Dünya Mirası Adalar'da Derya Tolgay ve Nevin Sungur, Kıyı Hareketleri Dayanışma Ağı sözcülerinden Sedat Yağcıoğlu ile 12 Aralık’ta Meclis önünde gerçekleştirilen ekoloji örgütlerinin buluşmasında kıyı hareketlerinin taleplerini konuşuyorlar.
Derya Tolgay: Merhabalar. Bir Salı günü daha Apaçık Radyo'da Dünya Mirası Adalar programında birlikteyiz. Biz artık her hafta Salı günleri saat 14:00'de buradayız, bekleriz efendim.
Bugün 10 Aralık İnsan Hakları Günü. Karanlığa direnenlerin adında, bir çocuğun gülüşünde, eşitliğin, özgürlüğün şarkılarındadır hak; ne rengi, ne dili, ne de sınırı vardır; onurlu, erdemli bir dünya hak savunucularıyla kurulur diyerek iyi ki varsınız güzel insanlar, İnsan Hakları Günümüz kutlu olsun diyorum. Ben Derya Tolgay.
Nevin Sungur: Ben Nevin Sungur.
D.T.: Destekçilerimiz Emine Altunal ve Sibel Horada'ya ve teknik masada Andrei Gritcu’ya da çok teşekkür ediyoruz. Bugünkü konuğumuz, daha önce de birçok kez programımızda ağırladığımız Kıyıda Hareketi'nin sözcülerinden Sedat Yağcıoğlu. Sedat, hoş geldin.
Sedat Yağcıoğlu: Merhabalar, hoş buldum.
N.S.: Hoş geldiniz Sedat Bey.
S.Y.: Hoş buldum.
D.T.: Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde, 12 Aralık Perşembe günü Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığında 2025 yılı bütçesi görüşülecek. Aynı gün bütçeyi ekolojik perspektifte değerlendirmek amacıyla ekoloji örgütleri temsilcileri, Meclis önünde bir buluşma planlıyor ve Kıyıda Hareketi de orada olacak. Bugün Sedat ile o buluşmada sunulacak talepler üzerine konuşacağız. Ama öncelikle bir hatırlatalım; kıyılar mal, mülk değildir. 3621 Kıyı Kanunu şöyle der: İlk ve ikinci elli metre olarak tanımlanan kıyılar, herkesin eşit ve serbest olarak yararlanmasına açıktır, buralarda hiçbir yapı yapılamaz. Duvar, çit, parmaklık, tel örgü, hendek, kazık ve benzeri engeller konulamaz.
Türkiye'nin çeşitli deniz kıyıları, göl, akarsu, sulak alanları tüm kıyılarından yaşadığımız kıyı işgallerine karşı yükselen bu sesler, Kıyı Hareketi Ağı Dayanışması’nın kurulmasına vesile olmuştu. Kısa bir süre önce kurulmasına rağmen Kıyıda Hareketi, çok iyi bir dayanışma örneği gösterdi ve bu seneki Hrant Dink Işıklar Ödüllerinden birine de layık görüldü. Açık Gazete’de olsun, bizim programımızda olsun birçok kez Kıyıda Hareketi’nden arkadaşları misafir aldık, biz onlara misafir olduk. Zira Dünya Mirası Adalar olarak biz de o hareketin bileşenlerinden biriyiz.
Türkiye'de her alanda hak mücadeleleri devam ediyor. Dünya Mirası Adalar olarak sizlere Adalar’dan haberlerimiz var; ‘İklim Değişikliğine Direnen Şehirler’ konulu söyleşi, 28 Kasım'da İTÜ Mimarlık Fakültesi Taşkışla da gerçekleşti. Biz de bu önemli kıyı çalışmasını sizlere aktarmıştık. National Geographic kaşifi ve şehir plancı Sera Tolgay’ın iki yıllık karadan ve havadan Marmara Denizi'ni ve havzasını araştırdığı bu çalışması, gölleri, akarsuları ve sulak alanlarıyla Marmara kıyılarını kapsıyordu. Biz de Sera Tolgay’ı önümüzdeki programımızdan birine davet etmeyi planlıyoruz.
