Ekonomi Politik’te Ali Bilge, gündeme yönelik yorumlarını paylaştı.
(1 Şubat 2021 tarihinde Açık Radyo’da Ekonomi Politik programında yayınlanmıştır.)
Ömer Madra: Günaydın Ali Bey, merhabalar!
Özdeş Özbay: Günaydın!
Ali Bilge: Merhaba Ömer Bey, günaydın Özdeş, Feryal, herkese merhabalar, iyi haftalar!
ÖM: Son derece yeni haberlerle de dolu, yoğun bir haftaya girmiş durumdayız. Myanmar’da da bir darbe haberiyle girdik.
AB: Myanmar’da değil mi? Ben de gördüm ama detayına girmedim.
ÖM: Ben de girecek fazla zamanımız olmadı ama önemli bir şey yani.
AB: Evet yine bir darbe olmuş anladığım…
ÖM: Ordu 1 yıllığına el koymuş şeye.
ÖÖ: Seçim hilesi olduğu gerekçesiyle, kasım ayındaki seçimin hileli olduğu
AB: Seçim hilesi sebebiyle ordu el koyuyor ve süre veriyor ve “1 yıllığına el koydum” diyor, öyle mi?
ÖÖ: Evet.
ÖM: Onun dışında her şey yolunda! Peki biz esas itibariyle bu ekonomik, esnafın ekonomik durumu, tarımda durum
ÖÖ: Ayçiçek yağı.
ÖM: Ayçiçek yağı ve bir türlü de öğrenemediğimiz gıda komitesinden çıkan kararı sizinle konuşalım demiştik.
AB: Bu meseleler zincirleme birbirine bağlı konular, ülkede geniş toplumsal kesimler borçlu durumda, şemsiyenin tepesinde temel sorun olarak yüksek borçluluk bulunuyor. Evveli gün Cumhurbaşkanı Erdoğan özellikle esnaf kesimine bir sopa gösterdi. Başkan esnafa seslenerek; “fiyat artışlarına devam ederseniz çok ağır cezalar gelir” dedi, fiyat kontrol mekanizmasının derhal ve şiddetle uygulanacağını beyan etti, başını alıp giden fahiş fiyatların bu şekilde kontrol edileceğini söyledi. Sonrasında da bakanlardan oluşan gıda komitesi kurulu toplandı. Peki fiyat artışlarını kimler ve nasıl yapıyor? Erdoğan’a göre esnaf yapıyor. Böyle süreçleri ve beyanları seçim öncelerinde de daha önce de görmüştük. Toplanan gıda komitesi önceki yıllarda kurulan ama işlevsiz bir komitedir. 2014 olması lazım ilk kuruluşu, ilgili bakanlıkların müsteşarlarının oluşturduğu bir komiteydi. O dönemde bir perakende yasasıda çıkarıldı. Bu yasa çıktığından bu yana esnaf çıkan yasadan memnun olmadı, sürekli yasanın yenilenmesi talebi oldu esnaf örgütlerinin. Esnafın üst örgütü TESK her zeminde bu yasanın derde deva olmadığını söyledi fakat yasa yenilenmedi. Yenileme yasa tasarı bildiğim kadarıyla hala mecliste, yasanın günün koşullarına uyarlanması gerekiyordu, eksik çıkmıştı zaten.
