Dünya Mirası Adalar'da Nevin Sungur, 'Yetimhane için başka bir gelecek mümkün mü?' sorusunu ODTÜ Mimarlık Fakültesi’nden mimar, mimarlık tarihçisi ve müze tasarımcısı Prof. Dr. Ayşen Savaş ile değerlendiriyor.
Nevin Sungur: Herkese merhaba. Apaçık Radyo'da Dünya Mirası Adalar programını dinliyorsunuz, ben Nevin Sungur. Bugün Derya yok, ben programı yalnız yapacağım - daha doğrusu teknik masada Andrei Gritscu ile beraber yapacağız. Ona ve program destekçimiz Metin Kaygalar’a da çok teşekkür ediyoruz.
Her hafta yayına iyi bir moralle gelmek istiyoruz ama maalesef bugün de öyle bir durum söz konusu değil çünkü hepinizin bildiği gibi, günlerdir haftalardır ülkemiz yanıyor. Bu devasa yangınlarda ağaçlarımızı, hayvanlarımızı, insanlarımızı kurban veriyoruz. Başta yangında hayatını kaybeden vatandaşlarımız, orman emekçileri, siviller, ormanlarımız, can dostlarımız, hayvanlar olmak üzere tüm kayıplar için derin bir üzüntü içindeyiz elbette ama sadece üzüntü de değil aslında çünkü sadece doğal felaketlermiş gibi algılanmamızın istendiği bu yangınlar için sadece üzüntü değil, öfkede hissediyoruz.
Bu orman yangınlarının yaklaşık %50’sinin ihmal ve dikkatsizlikten kaynaklanmış olduğu söyleniyor. Tabii kötü niyetli çabaları düşünmek bile istemiyor insan ama bir taraftan da o yönde çabaların olduğu açık ve net çünkü ellerinde şişelerle ya da havai fişeklerle o güzelim yemyeşil ormanlarımızın katili olan insanları da maalesef televizyonlarda görüyoruz. Ayrıca bu yangınlara neden müdahaledeki yetersizlikler de akıl alır boyutta değil. Her sene daha büyüyerek yaşadığımız bu felaket karşısında kimi yerde neredeyse sadece sivil insanların mücadeleleriyle sürdürülüyor. Yeterli sayıda itfaiye aracımız, yeterli sayıda yangına müdahale uçağımız yok. Her sene yaşanan bu felaket karşısında hala hazırlıklı bir ülke değiliz maalesef.
Sanırım iki ya da üç sene önce Heybeliada’da büyük bir yangın çıktı ve yine biraz daha küçük ölçekli bir yangını Büyükada'da yaşadık. En büyük korkumuz bu felaketlerin buraya da sıçraması. Yetkililer yeterince önlem alıyordur diye düşünmek istiyoruz. Bu konuda herkesi duyarlı olmaya çağırmaktan başka maalesef şu an için bizlerin elinden gelen bir şey olmuyor.
Bu tür felaketlerin yanı sıra bir de göz göre göre elimizden kayıp giden değerlerimiz var ve bunlardan biri de Büyükada Yetimhanesi. Dinleyicilerimiz hatırlayacaktır; bir süredir Yetimhane ile ilgili bir seri devam ettiriyoruz. Geçen hafta bu serinin son programını yapalım demiş ve Rum Ortodoks Cemaatinin kanaat önderlerinden Rum Vakıfları Derneği Kurucu Başkanı Laki Vingas’ı konuk etmiş, kendisinin ağzından belki de ilk kez Büyükada Yetimhanesi'nin yıkılacağını duyduk ve bu da bizi çok üzdü. Bu hafta da bu konuya devam etmeye karar verdik. Bugün ‘Yetimhane için başka bir gelecek mümkün mü?’ sorusunun cevabını arayacağız ve bunun için de ODTÜ Mimarlık Fakültesi'nden Prof. Dr. Ayşen Savaş'ı konuk ediyoruz. Hoşgeldiniz hocam.
Ayşegül Savaş: Teşekkür ederim.
N.S.: Çok kısaca sizi tanıtmak gerekirse; ODTÜ Mimarlık Fakültesi’nde Lisans ve Londra UCL Bartlett Mimarlık Okulu’nda yüksek lisans eğitimi gördünüz ve daha sonra Sabancı Müzesi, Makine ve Kimya Enstitüsü Kurumu, Sanayi Müzesi ve Erimtan Arkeoloji ve Sanat Müzesi’nin de yer aldığı birçok müzenin kurulma süreçlerini yönettiniz. Müzeye dönüştürülen tarihi yapıların, röleve-restirüksiyon çalışmalarını denetlediniz, mimari tasarımlarını yaptınız ve buralardaki kalıcı sergileri tasarladınız ve üretimlerini denetlediniz. Ayrıca Bolonya, Şamen gibi birçok seçkin mimarlık okulunda tasarım ve kuram dersleri verdiniz. Şu anda da ODTÜ'de çalışmalarınıza devam ediyorsunuz değil mi?