Bir diğer haber de Asi Nehri Havzası Çevre Vizyon Planı üzerine. Bu nedenle geçen hafta Hatay'daydık. Orada bir hafta kaldık ve hava kirliliği nedeniyle hastalanarak döndük. Kimimizin astımını tetikledi, kimimizin ciğerleri hassaslaştı. Bu arada öksürmemek için de kendimi zor tutuyorum - öksürürsem de özür dilerim. Bu, Türkiye'nin ilk sivil çevre vizyon planı. Böyle bir plana çok ihtiyacımız olduğunu da tekrar altına çizmek isteriz. Asi Nehri Havzası Çevre Vizyon Planı, özellikle deprem bölgelerinde doğa dostu ve afetlere dayanıklı bir gelecek inşa etme konusunda bizlere yol gösterecek olan bir çalışma ve uzmanların katıldığı bir çalıştay yaptık; Asi Nehri, Samandağ kıyaları ve Milleyha Sulak Alanlarında saha çalışmaları yapıldı. Ayrıca ilçe belediye başkanları ile oldukça verimli görüşmeler de yapıldı, destek alındı. Bütün bu çalışmaları da yine programımıza taşımak istiyoruz.
Bu arada konuyla ilgili gözlemlerimizi aktarmak üzere Apaçık Radyo'da Aysim Türkmen ve Murat Güvenç'in hazırlayıp sunduğu Yer Yüzleri'nde programına konuk olduk. İlgilenenler bu programın linkine ve konuyla ilgili görsellere de yine arşivden ve bizim Dünya Mirası Adalar sosyal medyasından ulaşılabilir.
Hatay’da gördüklerimi kısaca özetlermek istiyorum; ne yazık ki yapılanlar insani ölçekten çıkmış, her yer kontrolsüzce yapılan beton santralleri ve taş ocakları ile dolu. Bunların kimi ruhsatlı, kimi ise ruhsatsız. Çoğunun filtreleri ya yok, ya da yetersiz. Bu yüzden ürün rekolteleri düşmüş. Zeytinler toplanamıyor çünkü üzerlerindeki tozlardan arınması için yağmurun yağması bekleniyor. Tarım alanlarında mahsuller kalmış, çoğunun üzerini kalın bir toz tabakası kaplamış. Dolayısıyla fotosentez yapamaz durumdalar. Kısacası, orada halk sağlığı ve doğanın imhasına yol açan bir bedel ödeniyor. ‘ÇED raporu gerekli değildir’ denildiği için de maliyetleri hesaplanmıyor ancak o taşın, o betonun muazzam bir maliyeti var. Bu konuyu sonra mutlaka gündeme getirmek istiyoruz.
Son olarak Adalılar 9 Aralık'ta azmanbüs olarak adlandırılan minibüsleri İstanbul Büyükşehir Belediyesi önünde protesto etti. Katılımcılar ‘Yürünebilir Adalar için azmanbüs istemiyoruz’ yazılı pankartlar açtı. Azmanbüslere karşı direniş 178 gündür sürüyor.
Türkiye'nin her yerinde eylemlikler devam etmekte. Tüm hak savunucuları iyi ki varsınız diyorum ve sözü sevgili Nevin’e devrediyorum.
N.S.: Bu mücadeleler olmadan bir adım ileri gidemiyoruz maalesef. Gerçekten iyi ki varsınız Sedat Bey. Derya, sen Kıyı Hareketleri Dayanışma Ağı’nı çok güzel özetledin. Ben de bir ekleme yapmak istiyorum; Kıyı Hareketleri Dayanışma Ağı’nın 113 katılımcısı var - bu çok önemli bir rakam. Datça'dan Van'a kadar her taraftan insanlar bu ağın içinde yer alarak kıyılarımızı koruma mücadelesi veriyor. Bunun için de 12 Aralık'ta Ankara'da olacaksınız Sedat Bey. Ne bekliyorsunuz, sizce nasıl bir ortam olacak ve bir de sizlerin talepleri ne olacak?
