Dünya Mirası Adalar'da Derya Tolgay ve Nevin Sungur, Yeşil Gazete'den Alev Karakartal ve Cansu Acar'la Adalar'da kalan son atların yaşadığı koşulları konuşuyor.
Derya Tolgay: Merhabalar. Dünya Mirası Adalar programı başlıyor. Ben Derya Tolgay.
Nevin Sungur:Ben Nevin Sungur.
D.T.: Andrei Gritcu teknik masada bize destek oluyor. Ayrıca destekçimiz Sema, Murat Germen ve Ela Cindoruk’a da çok teşekkür ediyoruz.
Prens Adaları İstanbul'a hem yakın hem uzak bir konumda. Nispeten doğal kalabilmiş ormanları, bitki örtüsü, denizaltı ve üstü canlıları ile göçmen kuşlarıyla nadir bir ekolojik çeşitliliğe ev sahipliği yapıyor. Adalar toprağının ekosistem içindeki önemini bu canlılara borçluyuz. Bugünün ticari ve politik sistemi ise bunları tamamen göz ardı ediyor. Günümüz feodal düzeninde bir taraftan Marmara Denizi'nin ortasında balıkların, deniz, hayatının, atların, kedilerin, köpeklerin, kirpilerin ve tüm ekosistemin canlılığını borçlu olduğumuz binlerce organizmanın da tükenişini izliyoruz. Diğer taraftan su krizi, su kirliliği, ziyaretçi yoğunluğu, çöp atıkları, orman yangınları tehlikesi, artan imar baskısı vb. nedenleriyle Adalar’ın tüm canlıları, doğal varlıkları, kültürel mirası tehdit altında.
Bugün, kültürel peyzajın ayrılmaz canlıları olan yaklaşık 1800 atımızın tüm itirazlarımıza, önerilerimize rağmen yakın zamanda Adalar’dan uçup gitmesini konuşacağız. Hatırlayalım, 19 Aralık 2019 gecesi ruam iddiasıyla atlar öldürülmeye başlanıyor. Kalan 1700 civarı at ise ahırlara hapsediliyor. Ama öldürülen atların ruam raporu senelerdir kamuoyu ile paylaşılmıyor. Ardından faytonlar bir günde kaldırılıyor. Ama kayıtlardan biliyoruz ki faytonların kaldırılması, neoliberal politikaların Adalar’da başladığı 1984 yılı kayıtlarına kadar uzanıyor. Bir üniversite ve belediye ortak çalışmasında görüyoruz bunu. Sonra, 2009’da tekrar alevleniyor. Böylece bir alevlenip, bir sönümlenerek ilerleyen konu, sonunda murada da eriyor.
Bugün atların ahırlara hapsedilmesinin üzerinden yaklaşık 4 sene geçti. Bu süreçte Dünya Mirası Adalar ve de Adaların Atları Paltformu olarak olup bitenlere kayıtsız kalmadık. Bizler radyo söyleşilerinde, farklı disiplinlerden konuklarımızla panellerde bu konuyu gündeme taşıdık. Bienallerde, uluslararası sanatçılarla farklı disiplinlerden uzmanlarla işbirliği yaparak Prens Adaları’nda diğer varlıklar ile nasıl yaşayabileceğimiz üzerine düşündük, çalıştık. Hatta atların daha iyi şartlarda yaşayabilmesi için bir ahır modeli de geliştirdik.
Tarihsel süreçte, yaklaşık altı bin yıl önce insanların atları evcilleştirerek yiyecek ve ulaşım için kullanmaya başladığını biliyoruz. İki tür arasındaki bu tarihsel simbiyotik ilişki, zamanla sömürüye dönüştü. Yaşadığımız savaşı ve devletlerin, insanların birbirini sömürmesini konuşmamız gerekiyor bugünlerde. Hepimiz çok çok feci zamanlara şahitlik ediyoruz, belki de tam buradan düşünmek gerekir. Ne alaka demeyin lütfen.
Bugün kıymetli iki konuğumuzla birlikteyiz. Yeşil Gazete’den Alev Karakartal ve Cansu Acar. Merhabalar hoş geldiniz.
N.S.:Hoş geldiniz.
Konuklar: Hoş bulduk.
D.T.: Bugün sizlerle Adalar’ın atlarını konuşacağız. Size sözü bırakmadan önce kısaca yaşananları aktarıyorum; Adalar’da faytonlar yasaklanmadan önce, tüm kamu kurumları görevlerini ihmal ediyordu. Atların bazı fayton çeteleri tarafından sümürülmesine, kaçak at girişlerine göz yumuluyordu. Ortam faytonların kaldırılmasına hazır hale getirildi. Bir günde de faytonlar kaldırıldı.