A.S.: Evet, çok teşekkürler.

N.S.: Ayşen Hocam, siz yıllarca Heybeliada’da da yaşadınız. Şimdi çok kısaca geçen haftaki programda Laki Bey'in söylediklerini birkaç cümleyle özetlemek istiyorum; geçen zaman içerisinde Büyükada Yetimhane binasının çok fazla hasar aldığını ve artık geri dönüşü olmaz bir noktada olduğunu tespit ettiklerini söylemişti kendisi. Birçok özel şirket ya da kurumla çok kapsamlı inceleme ve araştırma sonucunda bu neticeye ulaştıklarını belirtmişti. Önümüzdeki dönemde büyük ihtimalle turizm amaçlı bir yatırım olacağını - ki büyük ihtimalle otel olacağını düşünüyor - bu konuda yatırımcılarla görüştüklerini söylemişti. Turizm deyince, özellikle Türkiye'de hepimiz biraz ürküyoruz. Laki Bey endişelenmemizin yersiz olduğunu söylese de bugüne kadar gördüğümüz örnekler ister istemez insanı korkutuyor. Size bu yetimhane ve turizm yatırımı kelimelerinin içinde geçtiği cümle neler hissettirdi, neler düşündürdü hocam?
A.S.: Aslında söylediklerinizin hepsi çok şey düşündürdü doğrusu. Özellikle sözünü ettiğiniz bu son yangınlar kurduğumuz sistemin ne kadar kırılgan olduğunu gösterdi, Bir o kadar da dayanıklı olduğunu da düşünüyorum aslında; burada sözünü ettiğim şey bu ekosistem. Onun dışında bize ait olan bu yaşam kültürü ve tarihi dokunun gücü bence çok göz ardı edilmemeli yani bu yapının bugüne kadar ayakta kalması bence zaten birçok şeyin göstergesi diye düşünüyorum. Ahşap olduğu için çok narin gibi duruyor ama çok da özellikli bir yapı olduğu için bugüne kadar getirebilmiş kendisini yani insan elinden çok destek almamış gibi de duruyor. Birçok hasar turizm kaynaklı tabii ki dünyada bu konu çok tartışıyor.
Kendi tarihimize bakarsak, turizm çok da yeni birşey aslında. I. Dünya Savaşı'ndan sonra başlamış ve onun öncesinde insanların tuzlu suya girip güneşin altında yattıklarını sanmıyorum. Yani şu anda yaptığımız çok anlamlı bir şey değil. Tabii bunun kültür yanı çok değerli, giderek öğrenmemiz ve bilgiyi edinmemiz çok önemli ama bu bilginin değerli olduğunu bilenlerin ona zarar vermeyeceklerini umuyor insan. Bu kadar değerli bir yapı, değil mi? Adaya gitmemizin nedenlerinden biri aslında. Ortadan kaldırılması halinde yerine yapılacak olan çok büyük bir yapı olacaktır. Kendisi o kadarsa, büyük bir otel de meşrulaştırılır tabii.
Yetimhane binasının yokluğunda, onu ayakta tutmak oldukça güç olacak çünkü turizm beldesi olmasının nedeni de zaten bu. Çok da fazla bir şey bilmiyoruz hakkında. Bir Heybeliadalı olarak okumaya çalıştım. Bu okul hepimizin çocukluğunun bir parçası, belli ki binlerce çocuğunda hayatına yön vermiş bir mekan. Bunu silmek çok yazık, bir gurur kaynağını yok etmek çok anlamlı değil diye düşünüyorum. Tabi bir kurumu oluşturmak kolay gibi geliyor insana. Bir otel her zaman yapılır ama bunu işletmek ve sürdürmek aslında zor olan. Adalılar bilirler, ‘Ada’da su yok’ ve bu otele insanlar gelince yüzmek isteyecekler, havuz isteyecekler, bir konfor düzeyini isteyecekler dolayısıyla onun altyapısını isteyecekler. Kirletilen suyun temizlenmesini isteyecekler ama bu suyun Marmara'ya verilmemesini isteyecekler. Bütün bunlar tabii yatırımı ve işletmeyi çok zorlayan şeyler. Belki daha mütevazi, daha narin, daha zarif dokunuşlar olsa ne kadar iyi olur diye düşünüyor insan.

