Dört Ayaklı Şehir ekibinden Mine Yıldırım’a bağlanıyoruz ve 6 Şubat Depremi sonrası bölgede yürüttükleri kurtarma çalışmalarını mercek altına alıyor, önümüzdeki dönemi değerlendiriyoruz.
(Bu bir transkripsiyondur. Metnin son hâli değildir.)
Aylin Örnek: Merhabalar. 95.0 Açık Radyo’da Dayanışma Kuşağı programındayız. Bugünkü konuğum Mine Yıldırım. Kendisi Dört Ayaklı Şehir Kolektifi’nin bir üyesi ve deprem sonrasında özellikle hayvan dostlarımızın kurtarılması, tedavi edilmesi ve sahiplenilmesi konusunda ciddi faaliyet gösteren bir ekip. Mine Hanım hoş geldiniz.
Mine Yıldırım: Hoş bulduk, merhaba.
A.Ö.: Nasılsınız, iyi misiniz?
M.Y.: Teşekkür ederim. Çok teşekkürler.
A.Ö.: Mine Hanım, benim takip edebildiğim kadarıyla siz aslında 6 Şubat depremleri öncesinden de örgütlü bir grupsunuz değil mi? Yani sadece 6 Şubat depremleriyle birlikte faaliyete geçmiş bir grup değilsiniz diye algılıyorum. Onun başlangıcını kısaca sizden dinleyebilir miyiz acaba?
Araştırma odaklı bir kolektif olarak tanımlıyoruz kendimizi
M.Y.: Tabii ki. Dört Ayaklı Şehir, aslında 2013 yazında kent hareketlerinin en yoğun olduğu, pek çoklarımızın ahir ömründe en hareketli ve en heyecanlı yazı olan Gezi direnişinin bir bebeği, bir sonucu, oradan doğan bir kolektif. Bir araya geliş amacı da kent hareketleri içerisinde, kent siyaseti ya da kent üzerine araştırmalarda hayvanların da haklarını, hayvanların tarihini, hayvanların yerini konuşmak, genişletebilmek. Bir tür hayvan hakları savunuculuğunu kent hakları içerisinde ele almayı kolektif, bir arada ve buna yönelik dayanışmalar geliştirmek amacıyla bir araya gelmiş bir grup Dört Ayaklı Şehir. Dolayısıyla 10 yıla yakın bir zaman boyunca da bu faaliyetini yürütmüş aslında. Yani kent hareketleri deyince, Türkiye'de artık nasıl ekoloji mücadeleleri göz ardı edilemezse, aynı zamanda kentin içinde yaşayan, hem içinde hem kentin çeperinde yaşayan, dolayısıyla hem evcilleştirilmiş hayvanlar hem de yaban hayvanlarının da kent mücadelesine dahil olduğu, aslında kent mücadelesini de açan bir tür Türkiye'deki genel hak savunuculuğu ve adalet meselelerinin, toplumsal dayanışmanın önündeki engellerin, toplumsal dayanışma potansiyellerinin içinde hayvanların da yer aldığını, bu hayvanların aldıkları yerlerin aslında hayatlarımızın merkezindeki, merkezine yakın yerlerini genişletmeye, bunu siyasetin dili içerisinde, araştırmaların, incelemelerin, yöntemlerin içerisinde yer açmaya çalışan bir kolektif olarak çalışmalarını sürdürdü Dört Ayaklı Şehir. Araştırma odaklı bir kolektif olarak tanımlıyoruz kendimizi. Yani araştırmalar ekseninde yürüttüğümüz hem akademik hem de sahadaki, yereldeki araştırmalar öncülüğünde, onların ışığında ilerleyen, bir daha böyle nokta atışı çalışan, o şekilde ilerleyen, bilgi birikimini ve veri üretimini araştırmalara dayandıran bir kolektif.
Aslında Dört Ayaklı Şehir’in bir araya gelmesinin 10. yılında biz böyle bir afet çalışmasına girmiş bir kolektifiz. Bunun da bir öncesi var. 6 Şubat depremleri tabii coğrafyanın yaşadığı en büyük felaket. Doğal afet olarak çok büyük bir sınav veriyoruz. Pek çok sivil toplum kuruluşunun çalışmaları bunun altında kalıyor aslında, gerisinde kalıyor, yetersiz kalıyor. Dört Ayaklı Şehir, bir sivil inisiyatif olarak bu çalışmayı, afetlerde hayvan kurtarma çalışmasını ilk kez 6 Şubat depremleriyle birlikte, Pazarcık merkezli depremlerle birlikte hem ülke ölçeğini ulusal ölçeğe taşımış hem de organize, sistematik bir koordinasyonla sürdüren bir kolektif. Önümüzdeki zorluk çok büyük olduğu için ve ilk kez bu ölçekte çalışmaya 6 Şubat depremleriyle yaptığımız için, 6 Şubat’ı başlangıç gibi anlatıyoruz. Ama elbette ki bir arka plan, bir hazırlık çalışması var.
Türkiye'de artık ilk kez afetlerde bir hayvan kurtarma koordinasyonu var
Bunun içinde bizim Dört Ayaklı Şehir’in, hem de Türkiye genelinde de ilk kez kurulan bir koordinasyon. Bu kısmı çok önemsiyoruz. Türkiye'de artık ilk kez afetlerde bir hayvan kurtarma koordinasyonu var ve bunu biz kurduğumuz, merkezinde olduğumuz ve hala ana koordinasyonu yürüttüğümüz için tabii ki çok mutluyuz. Bunu çok inançla ve tutkuyla devam ediyoruz. Bunu, bu çalışmayı yapabilmemizin, ülke çapında tabii ki her ilde değil henüz ama 10’u aşkın ilde aktif bir koordinasyonla hayvan kurtarabilmemizi sağlayan da bunun arka plan çalışmalarına 2020’de İzmir'deki depremle aslında başlamış olmamız.
