Gazze faciasının görgü tanığı: Dr. Ghassan Abu Sittah

Editörden
-
Aa
+
a
a
a

Selim Deringil, İngiliz vatandaşı Filistinli cerrah Dr. Ghassan Abu Sittah ile Gazze'deki soykırım hakkında konuşuyor.

""

Ghassan Abu Sittah kimdir?

Ghassan Abu Sittah plastik cerrahi uzmanı İngiliz vatandaşı Filistinli bir cerrah. Beyrut Amerikan Üniversitesi (AUB) Tıp Fakültesi'nde Plastik Cerrahi Bölümü Başkanı olarak çalışmış. Ayrıca Dr. Abu Sittah savaş cerrahisi alanında uzman; Suriye, Irak ve Yemen’de görev yapmış. Gazze savaşının başladığı 7 Ekim tarihinden itibaren Gazze’nin muhtelif hastanelerinde görev yaptı. Tam 43 gün Gazze’de yaşananların hem görgü tanığı hem de cerrah olarak müdahili oldu. Dr. Abu Sittah’nin Gazze’de bulunduğu günlerde İngiliz istihbarat biriminden görevliler Londra’da yaşayan ailesinin evine gittiler ve eşine, 'Gazze’ye uçak biletinin parasını kimlerin verdiği' yolunda sorular sordular. El Ehli Hastanesi'nin vuruluşunda oradaydı. Son günlerde Beyrut’a dönen Dr. Abu Sittah, 9 Aralık tarihinde AUB’de gerçekleştirilen bir konuşma ve panelde deneyimlerini paylaştı.

Dr. Abu Sittah

Soykırımın görgü tanığı bir hekim

Dr. Abu Sittah’nın en çarpıcı biçimde tekrarladığı, defalarca vurguladığı husus, Gazze’de yaşananın bir soykırım olduğu. “Bu devirde soykırım olamaz demeyin, dünyanın gözü önünde oluyor. İsrail’in hedefi askeri bir zafer değil; Filistin halkının bu topraklardan silinmesi. İsrail savaş sonrasını hedef alarak, 'kendi kendini tamamlayan bir felaket döngüsü” yaşatıyor Filistin halkına. Mümkün olduğu kadar çok insan öldürme, bu projenin sadece ilk aşaması. Bununla birlikte gelişen ikinci aşama, açlık ve hastalıkla kalanların eritilmesi. Üçüncü aşama ise, Gazze’deki tüm altyapıyı, hastaneleri, okulları ve üniversiteleri yok ederek savaş sonrasında sağ kalanları göçe zorlamak." Dr. Abu Sittah’ya göre, Gazze’de İsrail’in savaş taktikleri 'adeta bir ibret gösterisi', "Amaç ne kadar güçlü olduklarını, neler yapabildiklerini bir çeşit temaşaya çevirerek Filistin halkını umutsuzluğa düşürmek, yıldırmak."

"Camiler özellikle Cuma namazında vuruluyor. Camilere postallarla girilip askerî karargahlar kuruluyor ve duvarlarına hakaretamiz grafiti yazılıyor," diyen Dr. Abu Sittah’nın çalıştığı El Ehli Hastanesi, İngiliz mandası döneminden beri Gazze’de 'İngiliz Hastanesi' olarak bilindiğinden ve halen halk arasında 'İngiltere’nin koruması altında' olduğuna inanıldığından çok yoğun bir sığınmacı nüfusu barındırıyor. Zira insanlar, İsrail’in bir 'İngiliz' kurumunu vurmayacağı için güvende olacaklarını düşünüyorlardı. Dr. Abu Sittah, bu inancın ne denli trajik bir hata olduğunun altını çiziyor, “Öncelikle El Ehli’yi vurdular. İngiliz hastanesi vurulursa, dünya kamuoyundan ne denli bir tepki geleceğini ölçmeyi hedefliyorlardı. Gelen tepkinin cılızlığını görünce, diğer hastanelere saldırılarını yoğunlaştırdılar.”

Dr.Abu Sittah ve diğer sağlık çalışanları kuzey Gazze’den güneye giderken dar bir koridordan geçmeye zorlanıyorlar, "Koridorun iki yanında yüz tanıma teknolojisiyle donatılmış dürbün ve kameralarla izleniyorduk. Zaman zaman bir kişi, gruptan ve çocuklarından ayrılıp götürülüyordu. Yol boyunca özellikle yol kenarında terk edilmiş cesetlerin önünden geçirildik.”