S.Y.: Şöyle başlayalım isterseniz; biraz önce söylediğiniz 113 destekçi, aslında en son 26 Kasım'da kamuoyuna duyurduğumuz, ‘Kıyıları Kiralayamazsın’ basın açıklamamızın imza destekçileriydi. Böylelikle, bu sözün Türkiye'de toplumsal olarak ne kadar destek bulduğunu da görmüş olduk. Ayrıca emek örgütlerinden meslek odalarına, farklı yerel örgütlenme ve sivil inisiyatiflere kadar bir dayanışma örneği görmüş olduk. Aslında ‘Kıyıları Kiralamazsın’, bugün konuşacağımız konu ya da 12 Aralık'ta Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı 2025 bütçesine dair itirazlarımızın ve kıyılarla ilgili ileteceğimiz taleplerimizin temel çerçevesini oluşturuyor.
İzin verirseniz, taleplerimizin daha iyi anlaşılır hale getirebilmesi için mevcut sorunun ne olduğuna, özellikle kıyıların Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı tarafından nasıl görüldüğüne dair anlatmak istediğim birkaç şey var; son dönemde önemli hukuki gelişmeler gerçekleşiyor, mahkemelerden farklı kararlar alıyoruz. Bunların bir kısmını belki kazanım olarak da nitelendirebiliriz. İsterseniz ilk bölümde çok kısaca bunları ifade edeyim; ikinci bölümde de talepler olarak paylaşabilirim sizler için uygunsa.
N.S.: Tabii ki buyurun.
SY: Başta söyleyemedim - yeniden tüm Apaçık Radyo dinleyicilerine merhaba demiş olayım.
Şimdi şöyle bakmakta fayda var; Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı'nın 2025 bütçe sunumunu incelediğimizde, kıyıların aslında çok merkezde yer almadığını gördük. Önce deprem bölgesiyle başlıyor ki biraz önce Derya, Hatay-Samandağ'daki çalışmalardan bahsetti. Daha sonra diğer kentlerde bildiğimiz kentsel dönüşüm çalışmaları var Bakanlığın. Yani bolca hala inşaat ve rantın merkezinde yer aldığı bir bütçe sunumu var.
Şimdi kıyılarla ilgili ne söylediğine bakarsak, bir Mapa Şamandıra Projesi’nden bahsediliyor. Malumumuz; Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı, ilk 17 Mayıs'ta ‘Denizler Halkındır’ diyerek bir proje duyurusu yapmıştı. Daha sonra, yanılmıyorsam, Haziran ayı içinde bu projenin lansmanını gerçekleştirdiler. Burada bahsedilen şeylerden birisi, yeni bir Mapa Şamandıra Projesi – buna ‘akıllı şamandıra’ da diyorlar. Fethiye-Göcek, pilot bölge olarak çalışmanın ilk denemelerinin yapıldığı yer olarak seçilmiş durumda. İlk olarak, limanlardaki konaklamaları, atıklarını uygun bir şekilde bırakıp bırakmadıkları gibi bir sistemi kontrol altında tutmaya hedeflediklerini söylüyorlar. Peki, kendi yaşadığım bölgelerden örnek verirsem, örneğin, Göcek de dahil olmak üzere Marmaris, Bozburun, Datça'ya kadar gelen Özel Çevre Koruma Bölgelerinde, Bakanlığın ya da Bakanlık eliyle, MUCEV aracılığıyla yat limanı yapma ısrarı ne anlama geliyor? Madem denizleri ve kıyıları koruyacaksınız, hemen bunu sormak gerekiyor. Örneğin, Göcek'te yat limanı genişleme projesi mahkeme tarafından yürütmeyi durdurma almışken, koyun önemli bir kısmı tel örgülerle çitlenmiş durumda yani çitleme pratikleri orada da söz konusu. Dolayısıyla Çevre, Şehircilik İklim Değişikliği Bakanlığı'nın 2025 bütçesinde Mapa Şamandıra Projesi’ni sanki bir ekoloji perspektifiyle ve koruma amacıyla gerçekleştiriyor görüntüsünün arkasında yatan bu gerçeklere bakmak gerekiyor.