Biz, İzmir depremi olduğunda ilk kez Dört Ayaklı Şehir olarak şöyle bir karar almıştık aslında; böyle bir düşünsel olarak ve kendi organizasyonel yapımızı artık kentlerde hayvanların haklarını savunurken, nasıl kente ilişkin mücadeleler ya da Türkiye koşulundaki kent siyasetinin problemleri varsa, işte kentsel dönüşüm, altyapı, siyaseti, ekolojik tahribatı gibi ana başlıklar içerisinde hayvan hakları savunuculuğu yapıyorsak artık bir de bir afet gündemimiz olduğunu, yalnızca doğal afetler, yerküre hareketleri değil aynı zamanda iklim krizi kaynaklı afetlere karşı da kenti hazırlarken hayvanları da hazırlamamız gerektiğini ya da bu afetler vurduğunda, etkileri arttığında, yoğunlaştığında ve sıklaştığında hayvanları kurtarmayı da organize etmemiz, sistematik bir tabana oturtmamız gerektiği kararını almıştık.
İzmir depreminde bir sınav verdik. Henüz bu çaplı bir koordinasyonu kuramadığımız için tabii çok başaramadık o noktada. Hemen bir sene sonra, 2021 Marmaris yangınları, orman yangınlarıyla birlikte artık afet gündemi, özellikle iklim krizi ve kuraklık kaynaklı, aşırı sıcak dalgaları, aşırı sıcak ve sıcak dalgaları kaynaklı afetlerde de hayvanların, pek çok sayıda hayvanın öldüğü bilgisi, buna dair araştırmalar, veriler yoğunlaştıkça biz de çalışmamızı bu alanda yoğunlaştırdık. Ama dediğim gibi maalesef ki en büyük sınavımızı bu alanlarda çalışan pek çok STK gibi 6 Şubat depremlerinde verdik. O noktadan beri de çalışmaya aktif olarak ve yoğun olarak devam ediyoruz.
A.Ö.: Evet. Ben takip ettiğim kadarıyla hala yoğun olarak devam ediyorsunuz, onu görüyorum sosyal medyadaki paylaşımlarınızdan. Peki, 6 Şubat, İzmir depremi ve Marmaris yangınları bir öncü oldu sizin kurumsallaşmanız adına mı diyeyim ya da hareket kabiliyetinizi arttırmanız adına mı diyeyim?
M.Y.: Her ikisi de. 6 Şubat depremlerinden sonra dernekleştik. Artık bir dernek çatısı altında da çalışıyoruz. Dört Ayaklı Şehir’i hayvan çalışmaları derneği olarak yürütüyoruz. Hem kurumsallaştık hem daha da büyümemiz bu sürece denk geldi aslında. Altı aylık çiçeği burnunda bir derneğimiz de var.
A.Ö.: Ne güzel. Ben kurumun oluşumuyla ilgili sonra bir soru soracağım ama 6 Şubat depreminin hemen sonrasında nasıl hareket ettiğinizi ve neler yaptığınızla ilgili sizden bilgi alabilir miyim acaba?
6 Şubat depremlerine hazırlanma şeklimiz meslek uzmanlıklarıyla oldu
A.Ö.: Tabii ki. 6 Şubat depremi öncesinde bu bahsettiğim hazırlık çalışmalarına başlamıştık. Hazırlık çalışmalarımız şöyleydi. Türkiye'de özellikle deprem riski yoğun ve iklim krizi kaynaklı değişiklikler, sarsıntılar ve tahribatların yoğun olması beklenen yerler nereler? Örneğin İstanbul'da boğaz kuşağı ya da altyapı problemlerinin olduğu yerler; Akdeniz yangın bölgesi ve Akdeniz kıyı kesimleri, Akdeniz kuşağı; zaten ülke olarak, Türkiye'nin coğrafi konumu nedeniyle iklim kırılganlığı yüksek ama daha kırılgan kesimler. Bunu coğrafi olarak hedefledik ve bu illerde aslında bir tür ağ haritası oluşturma ve yatay bir ilişkilenme, bir bir koordinasyon oluşturmaya başladık.
