nin neden oluştuğunu anlayamadık çünkü iki genel müdürlüğün fonksiyonları birleşmiş gibi bir durum. Yeni kadrolar ihdas ettiriliyor, hazinenin bu birimi İstanbul’a kaydırılıyor. Mesele yeni birim oluşturmak değil , iç ve dış borçlanmada gelinen nokta vahim durumu nasıl çözeceksiniz, mesele bu.. Yani yeni borçlar alamazsanız borcunuzun ödeme kabiliyetiniz yok, bu borcun önemli bir kısmı da özel sektör üzerinde, çok ciddi risk taşıyor özel sektörünüz. Örneğin, enerji sektörüne baktığımızda bildiğim kadarıyla 47 milyar dolarlık bir sorunlu kredi var, bunun 13 milyar doları çok ciddi durumda, 1.9 milyarı silinmesini gerektirecek derecede batık durumda.

Bunları yenileyecek yeni kredi imkanları bulamıyorsunuz, üstelik enerji borçları aynı zamanda kur riski taşıyan borçlanmalar, döviz olarak borçlanıyorsunuz ama enerjiyi Türkiye’de TL olarak satıyorsunuz. Dolayısıyla özel sektör üzerinde yoğunlaşmış koskocaman batık kredileri nasıl çözeceksiniz, bunun yanıtı yok makalede. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu verilerine göre enerji sektörünün 2005’te genel krediler içinde payı % 0.5 düzeyinde, 2019’da enerjinin toplam krediler içindeki payı 16 kat artıyor ve % 7.8’e çıkıyor. Enerjide borcun 14 yıl gibi bir sürede 47 milyar dolara çıkması, inanılır gibi değil yani! Önüne gelene enerji santrali kurma lisansı vermişsiniz. Elektrik üretimi yapan santral sayısı 2018 yılı sonu itibarıyla 7423’e (lisanssız santraller dahil) yükselmiş. Santrallerin 653 adedi hidroelektrik, 42 adedi kömür, 249 adedi rüzgâr, 48 adedi jeotermal, 320 adedi doğalgaz, 5868 adedi güneş, 243 adedi ise diğer kaynaklı santraller. Bunların büyük bölümü dış borçlanmayla yatırım yaptılar neredeyse tamamı, şu anda sorun yaşıyorlar. Bu lisanslamalar geçtiğimiz yıllarda oldu ve bunlar teşvik edildi ve darboğaza girmiş durumda. Aç gözlülükle, plansızlık ve yolsuzluk birleşince böyle bir tablo ile karşılaştık.

Şimdi bakanın açıkladığı tabloda bunlar yok, ne iç cephesiyle ne de dış cephesiyle, iç hesaplar, dış hesaplar yönüyle.. Ayrıca bakınız kur üzerine, enflasyon üzerine, para politikası üzerine, faizler üzerine yapılan operasyonlarda bir sonuç vermiyor. Enflasyonda düşüş baz etkisi dediğimiz aritmetik bir işlem, Ekim ayından sonra enflasyondaki gerçek durum görülecek. Ülkede son 1 yıl içinde 1 milyon kişi işsiz kaldı, nasıl çözeceksiniz bu durumu, makalede bunu buluyor musunuz? 1 milyon kişinin işsiz kalması neyi tetikliyor, zaten bozuk olan sosyal güvenlik sisteminin daha da bozulmasını körüklüyor. Çünkü Türkiye’de emeklilerin finanse edilmesi, maaşların ödenmesi için yeni istihdam edilecek çalışanlara ihtiyaç var. Sosyal güvenlik sisteminin bilançosu, yani aktoriyel dengesi feci bozuk. Kamu açığı üretiyor. Bir taraftan işsizlik devasa boyutlara ulaşıyor, iktisadi ve sosyal bir facia, bu facia başka bir facianın derinleşmesine yol açıyor, sosyal güvenlik sistemin iflasına yol açıyor. İşte bunlar da yok Berat Albayrak’ın yazısında, mesela hazine garantileri ne olacak, o da yok, garanti verilen tüm projeler, işte köprüler, hastahaneler yok, verilen bu garantilerde iç borçtur, devletin yükümlülüğündedir, bakın işte o köprüler..

