Ali Bilge’yle Ekonomi Politik’te deprem sonrası ülke genelindeki manzara ve ülkenin yönetim biçimi arasındaki ilişkileri konuşuyoruz.
(Bu bir transkripsiyondur. Metnin son hâli değildir.)
Ömer Madra: Günaydın Ali bey, merhabalar!
Ali Bilge: Merhaba. Yine depremle ilgili konulara devam ediyoruz, yaşadığımız durum buna devam etmemizi söylüyor.
Deprem sonrası yaşanan karmaşık durumlarla, zafiyetlerle ülkenin yönetim biçimi arasındaki ilişkileri ele almaya çalışacağım. Geçen hafta, Türkiye’nin 200 yıllık hafıza kiti olan başbakanlık müessesesinin, rejimi değiştiren 2017 referandumu ve 2018’de yapılan genel seçimle - otokratik sisteme geçişle- ortadan kaldırıldığından söz etmiştik. İlave bazı gelişmelere dikkat çekerek, otokratik deprem bağlantısını incelemeye çalışacağım. Osmanlıdan günümüze -Tanzimat fermanından itibaren- geçen 200 yılda depremle ilgili düzenleme tarihimiz var. Çok daha geriye de gitmek mümkün. 1500’lerde gerçekleşen deprem sonrasında yayınlanan bir ferman da bulunuyor.
Ancak tüm bu düzenlemelerin devletin merkeziyetçi yapısına göre yapıldığını görüyoruz. 1999 büyük Marmara depremi ve sonrasında yaşanan tecrübeler ve 80’li- 90’lı yıllarda neoliberal devlet anlayışının gündeme gelmesi, malum devlet küçülsün, sadece gece bekçisi olsun, fonksiyonlarını özel sektöre aktarsın anlayışının egemen olması, afet-deprem düzenlemelerine de yansıdı. Afetlere merkeziyetçi müdahale yerine öncesi ve sonrasına daha çok paydaşlı, yerel birimlere, sivil topluma, özel sektöre yer vereni dayanışmacı sisteme geçiş önerildi, tartışıldı. Afetlerin öncesi ve sonrası için böylesi bir anlayışa geçildi.
2009 yılında AFAD kuruldu. 2009 yılında Başbakanlık, İçişleri ile Bayındırlık ve İskân Bakanlığı’na bağlı Sivil Savunma, Afet İşleri ve Türkiye Acil Durum Yönetimi Genel Müdürlükleri kapatıldı. Afetler konusunda yetkiler tek bir kuruluşta toplandı. AFAD tarafından 2010 yılında, “Deprem Stratejisi Geliştirme Çalışması” başlatıldı sonucunda 2012-2023 yıllarını kapsayan “Ulusal Deprem Stratejisi ve Eylem Planı-2023” (UDSEP 2023) hazırlandı. Ortaya konan politika belgesinde paydaşlar tanımlandı. AFAD il müdürlükleri ile yerel yönetim birimlerine çeşitli sorumluluklar verildi. USDEP deprem kayıplarının en aza indirilmesi amacıyla geliştirilen temel politika belgesi olarak duyuruldu. Ayrıca,Türkiye Afet Müdahale Planı (TAMP) da ortaya kondu. Fonksiyonlar belirlenmeye çalışıldı. Çalışmalar ciddi belgelerdi, durumu ortaya koyan belgelerde eksiklik yok, durumu biliyoruz. Bu nedenle bugün yaşadıklarımıza “dejavu” diyoruz, bu belgeler çerçevesinde yasal düzenlemeler de yapıldı. 2009 yılında AFAD kuruldu. Peki AFAD nereye bağlı olarak kuruldu? Başbakanlık’a bağlı olarak kuruldu...
Ö.M.: Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı’nın kısaltılmış adı AFAD.