Bizim 6 Şubat depremlerine hazırlanma şeklimiz meslek uzmanlıklarıyla oldu ve hayvan kurtarma işinin, hayvan kurtarma çalışmasının, böyle bir çabanın gerektirdiği meslek uzmanlıklarının başında iki temel meslek geliyor. Birincisi, tıbbi veteriner hekimlik, veteriner hekimlerinin merkezinde durduğu bir çalışma. Hemen onun yanı başında da, el ele durduğu da hayvan kurtarma, profesyonel akredite ile hayvan kurtarma ekiplerinin oluşturulması. Biz buna 6 Şubat öncesinde çok az başlamıştık, çok az yol alabilmiştik, henüz bebek adımlarıyla ilerliyorduk. 6 Şubat’ın olduğu sabah, 6 Şubat depremlerinin olduğu gece yarısı ben depremi haber alır almaz elimizdeki mevcut A haritasını ve temas halindeki, kendi kurduğumuz ağ içerisinde aktif olarak doğrulanmış, Türkiye çapında ulaşabildiğimiz bütün veterinerler ve kurtarma ekiplerine, henüz o noktada akredite olmamışsa bile hayvan kurtarma tecrübesi olan kişilere, -çünkü çok fazla kurtarma görevlisi var ama bunların çok azı bir kurtarma ekibinden eğitim alıp akredite olabiliyor, maalesef o eğitimlere katılım oranları çok düşük, bu da bir problem aslında- bunlara ulaşıp bir çağrı yaptık. 6 Şubat günü başladığında yani Türkiye kamuoyu depremin detaylarını öğrendiğinde ve pek çok kişi boyuta dair o farkındalığı, o şoku yaşadığında, sabah haberleri başladığında biz bir koordinasyon kurduğumuza yönelik kamuoyuna çağrı yaptık ve bu çağrıya 15-20 dakika içerisinde çok hızlı cevaplar gelmeye başladı. Yani biz o atmosfer içerisinde öncelikli olarak afet bölgesine intikal edilebilecek, hızla ulaşabilecek kişilere ve kurtarma ekiplerine ulaşmaya çalıştık hedef kitle buydu, ulaşmaya çalıştığımız insan ve meslek grubu bunlardı. Daha sonrasında gönüllüler ve yardım ekipleriyle peş peşe koordinasyon yapmaya başladık. Şimdi bunu yapmaya başladığınızda öyle bir yoğunluk ve Türkiye ölçeğine yayılan öyle bir dayanışma ağı ortaya çıkıyor ki... Çünkü çok fazla insan depremin boyutunu, felaketin boyutunu anladıkça yardım etmek istiyor fakat nasıl yapabileceklerini bilmiyorlar. Dolayısıyla bir refleks yönetimi, herkesin girebileceği bir durum değil, son derece psikolojik, fiziksel olarak zorlu bir koşulda, Şubat günlerinden bahsediyorum, yalnızca uzmanların olması gereken ve enkazın başında çalışma yetkinliği olan ve yetkisi olan kişilerin intikal ettirilmesi, ilk aciliyetimiz buydu. Hemen onların arkasında çalışacak, hemen onlara destek olarak çalışacak, mesleki yetkinliği olan, bu bir motokurye olabilir, motor kullanmayı bilen biri olabilir, ilk yardım bilen uzmanlar olabilir, itfaiye gönüllüleri, hemşireler, hastane çalışanları, hasta bakıcılar, sağlık emekçileri, aklıma gelenleri sayıyorum, bize ulaşan ve bölgeye intikal eden, bir koordinasyon arayışında olan aslında, nasıl gideceğine karar vermeye çalışan insanları hızlı bir şekilde yönlendirmek oldu.
Temel ihtiyaçlara yönelik bizim hazırladığımız araçlar afete ilk müdahalecilerdi yani ilk yanıt üretenlerden biri olduk. 7 Şubat günü Dörtyol üzerinden Hatay'a giriş yaptığımızda bizim yanımızda 12 tane jeneratörümüz vardı. Neden jeneratör? Çünkü İzmir depremiyle birlikte enerji ihtiyacının özellikle kent alanlarını vuran afetlerde birinci ihtiyaç olduğunu gördük. Bu çok çok önemli bir hazırlıktı bizim adımıza ve ne yazık ki diyeceğim çok isabetli bir hazırlıktı. Çünkü Hatay'da 8 Şubat'a kadar enerji ihtiyacı, en acil yani depremin ilk 72 saatinde hayat kurtarma mümkünken 72 saat dolduğunda enerji ihtiyacı kamu otoritesi tarafından giderilmemişti. Hala sivil jeneratörlerle giriş yapılıyordu ve biz de Türkiye'de ilk kez sanıyorum izinlerimizi bakanlıktan, hem Sağlık Bakanlığı hem Tarım Bakanlığı’ndan, bir afette hayvan kurtarmaya yönelik, hayvanlar için bir sağlık müdahalesi ekibi oluşturma, hatta bir sahra hastanesi kurmak için, veteriner tayini, veterinerlik çalışma izinleri, alet, enerji ihtiyacı, ilaç ve temel ilk yardım malzemelerini 7 Şubat günü bölgeye Hatay'a intikal ettirebildik.
Biz 7 Şubat günü Hatay'a jeneratörlerimizle girdiğimizde tabii o noktaya kadar biz de afetin o boyutunu henüz görmemiş bir ekip olarak ama eğitimli tahminlerimizle ve hazırlıklarımızla gittiğimizde ilk karşılaştığımız çöken hastane ve çocuk bölümleri, özellikle yatan hasta bölümleri oldu. Sonradan medyada da görüldü. Biz tabii ki hayvanlar için yaptığımız hazırlığı insan hastanesine o jeneratörleri tek tek, tabii ki hızlı bir şekilde bağladık ve kullanıma hazırladık. İlk karşılaştığımız enkazın başındaki hiltilere, kırma aletlerine, vinçlere, artık akşam saatlerinde elektrik ihtiyacı her neredeyse bu hazırlıklarımızı doğrudan angaje edebildik. Tabii ki elbette ki bu bizim hayvan hastanesi kuramamamıza neden oldu. Ama bize çok çok değerli bir dayanışma ve birlikte çalışma imkanı ve daha fazla alana aslında müdahale etme imkanı verdi. Birincisi, hayvan kurtarma hareketinin artık aktif olarak ve hazırlıklı olarak bütün ekipmanlarıyla birlikte alanda yerini almış olmasıydı, enkazların başında yerini almış oldu. İkincisi, hızlıca hayat kurtarma, insan ve hayvan farkının ortadan kalktığı noktalardan bahsediyoruz, hızlıca can kurtardığımız, enkazın başında inanılmaz bir dayanışma içerisinde, tamamen sivil oluşumlarla birlikte hayat kurtardığımız bir süreç başladı.
