Dünya Mirası Adalar'da Derya Tolgay ve Nevin Sungur, 'Marmara Yaşasın' serisinin üçüncü programında Marmara Denizi’nde müsilajın yeniden tehlikeli boyutlara ulaştığını tespit eden Prof. Mustafa Sarı ile bir araya geliyorlar.
Derya Tolgay: Herkese merhaba. Dünya Mirası Adalar’da yılın ilk programında birlikteyiz. Ben Derya Tolgay.
Nevin Sungur: Ben Nevin Sungur, herkese merhaba.
D.T.: Teknik masada Andrei Gritscu var. Destekçilerimiz Aylin Vartanyan Dilaver ve Zeynep Sarılar’a da çok teşekkür ediyoruz.
Ekoloji ve kültür bizi bir araya getiren iki güçlü değer; doğayı korumak ve kültürel mirasımıza sahip çıkmak sadece bugünü değil, gelecek nesilleri de etkileyecek. 2025 yılı dayanışmayla, sevgiyle ve umutla gelsin. Apaçık Radyo'nun Chris Hedges’tan alıntıyla umuda dair harika bir paylaşımı var, ona bir göz atmanızı öneririz. Umut üzerine çalışılması gereken, tıpkı yaşam enerjimizi her gün inşa etmek gibi emek isteyen bir olgu. Herkese bu çalışmada başarılar diliyoruz. Apaçık Radyomuza, tüm kadrosuna, dinleyicilerimize, programcılarımıza ve 2025 yılında bize destek olan tüm dostlarımıza da teşekkür ederek bugünkü programımıza başlayalım.
Bugün de yine iki hafta önce başladığımız ‘Marmara Yaşasın’ serimize devam ediyoruz. Bu serinin ilk konuğu Ergene Derin Deniz Deşarj A.Ş.’ye açtığımız davanın avukatı Tunç Lokum idi. İkinci olarak da National Geographic kaşifi, şehir plancısı ve hidrolog Sera Tolgay’ı konuk ettik ve kendisiyle Marmara Denizi ve havzasının korunması için iki senedir karadan Marmara kıyılarını, göllerini, sulak alanlarını ve akarsularını dolaşarak ve uydulardan gözlemleyerek hazırladıkları Marmara Havzası Restorasyon Yol Haritası çalışmasını konuşmuş, raporunu paylaşmıştık. Rapora ve bugünkü yayınlarımızla ilgili görseller, linkler ve daha önceki program arşivine Dünya Mirası Adalarsosyal medyasından ve Apaçık Radyo'nun arşivinden ulaşabilirsiniz.
Serimizin üçüncü programında, Marmara Denizi'nde müsilajın yeniden tehlikeli boyutlara ulaştığını tespit eden, adeta Marmara'nın çığlığı olan Profesör Mustafa Sarı Hocamız bizimle. Hoş geldiniz Mustafa Hocam.
N.S.: Hoş geldiniz hocam.
Mustafa Sarı: Hoş bulduk Derya Hanım, hoş bulduk Nevin Hanım.
D.T.: Ben sözü size ve Nevin'e bırakmadan önce bir küçük duyuru yapmak istiyorum; Kuzey Ormanları Savunması, müsilaj yıkımına karşı Marmara Denizi'ni savunmak için 12 Ocak 2025 Pazar günü saat 14:00'te Kadıköy'deki Müze Gazhane’de buluşmaya çağrıyor. Evet, Nevinciğim.
NS: Hocam sizinle müsilajla ilgili bu programı yapmayı çok istiyorduk çünkü çok ciddi bir konu gerçekten. Sanırım aylardır bu konuyu anlatmaktan, deyim yerindeyse sizin de dilinizde tüy bitti. Maalesef geldiğimiz noktada müsilaj tekrar yayılmaya başladı. Hatta sizin verdiğiniz bilgilere ve demeçlere göre yayıldı. Şimdi, öncelikle şunu sormak istiyorum Hocam; bu müsilajın tekrar geri dönüşünü bekliyor muydunuz, bekliyorduysanız nedenlerini anlatabilir misiniz?
