"Bu hafıza mekanlarından geriye sadece Heybeliada Sanatoryumu kaldı"

-
Aa
+
a
a
a

Dünya Mirası Adalar'da Derya Tolgay, mimarlık tarihçileri ve mimarlar Canse Yüzer ve Zafer Akay ile Türkiye modern mimarlığının müstesna örneklerinden Heybeliada Sanatoryumu ve Sanatoryumun mimarı Rebii Gorbon’u konuşuyor.

Derya Tolgay: Merhaba. Bugün 6 Şubat depreminin sene-i devriyesi. Depremde hayatını kaybeden yurttaşlarımızın devri daimi olsun. Bölgede çok güç şartlarda yaşam mücadelesi veren herkese güç ve sabırlar diliyoruz. Yaraların hızla iyileşmesini de diliyoruz.

Ben Dünya Mirası Adalar programcılarından Derya Tolgay. Nevin, bugün bizimle değil, deprem bölgesinde. Kendisiyle bu sabah haberleştik. Deprem bölgesinde uykusuz geceler, yokluklar, çok büyük acılar devam ediyor. Buradan hem ona hem de orada bulunan herkese selamlarımızı iletiyoruz. Kendinize iyi bakın Nevincim. Bugün iki kıymetli konuğum var. Onları takdim etmeden önce, teknik masada Andrei Gritcu’ya ve destekçimiz Adem Alıcı’ya teşekkür etmek istiyorum.

6 Şubat depremi dolayısıyla hatırlatmak istiyorum; Yakın zaman önce Hatay Cumhuriyet Başsavcısı Hatay'daki depremde can kaybı yaşanan 1759 binadan 975’inin ruhsatsız olduğunu açıklamıştı. Depremin arkasından, bizde iklim krizi ve afetler uzmanı, şehir plancısı, mimar, aynı zamanda Dünya Mirası Adalar'ın girişiminden Sera Tolgay ile bir program yapmıştık.

Sera Tolgay şöyle demişti. “Orada öldüren deprem değil aslında. Bunun altında  pek çok sosyo-ekonomik şehirleşme süreci, büyük sosyal toplumsal sorunlar yatıyor.” diyordu ve Ulrich Beck’in 1990’larda yazdığı ‘Risk Toplumu’ adlı çalışmasını hatırlatıyordu bize. Bugün içinde bulunduğumuz durumu çok iyi anlatan bu çalışmada Ulrich Beck, riskin aslında modernleşme sürecinin kaçınılmaz bir sonucu olduğundan ve içinde yaşadığımız modern toplumda kendi kuyusunu kazarak kendi riskini oluşturan bir ekonomik düzen içinde yaşadığımızdan bahsediyor.

Şimdi bugün iki kıymetli konuğumuz var. Mimarlık tarihçileri, mimar Canse Yüzer ve Zafer Akay. Konuklarımla kültürel varlığımız ve aynı zamanda Türkiye modern mimarlığının müstesna örneklerinden Heybeliada Sanatoryumu ve mimarı Rebii Gorbon’u konuşacağız, Hoş geldiniz.

D.T: Önce konuklarımı kısaca tanıtmak istiyorum. Canse Yüzer İTÜ Mimarlık Tarihi Bölümü’nde yaptığı Yüksek Lisans'ını 2019 yılında tamamladı. Bitirme tezinin başlığı ise birazdan üzerine konuşacağımız “Rebii Gorbon Mimarlık ve Seramik Arasında Bir Kariyer”. Zafer Akay ise hem İstanbul'un kıymetli hafıza mekanlarıyla ilgili hem de Ada’yla ilgili çalışmalar yapıyor. Ayrıca Istanbul'un afete hazırlanması konusunda da çalışmaları var. Zaferv Akay aynı zamanda Dünya Mirası Adalar Girişimi’nden  arkadaşımız. Verdiği destek için kendisine tekrar teşekkür ediyoruz.

İsterseniz Canse Yüzer’le başlayalım. Kendisinden tezini bize biraz açmasını isteyeceğim. Siz belki birazdan bahsedeceksiniz ama, ben sabırsızlık ve üzüntüyle bir kez şunun altını çizmek istiyorum. Rebii Gorbon'un yaptığı Karaköy Yolcu Salonu, Liman Lokantası, Kadıköy Elektrik Evi, Tekel Binası ve daha birçok modern mimarlık mirası apartmanları, üzerindeki bütün seramik işleriyle beraber yıkıldı, yıktırıldı. Bu hafıza mekanlarından geriye sadece 2005 yılından beri kapalı olan Heybeliada Sanatoryumu kaldı. Fakat burasının kaderi ile ilgili sürekli kamu yararına olmayan siyasi planlar yapılmakta. Yakın zaman önce biliyorsunuz Diyanet’e devredilmek istenmişti. Bunun üzerine bir dava süreci başlatıldı ve bu dava kazanıldı. Ancak son günlerde yeni bir süreç başlatılıyor sanki. Sanatoryum binası da henüz direnmeye devam ediyor. Bu konuda neler söyleyeceksiniz Canse hanım?

