1923'ten 2023'e iktisat kongreleri

Ekonomi Politik
-
Aa
+
a
a
a

Ali Bilge'yle İzmir'de ilkinden tam 100 yıl sonra gerçekleşen İktisat Kongresi'ni ve Türkiye'nin iktisat kongresi geçmişini konuşuyoruz.

Fotoğraf: İzmir Büyükşehir Belediyesi
Fotoğraf: İzmir Büyükşehir Belediyesi

(Bu bir transkripsiyondur. Metnin son hâli değildir.) 

Ömer Madra: İzmir İktisat Kongresi (İİK)’ni konuşalım diyorduk. Yüzüncü yılından sonra yüzyılın ikinci kongresi bu.

Ali Bilge: Biraz geçmişte yapılan kongrelerden bahsedeyim. İlk iktisat kongresi 17 Şubat – 4 Mart 1923 tarihlerinde oluyor. Bu dönemde Osmanlı saltanatı kalkmış, yeni yönetimin ne olacağı henüz belli değil, yeni bir ülke inşası gündemde, Lozan görüşmeleri başlamış. Ancak Lozan görüşmeleri, Kapitülasyonları görüşürken doğan anlaşmazlık nedeniyle kesintiye uğruyor. Birinci İzmir İktisat Kongresi işte bu döneme rastlıyor. 

Dolayısıyla Osmanlı bakiyesi olan Anadolu meclisinin “nasıl bir devlete dönüşeceğine” dair mesajların dünya verildiği bir zemin oluyor. Yurt içinde ve dışında, ülkenin nasıl yönetileceğine ilişkin merak çok yüksek, bu soruların giderilmesi için kongre uygun bir ortam oluyor. Küçük Asya’da yaşayan bu halkların, nasıl bir rejimle yönetileceğine ilişkin mesajların, tariflerin yapıldığı bir toplantı, bu nedenle de çok önemli, dikkatle takip ediliyor. Lozan’da yer alan ülke delegasyonları da aydınlatılmış oluyor. 

Yeni kurulacak rejim İttihat Terakki’nin devamı mı olacak? Ne kadar devamı olacak? Çünkü mevcut kadroların çoğu, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin kadroları. Dönemin meclis ve hükümetine en büyük desteği veren, ittifak içinde olunan yoldaş Sovyet Rusya rejimi ile nasıl bir benzerlik içerisinde olunacağı da, diğer merak edilen önemli hususlardan. Sonuçta en büyük destek Sovyet Rusya’dan gelmişti. 

Kongre boyunca, kurulacak yeni rejimin, piyasa ve özel sektöre saygılı sosyalizme de kapalı olacağı mesajı veriliyor. Batı dünyasına, batı ekonomilerine, batı kapitalizmine entegre olmaya aday bir ülke olunacağı mesajları veriliyor. Tercihin Batı olduğu açıkça ifade ediliyor. Liberal iktisadi görüşün hakim olduğu İzmir İktisat Kongresi’nde; piyasa ekonomisinin geliştirilmesi ve özel girişimciliğin teşvik edilmesi, vergi sisteminin modernleştirilmesi, çalışanlara yeni hakların tanınması gibi konularda kararlar alınmıştır.

Kongre, ittihat ve Terakki döneminde başlayan milli iktisat anlayışının devamı niteliğinde olmakla birlikte, gerçek politik nedenlerle tam teşekküllü milli iktisat uygulanması mümkün olamıyor. Birincisi sermaye, kaynak kıt, yabancı tasarruflara/yatırımlara ihtiyaç var, ikincisi Lozan’da esas alınan, 1916 tarihli Osmanlı Gümrük Tarifesi’nin 1929 yılına kadar uzatılması nedeniyle, ülkenin devletçi, korumacı milli iktisat anlayışı ile yönetilmesi mümkün değil. Kongrenin önündeki dönemi, liberal ekonomi olarak tanımladığını belirtelim. Devletçiliğin, 29-30 dünya ekonomik bunalımının başlaması ve Lozan’da devamı kabul edilen gümrük tarifelerinin sona ermesinden sonra başladığını söylemeliyiz.