M.S.: Öncelikle, müsilajı gündeminize aldığınız ve bana da konuşma fırsatı verdiğiniz için size çok teşekkür ediyorum. Tüm dinleyenlerimize Bandırma’dan selamlar, sevgiler gönderiyorum.
Ben 2016'da Bandırma 7 Eylül Üniversitesi'nde göreve başladım. Müsilajı 2016 kışında görmeye başladım denizde ve o zamandan beri sürekli, müsilajın sıklığının artacağını ve önümüzdeki yıllarda başımıza bela olacağını söylüyorum. 2021 yılı Nisan ayı ortasına kadar kimse beni duymadı, sanki kendi kendime konuşuyorum diye düşündüğüm zamanlardı. Kısacası, sesimi kimseye ulaştıramadım. 2021'de müsilaj yüzeye çıkıp, herkesi telaşlandırdığında insanlar beni daha çok duymaya başladılar. Ama 2021 yılı Temmuz sonu, Ağustos başında müsilaj yüzeyde görünmez hale gelince, ‘Yaşasın, müsilajı yendik’ diye müthiş bir kahramanlık havasına girdik hep birlikte. Ben, o zamandan bugüne kadar, ‘Aman yapmayın, etmeyin, sorun hallolmadı, siz yüzeyde görmüyorsunuz ama dipte müsilajın etkileri devam ediyor, geri gelecek’ diye herkesi uyarma çabasından yorgun düştüm. Merak eden basını açsın, baksın, ‘Mustafa Sarı müsilaj’ yazsın veya 2022 yılında çıkan Müsilaj Ağıt mı Umut mu? kitabına bir göz atsın. Orada görecekler ne söylediklerimi.
Dolayısıyla bu, bizim ekolojik olarak geleceğinden emin olduğumuz ama zamanını kestiremediğimiz bir ekolojik felaketti ve ne yazık ki 23 Ekim'de tekrar ortaya çıktı; 6 Kasım'da Marmara Adaları’nın çevresi ve Tekirdağ kıyılarına yayıldı; 13 Kasım'da İstanbul Prens Adaları’nın çevresine geldi, yerleşti; 20 Kasım'da Gemlik Körfezi'ne ulaştı; 5 Aralık'a geldiğimizde, yaklaşık bir ay önce de İzmit Körfezi'nin en ucuna kadar ulaşarak, güneyden kuzeye kadar her tarafa ulaşmış oldu. Aralık'ın 23-25'i gibi de Çanakkale Boğazı üzerinden Gökçeada ve Bozcaada'nın çevresine müsilaj akmaya başladı. Böylece sadece Marmara değil; Kuzey Ege'ye de müsilaj yayılmaya başladı
N.S.: Peki, bu sefer süreç daha mı hızlandı Hocam? Şunu anlamak için soruyorum; bu kirlenmenin sonuçları konusunda her sene eşik mi atlıyoruz, size göre bu süreç hızlanıyor mu?
M.S.: Evet, süreç hızlanıyor. 2019 yılının Ekim sonu - Kasım başında da benzer şeyleri görmüştük ama o zaman kimse bizi dinlememişti. 2021'deki farkındalığımız şu anda bizi bu noktaya getirdi. Şu anda müsilajla ilgili bir uyarı yaptığımda, anında bir sürü basın yayın kuruluşu hemen harekete geçip konuyu haberleştiriyor, radyo ya da televizyon programları yapılıyor. Şu anda farkındalığımız arttığı için müsilaj gündemimizde daha çok yer buluyor ama keşke kamuoyunun gündeminde yer bulduğu kadar yetkililerin gündeminde de yer bulabilseydi de bu günlere gelmeseydik.
D.T.: Marmara Denizi'ndeki kirlilik seviyesinin müsilaj üzerindeki etkilerini nasıl değerlendiriyorsunuz? Müsilajın oluşumunda en kritik faktörler neler?
M.S.: Benim gibi akademisyenleri bir araya toplayıp, ‘Haydi, müsilajının nedenlerini sayın’ derseniz, biz size onlarca hatta yüzden fazla etken sayarız.