A.B.: 2012 yılına geldiğimizde Türkiye’de kapsamlı bir şekilde mahalli idareler/yerel yönetimler yasa değişikliği yapıldı. Bu değişiklik neden yapıldı? AKP iktidarı önündeki yerel yönetim seçimlerini kazanmak için. Köy, ilçe, büyükşehir, bütün şehir tanımlarını değiştirdi, mülki idare sınırlarını genişletti. Merkeze bağlı olması mümkün olmaması gereken şehir merkezine 100 km ötedeki köyleri mahalle hâline getirdi. Ayrıca mahalli idareler yasası da, anayasaya aykırı biçimde yapıldı. O devirde mahalli idareler yasa değişikliğinin sözde yerelleşme, demokratikleşme için yapıldığı vurgulandı AB yerel yönetimler özerkliği meseleleri tartışılıyordu, ancak bazı şeyler gözden kaçtı. Yapılan bu değişiklikleri yaptığımız programlarda diğer konularla bağlantılı olarak ne anlama geldiğini zaman zaman dile getiriyordum.
Türkiye’de merkezîleşme ve otoriter rejim aslında 2012 mahalli idareler yasa değişikliği ile başladı. Değişikliklerle yerelde büyükşehir belediyelerinin ve başkanlarının yetkileri, alanları genişletildi ve güçlendirildi. Ancak sözde yetkilerin yerele devredilmesi gibi gösterilse de, belediyelerin Ankara ile merkezi yapıyla olan ilişkileri, bağlılığı daha da artırıldı, yerelleşme sağlanamadı.
Şimdi 2014’e geliyoruz, nereye geçiyoruz? Partili cumhurbaşkanlığı sistemine geçiyoruz. Bu geçiş te anayasaya aykırıydı. Sonra geliyoruz 2017’ye, rejimi değiştiren anayasa referandumuna… Anayasa değişiklikleri de, Anayasa’ya ve yasalara aykırı bir biçimde yapıldı. Genel kurulda değişiklikler için oylama, iç tüzüğe aykırı biçimde oldu, AKP'li vekiller tarafından pusulalar göstere göstere kullanıldı. Değişiklikler referandumla kabul edildi? Bir yıl sonra yapılan genel seçimlerde mühürsüz oyların kabul edilmesiyle tam teşekküllü otoriter rejime geçtik. 2012 ‘den bu yana yapılan tüm bu düzenlemeler anayasaya ve yasalara aykırı bir biçimde oldu. 2018’de tümüyle tek adam rejimine geçtik. Peki ne oldu? Başbakanlık kurumu ortadan kalktı. Peki Başbakanlığın kalkmasıyla AFAD nereye bağlandı? İçişleri bakanlığıyla ilişkili kurum haline getirildi.
Ö.M.: Ne demek bu ilişkili kurum olması?
A.B.: Bağlı bile değil, bilgi verir. Türkiye bir deprem ülkesi, yüzde 98’i fayların üzerinde kurulu bir ülke. Şikayetçi olduğunuz merkeziyetçi yapıdan, sözde yerelleşmeye doğru gidiyorsunuz aslında yönetiminiz ve rejimi merkezîleşiyor, tek adam rejimine gidiyorsunuz. Bugün belediyeleri, büyükşehirlerin yüzde 40’ını belediyeler yönetiyor. Yüzde 60’ını kim yönetiyor biliyor musunuz? Merkezî idare yönetiyor. Büyükşehir belediyesi ya da normal belediyesiniz, işlerinizin büyük kısmı için şehircilik bakanlığı gitmek zorundasınız. İçişleri ve maliye bakanlığına gitmek zorundasınız. Ankara’nın kanalizasyon sistemini yenileyeceksiniz, örneğin ucuz kaynağı Avrupa Yatırım Bankası’ndan buldunuz, bunun onayını almak için bu bakanlıklara gitmek zorundasınız. Dolayısıyla ülke yönetiminde yerelleşme filan olmadı.
Afet olduğunda doğası gereği ilk müdahale yerel güçlerce olmak durumunda. Bu nedenle yerel yapı yetkilerinin kuvvetlendirilmesi gerekirken ne yaptık? Merkezî bir sisteme geçtik. Afet deprem işleri de, belediyecilik de, anayasal rejim de merkezileşti. AFAD kendisine sadece binalar yaptı. Bir deprem tatbikatı yaptı, onu bile beceremedi. Telefonlarımıza mesaj dahi gelmedi, deprem tatbikatını bile başaramadı.