Yasa yenilenmedi fakat işlevsiz komite yenilendi, bakanlardan oluşmaya başladı, fiyat artışlarının yükseldiği zamanlarda bu komite birkaç kez toplandı. Bugüne kadar doğru dürüst bir karar almadı, gündemine sürekli bir “erken uyarı sistemi” konusu söz konusudur ama uyarı sisteminin ne olduğu ve çalışıp çalışmadığı bilinmez. Komitenin sekretaryasını tarım bakanlığı yapıyordu ama somut bir çalışma ortaya konulmuyordu. Bakanlar değişiyor, bakanlar gidiyor, bakanlıkların yapıları değişiyor, tek tük toplantılarına rastlıyorduk. Bu da yeni fiyat artışı furyası nedeniyle oldu. Toplantı ama sonuç yok, bakanlar erken uyarı sistemi hakkında bilgi almışlar. Zaten erken uyarı sistemine gerek duyulmaksızın her şey herkes alarmda uyarılmış vaziyette, fiyat artışları gıdada inanılmaz noktalara geldi. Türkiye toplumunu beslenme ve gıda güvenliğini ortadan kaldırmış vaziyete geldi. Yönetim bu artışların temel sebeplerini ortaya koymak yerine eskinin değimiyle zecri-polisiye tedbirlerle meselenin çözümüne yöneliyor. Polisiye tedbirler alınır hemen vaz geçilir, unutulur.2019 yerel seçim öncesinde de benzer şeyler oldu, depolar basılmıştı, dükkanlar basılmıştı, oy toplamak tanzim satış da yapıldı, seçimlerden sonra bırakıldı
Aslında afet dönemlerinde, salgın dönemlerinde devletin tarımda ve gıdada piyasaya girip düzenleyici rolünü oynaması gerekir, halkın sağlığı açısından, gıda ve beslenme güvenliği açısından devletin müdahaleleri son derece önemlidir. Bunlar yapılmadı, zaten tarımla ilgili sorunlar birikimli bir şekilde pandemiye girmiştik. Tarımı piyasaya ve yabancıya bırakan politikalarla, yaşanan şirketleşmeleri, çiftçiliğin tasfiyesine dönük bir tabloyla karşı karşıya olduğumuzu Ekim ayında yaptığımız bir tarım dosyası programı ile ortaya koymuştuk. Rakamlara baktığımızda çiftçilerin her yıl tarımdan koptuğunu görüyoruz. Çiftçi kayıt sistemine kayıtlı sayısı her yıl azalıyor. Çiftçi devletten destek almak için bu sisteme kayıt olmak zorunda. Destekleme sietemi de desteklerde bir fiyasko. Çiftçiyi ekim yaparken hangi ürünün ve ne kadar destekleneceğini bilmeden ekim yapıyor. Devletin hangi ürünleri destekleyeceği ve ne kadar para verileceği çok sonra ilan ediliyor. Sözde desteklerin ödenmesi, paranın çiftçiye geçmesi de neredeyse 2 yıla yakın bir sürede oluyor. 2019’un desteğini, 2020’nin sonunda 21’in başında alıyorsunuz. Tarım işte böyle sorunlu bir alan, çiftçilik yapmaktan vazgeçiyor insanlar.
Ayrıca Türkiye arka arkaya kur şokları yaşayan bir ülke. Tarımdaki girdilerinizin neredeyse %75’i ithalata bağımlı olan maddeler, örneğin mazot gibi, enerji fiyatları gibi, gübre gibi, zehir gibi, tohum gibi, bunların %75-80’i dışarıya bağımlısınız, sulama çok büyük bir sorun, onun içinde enerji kullanıyorsunuz, diplere inip su çekmeye çalışıyorsunuz, bu girdilerin maliyetleri çok yüksek. Ayrıca ürünleri tüketim tedarik zincirlerine ulaştırmakta muazzam bir düzensizlik hakim, tedarik zincirlerinde oluşan rantlar, simsarlar fiyatların yükselmesine sebebiyet veriyor. Tarımsal üretimde dışa bağımlı hale geldiğinizde, elbette yaşanan kur artışları maliyetleri artırıyor, bunun üzerine fiyat artışlarını kontrol etmek için ithalatı terbiye aracı olarak kullanmaya başlıyorsunuz, sonra çiftçi zarar ediyor, ürün toprakta kalıyor, üst üste zarar ettikten sonra da tarımı terk ediyor. Yıllardı bu koşullarda olan çiftçiler, pandemi kısıtlamalarını yaşamaya başladı, pandemi süreci içerisinde önce kur şoku yaşadı, sonrada faiz şokunu yaşamaya başladı. Tüm bunlar fiyat mekanizmasının çökmesine yol açıyor. Sadece tarım değil bu tablo sanayi için de geçerli, nitekim birazdan değineceğim sanayide de pek çok girdide sıkıntı yaşanıyor. Fiyat politikası düzgün çalışmıyor, devletin piyasayı düzenleyici tedbirleri alması olmayınca işler tümüyle piyasa aktörlerine bırakılınca çöküş yaşanıyor.
