Yer Yüzleri’nde'de Aysim Türkmen ve Murat Güvenç, New York’un ilk Müslüman ve Güney Asyalı belediye başkanı Zohran Mamdani’nin zaferini konuşuyor; bu tarihi seçimin kent siyaseti, temsil ve demokrasi açısından anlamını tartışıyorlar.
Yer Yüzleri’nde Aysim Türkmen ve Murat Güvenç, ABD’nin politik, ekonomik ve kültürel açıdan en belirleyici kentlerinden biri olan New York’ta yaşanan tarihî bir dönüşümü ele alıyor: Demokratik Sosyalist aday Zohran Mamdani’nin, 4 Kasım günü sonuçlanan seçimlerde New York Belediye Başkanı seçilmesi.
4 Kasım’da yaşanan, yalnızca bir seçim zaferi değil. Bu aynı zamanda, gündelik hayatın içinden filizlenen yeni bir siyaset biçiminin — halkın deneyiminden, dayanışmadan ve ortak aklından doğan bir politikanın — nasıl mümkün olabildiğine dair bir tartışma.

Zafer Konuşması
Zohran Mamdani ve ekibinin Queens’te yaptığı zafer konuşması, seçimi kazandıran başarılı kampanyanın coşkusunu hissettiriyordu. Konuşmanın açılışında Mamdani’den önce konuşan Tasha Van Auken kampanyasının bel kemiğini oluşturan örgütlere, Democratic Socialists of America (DSA), Working Families Party, Jewish Voice for Peace, Communities for Change ve Drumbeats teşekkür etti. Toplam 104 bin gönüllü, 700 saha lideri, 3 milyon kapı ziyareti ve 4,4 milyon telefon görüşmesiyle yürütülen bu kampanya, modern zamanların en kapsamlı ve kolektif örgütlenme deneyimlerinden biri olduğunu anlattı.
Mamdani şu sözlerle konuşmaya başladı: “Güneş bu akşam şehrimizin üzerine battı ama insanlık için daha iyi bir günün şafağını görebiliyorum.” Ardından, yıllardır kentin görünmez emeğini taşıyan Yemenli bakkallardan Senegalli taksi şoförlerine, Özbek hemşirelerden Trinidadlı aşçılara kadar tüm göçmen topluluklara teşekkür ederek bu zaferi onlara adıyor. “Selamünaleyküm” diyerek devam ettiği konuşma, yalnızca bir inanç selamı değil; aynı zamanda dışlanmış topluluklara yöneltilmiş bir dayanışma çağrısı.
Demokratik Sosyalizmin Yeniden Tanımı
Amerika Demokratik Sosyalistleri (DSA) adlı ulusal örgütün New York City yerel şubesi üyesi olan Mamdani, klasik sol söylemin ötesinde, üretim araçlarının ve enerji kaynaklarının toplum yararına ortak mülkiyetini savunuyor. Bu anlayış, bireylerin yalnızca oy kullanarak değil, işyerlerinde, mahallelerinde ve şehirlerinde karar alma süreçlerine doğrudan katılımını esas alıyor. DSA’nın yaklaşımı şöyle özetlenebilir: 'Sıradan insanların gerçek söz hakkına sahip olduğu, üretim ve hizmetlerin kolektif biçimde planlandığı bir toplum.' Bu yaklaşım, temsilci demokrasiden katılımcı demokrasiye geçişin ipuçlarını taşıyor.

Sokaktan Belediye Başkanlığına
Bu seçim, 'sokağın politik gücünün kurumsal siyasete taşınması' olarak nitelendirilebilir. ABD’de uzun süredir hem Demokrat hem de Cumhuriyetçi seçmen kitlesi siyasete yabancılaşmış durumda. Katılım oranlarının %23’e kadar düşmesi bunun en açık göstergesi. Zohran Mamdani’nin başarısı, bu durgunluğu kıran bir dönüm noktası. Zohran Mamdani’nin kampanyası 'böl ve yönet' anlayışını tersine çevirerek 'birleş ve kazan' modeline dönüştürdü. Göçmenlerin etnik ve kültürel çeşitliliğini bir bölünme unsuru olarak değil, ortak gündelik sıkıntılar – kira artışı, ulaşım zorluğu, yaşam maliyeti – etrafında birleşmenin zemini olarak kullandı.