N.S.: Aslında bizim de anlamaya çalıştığımız bu. Evet, çok büyük bir bina, tekrar restore etmek söz konusu olduğunda çok büyük bir yatırım gerekiyor. Binada da hepimizin bildiği gibi çok büyük bir yıkım var. Yıllar içerisinde hiçbir müdahale yapılmadığı için günden güne yıkılan bir yapıyla karşı karşıyayız ama bütün bunlara rağmen bu yapının en azından bir kısmını korunması çok önemli çünkü çok özellikli bir bina.
Yıllar önce binanın içine girme şansım olmuştu. Mesela mutfağı inanılmaz yani çağının çok ötesinde dizayn edilmiş ve hayata geçirilmiş. Bütün malzemeler Paris'ten getirilmiş. Kendi ısıtma sistemini kurmuşlar. Bu kadar özellikli bir yapının en azından bir parçasını koruyarak bir plan geliştirmek mümkün değil mi sizce? Bunun mümkün olduğunu savunan uzmanlar da var. Siz tecrübelerinize dayanarak neler söylemek istersiniz?
A.S.: Şimdi büyüklük ve küçüklük göreceli şeyler. Tabii yapının otel olarak işletilmesi çok daha zor bence ve önerebileceğim şey aslında onun otel olmaması. Dünyada korunan büyük yapılar, hatta adalar var, ahşap yapılı balıkçı kasabaları var. Örneğin Kanada'da filmlerin de arka sahnesi olan bir Fago Adası var. Yine UNESCO listesinde adalar var. Japonya'daki Miyajima Adası, Yunanistan'daki Hidra Adası ve Avustralya'daki adalar oldukları gibi korunabiliyorlar. Bunun nedenlerinden bir tanesi de belki devlet eliyle korunuyor olmaları.
Fransa'da Notre-Dame yangınını hatırlayalım. Orası yandığında hiç kimsenin aklına Notre-Dame'i otele dönüştürmek gelmedi. Ahşap konusunda uzman bir kişinin yönetiminde bin kişilik bir ekip istihdam edildi. Ahşap için geliştirdikleri koruma yöntemleri bir okul gibi yani bu büyük ölçekli şeylerin her biri korunabiliyor sonunda ve bir artı değer yaratıyor - uzmanlık alanım olmayabilir ama bunu finans anlamında da söylüyorum. Müze kurmak da böyle birşey; müzelerin de kendi kendilerini idame etmeleri, sürdürebilirliklerinin sağlanması gerekiyor. Bu biraz UNESCO'nun, biraz da devletin desteğiyle - sizin az önce söz ettiğiniz gibi, aslında farklı kurumlar - toplumun farklı örgütlenmelerine yol gösterebiliyor. İmkansız değil, bunu ‘otel tek çözüm değil’ anlamında söylüyorum.
N.S.: Koruma yöntemlerinden bahsedersek, mesela böyle bir yapı için - belki koruma sürecini geçirdik ama - en azından şu noktadan itibaren neler denenebilir ya da bugüne kadar denenen teknikler açısından en uygunu ne olabilir?
A.S.: Bunu ilk yapan biz olmadığımıza göre ve tabii ki ICOMOS gibi, UNESCO gibi kurumlar var. Zaten kurallarla yapılması gereken şeyler çok belli. Yeni yapılaşmaya çok sıkı kurallar koyuyor. Bizim ülkemizde ‘yıkalım, yeniden yapalım’ gibi cümleler ağzımızdan çok kolay çıkıyor ama şu anda dünyada yıkıp yeniden yapmak ciddi endişeleri olan bir söyleme taşındı. Hepimiz yeniden kullanmayı öğretmeye çalışıyoruz. Ben hocayım aynı zamanda ve öğrencilerime yıllardır verdiğim projeler de yeni yapmak yerine, gerekmeyeni eksiltmek ve varolanı da yeniden işlevlendirerek kullanmak. Yeniden kullanım konusunda altı çizilen en önemli maddelerinden bir tanesi de mümkünse özgün işlevini korumak. Özgün işlevini korumak romantik bir istek olarak değil; bütün bir altyapıyı, Örneğin siz mutfaktan söz ettiniz az önce, mutfağı alıp başka bir yere taşımak ya da mutfak yerine başka bir mekan önermek yani var olan bir şeyi yeniden yapmak başlı başına bir kayıp aslında.