D.T.: 10 program yetmez diyorsunuz.
M.S.: Evet, size çok madde sayarız ama bunlardan üç tanesi var ki, hepsi bir araya geldiğinde, 2021'de ve bu yıl olduğu gibi, felaket boyutunda müsilaj ortaya çıkıyor. Bunlardan birincisi; deniz yüzeyi sıcaklıklarındaki artış. Bu daha çok iklim değişikliğinden kaynaklanıyor ama Marmara'yı kirlettikçe bunun etkisi katlanıyor. Deniz suyu sıcaklıklarındaki artışın 7,5-8 derece olması gerekiyor ama şu anda Marmara Denizi'nin sıcaklığı 10-10,5 derece yani 2,5-3 derece daha yüksek - 50 yıldır ortalamadan bir sapma var.
İkincisi şu; Marmara, astımlı bir çocuk gibi aslında - ikili bir su sistemine sahip. Varoluşu itibariyle 11 bin 350 km²'lik kocaman bir alan. Bu kocaman deniz, kuzeyde İstanbul Boğazı'yla, güneyde Çanakkale Boğazı'yla büyük denizlere bağlanıyor. Karadeniz'in az tuzlu suları yüzeyden kuzeyden güneye doğru akarken, Akdeniz'in çok tuzlu suları Çanakkale Boğazı'ndan girip, güneyden kuzeye doğru akıyor. Bu iki farklı yoğunluk ve tuzluluktaki su tabakası, Marmara'yı ikili bir su yapısına dönüştürüyor. Bu iki tabakanın birbirine sürekli karışmasını engelleyen bir geçiş tabakası var. Bu tabaka, Marmara Denizi'ne dikey karışımlar ve sıcaklık tabakalaşması anlamında bir homojenlik, bir kararlı yapı kazandırıyor. Bu da esasında müsilaj için çok ideal bir ortam oluşturuyor yani müsilaj gibi ekolojik olaylar için Marmara Denizi varoluşu itibariyle biçilmiş kaftan.
Üçüncü; tetikleyici faktör kirlilik. Marmara Denizi'nin çevresinde 25 milyon insan yaşıyor. Türkiye'nin yarısından fazlasına hizmet sunan bir endüstriyi getirip Marmara Denizi çevresine kümelendirmişiz. Çok yoğun bir denizyolu taşımacılığı var, denizcilik atıkları var. Bu kadar nüfus nedeniyle, yoğun tarımsal faaliyet var ve bunların hepsi en sonunda Marmara Denizi'ne ulaşıyor. Dolayısıyla kirlilik yükü çok yüksek.
İşte bu üçü bir araya geldiğinde, denizin azot ve fosfor yükü çok artmış oluyor. Ortamda yeterli sıcaklık ve ısı enerjisi var. Deniz şartları da durağan olduğunda, oksijen üreten fitoplankton dediğimiz bitkicikler çok aşırı çoğalıyorlar. Birim hacimde onlu rakamlarda olması gerekirken, milyonlu rakamlara ulaşıyor ve bu şartlarda da strese giriyorlar ve hücre içinde tuttukları bu kıvamlı sümüksü maddeyi dışarı salıyorlar. Yüzeyden şu anda görmüyoruz ama denizin yüzeyden 30 metre derinliğinde birbirine dolanmış, tüller gibi labirent haline gelmiş müsilaj dediğimiz sümüksü yapı ortaya çıkıyor. Bunlar önce şeritler halindeyken sonra kümeleniyor, bir kısmı ağırlaşıp dibe çöküyor. Baharda su sıcaklığı çok yüksek olduğunda da ölenler, organizmaların ölen parçalarıyla beraber deniz yüzeyine çıkıyor. Denizin yüzeyinde görülen, toplam müsilajın binde birisi bile değil.
