Oğuz Atay 87 yaşında!

Editörden
-
Aa
+
a
a
a

87. doğum gününde Oğuz Atay'ı Açık Kitap'ta Ömer Madra'nın kaleme almış olduğu Oğuz Atay yazısıyla anıyor ve Günün ve Güncelin Edebiyatı'nın Atay'ın ölümünün 40. yılı nedeniyle 2017'nin Aralık ayı boyunca yaptığı programların podcast'lerini paylaşıyoruz. 

Oğuz Atay (1934-1977)

Romancı, hikâyeci; oyun, günlük ve biyografi yazarı. Oldukça kısa ömrünün, biri de ağır bir hastalıkla boğuşarak geçen son yedi yılı içine, biri araya ölüm girdiği için tamamlanamamış olan yedi eser sığdırmış. Toplam 2200 sayfa. Para kazanmak için yapılan –yazarlık dışı– zorunlu mesleki faaliyetler, ameliyat, hastalık ve tedavi süreleri de dahil, yedi yıl boyunca her gün yaklaşık 1 sayfa kaleme almış. Nabokov'un Balzac için söylediğine benzer bir durumla, bunlar hummalı bir çalışmanın yoğun niceliksel ürünü olmanın yanı sıra, her biri tek tek ve ayrıca hepsi bir bütün olarak yüksek nitelikli bir edebiyat eserini oluşturan sayfalardır.

Oğuz Atay, her topluma egemen olan kuvvet ilişkilerini, kuvvete karşı direnemeyen insanın boyun eğme, kaçma ya da 'tozutma' durumlarını, rasyonel düşünceye karşı girişilen tasallutu, toplumda her zaman baskın olmaya meyleden militarist, hiyerarşik ve bürokratik eğilimleri, resmî ve tarihî kuvvetlerin bastırması karşısında düşülen insani zaafları, derin yalnızlıkları ve hatta paranoyayı, kendi toplumuna özgü ayırıcı özellikleri de şaşırtıcı bir gözlem gücüyle bütünleştirerek, olağanüstü bir insanlık komedyası hâlinde 'sahneye koyar'.

Bir yanıyla Kafka, Hašek, Joyce, Dostoyevski, Salinger ve Rhys gibi Batılı –ama Batının hep biraz kıyısında kalmış, hatta herşeye rağmen marjinal sayılabilecek– yazarları çağrıştırır ve onların bilinç akışı gibi tekniklerini büyük bir ustalıkla kullanır. Bir yanıyla da tüm toplumsal, kişisel ve tarihi kargaşası, 'kimlik arayışı' içinde gidip gelen Osmanlı-Türk insanının benzersiz bir panoramasını çizen 'tek ve Türk' yazar olmayı da aynı ustalıkla becermiş olduğu söylenebilir. Dolayısıyla, kimi eleştirmenlerin söylediğinin aksine, Oğuz Atay'ı günlüğünde dile getirmiş olduğu büyük projesi 'Türkiye'nin Ruhu'nu yazamadan ölmüş saymak çok doğru olmaz.

Yaşamı sırasında kitaplarının ilgi gördüğüne tanık olmayan yazar, unutulmaz günlüğüne düştüğü şerhle 'daha yaşarken unutulmuş', ama, ölümünden yedi yıl sonra bir gazetede, yeni bulunan günlüğü vesilesiyle hakkında yayımlanan bir haftalık yazı dizisinin ardından yeniden –aslında ilk kez–  'hayata kavuşmuş', bu tarihten sonra eserlerinin hemen hepsi defalarca basılmıştır.

Oğuz Atay ve Yazılmamış Ansiklopedisi

Oğuz Atay'ın önemli bir başka yönü ise 'ansiklopedistliği'dir. Hatta, onu ansiklopedist akımının fahrî Türkiye temsilcisi, dahi saymak mümkündür. Kendi yapıtı içinde kaleme aldığı sayısız edebi tür (roman, hikâye, anı, günlük, mektup, rüya, tarih, tarihi oyun, komedi, trajedi, fars, mim, şiir, destan, koşma, şarkı, mesel, risale vs...) arasında ansiklopedi maddeleri yazımı da önemli ve apayrı bir yer tutar; o kadar ki, yazarın eserleri her okunuşlarında, A'dan Z'ye tam teşekküllü bir 'Oğuz Atay ansiklopedisi'ni hazırlama imkânını okura kolayca sunar. Birkaç örnek vermek gerekirse:  

Af:  "İç hizmet talimatnamelerine aykırı deliler için umumi af ne zaman çıkacak albayım?" (Tehlikeli Oyunlar); 