İzmir İktisat Kongresi’ne katılan temsilcilerin/kişilerin çoğunluğu atanmış kişilerdir. Kongrede aktif grup tüccar ve büyük çiftçi kesimidir. Kongrede etkin olanlar halkın zenginleridir. Çiftçiler ve işçi kesimleri nitelikli çoğunluk değildir. İşçi ve amele kesimine kongrede, pek çok sözler verilir ama daha sonra bunların hiçbir yerine getirilmez. Grev ve düzenli çalışma hakkına ilişkin düzenlemeler, 40 yıl sonra devreye girecektir. 

1923 yılındaki ilk kongrede vurgulanması gereken hususlardan biri de, işgücünün ve sermayenin Müslümanlaştırma ve Türkleştirilmesine devam edileceğidir. Rum, Ermenilerin gayrimüslimlerin ekonomideki etkinliğine son verilmesine devam edileceğini görmekteyiz. Ancak, Lozan görüşmeleri gözetilerek, mesajın ölçülü bir şekilde verildiğini anlıyoruz. 

O günkü deyimle, küçük Asya’dan 4 milyona yakın nüfus göçe zorlanmış ve gitmiştir. Rum ve Ermeni kıyımı/tehciri ile giden nüfusun büyük bir çoğunluğu da işgücüdür, ayrıca bu nüfusun malvarlıkları söz konusudur. Gayrimüslimlerin mal varlıkları, Türk ve Kürt Müslümanlara verilir, dolayısıyla bütün bu sürecin dönüşümünün nasıl olacağı, hangi rejim çatısı altında gerçekleşeceği çok önemlidir. 

Birinci kongreye ilişkin değerli çalışmalar ve yayınlanan kitaplar mevcuttur. Çağlar Keyder, Şevket Pamuk, Korkut Boratav, Bilsay Kuruç, Oktay Yenal, Yahya Tezel, Zafer Toprak, Erik Jan Zürcher gibi hocaların çalışmalarına bakılması mümkündür. Son olarak Serdar Şahinkaya’nın kitabı da yeni yayınlanmıştır.

Sonuç olarak kongre; özel sektöre saygılı, batı dünyasına entegre olunacağı, komünizme ve sosyalizme kapalı olunacağı, mesajının verildiği bir kongredir. Lozan heyetinin işlerini, bir anlamda kolaylaştırmaya dönük olarak, bugünkü deyimle yapısal reformların, hukuki düzenlemelerin yapılacağı ilan edilmiş olur. Aslında bu mesajlar, 1913 İttihat Terakki programının devamı niteliğindedir,1913 ilkeleri genel olarak da bu kabul gören bir husustur.

Kongre mesajlarının büyük çoğunluğu da dilek ve temennileri içerir, bu nedenle de “daha kuvvetli yazılabilirdi” diye eleştirilir. İlan edilen misakı iktisat bildirisinde, “yalan söylemeyecek, hırsızlık yapmayacak” gibi mesajlar da vardır. Bu bildiri duygu ve temenni listesi olarak da görülür, hafife alınır. 

İkinci kongre aslında 2-7 Kasım 1981 yılında oldu. Bu kongre 12 Eylül darbecilerinin, askeri cuntanın düzenlediği bir kongreydi. O yıl, Atatürk’ün 100. doğum yılına denk gelmişti ve “Atatürk yılı” ilan edilmişti. İlk kongreye katılan bazı insanlar yaşıyordu. Türkiye ekonomide ve siyasette yine önemli bir dönemeçteydi. Neler olmuştu? 70’lerin 2 petrol krizini aşamadı Türkiye, döviz ve ödemeler dengesi alt üst oldu. Açmaza düştü dış ticaret ve kur politikası ile karşı karşıya kaldı. İktisadi kriz üzerine Türkiye, meşhur 24 Ocak kararları ile IMF, Dünya Bankası ve uluslararası örgütlerin gözetiminde bir programa girdi. Bu program hem istikrar hem de bir serbestleşme programıydı. Biz bu döneme, birinci kuşak serbestleşme diyoruz. Kongre; dış ticaretin liberalleşmesine yönelik politikaların, ithal ikameci politikalardan çok ihracata yönelik büyüme politikalarına dönüşün olmaya başladığı bir dönemde yapıldı. 