Enkaz kaldırımı sona erdiğinde bizim işimiz başladı
Yaklaşık iki buçuk aya yakın enkazın başında, enkazların başında çalıştık. Tabii ki insanların artık yaşama ihtimalinin olmadığı enkazlarda da hayvanları kurtarmaya devam ediyoruz ve hala da devam ediyoruz aslında. Çünkü kamu otoritesi enkaz kaldırma çalışmalarının sona erdiğini açıkladığında aslında işin büyük kısmının o noktada başladığını ve devam ettiğini biz gördük. Ölenleri maalesef kaybettik bu yetersizlikler nedeniyle ama hayatta kalan hayvanları kurtarma işi aslında o yoğun makro bakanlık tarafından yürütülen ya da AFAD tarafından yürütülen enkaz kaldırımı sona erdiğinde bizim işimiz başladı. Zaten eksikleriyle birlikte alanda var olan kamu otoritesi geri çekildiğinde, biz bütün enkazların başındaydık. Hala da süren çalışma bu aslında ve biz bu çalışmaya ‘Enkazdan hayata’ ismini verdik. Çünkü enkazdan çıkan bir hayvan eğer yaşıyorsa veteriner hekimler ya da kurtarma ekibimiz bu hayvanı çıkardığında arka planda o çalışmayı kurmak zorundasınız. Hayata yeniden katılabilmesi için gerekli tedavi, klinik tedavi, tıbbi müdahale, klinik tedavi halkasını başlatmak zorundasınız. Çünkü enkazdan bir insan çıkarıldığında, bu depremde o bile olamadı ama, bir ambulans ve sağlık ekibinin müdahalesi hazır bekler, beklemelidir. Bir hayvan çıkarıldığında böyle bir çalışma Türkiye'de henüz maalesef yok. Dolayısıyla tamamen bizim sorumluluğumuzda eğer o enkazın başındaysak. O hayvanların pek çoğu ailesini kaybetmiş yani birincil insan bakımından, artık mahrum, nereye gideceğini bilmeyen, yaralı, ağır yaralı hayvanlara müdahale etme fırsatımız oldu bu sayede, bu koordinasyon sayesinde. Tamamen esnek, yatay ve ben ona ‘eliptik bir koordinasyon yapısı’ diyorum çünkü sadece yatayları yan yana getirdiğinizde, bütün illerde farklı bir yatay haritayla belirli bir esnekliğe sahip olmadan çalışmanız çok zorlu ve çok verimli değil. Ama yer yer genişleyen, yer yer küçülen ve hızlı hareket edebilen bir koordinasyon oluşturduk. Örneğin çok fazlaca hayvanı Konya Belediyesi'ne ait itfaiye ekipleriyle kurtardı, kendilerine ne kadar teşekkür etsek az. İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin bölgeye sağladığı kamyonlarla, araçlarla, vinçlerle çok fazla hayvan kurtardık. Sayamayacağım kadar fazla belediye ekibinin araçlarıyla, Mamak Belediyesi'nin keza kamyonlarıyla çok fazla hayvanı taşıdık.
Oradaki dayanışma ve yardımlaşma zaten o kadar anlık gelişiyor ki. Örneğin bu koordinasyonumuzda yer alan dağcılık kulüpleri, Akdeniz Üniversitesi'nden, Antalya'dan gelen, Adana'dan gelen üniversite öğrencisi arkadaşlar, üniversitenin dağcılık kulüplerinde tırmanma bilen arkadaşlarımız hasarlı binalara kontrollü bir şekilde giriş yaptılar ve sıkışan hayvanları, kalan hayvanları kurtardılar. İnsanlar, insanları kurtardık, hala yardıma muhtaç insanları. Tabii ki kurtardığımız insan sayısı giderek azaldı. İnsanların ölülerini gördük ve çıkardık. Bunlar da çok ağır ve çok kritik süreçler. Artık insan kurtarma çalışması bittiğinde hayvanları kurtarma, artık hayatta kalanlara destek verme şeklinde devam ediliyor.
İnsan ve hayvan kurtarmanın bir aradalığı ortaya çıktı
Bunun için Dört Ayaklı Şehir tabii ki ilk günden beri sürekli afet bölgesinde rotasyon halinde, sürekli afet bölgesinde. Toplam 10 ili etkileyen, hatta 11 ili etkilediği açıklanan afetin altı ilinde biz bu çalışmayı yürüttük. İlk önce ve öncelikli olarak Hatay ve Maraş, ardından Malatya, Diyarbakır, Adıyaman ve Osmaniye'de bu çalışmayı yürüttük. Bunu şimdi böyle anlatınca çok dört başı mamur gibi bir tablo çıkıyor ama tabii ki öyle değil. Eksikleri de çok olan bir çalışma, gelişmesi gereken yerleri olan bir çalışma ama yatayda yaygın olarak müdahale edebilmiş bir çalışma. Bölgede bir hayvan kurtarma çalışması olduğunu, bunun ne kadar altını çizseniz az çünkü Türkiye'de ilk kez böyle sistematik, böyle akıl ve planlamayla bir çalışma yapılıyor. Bu çok çok önemli. Neden önemli? Yalnızca hayvanları kurtarmak ve bizim bu çalışmamız olmasaydı ölecek hayvanları kurtarmak için değil, aynı zamanda bu sayede çok değerli bir dayanışma imkanı da ortaya çıktı aslında. İnsan ve hayvan kurtarmanın bir aradalığı ortaya çıktı.