Canse Yüzer: Evet, sizin de dediğiniz gibi bugün üzücü bir gün. Deprem bölgesinde hâlâ mücadele etmeye çalışan herkese sabır diliyorum. Bugünkü konumuz, aslında bir anlamda yine bir plansızlık, denetimsizlik ve koruma problemlerinin nesnesi olan modern mimarlık üretimleri ve benim tez konum olan Rebii Gorbon ile ilgili.

Heybeliada Sanatoryumu Rebii Gorbon’un günümüze ulaşan nadir yapılarından biri. Bu açıdan benim kişisel tarihimde özel bir yeri var. Ben biraz yapıdan bahsederek başlayabilirim belki. Sanatoryum, verem tedavisi için ortaya çıkan yeni bir yapı tipinin erken tarihli örneklerden biri. Bu açıdan yalnızca Ada değil, tüm kentin tarihsel sürekliliği bağlamında önemli bir yeri var. Yapı modern bir sağlık tesisi ve kullanıldığı süre boyunca da bu işlevi devam ediyor. Bunun dışında mekansal düzenlemeleri, cephe elemanları gibi biçimsel ve mekansal düzenlemeleriyle de özgünlüğünü günümüze kadar korumuş bir yapı. Ne yazık ki bugün atıl durumda ve sizinde bahsettiğiniz gibi 2005 yılından beri kullanılmıyor. Bu da, Ada’nın yıllar içinde gelişen kentsel dokusunun nitelikli bir örneği olduğu ve bu açılardan korunması ve yeniden işlevlendirilmesi  gerektiği gerçeğini bir kere daha vurgulamayı gerektiriyor belki.

Tabii fiziksel varlığın ötesinde sanatoryum yapısı bir hafıza mekanı. Hem verem tedavisi gören hastaların belleklerindeki yeri, hem de işte sağlık görevlileri ve Adalılar için de bir anı değeri taşıyor. Dolayısıyla bugün ciddi koruma problemleriyle karşı karşıya olan önemli bir kamusal yapıdan bahsediyoruz. Halbuki henüz strüktürel açıdan bir problemi olduğuda gözlenmiyor. Ayrıca sizin de bahsettiğiniz gibi gündemde olan, örneğin Diyanet’e devir gibi işlemler nedeniyle de buranın durumu belirsizlikler taşıyor. Türkiye modern mimarlarından önemli ve çok da bilinmeyen aktörlerinden birinin Rebii Gorbon’un bugüne ulaşan nadir yapılarından biri bu yapı. Bir kere daha vurgulamak gerekirse bir model mimarlık mirası olarak korunması gerekir.

D.T: Tabii ki herkes tanıyor ama yine de bize biraz Rebii Gorbon’dan da bahseder misiniz? Teziniz de onun üzerine ayrıca.

C.Y: Rebii Gorbon’un aslında oldukça ilginç bir mimar portresi olduğunu düşünüyorum. 1934’de Güzel Sanatlar Akademisi’nden mezun oluyor. O dönemde, yani 1950 öncesinde nadir bir tavır olarak  kamuda çalışmak yerine serbest mimarlığı tercih ediyor. Sonra 1950’lerde Türkiye'deki ilk seramik fabrikalarından birini kuruyor.  Bu hobi olarak başladığı seramik üretimlerini profesyonel düzeye taşıması demek. 60’lı yıllarda bu defa onu akademide eğitimci rolüyle görüyoruz. Ama tüm bu mesleki kanalları iç içe, birbirleriyle paralel olarak devam ediyor. Sizin de bahsettiğiniz Kadıköy Elektrik Evi, Karaköy Yolcu Salonu gibi bugüne ulaşmayan yapıları, belkide en bilinen yapılarından. Ama bunlar dışında pek çok mimari üretimi var. Tasarım, üretim ve yüklenici gibi, uygulama ve yüklenici gibi pek çok kanalla mimari üretimler yapıyor. Seramiğin aslında yapı malzemesi olarak kulanılmaya başlandığı, daha doğrusu Türkiye'de üretilmeye başladı 1950’lerin sonlarında, bunu endüstriyel olarak üreten  Çanakkale Seramik, Eczacıbaşı gibi üreticilerle aynı zeminde üretim yapmaya başlıyor. Bu açıdan öncü bir isim. Bunun dışında 60-70'lerin Türkiye'sinde popülerleşmeye başlayan, sanatsal seramiğin, seramik panoların yapılarda kullanıldığı özgün örnekler konusunda da öncü bir isim. Örneğin seramik sanatçılarıyla uzun yıllar süren işbirlikleri yaparak pek çok kamu yapısı otel ve konut için seramik panolar üretiyor ve tasarlıyor aynı zamanda.