Ekonomide devletinin rolünün azaltılması fikrinin başladığı, kamusal politikalar yerine özel sektör ve piyasaların öngörüldüğü bir ortamdı Turgut Özal ekonomi bakanıydı ve neoliberal politikaları savunuyordu. Turgut Özal’ın karşısında devletçi, karma ekonomici ekip bulunuyordu. 2 Eylül’ün kadrolarının içinde yer alan bu iki ekibin, zaman zaman çatıştığı bir toplantılarda oldu. Aynı zamanda bu kongre, faizlerin yükseldiği ve bankerlerin çoğaldığı bir dönemdi. İkinci kongreyi de burada keseyim. 

Bundan 9 yıl sonra 3. kongre Haziran 92’de gerçekleşti. Bu kongre ikinci kuşak liberalleşme dediğimiz, yani kambiyo sisteminin de liberalleştiği, 1989 -90 kararları sonrasına denk gelen kongreydi. Sermaye hareketlerinin serbestleşmesi nedeniyle, ithalat patlıyordu, tüketimde bollaşma yaşanıyordu, dış borçlanma serbestleşince de borçlanmanın ivmesi hızla artıyordu. Esnek kur sistemine birinci dönemde geçilmişti, olmayan piyasalar devreye girmiş, neoliberal politikalar hakkıyla uygulanmaya başlamıştı, özelleştirme kurtuluş için şarttı. Enflasyon ve kamu açıklarıyla, görev zararlarıyla, Türkiye boğuşmaya başlıyordu. Kambiyo serbestleşmesi iklimi içinde olan Türkiye’de, dış rüzgarlara tamamen açıktık. Bu rüzgarların henüz etkisi görünmüyordu, ancak 2 sene sonra 94 kriziyle, bu modelin ilk yıkımını yaşamaya başlayacaktık. 3. Kongre aynı zamanda Demirel ile Özal arasındaki rekabete tanık olduğumuz bir kongreydi. Ben, 3. kongreye katıldım, 1981’de yapılan ikincisine katılamadım, çünkü 12 Eylül bizi eziyordu o dönemde. 

3. kongreye damgasını vuran diğer bir hususta şuydu; Sovyetler Birliği yıkılmış, doğu ve batıdaki Sovyet ülkeleri bağımsızlıklarını ilan etmişlerdi. Türkiye, piyasa ekonomisini ve neoliberal politikaları, serbestleşmeyi tecrübe eden kıdemli bir ülke olarak, bu ülkelere liderlik etmeye çalışıyordu. Türk dünyasına, Türki devletlere, bağımsız devletler topluluğuna siyasi ve ekonomik liderlik yapma sevdasındaydık. “Adriyatik’ten Çin denizine Türk dünyası “diye bir slogan geliştirilmişti, büyük devlet olma imkânını yakalamıştık, uçuyorduk! 

9 Mayıs 2004’de başlayan 4. kongre öncesinde, 2001 ekonomik krizi yıkımı yaşanmıştı. Kriz; orta ve alt sınıflar dümdüz edilerek, IMF destekli ağır bir istikrar programı ile aşılmıştı, kamu ve özel bankalar sorunu temizlenmiş, bütün maliyet de halkın, emekçi sınıfların üzerine yüklenmişti. 2002 seçimleri sonrasında AKP’ye iktidar, finansal saha temizlenmiş bir şekilde teslim edilmişti. Dolayısıyla bu kongre kriz endişesinin konuşulduğu bir kongre değildi. 

AKP iktidarının ilk yıllarına rastlayan, 4. Kongre; AB ivmesinin yükseldiği bir ortamda yapıldı. AKP’nin liberal ve sivil rejim yaklaşımlarının, Avrupa Birliği heyecanın, ekonomide ve siyasette demokratikleşmenin, kongreye damgasını vurduğunu söyleyebiliriz. AB üzerinden Türkiye’nin temel meselelerine bakılmaya çalışılan bir kongreydi.