ÖM: Bu köprülerle ilgili mesela garanti verilen miktarın aşağı yukarı yarısı kadar geçiş yapıldığı yolunda bir rapor yer aldı bir haberde, bu durumda da bu yarısına yakın kısmı da gene vatandaşların kendi ceplerinden, keselerinden ödemesi gibi bir durum olacak.


 

AB: Elbette.. Özel sektör üzerinde bulunan batık krediler için bazı operasyonlar yapılacağı söyleniyor. Borçları yabancı kuruluşlara satmak, birincisi bu.. İkincisi kurtarma planları yapmak, özel sektörü kurtarmak ne demek, özelin borcunu kamu borcu yapmak demek, hazinenin sırtına, halkın sırtına, vergi ödeyenlere yüklemek demek. Bir özel tahvil çıkarır devlet, bu konuda bir mevzuat hazırlandı zaten Ağustos ayında, operasyonu kalkınma bankasının yapabilmesi için hazırlandı. Özel sektörünün borçları kamuya yüklenecektir, büyük bir olasılıkla da bu operasyon cımbızlanarak olur havuz şirketleri özel muamele görür, yani saraya yakın şirketlerin durumlarıyla yakın olmayan şirketlerin durumları farklı olabilir. Yeni kurulan BGM, acaba bunlarla mı uğraşacak? Batık kredileri yabancılara satmaya mı çalışacak? Ya da bu batık kredilerin devlete devri ile ilişkin hususlar mı düşünülüyor? Yoksa hiçbiri mi? Bunları yapmak için, böyle bir organizasyona gerek yok ki, var olanla da yaparsın. Abuk bir durum.. Abuk luk o kadar çok ki.. Ankara’da 2 tane şehir hastanesi yapılıyordu bir tanesi açıldı ama evlere şenlik, Etlik’teki hastane açılamıyor?


 

ÖM: Neden açılamıyor?


 

AB: Artık imkan yokmuş, tıkanmış vaziyette, neden açılamadığına dair resmi bir açıklamada göremiyoruz, burası adliye oluyormuş.


 

ÖM: Adliye mi oluyor?


 

AB: Ya!


 

ÖM: Sağlık sistemi adalet sistemiyle mi birleşiyor? Nasıl bir şey bu?


 

AB: Evet, o binayı adliyeye veriyorlarmış. Şimdi biz, tüm kent hastanelerinin hazineye getireceği yükü bilmiyoruz. Halka ne kadar mali yük binecek bilmiyoruz. Cep telefonu kullanırken, alkol, tütün, elektrik, su, doğalgaz gibi ürünleri satın alırken içine koyarlar yıllarca öderiz artık .. 2001 krizinde de böyle olmuştu..


 

ÖM: Bu sembolik olmasın, yani adalet sisteminin biraz hastanelik olduğu gibi bir sonuç çıkmasın sakın!


 

AB: Böyle düşünmek de gayet uygun yani. Riskler de arka arkaya geliyor, sonunda borçlara ilave edilecek bunlar, yapılan yatırımların geri dönüşleri olmuyor. Bunlar hesapsız kitapsız yatırımlar oldu, santrallere verilen izinler gibi ve aynı zamanda muazzam bir doğa tahribatı, çevre tahribatı da yaşadık.


 

ÖM: Bir de bugünkü Cumhuriyet gazetesinin birinci sayfasında Mustafa Çakır imzalı bir haber var, “özel ve ‘lüks’ şehir hastanesinde ihmal ve eksik cihazlar bir cana mal oldu” üst başlığıyla deniyor ki “yokluk hastaneleri başkentte özel hastanede enfeksiyon kapan şehir hastanesinde de yaşamını yitiren hastaya yaşatılanlar sağlık sistemini gözler önüne serdi ülkede ve enfeksiyon kapan 69 yaşındaki bir kadın Ulviye Toktar iddialara göre yanlış teşhisle eve gönderildikten sonra fenalaştı ve şehir hastanesine yönlendirildi. Bir gün acilde tutulduktan sonra taburcu edilmek istendi, araya siyasiler sokuldu, servise yatırılan hasta fenalaştı ancak uzman doktor yoktu. Kandaki oksijen miktarını ölçen cihaz bulunamadı, tansiyon cihazında da pil yoktu, uzman hekim de geç gelince hasta öldü” diyor.