Drumbeats: Daisies: South Asians Rising Up and Moving (Yükselen ve Hareketlenen Güney Asyalılar)
Mamdani’nin adaylığını geçen yıl ilk destekleyen yapılardan biri olan Drumbeats, Brooklyn’in düşük gelirli Güney Asyalı ve Hint-Karayipli topluluklarından oluşan bir örgüt. 11 Eylül saldırılarının ardından Müslümanlara yönelik artan baskılara tepki olarak kurulmuş. Drumbeats’in siyasi direktörü Jagpreet Singh, Mamdani’nin ilk temasında kampanya stratejisini şöyle tanımladığını aktarıyor: “Zohran tabanını üç katmanlı düşünmüştü: Birincisi solcu ilericiler, ikincisi kira denetimli konutlarda yaşayan kiracılar, üçüncüsü ise Müslüman ve Güney Asyalı topluluklardı. Bu gruplar genellikle siyaseten harekete geçmemiş, düşük katılım oranlarına sahipti.En baştan beri bizim topluluklarımız kampanyanın önemli bir parçası olacaktı.”
Drumbeats’in yöneticisi Fahad Ahmed “İnsanlar, ‘Bu Güney Asya kökenli bir aday, demek ki kimlik meselesidir’ diyor. Ama biz geçmişte Karayip kökenli birkaç aday da gördük; hiçbiri böyle bir karşılık yaratmadı. Fark yaratan şey, bu kampanyanın işçi sınıfı insanların somut sorunlarını merkeze almasıydı. Çalışanların ortak sorunlarına odaklandık. Bu çaba, seçmen katılımında büyük bir sıçrama yarattı: Müslüman seçmen katılımı %60’a, Güney Asyalı katılımı %40’a çıktı. Böylece marjinalleştirilmiş topluluklar, siyasetin aktif bir öznesi haline gelebiliyor.
Kadınların öncülüğünde yürütülen kampanyada, gönüllüler ev ev dolaşarak “Benim belediye başkanım!” sloganları attı; mahallelerde seçmen kayıtları yaptı, komşularını sandığa çağırdı. 2008’de Bangladeş’ten New York’a taşınmış Kazi Fawzia, Drumbeats’in örgütlenme direktörü. Fawzia’nın liderliğinde yürütülen saha çalışmaları sayesinde, bazı mahallelerde Güney Asyalı ve Hint-Karayipli seçmenlerin katılımı iki katına çıktı. Kazi Fawzia: “24 saat, haftanın yedi günü kazanmayı düşünüyorlardı. “Bazıları okul kafeteryasında, bazıları perakende mağazasında, bazıları evde bakım işinde çalışıyor. Bir liderimiz restoran işletiyor. Onlar sadece gönüllü değil, aslında bir hareketin kendisi.” Fawzia’ya göre bu kampanya, “yorgun insanların” bir araya gelerek dünyaya siyasetin nasıl yapılabileceğini gösterdiği bir örnek oldu: “Bu insanlar, dünyaya bir siyasi kampanyanın nasıl görünmesi gerektiğini gösterdiler. Tarihte ilk kez bu kadar çok yeni seçmen sandığa gitti. Biz seçmen kitlesini değiştirdik.”

Gençlerin Umudu ve Yeni Katılım Biçimleri
Kampanyanın bir diğer dikkat çekici yönü, oy kullanma hakkı bile olmayan gençlerin gönüllü olarak sahada yer alması. Lise öğrencileri telefon aramaları yapıyor, sokak etkinliklerinde yer alıyor, bağış için farklı etkinlikler tasarlıyor. Bir öğrenci şöyle diyor: 'Oy kullanamıyorum ama doğru kişiye oy veren yetişkinlerin bu dünyayı değiştireceğini biliyorum. Bu da beni etkiliyor çünkü ben de bu dünyada yaşıyorum.' Genç sanatçı Mohini insanlara “Zoran” yazılı kına dövmeleri yapıyor: “Çok çalışıyoruz — telefon aramaları, saha çalışması — ve bunu yapmayı seviyorum. Bugün de biraz daha çalışacağım. Bizim için değişim yaratacak bir şeyin parçası olmak harika bir his.”
Gerçek Dayanışma: Bedeniyle Politika Yapmak
Zohran Mamdani’nin politik tarzı, klasik siyasetçilerin ötesinde bir bedensel dayanışma pratiği içeriyor. 2021’de New York taksi şoförleri, plaka borçları nedeniyle açlık grevine gittiklerinde Mamdani onlarla birlikte 15 gün boyunca bu greve katılmıştı. Bu örnek, siyasetin yeniden tanımlandığı bir eşiğe işaret ediyor: Politika, sadece fikir üretmek değil, risk almak, bedel ödemek ve sokakta var olmaktır.