Bir de şöyle durum var, Türkiye’de AKP döneminde gıdada büyük tedarik zincirlerinin ve büyük mağazalar zincirlerinin devleştiği muazzam büyüdüğünü görüyoruz. Bu şirketlerin mağazaların isimlerini vermeyeceğim, bunları biliyor insanlar, bunların çoğu iktidara çok yakın, havuzun içindeler, yandaş diyebileceğimiz gıda tedarik zincirleri. Devasa oldular bunlar, bir tanesinin piyasa değeri defter değerinin 8.4 katına ulaşmış vaziyette, bu değerlere büyük holdingler bile yetişemiyor.
Nitekim esnaf bundan etkileniyor. Mahalli idareler yasası değiştikten sonra köyler mahalle oldu malum, bu mahallelerde, köylerde, tüm şehirlerde aynı sokakta yan yana 2 tane bu marketlere rastlanıyor. Bunlar piyasayı ve fiyatları belirleyici hale gelmiş durumdalar. Esnafı tasfiye ediyorlar aynı zamanda gıda ve tarım ürünleri üzerinde fiyatları kontrol ediyorlar. Büyük toptancılarda büyük esnaf sayılabilecek gruplar zaten fırsat da kolluyor. Stokçuluk ve suni fiyat artışları ile fahiş karlar elde ediyorlar. Tarımda ve gıda piyasasında planlama ve düzenleme olmayınca durum kangren haline gelmesi kaçınılmaz oluyor. Salgın koşullarında planlama her alan için elzem tarım ve gıda öncelikle elzem, planlamaya ihtiyaç gerekiyor. Türkiye pandemiye ekonomisi çok güçsüz zayıf bir şekilde girdi. 2020’de pandemi koşullarında iktidar; suni kredi pompalamalarıyla, üstelik el değmemesi gereken kaynaklarla, Merkez Bankası ve kamu bankaları kullanılmak suretiyle, vatandaşlarının gelirini yükseltmek, desteklemek yerine, borçlandırmayı yeğledi. Çünkü salgına girerken insanları destekleyecek kaynaklar tükenmişti, deniz bitmişti. Sadece çok minik bazı destekler yapabildi, bunlarda vatandaşın dişinin kovuğuna yetmiyor. Bu minik desteklerde vatandaşın tümüne değil. Esnafta, işçide, çiftçide kayıplarını azaltabilecek devlet desteğinden yoksun oldular.
Çiftçi için söylenen desteklerin çoğu da vergilerin ve primlerin ertelenmesi üzerine kurulu destekler. Benzer diğer ülkelerin çiftçilerinin desteklenmesi için yaptıklarına baktığımızda çok yetersiz olduğunu hatta olmadığını söylemek mümkün. Mesela küçük bakkallar isyan ediyorlar, “bize de kira desteği verilsin” diyorlar. Tüm bunlar yaşanırken büyük zincir marketlerde yürüyen bir başka hayat var, o da bir başka program konusu.
Tarım fiyatları girdi maliyetleri nedeniyle artıyor, oradan işlenmiş gıdaya geçiyorsunuz, fiyatlar orada da yükseliyor, nakliye ve aracılar giriyor, fiyatlar artıyor, stokçu ve salgından karı yükseltme iştahı ile fiyatlar şaha kalkıyor. Mevsimsel işçiler tarımın olmazsa olmazıdır, tüm dünyada böyle. Tarımla uğraşanlar da yaşlanma var, 55 yaş çiftçi yaş ortalaması, 55 yaş tarım için çok yaşlı bir yaş. Tarımla uğraşan insanların bir bölümü pandemideki yaş sınırlamalarına ve kısıtlamalarına da takıldılar. Tarım işçisi mobilitesi de sorun oldu, artı nakliye, lojistik sorunları da başladı. İstanbul’u düşünün çevresiyle birlikte Türkiye’nin neredeyse ¼’ü büyüklüğü nüfusuna sahip. Eskiden İstanbul, yakın çevresinden İ doyuyordu, çok eskiden hatta içinden doyuyordu. Bir yazı okudum, 1883 yılında İstanbul’un içinde 103 tane bostan varmış ve bu şehri besliyormuş. Şimdi bostanı bırakın şehrin çevresindeki tarımsal araziler konuta, fabrikaya dönüştü. Atıklarla toprak kalitesi de bitiyor.