 

AB: Bu ve benzeri durumlar Bilkent’teki şehir hastanesinde çok sık yaşanıyor, devasa büyük yapılar ve özel sektöre devredilmiş oradaki işlerin büyük bir bölümü özel taşeronlara devredilmiş durumda . Mesela hasta taşıyan arabalar vardır ya, mesela onlar da paralı ..


 

ÖM: Evet yürüyen sedyeler.


 

AB: Yürüyen sedyeler, hastane de çalışan bir doktor rahatsızlanmış, doktor kamu personeli olduğu için ondan yararlanamamış, para ödemesi gerekiyormuş, her şey taşeronlaştırılmış durumda ve her şey paralı bu şehir hastanelerinde.


 

ÖM: Ama çok güzel kafeteryalar var ve lüks odalar var tabii!


 

AB: Evet tabii canım, 5 yıldızlı otel mahiyetinde ama teknik donanım, eleman hususları problem, bunlar önemsiz şeyler. Devasa şehir hastaneleri daha önce bildiğim kadarıyla İngiltere’de denenmeye çalışılmış ve hemen vazgeçilmiş bir model. Bu kent hastaneleri var olan sağlık ünitelerini Hastaneleri bitirdi , Ankara’da bilirsiniz tarihi Numune hastanesi vardı kapandı, sağlık özelleşti ve de sağlık sektörü krizde! Bunlara verilen garantiler var, bunların da devasa borçları var. Biz bunların miktarını bilmiyoruz henüz daha yani hazineye gelebilecek yükün neler olabileceğini bilmiyoruz. Etlik hastanesinden neden vazgeçildi, bilmiyoruz, başka vazgeçilen var mı bilmiyoruz, bu projelerin yükü nedir ve yatırım neye mal oldu ve bunlardan kimler yararlandı? Büyük bir başarısızlık ortamı ekonomik gidişata hakimken Bakan Albayrak, aklımızla alay ediyorcasına mali tabloların, performansın muazzam iyi olduğunu söylüyor, Alice harikalar diyarında metin yazmış! Diğer bir husus da şu: başta bakan Albayrak olmak üzere bütün bu Albayrak ekibine baktığımızda ülke ekonomisini yönetmekten aciz bir kadroyla da karşı karşıya olduğumuzu görüyoruz. Merkez bankası bağımsızlığının ortadan kalkmış olması, merkez bankasının para politikasının, faiz politikasının belirleyicisi saray olması, gelir ve harcamalar tarafıyla, borç tarafıyla hazine bakanlığının içler acısı durumu işleri daha da vahimleştiriyor Nitekim büyük bir olasılıkla -zaman zaman basında da çıkıyor- aile içi bir düzenleme olacak gibi , ailenin damadı olan ekonomi bakanının yakında kabine dışında kalması bekleniyormuş, ki kabinede kabine olmaktan çıktı.


 

ÖM: O zaman da bir makale yazar herhalde durum değerlendirmesi yapar!


 

AB: Evet dışarda kalınca ne yapar ama durum vahim, ekonomiyle ilgili dikkat çekmek istediğim bir husus da şu, biliyorsunuz zaman zaman konuştuk, yerli otomobil, yerli ve milli otomobili, Türkiye otomobili hikayemiz vardır, bunun için de babayiğitler aranmıştı, 5 tane babayiğit çıkıp..


 

ÖM: Evet 5 babayiğit istemişti yerli ve milli otomobil için, o da petrolle çalışan yoksa elektrikli mi?


 

AB: Yaa yaa! Daha bu konuda çok ilginç ortaklardan bir tanesinin ayrılacağı haberleri geldi Kıraça Holding’in. Bu arada ilginç bir gelişme daha oldu, Volkswagen Türkiye’de bir otomobil yatırımı yapacakmış ..


 

ÖM: Ben de onu soracaktım, şimdi bu son derece önemli bir şey, yeni de bir açıklama yapılmış “yerini de belirledik” demiş bakan, “gayet iyi, hakimiz duruma” filan diyor ama Volkswagen bir çok açıdan çok sorunlu. Bir kere bu dizel skandalıyla ‘dizelgate’ diye adlandırılan büyük skandalla, yani sayısız insanın lüzumsuz yere ölümüne yol açtığı, bilgisayar sistemlerinde hile yaptığı için, denemeler yapılırken temiz göstermek için bilgisayarda değişiklik yapılması sonucu milyonlarca insan araba alıp sonradan da bunun cezasını çekmiş durumdu. İkincisi de tabii bizatihi petrole dayalı bir sisteme bu sırada geçiliyor olması ayrı bir sorun. Peki bunu gazeteciler hiç sormuyorlar mı ‘Volkswagen’i nasıl alıyorsunuz?’ diye.