Afet işleri dahil paradigma değişikliği diye öne sürülen o sözde demokratikleşme, yerelleşme hamleleri aslında merkezîleşme hamleleriydi. 2019’da İstanbul’da ve 11 ilde kaybettikten sonra Erdoğan ne dedi? “Çalıştırmayız, ipler bizim elimizde. Şehircilik, maliye, içişleri bende. Kilitlerim” dedi. Türkiye 2019 yerel seçimlerinde büyükşehirlerin muhalefet tarafından kazanılmasından sonra daha da kilitlendi. Elbette bu gelişmelere eklememiz gereken, AKP iktidarlarının imar barışları dediği aflardır. 28 imar affı çıkarıldı. Hâlâ şu anda mecliste komisyonda bir tanesi.
Ö.M.: Evet, depremden hemen önce gelmişti meclis komisyonuna.
A.B.: Komisyonda hâlâ duruyor.
Ö.M.: Kaldırılmadı, yeni bir imar affı çıkarılabilir yani.
A.B.: 2014’te seçimleri kazanmak için 2012 Mahalli İdareler Yasası’nı değiştiriyorsun. 2018 yerel seçimlerini kazanmak için de eşi görülmemiş bir imar affı getiriyorsun. Mahalli İdareler Yasası değişikliğinin yarattığı deformasyonlar çok... Köyleri mahalle haline getirmek, sosyo ekonomik yapıyı değiştirmek demek. Adamı şehirli yapıyorsun ama adam köy işleriyle uğraşıyor. Mahalle olunca toprak rantı da yükseliyor. Köylerdeki evler için imar izni gibi mekanizmalar yoktu, muhtar ve köy heyeti karar veriyordu. Köy tüzel kişiliği de ortadan kalktı. Dağın başı aslında köy, olmuş mahalle, merkezden 70 km uzakta. Adam 5 katlı bina yapmış. Nasıl yapmış? İşte bunlar da affa girdi. Affı duyanlar gitti temel attı, üç kuruşa bozuk yapılara ruhsat aldı. 2012’de 2014 seçimini kazanmak için yapılan düzenlemenin çok bedeli oldu. AKP şehir merkezlerindeki erimeyi dış kulvardan, kırsaldan gelen oylarla telafi etmek istedi. Bu nedenle belediye meclislerinde çoğunluk (İstanbul’un da, Ankara’ da, İzmir, Antalya hariç) AKP’nin elinde. Merkezi kaybetti ama 100 km öteden kırsaldan merkeze gönderdikleri ile belediye meclislerini kilitledi. Hem merkezi karar alma süreçleri ellerinde, hem de belediye meclisleri ellerinde! 2012’den bu yana merkezîleşen otokratik rejimin yarattığı kaotik ortamda bu depremi yaşadık.
Felaket kapitalizmi
Ö.M.: Ben şunu ilave edeyim: Murat Sevinç, Diken’de yazdığı son yazıda “Mülkün temeli çöktüğünde” başlığıyla yazdığı yazıda “Çıkın yaşadığınız semtin meydanına ‘barış istiyorum’ deyin, gözaltına alınmanız 5 dakikayı bulmaz. İçinde ‘barış’ sözcüğü geçmesine rağmen muktedirlerce ve ahalinin genelince sevilen tek ifade ‘imar barışı’ oldu Türkiye’de” diyor. Artı Gerçek’in haberine göre “Malatya’da yıkılan 1.300 binanın yalnızca 2’si yapı denetimliymiş. Denetimden geçmemiş binalara imar barışıyla iskan, doğru adıyla yapı kayıt belgesi verilmiş.”
A.B.: Çok doğru. Sadece mal sahibinin beyanını esas almaları, hiçbir mühendislik hizmeti alınmaması ile bu korkunç tablo ortaya çıktı.
Biraz önce bahsettiğim dönemler ve parametreler önemli. 2009 AFAD’ın kurulması, 2012 Yerel Yönetim Yasası’ndaki köklü değişikler, 2014 partili cumhurbaşkanlığına, 2017-18 otoriter rejime geçiş, başbakanlığın kaldırılması ve AFAD’ın içişleri ile ilişkili olma hâli, belediyelerin bakanlıklara bağlılığının artması… Bugün Ankara’nın, İstanbul’un ancak yüzden 40’ını Mansur Yavaş ve Ekrem İmamoğlu yönetebiliyor, kalanın da elin kolun bağlı.