Hayvan sağlığı olmadan ailelerin sağlıklı kalması, hayatına devam etmesinin zor olduğu, yalnızca evcilleştirmiş hayvanlar değil, özellikle bu depremde büyükbaş ve küçükbaş hayvanların kırsal alandaki hayatı olduğunu gördük. Ki o bizim örneğin temel olarak yetersiz olduğumuz bir çalışma. Mutlaka devlet ve kamu otoritesinin gerektiği, mutlaka büyük araçların olması gerektiği, büyük baş hayvan uzmanlığının olması gerektiği bir yerdi. Son derece geliştirilmesi acil olan bir çalışma bizim açımızdan da. Temel gündemlerimizden biri bu.
Türkiye'de gün geçmiyor ki hayvanlara yönelik şiddet söyleminin, dışlayıcı söylemlerin, düşmanlığın, nefretin arttığı bir ülkede, sürekli kediye, köpeğe ölüme yönelik açıklamalar yapılırken, maalesef mülki amirler tarafından bile bugün biz bunları yaşarken ya da hayvanlara bakan insanların sokak ortasında şiddete maruz kaldığı bir dönemden geçiyoruz. Bu noktada, bu kadar hayati bir anda ve böyle bir felakette inanılmaz bir dayanışma ortaya çıkıyor. Bizim ilk gün Hatay'a Reyhanlı üzerinden ulaştırdığımız kedi ve köpek taşıma kutularında, -hala konuşurken çok duygulanıyoruz bunu çünkü muazzam bir an bu- kedi ve köpek kaşıma kutularında prematüre bebek, hipotermiye girmek üzere olan bebekler yatırıldı. Çok acayip. Enkazdan çıkarıldılar ama belki donacaklar. Şimdi tabii bu yaz sıcağında, sıcak dalgasında bölgeye gidenler belki artık gitmeyenlerin hayal edebileceği bir şey değil ama inanılmaz soğuk bir Şubat ayının ortasında, enkazdan çıkmış, çadırda, düşünebiliyor musunuz? Böyle bir depremde, böyle hayatta kalmış. Sırf orada battaniye ve çadır olmadığı için ölen çocuklar olduğunu ve ölmesin diye biz orada kedi köpek taşıma kutularına bebekleri yatırdık. Bu muazzam bir kadın dayanışması ve hayvan hakları dayanışmasını getirdi. Çocuk mücadelesiyle, çocukları koruma çabasıyla hayvanları koruma çabasını bir araya getirdi. Bunun hem tarihsel olarak hem pratik ve gündelik olarak Türkiye coğrafyası için çok çok önemli olduğuna inanıyorum. Bunlar bize devam etme gücü veren şeyler.
412 kedi,164 köpek ve üç tane kuşu doğrudan ellerimiz değerek ve bizim koordinasyonumuz sayesinde enkazdan çıkardık
Şimdi ise çalışmamızın altıncı ayını tamamladık. Bugün 182. gün. Biz bu çalışmaya ‘Enkazdan hayata’ ismini verdik ve üç aşamadan oluşuyor, üç temel halkası var bunun. Birincisi, kurtarma; ikincisi klinik tedavi ve bakım; üçüncüsü ise yeniden yuvalandırma. Eğer hayvanın ailesi, sorumluluğunu alabilecek insanlar hayatta ya da bakabilecek koşullarda değilse yuvalandırma. Bugün itibariyle, 9 Ağustos itibariyle 412 kedi,164 köpek ve üç tane kuşu bu sayede, doğrudan ellerimiz değerek ve bizim koordinasyonumuz sayesinde enkazdan çıkardık. Bunların çok çok büyük bir kısmı tedavisini bizimle birlikte, maalesef afet bölgesinde o koşullar olmadığı için, İstanbul'da, biz İstanbul merkezli bir çalışmayız, İstanbul'da tedavilerini tamamladılar ve çok büyük bir kısmını yeniden yuvalandırdık. Evlere ya da güvenli alanlara yerleştirebildik. Bu inanılmaz bir rakam ve bu koordinasyon sayesinde ailelerine yeniden kavuşturduğumuz kayıp hayvanlar oldu. Şimdi siz kedi ve köpekle, özellikle şehirde evcilleştirmiş ve şehirde yaşayan hayvanlarla çalıştığınızda çok fazla kılcal damara giriyorsunuz. Kayıp bir hayvanı aramak için Hatay'ın köyleriyle irtibat kuruyorsunuz, oralarda bağlantı kuruyorsunuz, çadır alanlarında çalışıyoruz. Bu sayede ailesine kavuşturabildiğimiz çocuklar oldu örneğin. Bu sayede tıbbi yardım ulaştırabildiğimiz genç kızlar ve kız çocukları oldu ki bu çok çok önemli.
Çocuk güvenliği, bu afetin en büyük problemlerinden bir tanesi. Bugün devletin açıkladığı rakamla 155 tane sanırım kayıp çocuk olduğu söyleniyor ki bu rakamın çok çok fazla olduğunu biliyoruz. Farklı rakamlar var resmi rakamlarda bile. Bir tane çocuğun bile saçına zarar gelmesin, hayatta kalmış çocuğu artık korumamız gerekirken 155 bile kabul edilebilecek bir sayı değil ki binlerce kayıp çocuktan bahsediliyor. Bazı STK araştırmalarına göre iki binden fazla kayıp çocuk var. Ama örneğin iki binden fazla kayıp kediniz yok. Neden yok? Çünkü bu koordinasyonu sağlayabildiğimiz için. Bu da bana kalırsa sivil toplum adına muazzam bir ders çıkarmamız ve nasıl, ne noktalarda, kılcal noktalarda ve yerelde, afet sahasında, enkazın başında ne kadar bulunabildiğiniz ile ölçülebilen bir başarı ya da başarısızlık. Eğer bizim hayvan çalışması yaptığımız gibi çocuk çalışmasını yürüten bazı kuruluşlarımız olsaydı ya da bunu başarabilseydik bugün belki iki binden fazla çocuğumuz kayıp da olmayacaktı. Bunlar da hala düşünmeye çalışıp, üzerinde çalışmaya aciliyetle odaklanmaya çalıştığımız başlıklar arasında.