Güneyde durum farklı değil. Bir baba, tekerlekli sandalyedeki tek bacaklı oğlunu altı saat yol yürüyerek doktorlara getiriyor. Bir uzman doktor olan Dr. Abu Sittah’nın sakin bir tıp diliyle, ağır başlı ve abartısız bir biçimde anlattıkları gerçekten tüyler ürpertici, "Savaşın aşamalarını önümüze gelen yaralıların türünden anlıyorduk,” diyor, “Önce özellikle insan parçalamak üzere tasarlanmış şarapnel bombaları, sonra bedeni içten içe yakan fosfor bombaları, sonra da keskin nişancı uygulamasıyla donatılmış dronlar - ki bu sonuncular özellikle hastanelere ulaşmaya çalışan insanları hedefliyordu.”

Uzman cerrahlar özellikle hedef alınıyor. Dr. Abu Sittah’nın yedi kişilik operator meslektaş ekibinin tümünün evleri yıkılmış. Hepsinin ailesinden kayıpları var. 9 Aralık itibariyle 299 sağlık çalışanı öldürülmüş. Ancak bütün bunlara rağmen, doktorlar, hastabakıcılar ve hastane çalışanları hastalarını terk etmiyorlar, “Bir hastanede bir ameliyathane devreye girince oraya gidiyorduk.” Morfin ve diğer ağrı kesiciler tükendiğinden ameliyatlar anestezisiz yapılmak zorunda, “Yaraları temizlemek için sirke ve bulaşık deterjanı kullanmak zorunda kaldık.”

Ameliyathaneler kapasitelerini çoktan aşmış. Dr. Abu Sittah’nın anlattıklarını dinlerken insanın gözleri yaşarıyor, “Ebeveyne hangi çocuğunu kurtarmamızı istediklerini soruyorduk, zira umutsuz görünenleri alamıyorduk ameliyata..” Doktorun tahminlerine göre, “Şu an itibariyle en az 900 çocuk, uzuv kaybı yaşıyor; bazıları birden fazla uzuv kaybetti,” ve ekliyor, “Şu an itibariyle - 9 Aralık - Gazze’de çocuk nüfusunun %1'i öldürüldü.”. Al Şifa Hastanesi çökünce, “Hiç kimsesi olmayan 120 çocuk kaldı ortada. Bazıları üç yaşındaydı, isimlerini dahi bilmiyorduk.”



Bu savaş neden farklı?

Gazze’de beş savaş görmüş olan Dr. Abu Sittah’a sorulan sorulardan biri şuydu; “Bu savaşın diğer Gazze savaşlarından farkı nedir?” Dr. Ghassan’ın cevabı çok net, "Diğerleri sel idiyse, bu bir tsunamidir. Bu bir soykırım savaşıdır. Tüm Filistin halkı bu topraklardan silinmedikçe İsrail doymayacaktır. Bugün Gazze, yarın batı Kudüs, daha öbür gün Lübnan... İsrail, nihai amacı olan tüm bölgeye hakim olma hedefine ulaşmadıkça durmayacak.” Savaş sonrasında Gazze’de neler olacağı ve neler yapılması gerektiği sorulunca, Dr. Abu Sittah, Filistin halkının olağanüstü direnç gösterme ve dayanışma hasletleriyle dayanışma içinde olmanın zorunluluğundan söz etti, “Kendi evlerini ve yakınlarını kaybetmiş insanlar büyük bir gönül zenginliği sergiliyorlar. Bir çok öksüz çocuk hiç tanımadıkları insanlar tarafından sahipleniliyor, evlere alınıyor. İsrail’in en çok korktuğu da bu zaten... 75 senedir silemediler bizleri bu topraklardan...” Dr. Ghassan’ın vurguladığı en önemli şeylerden biri, Filistin halkının bir kez daha mülteci olmama konusunda direnci ve azmi, “İkinci bir Nakba - 1948'de İsrail devletinin kuruluşundan sonra yaşanan büyük göç - olmayacak. Zira Filistin halkının toplu hafızasına mülteci olmanın ruhu, acıtan sızısı yerleşmiş durumda.”