Merkezileşmiş AFAD kağıt üstünde etkin kurum ama bir uzmanlık kuruluşu olması gereken bir kuruluş, uzmanlıkla ilişkisi olmayanlar tarafından yönetilip etkinliğini kaybetmiş vaziyette. Maalesef genelde bürokratik kadroların büyük çoğunluğu böyle... Ayrıca saray bürokrasisi var. Bakanlıklarda müsteşarlık, başbakanlık, hafıza, tecrübeleri gitmiş.
İzmir depremine ilişkin yapılan bir çalışmada yerelden çok merkezin etkinliği ortaya konuyor. Çevre, Şehircilik, İklim Bakanlığı gibi garip bir bakanlık var, Türkiye’nin sözde yapı stokunu kontrol eden, izin veren bakanlık. Bu bakanlık yönetmelikleri, yasaları, tüzükleri de uygulamıyor. Sürekli suç üretiliyor, deprem öncesi ve sonrası yapılması gereken uygulamalar devre dışı bırakılıyor.
Türkiye’nin bir ekonomi politik gerçeği olan havuz düzeni ile yerelde ve merkezde bu işler yapılıyor. Havuz düzenleri, yolsuzluk mekanizması ile çalışıyor. Tüm bunlar inşaat sektörü üzerinden çok rahat yapılıyor. İnşaat sektörüne dayalı bir gelişme perspektifi ile zenginliği yerel ve merkezî olarak daha kolay yaratabilirsin. Altyapıya ve üst yapıya gelen dış kaynakları mobilize edebiliyorsun ve bu mobilizasyon ile Kılıçdaroğlu’nun söylediği gibi 418 milyar dolarlık bir kayba sebebiyet verebiliyor. Türkiye yönetiminde bir karmaşanın hakim olduğunu görüyoruz. Bu karmaşa, kaotik düzen, depremle kendisini net bir şekilde gösteriyor.
Ö.M.: Artı Gerçek’te Ali Fırat Çelebi son derece ilginç bir şeyi hatırlatıyor: 12 Kasım 1999 Düzce depreminde yerle bir olan binalardan biri Işık apartmanında 20 kişi ölmüş. Yapımcısı, müteahhiti de Hamza Cebeci ve şimdi imar ve iskân müdürlüğünden gelen uzmanlar yüzde 60 hasarlı raporu vermişler. “Talancı müteahhit” diye bir yazı çıkmış hakkında 1999’da. Kiracılar daireleri boşaltmaya başlamış ama Cebeci hasarlı apartmanı kısa sürede tamir ettirmiş ve tekrar kiraya vermiş. Yazıda “Hatta söylenen o ki binanı sağlam olduğuna insanları inandırabilmek için annesi Havva Cebeci ile kardeşleri Hasan Hüseyin ve Muhsin Cebeci’yi de binaya yerleştirmiş. Hatta Abant İzzet Baysal üniversitesinde okuyan 8 öğrenci, öğrenci yurdunun hasar görmesi üzerine ucuza kiraya verdiği yüzde 60 hasarlı binayı seçmiş öğrenciler de. Düzce depreminde bu 8 öğrenci de hayatını kaybediyor. Hamza Cebeci’nin kardeşi Hüseyin Cebeci’nin eşi Sefa Cebeci enkaz altında 105 saat sonra kurtarılıyor ve kolu ameliyatla kesiliyor.” Daha da ilginç olan haberde ayrıca Cebeci’nin Erdoğan’la aile dostu olması. Üsküdar’daki Cebeci Konakları’ndan trilyonlar kazandığı ve İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olduğu dönemde Erdoğan’dan Boğaz manzaralı 7 dönüm araziyi dönemin parasıyla 40 milyar liraya almasıyla gündeme geldiği ifade ediliyor.