Bunun dışında akademide meslek bilgisi dersini verdiğini biliyoruz. Proje stüdyolarına da katılıyor. Meslek bilgisi dersinin çok kısaca içeriğinden bahsedersem, bu yapım yönetimi gibi bir içerikte, dolayısıyla pratiğe yönelik. Sektördeki yılların birikimini, genç nesil mimarlara aktardığı bir platform gibi düşünebiliriz. Aslında ömrünün son yıllarına kadar, üretimlerini bir şekilde devam ettiren oldukça üretken bir isim. Özgün ve dinamik bir kariyeri var.

D.T: Bu tezinizle ilgilenenler daha fazla ayrıntıları görebilirler. Görseller de var orada. Gorbon Ailesi’nin arşivinden de paylaşımlarınız var. İsteyen kişiler bu tezinize ulaşabilir değil mi? 

C.Y: Evet.

D.T:  Yurt dışına da seramik ürünlerinden yollamış herhâlde değil mi? Mesela “Rus balet Rudolf  Nureyev'in İtalya'daki evinin her odası Gorbon seramikleriyle kaplı” diye bir haber okumuştum.

Ben şimdi Zafer’le devam etmek istiyorum. Biz geçen hafta tıp tarihçisi Fatih Artvinli ile bir foto belge yürüyüşü yaptık. Sanatoryumun etrafında, dolaştık. Oranın, ekosistemi mimari bütünlüğü üzerine konuştuk. Fotoğrafladık. Buradan sonrasını sen devam et istersen Zafer.

Zafer Akay: Evet, ben de çok kısaca Rebii Gorbon’un 30-40'lı yıllar mimarlığına katkısının çok önemli olduğunu, savaş öncesi dönemin önemli isimlerinden birisi olduğunu ilave etmek isterim. Heybeliada Sanatoryumu’nun erkekler kısmı olarak tanımladığımız diğer grubunda da,  çok kendilerine özgü mimarisi olan önemli yapılar var. Bunların mimarlarının kimler olduğunu henüz tam olarak öğrenebilmiş değiliz. Buradaki bir çok yapı da bence kendi başlarına değerliler.

Bence bugünlerde burada en çok gündemde olması gereken, bu yapılara nasıl yeniden işlev kazandırabileceğimiz, böylece bu değerli binaları nasıl koruyabileceğimiz. Rebii Gorbon’un pavyonu ve diğerlerinin her biri de çok özel bir coğrafyada harika bir yönlenme ve konumda bulunan, çok çok değerli yapılar. Bu yapıların acilen kurtarılması gerekir. Korunmaları için doğru işlemin bulunmasının çok önemli olduğuna inanıyorum.

Özellikle bugün bunun altını çizmek istiyorum. Bu binalar çok değerli ve bunları kesinlikle, eğer gerekiyorsa güçlendirmek de son derece  mümkün. Ama bu binaları özgün biçimleriyle koruyabilmeliyiz. Bu çok çok önemli. Mimarca yaklaşılması çok önemli. Belki bazı gereksiz eklentiler var bütün binalarda olduğu gibi. Yanlışlar da yapılmış olabilir bazı noktalarda. Bütünsel, mimarca, bunların ele alınması ve mühendislik katkısının alınması çok önemli. Böylece çok değerli eserler geri kazandırılmış olacak. 