Bu üçlü tetikleyiciden iki tanesi bizim kontrolümüzün dışında, müdahale şansımız yok. Deniz suyunun sıcaklığının artışını engelleyemiyoruz, keşke yapabilsek ama en fazla iklim değişikliğine uyum sağlamaya çalışıyoruz. Marmara Denizi'nin orijinal durağan yapısını da değiştirme şansımız yok. Müsilaj olmaması için kontrol edebildiğimiz tek bir parametre var bizim elimizde; o da denizin kirlilik yükünü azaltmak.
D.T.: Burada bir sorum var, önemli bir soru ve neden önemli olduğunu açıklayayım; biliyorsunuz, biz çoğu adalı 18 arkadaş olarak, Ergene Derin Deşarj A.Ş.’ye bir dava açtık. Dava dördüncü senesinde ve şu anda da devam ediyor. Bu davanın ana başlığı ‘Marmara Denizi alıcı bir ortam mıdır?’ idi. Bu soruyu size de sormak istiyorum çünkü bizim için çok önemli.
Bir de iklim krizi konusunda söyledikleriniz üzerine bir sorum var; bu kriz, insanlar eliyle yani bizler tarafından gerçekleşen bir kriz değil mi? Yanlış bir şey söylemek istemiyorum, bu yüzden size danışmak istedim bu konuyu.
M.S.: Sondan başlayalım. Evet, iklim değişikliği dediğimiz zaman hepimiz bir rahatlıyoruz, bir derin nefes alıyoruz, “Oh be ya, benden değilmiş, benden kaynaklanmıyor bu, ben yapmam zaten, iklimmiş’ deyip yüklüyoruz iklimin sırtına. İyi de iklim bizden kaynaklı olarak bu hale geldi? Sanayi Devrimi’nin başladığı günden bugüne kadar miktarı 200 yıl içerisinde üç-dört kat kadar artmış. Bu neden oldu peki? İnsan olarak benim etkimle ortaya çıktı. Bu yüzden tabii ki iklim değişikliği insan etkisiyle ortaya çıkan bir şey ama şu anda onun boyutları çok ilerlediği için Marmara Denizi özelinde kontrol edebildiğimiz bir faktör değil demek istiyorum. Yoksa mutlaka iklim değişikliği konusunda zarar azaltmaya yönelik olarak riski yönetmek hepimizin bireysel olarak ve idareler olarak görevimiz.
Birinci sorunuza gelecek olursak; ben de bunu çok önemsiyor ve sürekli ona vurgu yapıyorum. Olayı biraz abartarak anlatayım; evimde çöplerimi biriktiriyorum, sonra onları akşam götürüp komşunun yatak odasına atıyorum ya da siz çöplerinizi biriktiriyorsunuz, hepsini komşunuzun salonuna atıyorsunuz. Ne kadar absürt bir şey olur değil mi? Bu bir kavga ya da dava nedenidir, bir sürü şeyin temel nedenidir.
İnsan akıllı diye kendini doğanın hakimi yani Tanrı sayıyor. Denizleri, gölleri, nehirleri alıcı ortam olarak sınıflandırıyor ama öyle bir şey yok. Deniz kimsenin alıcı ortamı değil; çöplerimin, kanalizasyonumun, sanayi atıklarımın alıcısı değil. Deniz; balıklarının, yengeçlerin, süngerlerin, mercanların, deniz çayırlarının, pinaların, midyelerin, istiridyelerin evi, onların yatak odası, onların salonu, onların mutfağı. Ben nasıl çöplerimi komşunun salonuna, yatak odasına atamıyor isem aynı şekilde hiçbir atığımızın bir gramını bile arıtmadan denize bırakamayız, bırakmamalıyız. Bu etik sorumluluğumuz. Ancak ölçülerimiz öyle şaştı ki insan olarak kendimizi Tanrı yerine koyduğumuz için her şeyi tasarruf etme hakkına sahip olduğumuzu düşünüyoruz. Dağları da delerim, nehirlerin yatağını değiştiririm, kıyıları doldururum, atıklarımı denize gönderirim, dereleri zehir kanalı haline getiririm. Bunları yaparken de hiç sorun görmüyoruz ama işte temel sorun da bu! Aksi takdirde Türkiye gibi büyük bir ülkenin, Marmara Denizi gibi görece küçük bir deniz çevresindeki yedi ilin atıklarını arıtamama, arıtmadan denize gönderme gibi bir acizlik içine düşmesi mümkün mü?