Kıyıda olarak, özellikle kıyılardaki hem işgaller, hem de ekolojik tahribata dair durumu nereden görüyoruz ve Bakanlık nereden bakıyor; burada birkaç çok kritik noktayı izninizle paylaşmak istiyorum: Çok yakın zamanda, önemli de bir hukuki gelişme gerçekleşti. Eski adıyla Muğla Çevre Vakfı Anonim Şirketi MUÇEV yeni adıyla - çünkü isim değişikliğine gittiler - Kıyı Yönetim ve Çevre Koruma Anonim Şirketi gibi bir belamız var. MUÇEV, 2014'te kurulmuş bir şirket. Önce limited şirket olarak kuruluyor, daha sonra anonim şirkete çevriliyor. Bakanlık 2014'te, Muğla'daki 24 kıyı bölgesini, doğrudan üç yıllığına, MUÇEV’e tahsis ediyor. Ancak o dönemde açılan davalar sonucunda, bu tahsisin hukuk dışı olduğu ortaya çıkıyor. Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı bunun üzerine, 2017'de diyor ki, ‘Madem tahsisi mahkemeler iptal etti, o zaman ben de ihale ederim’. Ama bu ihale, açık ihale usulüyle değil, pazarlık usulüyle yapılıyor - ihaleye sadece MUÇEV çağrılıyor. Böylece bu kıyılar makul bir fiyata 2017-2020 yılları arasında MUÇEV tarafından işletilme sürecine girmiş olunuyor. İhale sözleşmesindeki en temel madde ihlal ediliyor. Bunu vurgulamakta fayda var. MUÇEV; Çevre, Şehircilik ve İklim Bakanlığı tarafından 24 aylığına yerinde işletmek üzere Muğla'nın kiraladığı kıyıların hiçbirisini kendisi işletmiyor; hepsini alt kiracılara sözleşmelerle kiralıyor. Yani Bakanlıktan 10'a aldığını üzerine beş daha koyuyor, 15'e kiralıyor. Çünkü MUÇEV bir şirket, para kazanıyor. 2017'de de bu kiralama dönemi bittikten sonra 2017-2020 sürecinde bir gelişme oluyor. 2018'de Datça'lı yurttaşlar, 2020'de Datça Belediyesi dava açıyor ve diyorlar ki, ‘Datça'daki kıyıları belediye olarak bize tahsis edin. Tahsis etmeyecekseniz de ihaleye bizi de çağırın. İhale diyorsunuz ama pazarlık usulü yapılan bu ihaleden bizi haberdar etmiyorsunuz’. Uzun tutmayalım, Danıştay'da onanmış haliyle, mahkeme bu pazarlık usulüyle kıyıların kiralanmasına dayanak olan yönetmeliğin ilgili maddesini yürütmesini durduruyor. Dolayısıyla biz bu karardan itibaren şunu söylüyoruz, “Kıyılar artık hiçbir şekilde MUÇEV ve başka bir aracı şirkete kiralanamaz’. İdare mahkemesiz kararları bilirsiniz; işlem tarihine yani geriye dönük de işler. Dolayısıyla geriye dönük, örneğin, Datça'daki dört MUÇEV kiralaması iptal edilmiş durumda. Bununla ilgili birkaç hafta önce mahkemeden bilgi aldık.