Daha sonra İstanbul Adalar İlçe Tarım Müdürlüğü görevlileri "Adalar’da at yasak, ahırları yıkarız ve ormanı işgal etmekten ceza keseriz” dedi. İstanbul Valisi ise “Adalar’da tek bir at kalmayacak” dedi. Benzer şekilde İlçe Tarım Müdürlüğü yetkilileri de “Adalar’da tek tırnaklı hayvan bakılamaz” demişti. Oysa bir taraftan da atlar yaygın olarak, altılı galyan, yarışlar, bahisler kısacası eğlence ve zevk için kullanılmaya devam ediyordu. O dönem kimsenin aklına atlar üzerinden büyük paralar kazanılan bu müesseselerden söz etmek gelmedi. Hatta Hayvan Hakları Federasyonu (Haytap) bu kazançtan yüzde iki pay talep ediyor.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) toplam 1225 at satın aldığını ve atını vermek istemeyenlerin Adalar’da at bakmaya devam edebileceğini duyurdu. Geriye İBB’ne satılmayan az sayıda atın içinde bulunduğu Heybeliada ve Burgazada ahırları kaldı. Sonra bu ahırlar da İstanbul Valiliği kararıyla Mart ve Nisan 2020’de yıkıldı ve böylece atlar evsiz kaldı. Oysa İBB’nin ve Adalar Belediyesi'nin “atını vermeyen beslemeye devam edebilir” beyanı ve ahır yapma sözü kayıtlarda duruyor.
Bugün İBB’nin satın aldığı atlardan Ada’da kalanlar, Büyükada’daki İspark ahırında tutuluyor. Heybeliada'nın ahırları İBB tarafından yıkıldıktan sonra da, kalan son altı ata Heybeliada sakinleri bakmaya çalışıyorlardı. Fakat ahırları olmadan bu işi başarmak çok zordu.
Zaten başarılı olamadık. Atlar 10 Ekim 2023’te buradan Büyükada’ya İBB’nin İspark alanına götürüldü. 16 Ekim'de atları ahırda ziyaret ettik. O gün Cansu da bize eşlik etti. Ertesi gün ise atlardan biri olan Polat öldü. Ölüm sebebi hayli muğlaktı. Bu süreçte siz de Ada’ya geldiniz. Adaların Atları Platformu da vardı. Bütün bu süreçte, ahırların yıkılması ve atlara yeni bir yaşam alanı sağlanmaması nedeniyle de İBB‘nin, İlçe Tarım’ın, İstanbul Valiliği’nin, bütün bu mülki idarelerin sorumluluğu var.
10 Ekim 2023’te yaşadığımız bu son olayda bir kez daha şahitlik ettik ki, atların insanla birlikte olmadan yaşaması mümkün değil. Sağlıklı yaşayabilmeleri için, onlara insanların bakması ve beslemesi gerekiyor. Ben daha fazla da uzatmadan sizlere bırakıyorum sözü.
N.S.: Derya biraz önce Heybeliada'da atları ahırlarda görmek için yaptığınız ziyaretten bahsetti. Cansu sen de oradaydın ve bu ziyaretin haberini yaptın Yeşil Gazete için. Hatta, o gün Polat feribota bindirilirken fotoğrafını çekip, daha sonra gazetenizde de kullandınız. Bize o ziyareti kısaca anlatabilir misin? Nasıl bir süreç yaşandı ve nelere şahit oldun?
Cansu Acar:Derya’nın da söylediği gibi, aslında Heybeliadalılar tarafından bir şekilde yaşaması için çabalanan altı atı 10 Ekim’de İlçe Tarım ve Orman Müdürlüğü, İBB Veteriner Hizmetleri Müdürlüğü ve Adalar Zabıtası aldı. Ardından 15 ve 16 Ekim’de Adalılar atları görmek için İspark ahırlarına gitti. O sırada bazı ihbarlar geliyordu. Vatandaşları asıl harekete geçiren bu ihbarlardı.
16 Ekim'de Adaların Atları Platformu ile ben de İspark ahırlarına gittim. Adalar’ın Atları Platformu’ndaki hayvan hakları aktivistleri sayesinde atlar gündüz 11.00 ile 15.00 arasında görülebiliyordu. Biz de o saatlerde oradaydık, saat 11’de bir basın açıklaması yapacaktık. Fakat İBB çalışanları içeri girmemize izin vermedi ve nedenine dair bir açıklama yapmadı. Bizleri iki saat beklettikten sonra, tepkiyi görünce içeri aldılar ve atları dışarı çıkardılar.