Çok uzak diyarlardan geliyor büyük kentlere yiyecekler, özellikle yaş meyve ve sebze. Ne kadar uzaksa nakliye o kadar fazla para demek. Nakliye demek benzin demek, mazot demek, köprü-yol ücretleri var, sürekli artıyor, bunlar da maliyete giriyor. Sonra İstanbul haline geliyor, orada simsarlar var fiyatlar sürekli şişiyor. Kendimi bildim bileli bu hal düzenlemesi konuşulur bu ülkede, toptancı hallerini zapt-ı rapt altına alındığı bir durum hiç olmadı. Tarım ve gıda üretmek yüksek maliyetli bir iş haline gelmeye başladı. Bunu çözmek için önce planlama yapmanız gerekir. Eskiden Türkiye’de bir planlama örgütü vardı, iyi- hükümetlerin işine yarayan bir teşkilattı ama şimdi böyle bir örgüt yok. Türkiye’nin tarım planlaması yapılmıyor. Çiftçi neyin ne kadar destekleneceğini bilmeden ürün ekiyor. Büyük yerli ve yabancı şirketlerin kollandığı ‘sözleşmeli tarım ‘denilen bir uygulama gündeme getiriyor ki o çiftçiyi bir anlamda şirketlerin memuru, kölesi haline getiriyor. Çiftçiler büyük şirketlerin istihdamına terk ediliyor. Mevsimlik tarım işçisi olarak ülkemizde Suriyeli göçmenler tepe tepe kullanıldığı gibi kayıt dışı göçmenlerde kullanılıyor. Bu programı hazırlarken tarımda Afganların çalıştırıldığını da öğrendim. Mevsimlik işçilerde pandemide tüm dünyada sorun yaşanmış. Almanya’dan haberim yoktu. Almanya, tarım ürünlerini toplatmak için Romanya’dan uçakları balık istifi doldurarak işçi getirmiş. Tarım işçisi sorunu ABD’de patladı, Meksikalılar gelemeyince, onlar da Meksikalıları kullanıyorlar.
Tarımda pandemi öncesi ve sonrasında uygulanan yanlış politikalar nedeniyle çiftçiliği bırakıyor insanlar, topraktan soğuyor. 280 bin çiftçi son 1 yıl içerisinde çiftçi kayıt sistemine kaydını yaptırmamış, yani çiftçi vazgeçiyor tarımdan. Kaydını yaptırırsa nihayetinde desteklemelerden para alacak, vazgeçiyor, onu bile göze alıyor, gidiyor, ayrılıyor, çünkü destekleme yetmiyor işi yapmasına. Ayrıca Türkiye’nin ekilebilir alanlarında bir problem var, azalıyor bu ekilebilir alanlar ama tabii ki çok büyük bir ülke, dünyada hâlâ ilk 10’da, ama yanlış politikalarla eriyor. Tarımda yaşanan sorunlar zincirleme esnafa yansıyor sonrasında nihai tüketicide son buluyor. İnsanlar sonuçta tüketici bile olamıyorlar, hem gelirleri azalmış hem fiyatlar yükselmiş, yoksulluk açlık geliyor, üstelik kuraklık kıtlığa da yol açıyor...
Türkiye’de önce AVM’leri, küresel alışveriş merkezleri açıldı ancak esnafın faaliyeti durdu, onların rekabet etme imkânı yok, kapandılar büyük market zincirlerinin çalışma süreleri daha uzun. Türkiye insanlar bu zincirlerin yönlendiriciliğinde bir tüketmeye başladılar. Esnaf, perakende yasası yenilenmeli derken bunu kast ediyor. Market zincirlerinden şikâyet ediyorlar her yere dükkan açmasın, bir esasa bağlansın çalışma süreleri düzenlensin istiyorlar. Pandemide pek çok ülke tarım ihraç ürünleri kısıtladı, öncelikle “kendi vatandaşlarım doysun, nasılsa ben burada sıkıntı yaşayacağım” diyerek ihracat yapmadı.