Şimdi bütün bunları Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı'nın bütçe meselesine gelmek için anlattım. İhale kanununu temel aldığımızda, genel ihale usulleriyle değil, pazarlık usulüyle ihale çıkıp sadece MUÇEV’i çağırıp, ona veriyor. Şimdi burada iki tane ihlal var ve mahkemelerce bu ihlaller tespit edilmiş durumda: Bir tanesi, pazarlık usulü ihale ancak idarenin acil bir ihtiyacını karşılamak için yapılır deniyor. Kıyıları kiralamak, idarelerin hangi acil ihtiyacına denk düşüyor? Dolayısıyla burada bir hukuksuzluk var. Madem bütçeyi konuşacağız, daha önemli bir konu da, eğer doğrudan bakanlık eliyle, genel ihale yoluyla kıyılar kiralansa kıyılardan elde edilecek gelir kamu kayıtlarına girecek ve o bütçeyi kullanmaya dair kısıtlılıklar olduğu için farklı değerlendirmek durumunda kalacaklar ama bir şirket aracılığıyla olunca, kıyılardan elde edilen geliri de istedikleri gibi kullanma imkanı elde ediyorlar. Şirketi de biliyoruz, mevcut siyasi iktidarın eski milletvekilleri, bürokratlar vs. bu şirketin yönetim kurulunda yer alıyor. Özetle, geldiğimiz noktada aslında şunu görüyoruz; kıyılar açık bir rant alanı olarak görülüyor ve bunun için bütün hukuki süreçler ihlal ediliyor. Eski adıyla MUÇEV, yeni adıyla Kıyı Yönetim Çevre Koruma A.Ş. aracılığıyla kıyılar kiralanmaya çalışılıyordu ama artık Danıştay kararı sonucu, Kıyı Hareketleri Dayanışma Ağı olarak bunun yapılamayacağını açık bir şekilde söylüyoruz.
Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı'nın 2025 bütçesinde kıyıların hala ranta açılması öngörülürken, bizler Kıyı Hareketleri Dayanışma Ağı olarak 12 Aralık'ta Meclis önünde diğer ekoloji örgütleri ile birlikte kıyıların hem Anayasa, hem Kıyı Kanunu’nda açık bir şekilde belirtildiği şekliyle kamu yararına kullanılmak zorunda olduğunu bir kez daha söyleyeceğiz, ‘Kamu yararını birkaç şirket temsil edemez. Dolayısıyla kıyıları özgürleştirin Kıyılar, hem deniz ve kıyı ekosisteminin tüm canlı ve cansız varlıkları, hem de insanların özgür bir şekilde kullanımına açık olsun’ diyeceğiz.
D.T.: Çok teşekkürler, bizi çok kapsamlı bir biçimde bilgilendirdin. Ben de üzerine bir ekleme yapacağım; Hatay'daydık diye bahsettim ve Samandağ kıyısı Avrupa'nın en uzun kıyısı benim bildiğim kadarıyla, muazzam bir doğa harikası. Hemen arka tarafı zaten Milleyha Sulak Alanı ve inanılmaz kuş türüne ev sahipliği yapıyor. Orasını da bir ara aynı İzmir'deki Kordon gibi planlayıp yapmayı düşünmüşler, yerel etrafından engellenmiş. Herhalde yerelin gücünün yanına hukuku da alarak, bu şekilde ilerlemekten başka seçeneğimiz yok. Dolayısıyla yereldeki bu hak savunuculuğu çok çok kıymetli. Bugün de tam onun günü, bir kez daha iyi ki varlar diyelim.
N.S.: Ben şuna çok takılıyorum; Bakanlığın adı Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı yani çevreyle şehirciliği bir araya getirmek zaten biraz sıkıntılı bir şey gibi geliyor bana. Bu biraz perspektiflerini de belirliyor sanki. Sedat Bey, demin sizin de bahsettiğiniz gibi, ihaleler bu şekilde düzenleniyor. HES'lerden tutun, bütün inşaatlar, kıyılarda yaşanan bu rant… Bakanlığın ismiylede biraz bunu açık ediyorlar sanki, ne düşünüyorsunuz siz?