Baba: "Acaba senin de bilinçaltın var mıydı babacığım? Bana öyle geliyor ki sizin zamanınızda böyle şeyler icad edilmemişti. Sanki Osmanlıların böyle huyları yoktu gibi geliyor bana." (Korkuyu Beklerken); 

Ciddiyet: "Albayım, albayım bu oyun çok ciddi; bakın ben bile ağlıyorum." (Tehlikeli Oyunlar); 

Radyo: "... sayın dinleyiciler Turgut Özben'le on beş saniye programını sunuyoruz: önce okuyucu mektuplarını cevaplandırıyorum. Isfarla'dan MYKL rumuzuyla mektup gönderen sayın hayranım soruyor: bilmem bu gönülle ben nasıl yaşayacağım? Yetmez mi bu elem daha yıllarca mı sürsün? Yakında bitiyor sevgili dinleyicim. Piyasaya bir çıksam mesele kalmayacak. Bütün hesaplarımı yaptım. Maliyetimi çıkardım. Onlara pahalıya mal olacağım. Belli etmeden yavaş yavaş süreceğim kendimi." (Tutunamayanlar); 

Türk: "Ağbi, şimdi bu benim aleyhime mi olacak?" (Tutunamayanlar); 

Vatandaş: "Ben on ikinci dereceden resmi Türk vatandaşıyım. Törelerime bağlıyım. Yazamam ben. Ben fakir bir Turgut'um. Turgutların en önemsizi. Şimdiye kadar yaptırdığım bütün tahliller normal çıktı; böyle bir şeye rastlanmadı... Beni ileride kimse tarihe sormayacak." (Tutunamayanlar); 

Yazı: "İşte kâğıt işte ıstırap. Yazalım albayım." (Tehlikeli Oyunlar); 

Ziya: "Hamiş: Sizden, ayrıca Hikmet dostumuzun vefat ilânını aşağıdaki şekilde yayımlamanızı da rica ederim: ELÎM BİR ZİYA Merhum Süreyya Hanımın ve muhasebe-yi hususiye memurlarından merhum Hamit Beyin oğulları ... mahallemiz sakinlerinden, eşsiz dost, iyi insan, örnek arkadaş, müşfik kardeş, mütevazi komşu v.b. mümtaz insan, HİKMET BENOL elim bir kazayı müteakip derhal vefat etmiştir. Kederli arkadaşlarına başsağlığı dileriz. KOMŞULARI Hüsamettin Tambay ve Nurhayat Hanım. Not: Bu ilân için, iki güne kadar bizzat matbaanıza gelerek size elli lira takdim edebileceğim. Mütebakisini de ay başında üç aylık maaşımı tahsil edince, hemen ödemeyi taahhüt ederim. H.T."

Ama, Oğuz Atay, esas olarak, Türk diline armağan ettiği benzersiz 'tutunamayan'ı o tuhaf, devasa ve mufassal ansiklopedisinin merkezine şöyle bir madde olarak yerleştirmiştir:

Garip Yaratıklar Ansiklopedisinden

Tutunamayan (disconnectus erectus):

Beceriksiz ve korkak bir hayvandır. insan boyunda olanları bile vardır. İlk bakışta, dış görünüşüyle insana benzer. Yalnız pençeleri ve özellikle tırnakları çok zayıftır. Dik arazide, yokuş yukarı hiç tutunamaz. Yokuş aşağı kayarak iner. (Bu arada sık sık düşer). Tüyleri yok denecek kadar azdır. Gözleri çok büyük olmakla birlikte, görme duygusu zayıftır. Bu nedenle tehlikeyi uzaktan göremez.

Erkekleri, yalnız bırakıldıkları zaman acıklı sesler çıkarırlar. Dişilerini de aynı sesle çağırırlar. Genellikle başka hayvanların yuvalarında (onlar dayanabildikleri sürece) barınırlar. Ya da terkedilmiş yuvalarda yaşarlar. Belirli bir aile düzenleri yoktur. Doğumdan sonra ana baba yavruları ayrı yerlere giderler. Toplu olarak yaşamayı da bilmezler ve dış tehlikelere karşı birleştikleri görülmemiştir. Belirli bir beslenme düzenleri de yoktur. Başka hayvanlarla birlikte yaşarken onların getirdikleri yiyeceklerle geçinirler. Kendi başlarına kaldıkları zaman genellikle yemek yemeyi unuturlar. Bütün huyları taklit esasına dayandığı için için başka hayvanların yemek yediğini görmezlerse, acıktıklarını anlamazlar. (Bu sırada çok zayıf düştükleri için avlanmaları tavsiye edilmez.) 