 

AB: Bu konu sorulmadığı gibi bir yandan “Türkiye otomobili üretimi“ projenizi sürdürüyorsunuz, ortaklarından birinin de ayrılacağı söyleniyor. Zaten Türkiye otomobili projesinin ekonomik olmadığı, dünyadaki fazla kapasiteyle ilişkilendirilerek yanlış bulunmuştu. Dünyada 120 milyon otomobil üretiyor ve bunun 100 milyonu satılıyormuş , dünyada kapasite fazlası varmış. Türkiye’nin böyle bir üretim yapmasının yanlışlığı ortaya konulmuştu. Küresel bir otomobil firmasının Türkiye’de yatırım yapması herhalde Türkiye otomobili projesini de etkileyecektir. Çünkü böyle bir otomobil üretimin, 500 bin kapasiteyle ancak ‘feasible’ olduğu söyleniyor. 1,3 milyar Euro’luk bir yatırım olacakmış, bahsettiğiniz çevre tahribatı haricinde bir de bu var. Bunun yönetim kurulu başkanı Erdoğan’la görüştü, bazı garantiler verildiği, bu garantilerin başında da ÖTV ve motorlu taşıtlar vergisi üzerine verilen sözler olduğu söyleniyor. Elbette verilen bu sözleri de, garantileri de bilmiyoruz. Türkiye’nin biraz önce saydığım hazine garantileri kapsamında bir yükümlülük altına Volkswagen’e karşı girip girmediğini bilmiyoruz, bunların neler olduğu konusunda da açık bir durum yok.


 

ÖM: Evet, Ticaret bakanı Ruhsar Pekcan da ilginç olan bir açıklama yapmış Alman otomotiv markası Volkswagen’ın Türkiye kurması beklenen fabrikayla ilgili ve “Volkswagen’i yeni üretim otomobili için Türkiye’ye olumlu bakılıyor” diyor. Yani Volkswagen herhalde olumlu bakıyor “yeri bile belli oldu” diyor, Manisa’da yapılacakmış “yöresi bile belli ancak o konu bakanımızı Varank’ın çalışma alanı tabii” diye konuşmuş. Yani hakikaten gazeteciler de hiçbir şey sormamış.


 

AB: CHP Manisa milletvekili Özgür Özel, Volkswagen yönetim kurulu başkanlığına yazı yazmış “bizim ilimizde kurun bu fabrikayı” diye.


 

ÖM: Öyle mi?


 

AB: Evet.


 

ÖM: O da istiyor öyle mi?


 

AB: Tabii tabii. “şehrimiz çok elverişlidir” demiş , yeri bile tespit edilmiş, tarımsal araziye yapılacak yine..


 

ÖM: Evet tarımsal Manisa ilimiz.


 

AB: Nereden bakarsanız Hazine bakanının yayınladığı bu makale gerçeği göstermiyor. Berat Albayrak’ın makalesini satır satır geçecek vaktimiz yok ama her şey ortada.. ‘ülkeyi nasıl idare ediyorsunuz?’ Yedek akçelerle idare ediyorsunuz, bazı kar paylarına el koyarak idare ediyorsunuz. Osmanlı’da bir yöntem var imdadiye diye, bence ‘imdadiye!' zamanıdır.. Devlet borç bunalımına girince, hazine tam takır böyle zamanlarda imdadiye adı altında İstanbul zenginlerinden para toplanılmasına karar verilirmiş, durum imdadiyeye kadar yaklaşınca elbette memur ve asker de ayaklanıyor. İmdadiye toplanması işi de askerin zorbabaşlarına bırakılırmış, onlar alınacak kişi ve vergi miktarını tespit ve tahsil ederlermiş. İmdadiye zamanı gelmiş bir ekonomideyiz velhasıl !Bu aşamada ben size bir soru sormak istiyorum: iklim mücadelesi açısından 20-21 Eylül’de yapılacak genel greve ilişin, çocukların gençlerin ateşlediği bu kalkışma hakkında dünya ve Türkiye’de durumun ne olduğunu biraz aktarırsanız sevinirim, bu sefer soru benden.