2021 yılında toplam yedi ilin evsel atıklarının %51’ini ileri biyolojik arıtmadan geçiriyorduk; %49’unu ise hiç arıtmadan boca ediyorduk denize. Peki, ne demek bu? İki kişiden birinin atığı arıtılıyor, diğerinin ise arıtılmıyor demek. 2024 yılına geldiğimizde, ileri biyolojik arıtmadan geçirebildiğimiz atık oranımız %51.7. Müsilaj olduktan sonra üç yıl içerisinde eylem planları yaptık, belediyeler taahhütlerde bulundu. İleri biyolojik arıtmaları yapmak için güya çalıştık, çabaladık ettik, eyledik. Sağladığımız ilerleme %0.7! Yani %1'den bile daha az. Peki, şimdi bu durumda bunu kabul edebilir miyiz? Bunun nedeni kaynak yetersizliği olabilir mi? Bu yolları yapan, köprüleri yapan, bu endüstriyi kuran, kalkınma hamleleri başlatan, müthiş kamu binaları yapan böyle bir sistemin ileri biyolojik arıtma için ihtiyaç duyulan, haydi bilemediniz 200 km'lik duble yol parası kadar bir kaynağı bulamaması mümkün mü?
Denizin kirleneceğine inanmıyoruz ya da o Tanrılık hissine o kadar kapıldık ki umurumuzda değil, ‘Kardeşim, ben sanayi üretiyorum, istihdam sağlıyorum, deniz de kirlenirse kirlensin’ diyoruz. Parti fark etmeksizin komple Marmara Denizi'nin çevresindeki yerleşim yerlerindeki yerel yönetimlerin ve bugüne kadar gelmiş geçmiş bütün hükümetlerin uygulamasının tercümesi bu benim açımdan, çok üzücü.
N.S.: Çok haklısınız Hocam, o kadar acayip bir resim var ki karşımızda. Demin çok güzel söylediniz; dereleri kirleten, ormanları katleden ve dağları delenlerin karşısında durmaya çalışan halkın, oranın yerlilerinin karşısına da güvenlik güçleri çıkartılıyor. Bakıyorsunuz, Ergene Derin Deşarj A.Ş.’nin başına Tekirdağ Valisi getiriliyor. Neresinden tutsanız elinizde kalacak bir mentalite söz konusu. Bu durum, parti ayrımı yapılmaksızın tüm genele yayılmış bir şey, Marmara'yı çeviren tüm belediyeler de buna dahil. Tunç Lokum ile bu süreci konuşurken, ‘Yanınızda herhangi bir şekilde sizi destekleyen kimse var mı?’ diye sorduğumuzda bize, ‘Hayır, yalnız bırakıldım’ demişti. Müsilaj yüzeye çıktığında herkes denizin üzerini temizleme araçlarıyla bir gövde gösterisine girişecek. Siz yine, bir şeyleri anlatamamış olmanın çaresizliğiyle, en fazla canınız yanan insanlardan biri olarak kalacaksınız.
Bu kadar uzun konuştuktan sonra şunu sormak istiyorum Hocam; bütün bu süreçte toplantılar yapıldı. Siz kıymetli bilim insanları, bilim kurulu toplantısında yapılması gerekenleri sundunuz, strateji planları çıkarıldı. Demin bir rakam verdiniz, %1’inden azını ancak halledebilmişiz. O zaman sizce, verilen sözlerin ne kadarı tutuldu?