5. kongre 2013 yılında gerçekleşti. 2003 Nisan’ından itibaren Ekonomi Politik programını yapıyoruz, dolayısıyla 2004 ve 2013 kongrelerini, Açık Radyo için de izlemiştim, bu kongrelere ilişkin izlenimlerimizi de izleyicilerimize aktarmıştık. Kayıtlarda bu programlar mevcut. 3-11 Kasım 2013 tarihlerinde yapılan 5. Kongre, AKP’nin iktidar dönemine denk gelen 2. iktisat kongresiydi. 

Bu kongre, 17-25 Aralık 20003 “yolsuzluk olaylarından” çok kısa bir süre önceydi. 2014’de yerel seçimler ve Cumhurbaşkanlığı seçimleri vardı. Kongre AKP’nin icraatın içinden gösterisini yaptığı bir kongreye dönüştü. İnşaat sektörüne, betona dayalı dayalı büyümenin ivmelendiği, dış borçlanmanın da inanılmaz arttığı, inşaata dayalı dayalı büyümenin örgüsünün yapıldığı, mega projelerin gündeme geldiği bir kongreydi. Saplantı haline gelen inşaat sektörüne dayalı büyüme sorununun yol açacağı tehlikeler elbette konuşulmadı. İklim meselesi de doğru dürüst konuşulmadı, bu konuda ‘kalkınma ve yeşil büyüme’ başlıklı oturum dışında oturum yoktu. AKP - Gülen ortaklığının öncü sarsıntılarının hissedildiği bir kongreydi.

En önemlisi 21. yüzyıla damgasını vuran ve hâlâ etkileri devam eden global ekonomik krizi, 2008 sonrası yaşanan global ekonomik kriz sorgulanmadı. Oysa Dünyanın her tarafında kriz ve kapitalizm enine boyuna sorgulanıyordu. Finansal kapitalizmin ve küresel kapitalizmin yarattığı tahribat, finansal liberalleşmenin yaşattığı eşitsizliklere ilişkin sorgulamaların olmadığı, 2008 krizinin sorgulanmadığı, bilimsel niteliği oldukça düşük bir kongreydi. Genelde de, bu kongrelerin bilimsel niteliği ve uluslararası niteliği düşük olur. Şöhretler çağrılır bu tür toplantılara…

Ö.Ö.: Peki bu kongreleri hep aynı platformlar mı örgütlüyor? Sanki şu andaki daha çok muhalefetin örgütlediği bir kongre gibi? Öncelikler nasıldı?

A.B.: Önceki İzmir iktisat kongreleri devleti yöneten iktidarların örgütlediği toplantılardı. İktisat kongreleri düzensizdir. İkincisi 58 yıl sonra oldu. Ülkenin iktisadi dönemeçlere rast gelmesi de benim yorumum, birinci liberalleşme, ikinci liberalleşme, kambiyo rejimi değişimlerini vurgulayan bildiğim kadarıyla benim. Genelde bu toplantılar hükümetlerin icraatın içinden gibi yapmaya çalıştıkları organizasyonlardır. 2013’te Expo İzmir oylamasına çalışılıyordu, onun üzerinde duruluyordu. 

Çoğunlukla bu organizasyonların sekretaryasını Devlet Planlama Teşkilatı yapıyordu. Tabii birincisi çok farklı bir organizasyon, birincisinde iktisat bakanı Mahmut Esat Bozkurt’tu, Bozkurt Atatürk’ün prenslerindendir, kongre başkanı da Kazım Karabekir’di, o da işte doğu orduları komutanı, çok önemli bir figür. 

Ciddi üniversitelerin düzenlediği iktisat kongrelerinde, dünyanın ve ülkenin iktisadi siyasal süreçleri masaya yatırılır, mesajlar verilir, tehlikelere işaret edilir. İzmir İktisat Kongreleri’nden 1992, 2004 ve 2013’te yapılanları izledim. 30 yıl bir iktisat dergisi yayınlayan, yüzün üstünde toplantı düzenlemiş bir kişi olarak toplantıların hedefini bulmasını çok önemserim. Yoksa israf oluyor, şova dönüyor, konuşmacıların, katılımcıların ve izleyicilerin niteliği bun nedenle çok önemli. 