 

ÖM: 20-27 Eylül aslında. Bütün dünyada aslında dünya tarihinin muhtemelen en büyük iklim yürüyüşü, yürüyüş de değil isyanı


 

CT: Hareketliliği.


 

ÖM: Hareketliliği diyebileceğimiz bir şey olacağı belirtiliyor. Dünya işçi yani son derece ilginç gelişmeler oldu, büyük şirketler, Google, Microsoft filan işçileri de bırakacaklarını söylediler o gün 19 Eylül için. Şimdi de sırada Facebook ve Apple çalışanları da gelecek mi diye bir soru var. Onun dışında dünyanın büyük sendikaları, Sharon Borrough açıkladı, dünya sendikalar konfederasyonunun başı “200 milyondan fazla üyemiz var, hepsinin katılmalarını bekliyoruz, istiyoruz” diyor. Onun dışında da uluslararası kamu hizmetleri sendikalarının (PSI) genel sekreteri Rosa Pavanelli de ve küresel sendikalar konseyi başkanı aynı zamanda o da bir kadın, o da katılacaklarını söylediler, yani “küçüklerin istediklerine biz de cevap vermek durumundayız” diyorlar. Britanya’da da Trades Union Congress (TUC) onlar da 20 Eylül gününe destek verme kararı aldılar. Yani çok hareketli ve önemli bir şey olacak gibi görünüyor. Türkiye’den de sendikalardan bir ses duyamadım, takip ediyoruz onların da katılmalarına dair, inşallah gelecektir diye ümit etmekteyiz. Benden çok Can daha yakından takip ediyor. Siyasi partilerin de aslında destek verip vermeyeceklerini, ne kadar şey yapacaklarını bilmiyoruz ama çocuklar özellikle liselerde çok büyük bir hareketlilik var Türkiye’de de.


 

AB: Dünyadaki durum heyecan verici, bir iklim enternasyonali sanki anlattığınız tablo.


 

ÖM: Evet evet, ben de 68 Paris’inden bu yana bu kadar gençlerin başlatıp öğrencilerin, sonradan da işçilerin de katılımıyla böylesine büyük bir şey olduğunu hiç görmemiş ve hatırlamıyorum, yani olmamıştı böyle bir şey. O yüzden 51 yılın sonunda çok dünyanın en büyük hareketi olabilir. Türkiye’den de bekliyoruz.


 

AB: Peki bu kıta Avrupa’sında yükselen bir durum var, bir de galiba ABD’de var. Kanada’da durum nasıl?


 

ÖM: Orada da çok yüksek gençlerin şeyi ve 27’sinde zaten İsveçli genç aktivist Greta Thunberg de orada Kanada’da Montreal’de yanılmıyorsam bir eyleme katılacak. Onun dışında 6 kıtada olduğu, hatta Antarktika’dan da bildirenler var gençlik eylemine katılacağını yani eriyen buzların arasından bir grup. Dolayısıyla hareketli bir durumdan bahsediyoruz bütün bu yangınların, sular, seller altında kalmanın arasında çocukların bedenlerinden de plastikler çıkarken filan ama çocuklar, gençler ayağa kalkmış durumdalar. Takip edeceğiz.


 

AB: Geçenlerde bir yerde okudum hoşuma gitti, paylaşayım “tarihi iklim yazar” diyor. Umarım bu kalkışma sonuç verir . Gezegeni kurtarma yolunda adım atılmış olur.

ÖM: Ekim ayında da bu sefer ‘Yokoluş İsyanı’ (Extinction Rebellion) hareketinin 7’siyle 14’ü arası galiba dünya çapında, Britanya’da başlattıkları, İngiltere’de bütün Londra’da belli başlı köprüleri, alanları kapatmakla başlattıkları ve 10 gün süren başarılı eylemin devamını bütün dünyaya yaydıkları bir şey daha olacak. Onu da takip etmeye çalışacağız, takipteyiz yani “çocuktan al haberi ve takipte kalın!” demiştik ve böyle de olmaya devam edeceğiz.


 

AB: Gerekli yayını biz yapıyoruz zaten ve kolay gelsin Can, kolay gelsin Ömer bey.


 

CT: Teşekkür ederim efendim


 

ÖM: Çok teşekkür ederiz.


 

AB: O zaman bitiriyoruz, teşekkürler hoşça kalın!


 

ÖM: Hoşça kalın!