Polat’la ilgili ortaya atılan iddialar vardı, bu nedenle özellikle Polat’ı görmek istedi aktivistler. Ben de bu anları kamuoyunu bilgilendirmek için görüntülemek istedim. Fakat İBB hepimizi içeri almayıp, sadece aktivistlerden seçilen iki kişi görebilir Polat’ı dedi. Bu keyfi uygulamalar basın özgürlüğü açısından da düşündürücü. Biz İBB’nin İspark ahrına bir sene önce de gitmiş ve görüntü almak istemiştik. Henüz ahırın henüz tamamlanmadığı, konstrüksiyonların devam ettiği gibi gerekçelerle görüntü almamız engellenmişti.
Hem 2022’de hem de 16 Ekim’de gerçekleştirdiğimiz ziyaretlerde ahırlarda bazı sorunlar tespit ettik. Öncelikle, atlar ahırlarda çok küçük alanlarda yaşıyorlar. Mesela ahırın arkasında bir padok var. Padokların aslında daha büyük bir alan olması gerektiği, arazinin eğiminden dolayı atların burada zarar görebileceği defalarca dile getirildi. Fakat bu talepler ciddiye alınmadı.
N.S.: Derya, Cansu'nun bu konudaki izlenimlerini yeniden anlatmasını istedim. Bu konuyu tekrar tekrar gündeme getirmek istememizin nedeni şu; üzerinden epey bir bir süre geçmesine atlar hala orada tutuluyor ve kötü koşullarla yaşatılıyor. Maalesef bu konuda hiçbir şey yapılmıyor. Senin başlangıçta dediğin gibi, Adalar’da aslında kültürel peyzajın bir parçası olması gereken atlarla ve diğer tüm canlılarla yaşama becerimizi kaybettik. Bu ne zaman oldu ve bunu nasıl yeniden kazanabiliriz bilemiyorum.
Bizim bu programı yapmamızın ana nedenlerinden birisi de bu. Siz Alev Karakartal’la bu konuda konuşmuştunuz. Onu anlatmak ister misin?
D.T.: Alev’in bu konuyla ilgili çok önemli bir yazısı var, Dünya Mirası Adalar’ınn sosyal mecralarında paylaşmıştık. Ben sözü Alev’e bırakayım istersen.
Alev Karakartal: Merhaba.Aslında o yazı çok canım acıyarak yazdığım bir yazı çünkü kendimi de sorumlu hissediyorum bütün bu olanlardan, bitenlerden. Kendimi, gazeteyi, medyayı, herkesi. Derya özetledi faytonların kaldırılma sürecini. Biz gazete olarak mümkün olduğu kadar nesnel veya mesafeli yayın yapmaya çalışırız ama söz konusu olan hak meselesi ise çok fazla nesnel kalamıyoruz ne gazete ne de insanlar olarak. Hele de böyle kendini savunamayan, ağzı dili olmayan, bizim korumamız, kollamamız gereken hayvanlar söz konusu olduğunda.
O dönemde de böyle yaptık. ‘Faytonlar kaldırılsın, kaldırılmasın’ ikilemi üzerine uzun tartışmalarımız oldu. Sonuç olarak hem kişisel olarak ve hem de gazete olarak hayvanların yanında yer almayı seçtik ve onlar için en iyisi en doğrusu neyse onun yapılmasını istedik. Hayvanların bu biçimde kullanılmasına karşı olduğumuz için, hele de son zamanlardaki turizm baskısı nedeniyle bu iş atlar için işkence haline geldiği için faytonlar kaldırılsın, hayvanlar daha uygun biçimde oralarda barındırılsın istedik, Yayınlarımızda da daha çok buna ağırlık verdik. Bütün tartışmalardan sonra faytonlar kaldırıldı. Ortalık ayağa kalktıktan sonra kaldırıldı. O zamanlardan şunu hatırlıyorum; Ekrem İmamoğlu, İstanbul Büyükşehir Başkanlığı’na seçilmeden önce, hayvan hakları örgütleriyle bir tür bir sözleşme ya da anlaşma gibi bir şey yapmıştı.“Söz veriyorum taahhütnamesi” benzeri bir ismi vardı. İmamoğlu şöyle demişti: “Faytonları kaldırıp, akülü ulaşım araçları koyacağız. Kurtarılan atları da ekolojilerine uygun, geniş ortamlarda rehabilite edilerek ölene kadar yaşamalarını sağlayacağız.” Şimdi böyle bir söz var ve o söz orada duruyor. Biz biraz da bu söze güvendik ne yalan söyleyeyim. Atlar bir biçimde rehabilite edilecek ve bu hayvanların orada tutulması sağlanacak diye düşündük. Öyle olmadı.