Ben burada bugünün önemi dolayısıyla bir şeye değinmek istiyorum. Bu yapıları korumamız ve gerekiyorsa güçlendirmemiz çok önemli. 1999 yılı öncesi yapıların güvensiz olduğu, yıkılması, yeniden yapılması gerektiği gibi yaklaşımları son derece de yanlış buluyorum. Bu tür açıklamalar yapan uzmanları sağduyuya davet ediyorum. Bu tür bir yaklaşım olmamalı. Binaları bu kadar çok genellememeliyiz.  Özellikle hasar görmüş, fakat sıvanmış binalarda oturulmaması çok çok önemli. Daha çok buna odaklanmalıyız. Ne yazık ki yaşadığımız bütün depremlerde bunu görüyoruz. Insanlar bile bile bu yapılarda oturuyorlar. Sorunlu oldukları bilinen kaçak ruhsatsız, hasarlı, riskli olduğu bilinen, yanlış zeminlere yapılmış, inşa edilmemesi gereken zeminlerde inşa edilmiş yapılarda oturuyorlar. Bunlara yoğunlaşmalıyız. Böyle  bütün binaları riskli gösteren bütünsel yaklaşımlardan da uzak durmalıyız. Bu çerçevede de Heybeliada Sanatoryumu’na da bu bilinçle sahip çıkmamız çok çok önemli.

D.T: Bu senin altını çizdiğin konu çok önemli. 1999 yılından sonra yapılmış binaların  son depremi yaşayan bu 11 ilde yerle bir olduğunu gördük.

Z.A: Maalesef. 

D.T: Senin dediğin gibi, bu tam da bir kriter değil. Burada bir çok unsur devreye giriyor. Denetim, ruhsatsız yapılar, kaçak yapılar, imar afları değil mi? 

Z.A: Zaten en büyük yanlış imar affı ve bu şekilde bu yapılara güven yaratılmış olması çok büyük bir hata. Yani genellemelerden uzak durmak çok önemli. Bunu vurgulamak istiyorum. Her yapıyı kendi özelinde ele almak gerekiyor. Aslında 17 Ağustos İstanbul için böyle bir şans getiriyor. Bu deprem bize bir takım şeyleri gösterdi aslında. Birçok şey de yapıldı esasında. Fakat ne yazık ki yeterli duyarlıkta yaklaşılmadı. Bu çerçevede binaları kendi değerleriyle ele almalıyız. Genellemelerden kaçınmalı ve gerçek sorunlara odaklanmalıyız. Alüvyon bölgelerde yerleşilmemesi gereken yerlerde bulunan yapay dolgularda bulunan çok katlı yapıları incelemeye almalıyız öncelikle. Özellikle de tarihi eserlere, tescilli yapılara çok farklı bir duyarlılıkla yaklaşmalıyız. Her bina da korunamayabilir. Her yapı sistemi ayakta tutulamayabilir. Bunu da elbette kabul etmek gerekiyor. Ama bazıları çok değerli. Ne yazık ki, birçok binayı bu şekilde kaybettik. Daha fazlasını kaybetmemeliyiz. İçinde bulunduğumuz büyük bir ekonomik çöküntü var. Bunu da nedenlerden bir tanesi olarak görüyorum. Bunu da söylemekte bir sakınca görmeyeceğim. Eğer böyle büyük bir ekonomik sorun yaşıyorsak, bu kadar çok değerli ve önemli yapı stoğunu yok etmemiz belki de bunun içinde yer alıyor. Çok fazla yok ediyoruz, çok fazla moloz yaratıyoruz. Çok fazla gereksiz inşaatlar yapıyoruz. Elimizdekilerin değerini hiç bilmeden, çok savurganca  bu yeniden yapılanma politikası izliyoruz.

D.T: Diğer taraftan da çok sağlıksız megapoller ısrarımız var. Su beslenme kaynakları vs. hiç olmadığı, artık kendini döndüremeyecek bir coğrafyanın, İstanbul gibi 20 milyonu aşmış bir yere sıkıştırılması; hâlâ bu yoğunluğu arttırma çabaları; deprem, tsunami uyarılarına rağmen kıyılarda çok ciddi inşaatların devam etmesi...Yani inanılır gibi de değil olup bitenler. Bütün bu yaşananlardan hiç ders almıyor olmamız da çok tuhaf değil mi?

Z.A: Evet kesinlikle. Muhakkak  kentlerin büyümesini de daha bütünsel olarak ve çok fazla tartışmak zorundayız. Bir leke şeklinde kentleri büyütmek çok yanlış bir şey.  Planlamanın zorunlu olduğunu, bazı daha üst ölçeklerde bölge ölçeklerinde metropol ölçeklerinde önemli kararlarla ihtiyaç olduğunu da altını çizebiliriz sanıyorum.