M.S.: 2021 yılında, tüm tarafların altına imza attığı 22 eylemden oluşan bir Marmara Denizi eylem planı vardı, onun üstünden ilerleyelim. Bu eylem planının 14 maddesi doğrudan Marmara Denizi'nin atık yükünü azaltmakla ilgiliydi. Peki, azalttık mı? %0.7 kadar azaltmışız. 14 maddeyi çöpe attık o zaman, doğru mu? Yani Marmara Denizi'nin atık yükünü azaltamadık ama derdimiz buydu, bütün mesele bununla ilgiliydi zaten. Azaltamadık, 14 madde gitti. Geriye kalan bilim kurulu kurmak zaten bir maddeydi. Koordinasyon kurulu da kurduk, o da aynı maddeydi. Marmara Denizi'ni Özel Çevre Koruma Bölgesi ilan ettik. Sanayideki bazı deşarj limitlerinin düşürülmesiyle ilgili küçük bir yasal düzenleme yaptık. Başka? Ne yazık ki başka da başardığımız bir şey yok. Bütün yapılanlara müteşekkiriz; kim yaptıysa, nasıl yaptıysa, ne kadarlık bir katkı sağladıysa müteşekkiriz.
Yetkililerle konuştuğumuzda o kadar büyük rakamlardan bahsediyorlar ki ben mahcup oluyorum, utanıyorum. ‘Deniz kirlendi’ demeye utanıyorum adeta. O kadar büyük rakamlar söylüyorlar ki... Bakın bu rakamlara, kim yapıyor ise çabanıza, emeğinize hürmetimiz var ama ben yetkililerin söylediği rakamlar konusunda tereddüte düştüğümde denize bakıyorum. Ben dalgıcım, inip aşağıya bakıyorum ve deniz tersini söylüyor. Demek ki bütün bu yapılanlar yeterli gelmiyor. Yapmadınız demiyorum ama yapılanlar yeterli değil; denizin daha çoğuna ihtiyacı var çünkü biz 40-50 yıldır bu denizi bir atık çukuru olarak kullanmışız. O zaman daha çoğunu yapmamız gerekiyor, daha çoğuna ihtiyacımız var. Bunu peki kim yapacak? Çok ilginç bir şekilde ekosistem bizi bütünsel olarak bir araya getirdiği halde biz hep birbirimizi suçluyoruz; merkezi yönetim yerel yönetimleri, yerel yönetim merkezi yönetimi suçluyor ama her şey en sonunda ‘Para yok kardeşim, ne yapalım?’ noktasına geliyor. Bu savunmayı asla kabul edemeyiz. Bizim birbirimizi suçlamaya değil; el birliğiyle, iş birliğiyle denizimizi kurtarmaya ihtiyacımız var. Merkezi ve yerel yönetim, sivil toplum kuruluşları, özel sektör ve Marmara Denizi'nin çevresinde yaşayan her bir birey olarak bir araya geleceğiz, iş birliği yapacağız ve denizimizi kurtaracağız. Başka çaremiz yok yoksa nefes alamayacağız çünkü aldığımız iki nefesten bir tanesi denizden geliyor.
N.S.: Umudunuz var mı Hocam?
D.T.: Süremiz bitmiş maalesef.
N.S.: Öyle mi? Pardon.
D.T.: Müsilajın deniz ekosistemine, biyoçeşitliğe, balıkçılığa, yerel ekonomilere, sağlığımıza verdiği zararları konuşamadık bile ama biz ‘Marmara Yaşasın’ serisine devam edeceğiz. Mustafa Sarı Hoca'ya çok teşekkür ediyoruz, sağolun, belki kapanışı siz yapmak istersiniz.
N.S.: Evet, umut var mı Hocam? Onu söyleyin, biraz içimiz açılsın.
D.T.: Umut her zaman var.
M.S.: Evet, insanı yaşatan umuttur. Ben hep umutlu bir insanım. Eğer bugün burada sizlerle bunu konuşuyorsak ve şimdi bizi dinleyen tek bir insan var ise benim umudum var ama iş birliğine, el birliğine de ihtiyacımız var. Ekosistem farklılıkları zenginlik görür, her türlü farklılığımızı biz zenginliğimiz kabul edeceğiz. Birlikte omuz vereceğiz, denizimizi kurtaracağız. Denizin bizim yardımımıza ihtiyacı var.
D.T.: Peki. Marmara yaşasın!
N.S.: Ağzınıza sağlık Hocam. Marmara yaşasın! Adalar hepimizin! Hoşça kalın.
D.T.: Hoşça kalın.