Önce bütün bu hayvanlar satın alındı, sonra Türkiye’nin dört bir yanına dağıtıldı, Bir takım insanlar satın aldı. Bunların arasında çiftçiler, at çiftlikleri, atları gösterilerde kullanmak isteyenler vardı. Kısacası atlar bir yere gönderildi. Israrla peşine düştük. Defalarca “Nereye gönderdiniz, nerede bu atlar nasıl yaşıyorlar, takip ediyor musunuz?” diye sorduk. Bize bunların Tarım ve Orman Bakanlığı’nın sorumluluğunda olduğu söylendi, bu sefer onların peşine düştük. Fakat oradan da yanıt alamadık. Takip etmeye çalıştık, tümünü edemedik ama ettiklerimiz oldu. Mesela alakasız yerlere gönderilen ve orada ölen hayvanlar; çipi çıkarılan hayvanlar; kesilen hayvanlar; sınırdan geçirilip Irak'a gönderilen ve orada kesilen hayvanlar… Bunlar görmek tabii ki moral bozucuydu. Ben yazımda bunu açık açık söyledim, bir kez de burda tekrarlıyorum. Hakikaten bazen cehenneme giden yol, iyi niyet taşlarıyla döşeli oluyor. İstedik ki aslında bu hayvanlar faytonlarda eziyet görmesin, işkence çekmesin, onları bundan kurtalım ve olmaları gereken yerde olmaları gerektiği gibi korunsun, kollansın, bakılsınlar. Fakat bunu yapamadık. Satılan hayvanların büyük bir bölümü ölüme gönderildi. Geri kalanlar ise şimdi nerede, ne yapıyor inanın hiç bilmiyoruz, Takip etmeye çalışıyoruz ama edemiyoruz. Yetkililer de hayvanların nerede olduğunu bilmiyor.
En son Adalar’da sahiplerinin satmadığı üç beş hayvan kalmıştı. İstanbul Büyükşehir Belediyesi onları da belki bir ihbar üzerine alıp Büyükada barınağına ya da ahırına götürmüş. Biz tekrar tabii bütün odağımızı buraya yönlendirdik. Çünkü biliyoruz ki satılmayan çok az sayıdaki ayvanı Adalılar korumaya çalışıyor ama bu kolay yapılabilecek bir şey değil.
D.T.: Tabii ahır olmayınca pek mümkün değil, söz verilen ahırların yapılması lazım.
A.K.:Kocaman hayvanlar; kedi, köpek değil ki, evimize alalım. Bir ahır lazımdı. Bu ahırın sivil toplumun, aktivistlerin, hayvan seven insanların, atlarla birlikte yaşamaya alışkın insanların sürekli denetiminde olması lazımdı. Gidip görülmesi, bakılması lazımdı ama böyle bir şey olmadı. Bütün Adalar’daki ahırlar yıkıldı. Şimdi atların hepsi Büyükada’ya sıkıştırılmış bir durumda. Orası da Cansu'nun da gördüğü gibi pek uygun değil. Kaç yıl geçti, şimdiye kadar o ahırların çoktan yapılmış olması gerekirdi. Diğer adalara bir kaç ahır yapılmış olması gerekirdi.
Şu anda biz gazete olarak da kişiler olarak da bu hayal kırıklığıyla, buna sebep olmanın sorumluluk duygusuyla konuya odaklanıyoruz. Çünkü yine ölüyor hayvanlar. En son Polat öldü, diğerleri de ne koşullarda yaşıyorlar.
D.T.:Bir şey ekleyebilir miyim? 20. Yüzyıl Amerikalı fizikçi, deneme yazarı ve araştırmacı Louise Thomas “Bildiğim en sağlam bilimsel gerçek, doğa hakkında son derece cahil olduğunuzdur” diyor. Herhalde bu lafı bizim için söylemiş. Gerçekten cahil olduğunuzun farkına varmalıyız. Böyle futbol takımı tutar gibi faytonlar kalksın kalkmasın dememeliyiz. Siyah beyaz olmamalı, biz gri bölgelerimizi kaybettik. Tartışma ortamlarımızı daha üste taşıyacak, fikirleri, deneyleri, bilim odaklı şeyleri kaybettik. Bütün bunlarla birlikte nasıl yaşayabilirizi de kaybettik. Bunların hiçbirini konuşamıyoruz ve sadece birbirimizden ayrıldığımız bir demagoji içerisindeyiz. Cahiliz.