Bilmiyorum kârlı olur mu ama uzun dönemde olur diye düşünüyorum ve bu yüzden de geleceğe yatırım diye düşünüyorum. Bence biraz taviz verilebilir bu son karardan. Burası yeniden gençlere verilebilir çünkü farkındasınız; göçlerle, savaşlarla, depremlerde oradan oraya sürükleniyor çocuklar. Annesi babası olsa da yetim çoğu, umutsuz. Siz hep bir umut peşinde olduğunuzu söyleyerek açtınız programı ki hakikaten öyle. Hepimiz bir şeye tutunmaya çalışıyoruz. Belki burayı gençlerin tutunacağı bir yer haline getirmek eski işlevine benzer ama çağa uygun bir halde yeniden örgütlemek çok daha iyi olur diye düşünüyorum.Yani aslında sırf ahşabı merkez alan bir eğitim kurumu bile olabilir burası diye düşünüyorum.
Eyfel Kulesi ile hep bilinen bir şaka vardır. Eyfel Kulesi, metal bir yapı olduğu için çabuk paslandığından hep boyanır. Bu süreç iki yılda tamamlandığı için bir tarafı bitirirken öbür tarafın da yeniden boyanması gerekir. Bu yapılar da böyle. İster ahşap olsun, ister yıkıp betonarme ya da çelik olarak yeniden yapın yine de bu yapılara bakmanız gerekecek. Acaba bir eğitim kurumu, küçük bir Cambridge yaratılabilir mi diye düşünüyor insan. Cambridge sözcüğünü de seçerek kullandım çünkü bir çok eğitim kurumunun da ulaşım ağına girmek mümkün olabilir yani biraz hayır, biraz kâr, biraz da geleceğe yatırım gibi bir işlev verilebilir mi acaba diye düşünüyorum ve umuyorum da.
N.S.: Patrikhane'nin daha önceki yıllarda yetimhaneyi çevre alanında çalışmalar sürdüren bir kurum haline dönüştürmek gibi bir projesi vardı ama sonra Laki Bey geçen hafta binayı bir fonksiyonu olmadan hayatta tutmanın ya da yatırım beklemenin mümkün olmadığını; bir fonksiyonun olması ve bu fonksiyonun da uzun dönemde getirisi olan bir amaç halinde yapılması gerektiğini söyledi.
A.S.: Sözünüzü kesmek istemem ama şöyle söyleyeyim; Türkiye'de her gün yeni bir mimarlık okulu açılıyor, her gün yeni bir üniversite kuruluyor. Kârsız bir iş olsa olmazdı yani herhalde onun da bir getirisi var diye düşünüyorum. Bunun ille de tek taraflı bir eğitim olması gerekmiyor; bir meslek lisesi olarak ki sadece Türkiye için değil aslında, bütün bölge için ahşap ustası yetiştiren bir yer mesela.
Bölgenin durumu da, geleceği de oldukça endişe verici. Sürekli insanların kasabaları, köyleri, evleri yok oluyor. Belki ahşap odaklı yeni bir yatılı meslek okuluna dönüştürülebilir mi burası? Acaba bazı kısımları da korunabilir mi gerçekten? Yapıyı incelemediğim için tabii dışarıdan bir şey söylemek çok zor ama daha önceki tecrübelerim hep gösteriyor ki imkansız değil. Kârsız olabilir ama imkansız değil.
N.S.: Niyet etmek önemli diyorsunuz.
A.S.: Evet, sağduyu ve iyi niyet çok önemli. Şimdi bu var Adalarda. Adalarda hep yangın çıkar. Benim çocukluğumun parçası; kıpkırmızı ay doğar, önünde de tekneler bir anda tutuşu verirler ahşap olduklarından ama Adalar onu söndürür, ‘yangın söner Ada’da’ diye bilinir. Herkes yanar. Ada hem küçük, hem büyük; sizin kurtulmanız mümkün değil Ada’da olan bir şeyden yani bu çok iyi bir ölçek. Tam bir laboratuvar gibi, bir şeyi denemek için, iyi bir şey yapmak için ve onu başarmak için Ada’nın ölçeğinin ve Adaların ölçeğinin bir Adalar kümesi içinde.
Çok merak ediyorum; nereye bakacak o oteldekiler? Gene Adalara bakacaklar ama Adalarda gece hayatı pek olmaz ve bu yüzden de görecekleri bir şey de olmaz. Öbür tarafında gördükleri İstanbul'da çok iyi kentleşmedi; orada görecekleri şey eski Kartal’ın ormanları değil. Yapacakları şeyin getirisi olacağını bilmiyorum.