Konuştuğumuz iktisat kongreleri genelde siyasi gelişmelere paralel olarak cereyan eder. 1923 iktisat kongresine ilişkin çok çalışma var ama daha sonrakiler için yok gibi, benim bugün yaptığım da derinlemesine bir değerlendirme değil, gazeteci gözüyle bir inceleme, kongrelerin daha derinlemesine incelenmesinde yarar var. 

Devam etmekte olan kongreye gelelim. Otokrasiden demokrasiye adım atmak üzere bir seçimin arifesinde olduğumuz bir kongre. Bu kongre İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından düzenleniyor. 3 Aralık 2022’de, CHP nin düzenlediği ikinci yüzyıl toplantısının devamı niteliğinde bir toplantı. Devam etmekte olan toplantıyı yerinde izlemedim, takip etmeye çalıştım diyebilirim. 

Kongrede neler var, neler eksik? Bu tür iktisat kongrelerinde, ülkenin o gün bulunduğu duruma göre Kemalizm ve iktisat anlayışı vurgusu yapılır. Günün siyasal gerilimlerine, çatışmalarına, ittifaklara ve ağırlıklara göre bu Kemalizm biçim alır. Solcuların, sosyalistlerin egemen olduğu toplantıların olduğu zamanlarda, hem solcu /Marksist ve Kemalist olduklarını ifade edenlerin ağırlıklı olduğu durumlarda, “sol Kemalizm” versiyonu öne çıkar. 100 yıl boyunca, çeşitli Kemalizm örneklerini yaşamışızdır. 

Son dönemde de, CHP’de “neoliberal Kemalizm” diyebileceğimiz,”Kemalizm’in neoliberal” versiyonu diyebileceğimiz yaklaşımlar hakim. Bu hakimiyet, millet ittifakında da çoğunluk yer buluyor. Söylediğim gibi, bunun tersi de denendi, Kemalizm’in solcu versiyonu, o da bir garipti. 

Şimdi burada olması gereken şu, Türkiye gerçekten çok tahrip olmuş bir ülke, otokrasinin ekonomide yarattığı muazzam bir tahribat içerisindeyiz. Dünya büyük bir bunalımı da henüz atlatmış değil, son hafta Amerika’daki bankalarda yaşanan iflası görüyoruz. Dolayısıyla, çok uzun yıllardır ihmal edilen, sosyal politikalar, sosyal devletin rolü, ekonomide doğru ve etkin devlet ve kamusal politikalar olmadan, sadece özel sektör ve piyasa odaklı çıkışlarla, memleketin ve dünyanın sorunlarına çıkış bulunamayacağı bir gerçek. Bunalım yaratan eski piyasa ve özel sektöre dayalı, bu zihniyeti fetişleştiren politikaların sonuna geldik. 

Bu durumun çok iyi altının çizilmesi, vurgulanması, iktisat politikasında bundan sonra egemen olacak sürecin, dengeli bir süreç olması gerektiğinin altının çok çok iyi çizilmesi gerekirdi. Ayrıca, vergi almadan çıkış yok, servet vergilendirmeden çıkış yok. Ben olsam Piketty’i davet ederdim, Fukuyama yerine, böyle programları düzenlemiş bir kişi olarak derim ki, dışarıdan Piketty buraya uygun düşerdi… Bu toplantılar nedeniyle konuşmayacağız da, nerede konuşacağız? Tarihimizin çok önemli bir yerindeyiz, dönemeç diyoruz ya hep, böyle bir yerdeyiz. Peki Türkiye’nin yeri dünyada nerede olacak? Altılı Masa’nın da CHP’nin de bunu söylemesi lazım. Türkiye, dünyanın neresine kaydı? Nerede duruyor? Türkiye bundan sonra nerede olacak? 