A.Ö.: Ben hiç araya girip sizi bölmek istemedim. Fakat anlattıklarınızdan iki şey aklımda kaldı. Dediniz ki, ‘kamu otoritesi orada arama kurtarma faaliyetlerini bitirdikten sonra biz arama kurtarma faaliyetlerine devam ettik’ dediniz. Ben şunu merak ettim. Acaba bu konuda kamuoyu otoritesiyle bir çatışma yaşadınız mı ya da orada sizin o faaliyetlere devam etmeniz için bir izin mi gerektirdi? Nasıl oldu? Birincisi bu. İkincisi de kedi, köpek ve kuştan bahsettik. Kırsal alanda, besicilik anlamında yani tarımsal faaliyet anlamında beslenen hayvanlarla ilgili bir çalışma hiç mi olmadı ve ilerisi için acaba bunun olabilmesine yönelik kendi içinizde bir faaliyet alanı geliştirmeyi düşünüyor musunuz? Bunu sormak istedim açıkçası.
M.Y.: Şimdi ilk sorunuza cevap verecek olursam, önce biz bütün izinlerimizi sanırım bölgede çalışan her kurtarma ekibi gibi depremin ilk anından itibaren olabilecek en hızlı şekilde, izinli bir şekilde bölgeye giriş yaptık. Zaten enkaz yakınlarındaki herhangi bir çalışma sadece sivil gönüllülükle mümkün değil. Belirli bir protokolü var, Türkiye'de de var ve akla yatkın olması gereken de bu zaten. Tabii ki her yardımlaşma duygusu, dayanışma duygusu, yardım duygusu çok önemli ama enkaz başı son derece teknik ve son derece akılcı bir planlamayla, belli protokollerle işlemesi gereken bir süreç. Enkazdan hala insan kurtarma çalışmaları devam ederken sanıyorum ilk iki haftadan sonra giderek azaldı ve kademeli bir geri çekilme görüldü aslında hızlıca. Kademeli bir son verme ve geri çekilme ve bir enkaz çalışması yürütülmedi o noktada. Biz bütün izinlerimizle, resmi izinlerimizle bölgedeydik. Ama sorunuzun kısa cevabı maalesef hiçbir kamu otoritesinin bir izin kontrolü yaptığı bir anla karşılaşmadık. Bu aslında bir problem. Bu aslında bir devletin o bölgedeki yokluğuna ve protokolün yalnızca sivil inisiyatifler tarafından yürütüldüğüne dair en önemli işaretlerinden biri. Araçlar tabii ki kontrol ediliyordu. Şu an o kontrollerin de yapılmadığını yani belirli bir sistematikte yapılmadığını biliyoruz. Araç giriş çıkışı kontrol ediliyordu, yollar kontrol ediliyordu. Ama bölgeye intikal ettikten sonra, örneğin veteriner hekimlerimizin hepsi, dün bakanlıktan özel izinle, çalışma izinleriyle oraya intikal eden veteriner hekimlerin bile iznini gösterebilecek, pek çok yerde, her yerde değil ama pek çok ilde böyle bir izni gösterebileceğimiz, tebliğ edebileceğimiz ya da onay alabileceğimiz bir kurum temsilcisi, bir otorite figürü diyeceğim, bunların bile olmadığı bir afetten bahsediyoruz aslında, bunu çok açık yüreklilikle söyleyebilirim ve dediğim gibi bu bir problem. Çünkü böyle bir afette ve bu kadar belirsizlikler yaşandı.
İlk ikinci günden itibaren çok ciddi bir güvenlik sorunu, çok ciddi bir kaos ve keşmekeş, bunların hepsi yaşandı aslında. Gelen yardımların yerlerine ulaştırılamaması, özellikle büyük şehirlerden gönderilen tırlar düzensizliği, Reyhanlı'da düzensiz açılması nedeniyle ihtiyaç sahiplerine ulaştırılamaması, geceleri elektriğin, aydınlatmanın olmadığı yerlerde güvenlik sorunlarını insanlar bir yandan enkazın başında hala sesini duyduğu yakınlarını kurtarmaya çalışırken ve maalesef kaybederken, o ilk günlerde elli binden fazla insanımızın sesini duyarak kaybettik yani ülkece bunu yaşadık biz ve bu noktada özellikle düzenli askeri birliklerin olmaması, polisin ya da güvenlik ekiplerinin olmaması, orada olanların iyi niyetle tabii ki enkaz çalışmasına katılması ama yetersiz olması nedeniyle izin, kontrol, denetim gibi süreçlerin tamamı askıya alınmış bir koşuldan bahsediyoruz.
A.Ö.: Bunu söylediğinizde, o kayıp çocuklar konusunda da kafamda tabii başka soru işaretleri oluştu.
M.Y.: Her türlü otorite yokluğu böyle bir afette bir problem, bu dünyanın her yerinde böyle. O yüzden Türkiye’de de bu afette askeri birliklerin kurtarmaya katılmaması tabii ki çok büyük bir zaman ama en acısı da insanları kaybetmemize neden oldu. Bu kararların hepsini siyasi olarak ne manaya geldiğini aylardır konuşuyoruz. Aslında bir süredir konuşmuyoruz. Belki çok uzun süre konuşmamız, düşünmemiz gerekiyor. Şimdi o yüzden izin meselesi son derece karmaşık ama buradan doğan, yani bu tamamen siyasi bir sorun, kamu otoritesinin bir eksikliği, bir problemi. Ama bununla birlikte orada yaşayan insanlar hala kurtarmaya devam etti. Neden?