D.T: Programın sonuna doğru geliyoruz. Ben Canse hanım'a tekrar dönmek istiyorum. Siz İsveç’ten bağlandınız bize. Yeni bir tez çalışmanız daha var. İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Tarihi alanında “Türkiye Radyolarındaki Mimarlık Yayınları” konusundaki  doktora tezine ve 20. Yüzyıl Türkiye modern mimarlığına dair çalışmalarınız devam ediyor. Çok heyecan verici. Bu tez çalışması bittikten sonra sizi yeniden programa almak isteriz. Size son olarak çalıştığınız tez ve Senatoryum ile başka  aktarmak istedikleriniz var mı diye sorayım.

C.Y: Çok teşekkür ediyorum. Radyo yayınlarıyla ilgili, daha doğrusu TRT’ nin tekelinin bittiği 1990’lara kadar ki dönemde  radyo yayınlarında mimarlığın konuşulma hallerine dair doktora çalışmama devam ediyorum. Seve seve de konuk olmak isterim. Tekrar buradan belki tez danışmanı Gül Cephanecigil’e sevgilerimi göndermem gerekir. 

D.T: Evet, evet, Gül hanımı da burda anmamak olmazdı. Sevgiler kendisine.

C.Y: Konuya odaklanma konusunda kendisinin çok büyük yardımları oldu. Bunun dışında bu bahsettiğimiz Heybeliada Sanatoryum’unun koruma sorunlarıyla doğrudan ilişkili olarak yeni yapılaşma sorunları bence de kesinlikle tartışılmalı ve gündemin en üst sıralarındaki tartışma konularından biri olmalı bence de. Doğrudan belleğimizi, hayatımızı tehdit eden bir konu. Dolayısıyla muhakkak gündemde tutularak, tartışılması gerektiğini ben de düşünüyorum. Size katılıyorum. 1947 yılında yapılmış bir sanatoryum yapısının bugün hala büyük oranda özgün özellikleriyle.

D.T: 1924.

C.Y: Ben Rebii Gorbon’un bahsettiği kadınlar bloğunu söylüyordum

D.T: Tamam çok özür dilerim sizin teziniz oydu haklısınız.

C.Y: Bütün bu orijinal özgün özellikleriyle günümüze ulaşmış bir yapının bu atıl durumdan kurtulması gerektiğini tekrar vurgulayarak, belki bitirebilirim.

D.T: Zafer sen de bir şeyler söylemek ister misin?

Z.A: Ben de Adalarla ilgili bir şeyler söylemek isterim.Bütün Adalar’da az katlı bir yapı stoğumuz var. Bunlar çok çok değerli ve Adalar’ı Adalar yapan, o bahçeleriyle bütün peyzaj bütünlüğüyle Adalar’a  bütün kimliğini ve güzelliğini veren bu az katlı doku. Bu dokunun kesinlikle kaybedilmemesi gerekir. Adalar’da faya yakın bölgelerde, bu yapılarda ciddi zemin sorunları yok mu? Bunu gözlemlemiyoruz.

Aslında amaçlanan bu değil mi? Faya yakın olan bölgelerde binaların zaten az katlı olması istenir. Bu az katlı yapıları gerektiği şekilde güçlendirerek ve koruyarak yaşatabilmeliyiz. Bu kesinlikle mümkündür. Bunun dışındaki söylemlere, bütün yaklaşımlara katılmıyorum ve ben özellikle uzmanları tekrar tekrar sağduyuya ve mimarlık mirasına biraz daha duyarlı olmaya davet ediyorum. Adalar çok özel ve onları yaşatmalıyız.

D.T: Evet, sanırım programımızın da sonuna geldik. Benim de bir dileğim var. Tüm Türkiye için, tüm illerimiz için önce, tüm canlıların birlikte yaşayabileceği çevre planlarının yapılması, sonra da onları ranta göre değiştirmeden, imar planlarının yapılmasını umut ediyor ve diliyorum. 

Peki her ikinize de çok teşekkür ediyorum. Bugün program konuklarımız Canse Yüzer ve Zafer Akay’dı. Her ikisi de mimar ve mimarlık tarihçisi.Bize çok kıymetli bilgiler verdiler bugün. İsterseniz hep beraber kaptalım programı.

Z.A: Ben de teşekkür ediyorum ve depremde kaybettiklerimizi anıyorum ve sabırlar diliyorum kalanlara ve mücadeleyi sürdürenlere.

C.Y: Çok teşekkür ediyorum ben de.

D.T: Bizi dinlediğiniz için biz de dinleyicilerimize teşekkür ediyoruz ve Adalar hepimizin diyoruz, hoşça kalın.