Ö.M.: Kongre, İzmir Büyükşehir Belediyesi başkanlığında geçen Çarşamba başlamıştı, Bekir Ağırdır’la da ilk açılış günü yaptığımız programda da biraz ayrıntılarına girme fırsatımız olmuştu. Ayrıca bugün iktisat tarihçisi, ekonomist Şevket Pamuk’u konuk edeceğiz.

A.B.: Evet önemli toplantılar ve konuşmacılar bulunuyor. Ancak bilinenlerin ve tekrarın dışında görüşlere de çok ihtiyacımız var. Türkiye’nin, dünyanın neresinde durduğuna ilişkin tanımlamaya ihtiyacı var. Otokratik dönemde Türkiye’nin eksenindeki kaymayı, nasıl düzelteceğimizi de konuşmalıyız. Başta Avrupa Birliği. AB ile Türkiye’nin eskimiş bir gümrük birliği anlaşması var. Neden bu konu yer almaz anlamak mümkün değil. Mesela bu konuyu nasıl yeniden ele alacaksınız? Neler yapacaksınız? 

İki otokratik ülke olan Rusya ve Türkiye’nin ekonomik ilişkileri Rusya lehine çok gelişti, en fazla dış ticaret açığını Rusya’ya veriyoruz. Askeri ilişkilerde cabası. Teknolojik ürünlerin payı ihracatta yüzde 2-2,5, bunu nasıl yukarıya çıkaracağız? Toplantıların dilek ve temenniler gibi önerilerin ötesine gitmesi lazım. Bakın salgınlar ve pandemi incelenmemiş programda, halbuki daha tam geride bile bırakmadığımız bir durum. Deprem ve kaynakların mobilizasyonu nasıl gerçekleşecek? İklim politikaları da daha güçlü olmalıydı. 

İktidar değişiminin arifesinde olduğumuzu düşündüğümüz bir süreçte, bu tür kongrelerin entelektüel düzeyinin, siyaset sahnesini besleyici olması gerekir. Evet çok güzel organizasyonlar, güzel sunumlar var, evet yeniliğe ihtiyacımız var, yeni bir hikâyeye ihtiyacımız var, yeni bir söze ihtiyacımız var, ama artık “yeni söz, hikâye lazım” demek yetmiyor. Artık, ‘hikâye elimin altında’ demek gerekiyor. O noktadayız çünkü.15 Mayıs günü şayet iktidar el değiştirmiş olacaksa, ilk 15 gün kararnamelerinin düzenlemelerin, Resmî Gazete’de yayımlanacakların, şimdiden hazır olması lazım. Dolayısıyla bu tür kongrelerin bu süreçlere katkısı olması lazım. Ne istiyoruz? Tersine beyin göçü olsun istiyoruz. Yurt dışına giden beyinlerimizin geri gelmesini istiyoruz. Peki bunu nasıl yapacağız?  

Yolsuzlukla elde edilen 418 milyar Dolar’a servetin geri gelmesini konuşuyoruz, buna çok bel bağlanıyor. Tersine beyin göçünü ve tersine para göçünü nasıl sağlayacağız? Türkiye’nin giden kaynağı, bunun tekrar döndürülmesi nasıl olacak? Vergi almadıkça, zenginden alıp fakire vermedikçe bir iktisat politikası düzenlemenin artık şansı yok, eski araçlarla, amaçlarla hareket edilemez. Bunlara ışık tutacak nitelikte tebliğlerin, konuşmaların, değerlendirmelerin olması gerekir. 

“Ulusal Vergi Konseyi olsun” demiş Kılıçdaroğlu. Bence de olmalı da, doğru da çalışmalı. Türkiye’nin emek ve sermayenin bir araya geldiği, halihazırda var ama işletilmeyen, ekonomik sosyal konseyin işletilmesi lazım. Bu tür organizasyonların, entelektüel ve akademik niteliğinin, dilek ve temennilerin ötesine olmasında fayda var. Uluslararası katılımcıların da, bize ışık tutacak nitelikte olmasında, tükenmemiş katılımcılar olmasında fayda var. Evet hepimiz, yıllardan beri “yeni söz, yenilik, değişim lazım” diyoruz ama artık tüm bu sözlerin “elimizin altında olması” gerekiyor, çünkü vakit yok.