İçgüdüleri tam gelişmemiştir. Kendilerini korumayı bilmezler. Fakat -gene taklitçilikleri nedeniyle- başka hayvanların dövüşmelerine özenerek kavgaya girdikleri olur. Şimdiye kadar hiçbir tutunamayanın bir kavgada başka bir hayvanı yendiği görülmemiştir. Bununla birlikte hafızaları da zayıf olduğu için, sık sık kavga ettikleri, bazı tabiat bilginlerince gözlenmiştir. (Aynı bilginler, kavgacı tutunamayanların sayısının gittikçe azaldığını söylemektedirler.) 

Din kitapları, bu hayvanları yemeyi yasaklamışsa da, gizli olarak avlanmakta ve etleri kaçak olarak satılmaktadır. Tutunamayanları avlamak çok kolaydır. Anlayışlı bakışlarla süzerseniz, hemen yaklaşırlar size. Ondan sonra tutup öldürmek işten değildir. Insanlara zararlı bazı mikroplar taşıdıkları tespit edildiğinden, Belediye Sağlık Müdürlüğü de tutunamayan kesimini yasak etmiştir. Yemekten sonra insanlarda görülen durgunluk, hafif sıkıntı, sebebi bilinmeyen vidan azabı ve hiç yoktan kendini suçlama gibi duygulara sebep oldukları hekimlerce ileri sürülmektedir. Fakat aynı hekimler, tutunamayanların bu mikropları, kasaplık hayvanlara da bulaştırdıkları ve bu sıkıntılardan kurtulmanın ancak et yemekten vazgeçmekle sağlanabileceğini söylemektedirler.

Hayvan  terbiyecileri de tutunamayanlarla uzun süre uğraşmış ve bunları sirklerde çalıştırmak istemişlerdir. Fakat bu hayvanların beceriksizlikleri nedeniyle hiçbir hüner öğrenemediklerini görünce vazgeçmişlerdir. Ayrıca, birkaç sirkte halkın karşısına çkarılan tutunamayanlar, onları güldürmek yerine mahzun etmişlerdir. (Halk gişelere saldırarak parasını geri istemiştir.)

Filden sonra, din duygusu en kuvvetli hayvan olarak bilinir. Öldükten sonra cennete gideceği bazı yazarlarca ileri sürülmektedir. Fakat toplu, ya da tek gittikleri her yerde hadise çıkardıkları için, bunun pek mümkün olmayacağı sanılmaktadır. 

Başları daima öne eğik gezdikleri için, çeşitli engellere takılırlar ve her tarafları yara bere içinde kalır. Onları bu durumda gören bazı yufka yürekli insanlar, tutunamayanları ev hayvanı olarak beslemeyi de denemişlerdir. Fakat insanlar arasında barınmaları –ev düzenine uyamamaları nedeniyle- çok zor olmaktadır. Beklenmedik zamanlarda sahiplerine saldırmakta ve evden kovulunca da bir türlü gitmeyi bilememektedirler. Evin kapısında günlerce acıklı sesleriyle bağırarak ev sahiplerini canından bezdirmektedirler. (Bir keresinde, ev sahibi dayanamayıp kaçmışsa da, tutunamayan, sahibini kovalayarak, gittiği yerde de rahat vermemiştir.) 

Şehirlere yakın yerlerde yaşadıkları için, onları şehrin içinde, çitle çevrili ve yalnız tutunamayanlara mahsus bir parkta tutarak, sayılarının azalmasını önlemeyi düşünmenin zamanı gelmiştir.[1] 

 

[1] Oğuz Atay, Tutunamayanlar. İstanbul: İletişim Yayınları, 1999.

 

Günün ve Güncelin Edebiyatı'nda Oğuz Atay

Günün ve Güncelin Edebiyatı, ölümünün 40. yılı nedeniyle 2017 yılının Aralık ayında bütün programlarını Oğuz Atay'a ayırmıştı. Serinin ilk konuğu ise Ömer Madra'ydı. Ömer Madra, hayatında en gurur duyduğu işlerden birinin Tutunamayanlar'ın yeniden okuruyla buluşmasına katkıda bulunmak ve önsözünü yazmak olduğunu söylüyor. 

1. Bölüm: 7 Aralık 2017,   konuk: Ömer Madra

2. Bölüm: 14 Aralık 2017, konuk: Ömer Madra

3. Bölüm: 21 Aralık 2017, konuk: Meltem Gürle

4. Bölüm: 28 Aralık 2017, konuk: Meltem Gürle