A.K.:Haklısın, sadece bu konuda değil her konuda öyleyiz. Elimizden geleni yapmamıza rağmen, bu at meselesini tekrar gündeme getirdiğimiz için “Siz faytonculardan yana mısınız?” (Ki ortada faytoncu da yok artık) ya da “Siz İBB’ni mi karalamaya çalışıyorsunuz?” gibi eleştiriler alıyoruz. Oysa bizim faytoncu ile işimiz olmaz, hem kişisel olarak hem gazete olarak. Ayrıca bizim Büyükşehir Belediyesi ile ne derdimiz olsun? İyi yaptığı işleri destekliyoruz, haberlerini yapıyoruz, duyurmaya çalışıyoruz. Fakat, burada bir sorun var ve bu sorunu çözebilecek kurumlardan biri de İBB. Verilmiş bir söz var ortada.
Şöyle eleştiriler de çok sayıda; “onca problem var ortada. Gazze'de çocuklar ölüyor. Türkiye'de bunca açlık var. Sizin derdiniz atlar mı?”. E evet valla atlar. Tek derdimiz bu değil. Gazze'de ölen çocuklar da derdimiz, yoksulluktan sıkıntı çeken insanlar da derdimiz fakat hayvanlar da derdimiz. Bunun derdi ondan daha fazla, bunun derdi öncelikli diye dert hiyerarşisi kuran insanlar değiliz.
D.T.:Temelinde sömürü var çünkü.
A.K.: Evet, bu sömürüyü biz takip etmezsek kim takip edecek? Biz bakmazsak kim bakacak? Biz dikkatleri buraya çekmezsek kim çekecek? Biz gazeteciyiz, bunun başına daha kötü bir şey gelmiş ya da şu daha fena halde diyecek değiliz. Ki ben belediyenin kötü niyetle, “şu atları yok edelim” diye bu işe başladığını düşünmüyorum ama meseleyi iyi yönetemediklerini düşünüyorum. Önünü arkasını düşünmeden, çok aceleyle hareket edildi. O zamanlar bu konu popülerdi. Aceleyle birtakım sözler verildi ve o sözlerin altında kalındı. Sonrasında konuya Valilik ve Bakanlık el koydu. Bu kurumların iyi niyetineyse pek inanmıyorum. Çünkü Adalar’ı atsızlaştırmayı da içine alan planların olduğunu ve bunların Adalar İmar Planı ile çok yakından ilgili olduğunu düşünüyorum. Bunlar tabii ki birbiriyle çok bağlantılı. Tüm bunlar Adalar’ı kendi bildikleri anlamıyla soylulaştırmaya, imara açmaya, daha fazla turizme, daha fazla yatırıma açmaya, “açılmaya” yönelik. Yassıada’yı yatırıma açtılar. Hepimiz gördük ki ada hakikaten “yassı” hale geldi üzerindeki bu beton yığınıyla. Özetle, Prens Adaları’na yapılmak istenenin de undan bağlantısız bir şey olduğunu düşünmüyorum. Bence atların başına gelenler bunlarla çok yakından bağlantılı.
N.S.: Birbirine bağlı düğümler gibi, birini çektikçe arkasından diğerleri geliyor. İnşaat meselesi, atların ölümü, akülülerin ve trafiğin artması… Bunların hepsi bir bütünün parçası. Alev, çok güzel özetledin durumu aslında. Biz de bu işi tekrar gündeme getirme, takip etme çabanızın bir parçası olmak isteriz. Kalan son atların bekâsı için. Adalar’da yaşayanlar olarak hepimiz elele verip bu konuya daha fazla eğilmeyi başarabiliriz belki. O yüzden hem Cansu’nun hem de senin ağzınıza sağlık, çok teşekkür ederiz.
A.K.: Biz teşekkür ederiz çağırdığınız için.
D.T.:Son bir şey daha ekleyeyim, bence daha özgür ve bağımsız olabilmemiz lazım. Mesela Facebook sayfamızdan sizin haberinizi paylaştık ve o haber Facebook sayfamızdan kaldırıldı. Bu tür şeyleri konuşmaya bile tahammül edilememesi ve alan açılmaması durumunun da üzerine düşünmemiz gerekiyor.
N.S.: Çok teşekkür ederiz tekrar görüşmek üzere sağ olun, Hoşçakalın. Adalar hepimizin.
D.T.: Atlar da hepimizin. Hoşçakalın.