Bir de Adalarda otel denedi, ne kadar başarılı oldular: Yassıada’dan bahsediyorum. İnsanlar oranın anılarıyla geceleri uyumak istediler mi bilmiyorum. Deneniyor zaten bunlar. Fizibilite, restorasyon ve yeniden kullanım gibi çok bilinmeyen bir şey değil. Çok iyi bakmak lazım çünkü böyle bir şeyi silip yeniden yapınca da başarısız olunması mümkün değil gibi gözüküyor, öyle değil mi?
N.S.: Bunu silip yeniden yapınca çok başarılı bir şey ortaya çıkmıyor anlamında söylüyorsunuz.
A.S.: Ne yazık ki hiçbir zaman çıkmıyor. Çok iyi örneklerini görürsek tabii biz de onun peşinden koşalım ama yaptığımız ve yapılmış mimarlık belgeleri ortada olduğu için her zaman kıyaslanabilir. Bir mimar olarak, öz eleştiri olarak da düşünebilirsiniz bunu. Bu dünyanın en iyi mimarlığı da olmayabilir yani her şey tartışılabilir burada ama silmek bütün bu tartışmaları yok etmek demek zaten. Silmek artık bunların hiçbirini yapamayacağınızı gösteriyor.
N.S.: Sivil toplum olarak dışarıdan birçok ses ve itiraz çıkıyor. Bir şekilde insanların aslında çabalarıyla bu binanın bilinirliği ortaya çıktı. İnsanların çabalarıyla, uzmanların çabalarıyla UNESCO listesine girmesi söz konusu oldu. Bu anlamda daha ne tür çabalar göstermek gerekiyor? Son söz söylenmeden önce nasıl bir yöntem izleyerek müdahil olması gerekir? Bakış belli burada ki sizinle daha önce program öncesinde de konuştuk. Bu kamusal bakış ya da bu sivil toplumunun bu sürece müdahale etmesi konusuyla ilgili neler söyleyebilirsiniz?
A.S.: Az önce birkaç örnek verdim; Notre Dame, Kültür Bakanlığı ve UNESCO ile yapılıyor diye söyledim. Mesela Norveç'teki Bergen Adası da Norveç Kültürel Miras Dairesi tarafından yine UNESCO desteğiyle yapılıyor. Bizim böyle örgütlenmelerimiz çok fazla; hem aktif sivil toplum kuruluşlarımız var, hem de devlet eliyle yaptığımız mükemmel işler var. Çok güçlü bir ülke burası, yapabiliriz. Yetimhaneyi ayakta tutamayacak bir ülke değil, isterse elbetteki destek verebilir.
Adalar, özellikle sivil toplum kuruluşları düşünüldüğünde çok örgütlüler bence. Ben hep gururla ‘Heybeliadalıyım’ diyorum. Ankaralıyım ama gurur kaynağı tabi Heybeliadalı olmak ya da Adalı olmak. Eski Adalılardan çok fazla mesaj alıyorum. Beni de içlerine almaya çalışan müthiş bir ulaşım ağları ve büyük projeleri var. Türkiye'de birçok müze ayakta kalamıyor ama onlar bunu örgütlü bir şekilde mekansız olsa da yapabiliyorlar, dertlerini uluslararası platforma taşıyabiliyorlar, sözlerini dinletebiliyorlar. Bence sivil toplum kuruluşlarına destek olmak lazım, özellikle de Adalarda.
N.S.: Peki hocam. Yayınımıza katıldığınız için çok teşekkür ediyorum. Umarım bu süreçte biraz daha aklı selim davranmak söz konusu olabilir ve bu kadar büyük bir kültürel miras iyileştirilir, daha da iyi amaçlarla, geleceğe taşımanın yöntemleri bulunabilir. Herkes gerçekten aklıselim davranmasını dileyerek kapatalım programımızı.
A.S.: Kapatmadan size mimarlar, korumacılar ve Adalılar adına bir teşekkür etmek isterim. Yaptığınız çok önemli bir şey. Buna sahip çıkmanız, buna konu edinmeniz çok önemli bir şey. Üzerinde durmanız çok çok çok değerli, çok teşekkürler.
N.S.: Sağolun. Biz de bu konuda Adalar'da çalışma yapan, hala bu konuyla kafasını yoran bütün uzmanlara, arkadaşlarımıza çok teşekkür ediyoruz. Bu çabalarını ileriye dönük devam ettirmeleri dileğiyle. Adalar hepimizin! Çok teşekkürler