Türkiye’de bazı sanayi dallarında ham madde sıkıntısı yaşanıyor. Yassı çelik bunlardan biri. Salgın Dünyada hammadde üreten firmalar için de sorunlar üretti, nakliye sorunları oldu, ham madde fiyat oynaklıkları meydana geldi.
Türkiye’nin kur şoku yaşamasıyla değersizleşen TL sonucunda ürettiği mallar ucuzladı, bazı ülkeleri Türkiye’nin ürettiği ucuz ham maddeleri lamasına yol açtı, bu içerde yerli sanayinin talep ettiği ham maddeye ulaşmasını engellemiş durumda. Ayrıca ihracatı yapılmayan mallar bile ucuzluğundan dolayı bazıları için cazip olmaya başladı. Türkiye içine üretim yapanlar, yurt dışına satmak daha karlı olunca Türkiye dışına sattı. Bu nedenle ham madde sıkıntısı birçok alanda yaşanıyor. Yassı çelik de bunlardan biri beyaz eşya sanayinin girdisi. Türkiye’de 3 firma yassı çelik üretiyormuş oligopolistik bir yapı bulunuyor, 3 tane firma üretiyor, bunlar 25 bin firmaya satıyor. Sonuçta sadece bu üründe fiyatlar çok yükseldi. Önümüzdeki aylarda açıklanacak enflasyon rakamlarında yassı çelik ve kullanıldığı sektörlerde görülen fiyat artışı yansıyabilir, enflasyon içinde değerli bir yer alabilir.
Türkiye iyi yönetilmiyor, ülke iyi bir durumda değil, kaynaklarını tüketmiş, eksi döviz rezervlerinde yaşayan bir ülke, anormal borçlulukları var. Sadece çiftçilerin borçları 130 milyar TL yani 120’si bankalara, 10 milyarı da esnaf ve çiftçi kooperatiflerine olmak üzere. Şimdi borçlar duruyor, ödenemiyor, borçlar bankalarca takibata uğruyor, kredi tarla ipoteğine bağlanmış, tarlalara el konuyor, sonuçta bankalar çok büyük tarımsal alanlara sahip oldular! Öbür tarafta esnafın muazzam borçları var, bankalar sistemine borçları var, esnaf kooperatiflerine olan borçları var. Tüm bu borçlara çözüm bulunması gerekiyor. Ayrıca sektörel borçlar var, enerji sektörünün borçları var, inşaat sektörünün borçları var, reel sektör borçları ortada duruyor. Çözmek için taze kaynak, borç lazım, yatırım lazım. Türkiye büyük bir borç sarmalı içerisindeyken pandemiye girdi ve daha da çöktü. Öncelikle ekonomi politikalara güvenin sağlanması gerekiyor. Rejime olan güvenin kalmadığı yerde doğru iktisat politikaları da üretilemiyor. Kamusal politikaların devreye girmesi gerekiyor. Demokrasi dışı bir rejim olan CHS ile sorunlar çözülemiyor.
Önceleri tarım KİT’lerimiz vardı, şimdi tarım KİT’lerimiz yok, özelleşti bunlar bu işler piyasaya bırakıldı ve özel sektöre bırakılan bir alan haline geldi. Kamunun hiç olmadığı bu alanlar tamamıyla özel sektöre terk sistem bu şekilde bir açmazın içerisine girdi. Kaynaklarınızı, tercihlerinizi ulaştırma alt yapı bakanlığından yapıyorsunuz, sağlığa tarıma esnafa destek olmaya paranız hiç kalmıyor. Sağlık Bakanlığı’nın ödenekleri %10 artıyor ama Ulaştırma ve inşaat Bakanlığı’nın %101. İnşaata para ayırıyorsunuz ama vatandaşın beslenmesini garanti altına alacak tedbirlere ilişkin bir önlem alamıyorsunuz. Türkiye’de çiftçi kayıt sisteminde yaklaşık 2 milyona yakın çiftçi bulunuyor, 2.100.000 civarında da esnaf var. Bunları topladığınızda 4 milyon, Türkiye’deki hane halkı kişi sayısı 3.6, hadi 4 diyelim, 16 milyonluk bir kitle var karşımızda. Unutmadan şunu da söyleyeyim: Türkiye’de hane halkı dediğimiz aile borçlanmasının zirve yaptığı bir yıl oldu 2020 yılı. Borçlanabilir nüfusun %80’i borçlu durumda, 2020 yılında pandeminin etkisiyle yaklaşık 2 milyon kişi hayatında ilk defa borç almış.