Bir yıkıntı alanında hayatta kalmaya çalışan hayvanlar var. İnsanlar, komşularının hayvanlarını, ineklerinden kuşlarına gördüğü bütün canlıları beslemeye ve kurtarmaya çalışıyor. Şimdi kurtarma çalışması bitmesi ile bu alanların, yıkıntıların metreküp olarak enkazın moloza dönüştürülme süreci birbirine paralel olarak, birbirlerinin içinden işleyen süreçler. Dolayısıyla inşaat firmalarının büyük bir bölgeye akın etmesi ve enkazı ihaleleştirilerek moloza dönüştürme süreci bu sefer insan eliyle yaratılmış başka bir afeti de beraberinde getirdi. Havadaki asbest miktarları biliniyor, sevgili arkadaşlarımız bunları araştırıyorlar, bunların ölçümleri ve örneklemesi yapılıyor. Kurşun, toz miktarı çok fazla. Hala temel su problemi giderilmiş değil Hatay'da.
Bu, bizi ikinci sorunuza da taşıyor yavaş yavaş. Ben bunca zamandır yani bu iş çalışmanın koordinatörü olarak ve hayvan hakları ve hayvanlar üzerine çalışan bir akademisyen, araştırmacı olarak ben bu afette öğrendim bir ineğin, kurtarılan bir ineğin günde kaç litre su içmesi gerektiğini. Yeni yavrusu olan bir ineğin günde 50 litre su içmediği takdirde hastalanıp öleceğini ben yeni öğrendim. Bu tabii ki benim eksikliğim ama kırsal alanda hayvanlara bakan, hayvanlarla birlikte yaşayan, hayvanlarını bırakmak istemeyen insanlar bunu bilirken, bizim oraya götürebilecek suyumuz yoktu ve dahası 182. günde hala böyle bir su yok. İnsanlar hayvanlarını kaybettiler.
Bu afetin görünmeyen ve artık kimsenin neredeyse konuşmadığı meselesi büyükbaş hayvanlar
Büyükbaş hayvan, 200, 300, 500 kiloluk, bir tona yakın hayvanlara mevcut veterinerlik eğitimi dahilinde de yani mevcut veteriner kadrolarıyla müdahale etmek de çok zor. Bizim veterinerlik eğitimimizin müfredat olarak kısıtlarıyla da ilgili. Çoğu veteriner hekimimiz maalesef bugün büyükbaş hayvana hele böyle bir afet koşulunda müdahale etmeyi bilemeyebiliyor. İnsan tıbbı gibi afet koşullarında, savaş koşullarında tıbbi ekiplerin buna yönelik eğitim alması gerekiyor. Ama eğitim alıyorlar mı? Hayır. Küçük hayvanı taşımak, küçük hayvana müdahale etmek yani küçük hayvanlar kategorisindeki, hem yaban hayvanlarına hem küçük evcilleştirmiş hayvanlara yani kedi, köpek, kuş, balık vesaire gibi hayvanlara müdahale etmek fiziksel olarak kolay, lojistik olarak kolay. Ama yaralanmış bir ineği ve buzağısını bir enkaz altından çıkarmak zaten böyle bir sivil çabayla doğru değil. Birincisi, hayvanın sağlığına ve hayata zarar verebileceğiniz için, ikincisi mümkün değil. Mutlaka araç gerekiyor, mutlaka vinç gerekiyor.
O ilk noktada sizin söylediğiniz iki soru aslında birbirine bağlı. Yani kamu otoritesi yokluğu bölgede hayvan kurtarmak için olan insanların iyi çalışamamasına da neden oldu. Biz daha verimli çalışabilirdik. O hayvanların üzerindeki enkaz kaldırılabilseydi, bizim veteriner hekimlerimiz belki iyileştirmede rol alabilirdi. Müdahale ettik tabii ki. Ama küçük yaralanmalara müdahale edebildik. İlk yardımlara müdahale edebildik. Bunun üzerine bakanlık bir süre sonra salgın hastalık riskine karşı ki son derece bir zafiyet varken, durumda eksiklik varken şehir içerisinde büyükbaş hayvan tutulmasını yasakladı ki bu da bütün hayvanlarını kaybetmiş, geride kalan, sağ kalan hayvanlarıyla bir çadır alanında, tarlada kendi kurduğu bir küçük çadırında, prefabrik noktada yaşamaya çalışan insanların mağduriyetini arttırdı, hayvanların mağduriyetini arttırdı. Pek çok hayvan öldürüldü. Pek çoğu kesime gönderilmek zorunda kaldı. Hem kırsal kalkınma açısından bir afet, ekstra bir afetin yükü arttı, hem de kurtarılabilecek noktadaki, ölmüş hayvan ya da kurtarılamayacak kadar yaralanmış olanlardan bahsetmiyorum, sağlıklı olabilecek hayvanlar sırf su, yem bulunamadığı için öldürüldü.