S.Y.: Aslında çok haklısınız. Biliyorsunuz, bu 22 yılı deviren siyasi iktidarın, devlet örgütlenmesi içinde sürekli bir revizyon söz konusu oldu. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na daha sonra İklim Değişikliği eklendi ve sizin de söylediğiniz gibi, aslında bir başka örneğimiz daha var. Mesela, Kültür ve Turizm Bakanlığı - asla bu iki isim bir arada ele alınamaz ya da artık Kadın Statüsü Genel Müdürlüğü yok, bir Aile Bakanlığı var. Elbette siyasi iktidarın kendi siyasi ajandasının sonuçları bunlar. Kıyılar açısından yine ele alırsak da çok haklısınız. Mesela Derya'nın Samandağ örneği üzerinden verdiği gibi, aslında nasıl bir kıyı tahayyülümüz, nasıl bir kıyı politikamız var? Kıyıları nasıl görüyoruz ve nasıl görmek istiyoruz? Denizi alabildiğince doldurduğumuz, üzerine asfalt döküp yol geçirdiğimiz, bazı yerlerini yeniden ağaçlandırıp oturma alanları gibi mi kullanacağız yoksa gerçekten kendi doğallığında onu bozmayacak, ekosistemine zarar vermeyecek bir yapıda mı tutacağız?
Biz şunu söylüyoruz: Eğer Türkiye'de turizm politikalarını, kitle turizmi şeklinde sürdürürseniz, pek çok alanda olduğu gibi kıyılarda da rantı merkeze alırsanız ve burada ekolojik dengeyi de gözetmeden maalesef doğrudan bir inşa süreci olarak değerlendirir ve kıyıları da bu inşanın bir parçası haline getirmiş olursunuz. Aslında tam da bunu ifade edeceğiz 12 Aralık'ta. Şu an Kıyı Kanunu’na göre kıyılarda sözde inşaat yapılamıyor görünüyor ama biliyoruz ki gerçek böyle değil ya da yapı statüsünde olmasa bile masa, şezlong, tente ve benzeri araçlarla geçici kullanım amaçlı işgal söz konusu. Eğer derdiniz turizm geliri ise başka bir turizm mümkün ki bunu da tartışırız sizinle ama eğer derdiniz Türkiye kıyılarını ekolojik perspektifle korumak ise kıyıların üzerinden bir bütün olarak sistemsel çekilmeye ihtiyacımız olduğu görülüyor diyeceğiz.
N.S.: Bakanlıktan ya da diğer yetkililerden bir görüşme talebiniz var mı o gün için?
S.Y.: Bu, bütçe görüşmeleri sürecine dair sözümüzü kurmak için gerçekleşecek bir eylem çağrısına katkıydı. Bizim Kıyı Hareketleri Dayanışma Ağı olarak, daha sonra Meclis’e bir ziyaret planımız var. Burada Meclis’teki farklı siyasi partilerle birlikte bizim kıyı politikalarımızı paylaşabileceğimiz, görüşmeler yapabileceğimiz bir Meclis ziyaretini planlıyoruz şu aşamada.
D.T.: Özellikle ekoloji bölümünde görev alan vekiller değil mi? Yani bir isim listesi çalışılıyor.
Peki, programımızın sonuna gelirken acaba kapanışı, Peyk'ten, rahmetli İrfan Alaş'ın “Denizdeyim” adlı şarkısı ile kapatalım mı onu da anarak?
S.Y.: Şahane olur.
N.S.: O zaman diyoruz ki, ‘Yaşam kıyıda, mücadele kıyıda, dayanışma kıyıda, hepimiz kıyıdayız ve kazanacağız. Dünya ve Adalar hepimizin’.
D.T.: ‘Adalar hepimizin’. Bizi dinlediğiniz için teşekkür ederiz.