Kimlik Siyasetinin Ötesine Geçmek: Sınıfın Geri Dönüşü
Zohran Mamdani’nin siyaset sahnesinde belirişi, Amerikan solunun uzun süredir içinde sıkıştığı “kimlik siyaseti” paradigmasını aşan bir dönüm noktasını temsil ediyor. Mamdani’nin politikası, neoliberal düzenin atomize ettiği kimlikleri ortak bir sınıfsal mücadele etrafında yeniden eklemlemeye çalışıyor. Farklı etnik, dinsel ve kültürel grupların “özel acılarını”, ortak adalet talebiyle buluşturuyor.
Mamdani Göçmen kökenli, Müslüman, Güney Asyalı yani sistemin “ötekisi” olarak kodlanan biri. “Öteki” bu kez “merkez”i talep ediyor. Bu hareket, liberal kimlik siyasetinin temsil sınırlarını aşıyor; çünkü kimliği vitrinde sergilemiyor, onu kolektif kurtuluş aracına dönüştürüyor. Norman Finkelstein’ın da vurguladığı gibi, Mamdani’nin ırksal kimliği kimlik siyasetinin silahlarını etkisiz kılıyor: “beyaz erkek” olmadığı için, sol içindeki “woke” eleştirisi ona işlemiyor. Böylece kimlik, bir savunma zırhı değil, sınıf dayanışmasının katalizörü haline geliyor.
Mamdani’nin kampanyası, Bernie Sanders’ın “sınıf mücadelesi siyaseti'nin güncellenmiş biçimi. Burada kimlik ayrıştırıcı değil, birleştirici bir işleve sahip. Kampanya dili “büyük sermayeye karşı çoğunluk” zemininde kurulu; “parası ve gücü olanların değil, sayısı olanların demokrasisi”ni yeniden tahayyül ediyor. Böylece Mamdani hareketi, hem neoliberal kimlik siyasetinin tıkanmasını hem de sosyalist evrenselliğin yeniden mümkün hâle gelişini temsil ediyor: sınıfın geri dönüşü artık beyaz işçi sınıfının değil, çok etnili, çok inançlı, göçmen kökenli işçi sınıfının geri dönüşü.
Bu dönüşüm, “üstten politika üretme” modeline alternatif: İnsanlar adına düşünmek değil, insanlarla birlikte düşünmek, onların sorunlarını ve çözümlerini onlarla birlikte kavramsallaştırmak. Bilgi direnişin içinden doğuyor. Cezaevlerinde, hastanelerde, mahallelerde, göçmen kamplarında, hatta film atölyelerinde, yani iktidarın bilgi dışına ittiği alanlarda. Amaç artık insanları “düşünmek için” bir araya getirmek değil, insanların zaten düşünmekte olduğu yerleri görünür kılmak. Bilginin, yukarıdan aşağıya bir “politika tavsiyesi” olarak değil, aşağıdan yukarıya ortak akıl olarak akmasına yollar açmak. Bir mahallenin su kesintisini, bir kadının bakım emeğini, bir göçmenin ikamet sorununu, ya da bir sinema atölyesinin varoluş koşullarını onlarla birlikte düşünmek — ve bu düşünmeyi eyleme dönüştürmek.

Siyasetin Mekânı Olarak Şehir
Mamdani’nin kampanyası “kenti insanlarıyla birlikte düşünmek” politikasının yaşayan örneği. Kenti yalnızca yöneteceği bir mekân olarak değil, birlikte yeniden düşüneceği bir laboratuvar olarak kavramsallaştırıyor. Queens’te, Jackson Heights’ta, Bronx’ta veya Kensington’da kapı kapı dolaşan gönüllüler yalnızca oy istemiyor; kentin sorunlarını — kira, ulaşım, sağlık, göçmen hakları — birlikte tanımlıyor ve birlikte çözüm tasarlıyor. Bu yaklaşım, Murat Güvenç’in danışmanlığında Şerif Süveydan ve ekibinin yarattığı Taksim Meydanı katılımcı tasarım projesini hatırlatıyor. O projede, kentlilerin meydanın geleceğine ilişkin karar süreçlerine dahil edilmesi, tıpkı Zohran Mamdani’nin kampanyası gibi 'aşağıdan yukarıya politika üretimi'nin yerel bir örneği olarak gösteriliyor. Bu, kent siyasetinin sokakta, insanların ortak yaşam alanlarında kurulabileceğini gösteriyor.
Yeni Bir Siyasetin Eşiğinde
Zohran Mamdani’nin zaferi, yalnızca bir seçim kutlaması değil — yeni bir siyasal çağın başlangıcına tanıklık niteliğinde. Bu başarı, kimliklerin bölünmüşlüğünden doğan umutsuzluğu aşarak, insanların gündelik yaşamında somut karşılığı olan bir siyasetin mümkün olduğunu gösteriyor. New York’un yeniden doğuşu artık yalnızca bir kent hikâyesi değil; dünyanın dört bir yanında unutulmuş ve dışlanmış topluluklara gönderilen güçlü bir mesaj: Alternatif var. Değişim sokakta başlar.