6 Şubat merkezli depremlerin olduğu bölge, zaten Türkiye'nin yem ihtiyacını karşılayan önemli bir kırsal üretim bölgesi. Şimdi orada afet olduğunda biz İstanbul'dan, Adana'dan, Antalya'dan afet bölgesine yem taşımaya çalıştık ve bu başarılabilecek bir şey değil aslında. Çok küçük yani, çok gündelik yardımları ulaştırabildik. Yaptık, evet. Yani biz kendi çapımıza ve hareket kabiliyetimize göre yapabileceğimizin en iyisini yaptık. Ama tabii ki yeterli olmadı. Bu afetin görünmeyen ve artık kimsenin neredeyse konuşmadığı meselesi büyükbaş hayvanlar. Yani o küçücük tatminlerle bir hayvanı kurtardığımızda dünya bizim oluyor hakikaten ve yüreğimizdeki o ağırlık biraz hafifliyor. Biraz diyorum, çok kısa bir süre. Bir hayvanı kurtardığımızda bir hayatı kurtarmış oluyoruz, dünyayı kurtarmak anlamına geliyor bu.
Hızlıca kurtardığımıza seviniyoruz ve on dakika sonra diğerini kurtarmak için çalışmaya başladığımızda ilk karşılaştığımız zorluk bu, lojistik. Nasıl ulaştıracağız sınırlı kaynakla ve sivil dayanışmayla? Bakın, biz sivil dayanışmayla hareket eden bir oluşumuz. Sivil dayanışmayla neredeyse bine yakın hayvanı kurtarmaya çalışıyoruz. Oysaki burada bu bilgi birikimini devlet kullanabilseydi, bu bilgi birikimiyle hareket edebilseydi, bu çalışmalar daha organize bir şekilde yürütülebilseydi çok çok daha fazla hayvan kurtarılabilecekti.
Hatay'da hala ciddi bir su sorunu var, barınma sorunu var
Küçükbaş, küçük hayvanları kurtarmak için insanlar hala çalışıyorlar. Enkaza girmiş, enkazda doğurmuş, yardım bekleyen hayvanları insanlar, depremzedelerin kendisi şu an afet bölgesinden çıkarıyor, kurtarıyor, bize ulaştırmaya çalışıyorlar. Biz oradan, buralardan ilaç topluyoruz, veteriner hekim olarak gidiyoruz.
Bizim şu anki çalışmamızdan, ondan da bahsetmek isterim. Hayvanları enkazdan çıkarıp getirme, tedaviye alma devam ediyor ama daha düşük bir tesiste. Şu anki çalışmamız ağırlıklı olarak hayvanları yerinde yaşatma. Çünkü artık sağ kalan hayvanların şehre yeniden adapte olabilmesi için ve sağlıklı yaşayabilmesi için aşılanmaları şart, nüfusu sağlıklı tutabilmek için kısırlaştırılmaları şart. Bu çalışmalar hala belediyeler tarafından başlatılmış değil. Tabii bunu biz söylediğimizde çok büyük lüks gibi algılanıyor. Çünkü örneğin Hatay'da hala ciddi bir su sorunu var, barınma sorunu var.
İnsanlar son derece sağlıksız koşullarda, çadırlarda yaşamaya çalışıyorlar. Depremi atlatmış, öyle bir mahşeri atlatmış, felaketi atlatmış, hayatta kalmaya çalışıyorlar. Bunlar hala eş zamanlı olarak eksik ama bizim önümüzdeki birinci çalışma, birincil çalışma alanlarından bir tanesi az önce bahsettiğimiz kırsalda yaşayan büyükbaş hayvanları kurtarma çalışmasını nasıl yapabileceğimiz. Bunun üzerine kafa yoruyoruz, bunun üzerine çalışıyoruz. Çünkü dediğim gibi bu ayrı bir uzmanlık gerektiriyor, kurtarma uzmanlığı gerektiriyor, kamu otoritesiyle yoğun bir işbirliği gerekiyor ve buna pek yanaşmayan bir kamu otoritesinin varlığından bahsettiğinizde işimiz iki kat zorlaşıyor. Teçhizat tamamen ayrı. Yaban hayvanlarında da böyledir örneğin. Orman yangınlarına müdahalede de bambaşka bir protokol gereklidir. Büyükbaş hayvanlar için de bu protokolü geliştirmek için, en azından düşünsel olarak, altyapı olarak, planlama olarak bunu yapmaya çalışıyoruz. Büyükbaş hayvanı olduğunu bildiğimiz, büyükbaş hayvanlarla yaşayan insanlara da destek vermeye çalışıyoruz. Tabii elimiz değdiğince ve imkanlarımız yettiğince.
Hala alınması gereken çok fazla yol var ama en önemlisi, bunu sürekli vurguluyoruz, bunun artık gündeme alınması. Küçük hayvanlar dayanışmanın kapasitesine terk edilmiş durumdalar. Biz aslında o yüzden bu yoğunlukla devam ediyoruz. Bu noktada ilk müdahalecilerin geri çekilip artık kamu otoritesinin bu yükü üstlenmesi gerekiyordu. O yük üstlenilmediği için biz devam ediyoruz, devam da edeceğiz. Ama büyükbaş hayvan için çok ciddi bir kısıtımız var yani bu sivil olarak yapılabilecek bir çalışma olmadığı için. Onun için de planlaması ve organize edilmesi için çalışıyoruz.
A.Ö.: Anladım. Mine Hanım, vallahi çok güzel anlattınız. Yaptığınız iş çok değerli. Emeğinize sağlık. Bütün ekibinize, bütün arkadaşlarınıza kalben teşekkür ederim, en azından kendi adıma. Programımıza katıldığınız için de ayrıca çok teşekkür ediyorum. Başka programlarda tekrar görüşmek üzere diyorum. Programı burada kapatmak durumundayım.
M.Y.: Ben teşekkür ederim.
A.Ö.: Çok sağ olun, teşekkürler. Hoşça kalın.