Sonra tehlikeli şekilde bina yapmak ve ölüme sebebiyet verme suçundan yargılanıyor ve hapis cezası alıyor. 5 yıl sonra ne oluyor? 28 Mart 2004 tarihinde seçimlerde 20 vatandaşa mezar olan Işık Apartmanı’nı yapan ve hapis cezası alan Hamza Cebeci, AKP’den Üsküdar Belediye Meclisi üyesi seçiliyor. Dahası da var üstüne üstlük İBB İmar Komisyonu üyeliğine seçiliyor. Hiçbir partiden hiç kimseden ses çıkmamış. Cumhurbaşkanı danışmanı oluyor, Darülaceze’nin başkanlığına getiriliyor. 2020’de de Cumhurbaşkanı danışmanlarından biri oluyor. Ortağı Fahri Çakır da mahkum olmuş, dava süreci devam ederken 3 Kasım 2002 seçimlerinde AKP Düzce Milletvekili seçilerek dokunulmazlık zırhına kavuşmuş. Anlattığınızın tam bir mikrokosmik örneği.
A.B.: Yazı özetliyor bu ilişkiler ağını. Aslında yaşadıklarımız, iyilerle kötüler arasında geçiyor. Kuzeyimizde Ukrayna’da savaş var, bombalamalar devam ediyor. Savaşta kaç kişi öldü bilmiyorum ama deprem sonrası bizdeki görüntüleri o şehirlerde görmüyoruz. Aşağı doğru iniyoruz, Karadeniz’i geçiyoruz: Türkiye depremde bu hâlde, bir günde 50.000 kişi ölüyor. Türkiye’nin güneyinde Suriye, Irak, Halep yıkılmış, Suriye hem iç savaşta hem de depremde yıkılmış.
Ö.M.: Suriye’nin fotoğrafları bakılır gibi değil.
A.B.: Depremlerden sonra yeni inşaatlar olacağı için bazı şirketler ve kişiler depreme müteşekkir vaziyettedir. Deprem onlara yeni iş alanları yaratıyor, savaş yeni iş alanları yaratıyor. Pek çok şirket ‘Ukrayna’da savaş bitse de oraya şunları yapsak. Suriye’yi imar etsek, Türkiye’yi imar etsek” diyor. Hem yerli, hem yabancı pek çok insan/şirket buna müteşekkir. Molozların kaldırılması bile başlı başına bir servet transferi yaratacaktır, sadece inşaat molozlarının kaldırılmasına ilişkin işler/ ihaleler.
Özdeş Özbay: “Felaket kapitalizmi” diyordu ya Naomi Klein, bunu fırsata çeviren sermaye gruplarından söz ediyor.
A.B.: J.P. Morgan, iç savaşta Amerika’da hem güneye hem kuzeye silah satıyordu, üstelik bozuk tüfekler satıyor.
Ö.Ö.: Bozuk silah satmakta etik olarak hiçbir sorun yok!
A.B.:Bir kez ateş ediyormuş ondan sonra duruyormuş hatırladığım kadarıyla.
Ö.Ö.: Az tahribat yaratıyor.
A.B.: Sonuçta depreme müteşekkir bir yönetim ve onun uzantısı yapılarla karşı karşıyayız. Bıçak kemiğe dayanıp kemiği kırmış vaziyette. Bir enkaz ülkesi halindeyiz... 99 depreminde uluslararası bozuk ilişkiler ağına sahip değildik. Hatırlayın Clinton ABD başkanıydı ve deprem bölgesini ziyaret etmişti. Dünya Bankası ve uluslararası ekonomik kuruluşların, 99 depremi üzerine ilgilerini geçen hafta konuştuk. Bugün böyle bir şey yok, para gelmiyor dışarıdan, uluslararası siyasi ve iktisadi ilişkilerimiz bozuk. Türkiye’nin ekonomisi o güne göre çok daha kötü, 99’da Uluslararası Para Fonu’yla bir finansman destek paketi anlaşmamız vardı. Bugün öyle bir durum yok. Bugün ne idüğü belirsiz paralarla döviz ihtiyacını karşılıyorsunuz.
Otokratik rejim ve yönetim karmaşası ile depremleri yaşamaya devam edebiliriz. Düzenin değişmesi gerekiyor. Düzen değişikliğini sağlamak üzere bir araya gelen partilerin ve muhalefetin daha seri hareket etmesi gerekiyor. Yoksa daha da kötü günler bizi bekliyor.