ÖM: Ali bey bir soru sormak istiyordum da, Özdeş’le beraber bir soru sormak istiyorduk, yani bu gerek Cumhurbaşkanı ve AKP genel başkanı Erdoğan’ın yüksek gıda fiyatlarına ilişkin esnafın bu çok ağır cezalara çarptırılabileceğini söyledi. “Vatandaşımıza zulüm etmeyin!” diye esnafın üzerine yöneltti suçlamayı. Bu arada da PTT’nin Konya Sanayi Odası Başkanı Tahir Büyükhelvacıgil’in şirketinden temin ettiği Ayçiçek yağını bu şirketin kendi online sitesine göre %15-20 arasında değişen oranda daha pahalı sattığı görülmüş. Burada bir bayağı ciddi bir skandal var ve “PTT ayçiçek yağını daha ucuza satan şirkete de dava açıyor” diye haberler vardı yani T24 Gazete Duvar’dan okuduğumuz birkaç haber. Bu nasıl olabiliyor böyle bir şey?
AB: Her şey ortada yani, PTT’nin yağ satması.
ÖM: Ne demek?
AB: Bunu bir bilen varsa açıklasın! Posta telgraf örgütümüz, iğdiş edilmiş olmakla birlikte, neredeyse 250 yıllık bir örgüttür, başlangıçta yabancıların elindeydi. PTT’nin yağ satması komik ötesi bir durum yani, traji komik bir durum. Devletin kargo şirketinin, posta şirketinin yağ satması! Olacak iş değil.
Ayçiçek yağı sorunlu bir konu. Türkiye, önceki yıllarda ayçiçek üretimi ve yağ üretiminde kendi kendine yeten bir ülkeydi, şimdi yeten olmaktan çıkan bir ülke haline, yağlı tohumlar dediğimiz alan. Durum aleni bir durum, satıcının kim ve ne olduğu belli, çok net bir suistimal olduğu gözümüzün önünde. Ama bunu ciddiye alan bir hukuk sistemi olması lazım, ciddiye alan bir bürokrasi olsa önlemler alınabilirdi ama yok. Bakın konuştuk geçtiğimiz haftalarda, 1.6 milyar Dolar Ziraat Bankası üzerinden Turkcell şirketine verildi. Bunun akıbeti konusunda henüz hâlâ sorulara yanıt almış değiliz. Bunun gibi o kadar çok şey var ki, yağ yüzeyde kalıyor yani! Kör gözüm parmağına diyebileceğimiz bir durumla karşı karşıyayız. Sorunuza yanıt zaten sorunun içinde var, o kadar aleni bir durum ki.
ÖM: Ayçiçeği yağı gibi üste çıkmış yani!
AB:İyi yönetilmeyi bıraktık gerçekten korkunç bir durumdayız. Çok hasta bir ülke Türkiye.Böyle bir ülkenin rejiminin değişmesi için öncelikle seçim olması lazım, peki seçimler olacak mı ? Hadi oldu, peki adil olacak mı? Seçimlerden sonra rejim değişecek mi? Peki nasıl değişecek?Uzun bir tedavi süreci gerekiyor.Hastanın iyileşmesi çok uzun bir sürede gerçekleşebilir ancak. Sanıyorum süremizi dolduruyoruz değil mi?
ÖM: Evet. Bunu takip etmeye devam edeceğiz, yüreğimiz dayandığı oranda!
ÖM: Kesildi galiba, allahaısmarladık da diyemedik ama Ali Bilge’yle esnafın durumu başta olmak üzere Türkiye’nin içinde bulunduğu bir çeşit hastalık durumunu konuşma fırsatımız oldu.