Güneş panellerinde mühendislerin ilham aldığı bir bitki… Binlerce yıl önce Amerika’da yetişen sonra eski kıtaya ve Rusya’ya yayılan; uzun yıllar sonra tekrar anavatanına tarım bitkisi olarak dönüş yapan bir çiçek… Dünya üzerindeki seyahatinden; mitolojik hikayelerde ve Batı sanatındaki yerinden bahsediyoruz...
Günebakan, botanik açıdan “bileşikgiller” familyası içinde sınıflandırılan bir bitki. Helianthus cinsinin Compositae familyasına ait. Kömeç denen, o güneşe benzeyen çiçek başları, sarı taç yaprakları olan bir çiçek çanağında toplanan “floret” denen tüpsü çiçekçiklerden oluşuyor. Ortada, daha sonra çekirdeklere dönüşecek olan tüpsü çiçekçikler dolaşık, kesişen sarmallar oluşturuyor. İç kısmında, tohumlar oluştuktan sonra daha görülebilir olan bu yapı, Fibonacci sarmalı diyebileceğimiz bir düzen içinde… Tohumlar, Fibonacci sayı dizisi 0, 1,1,2,3,5,8 sıralamasına göre dizili. Ayrıca altın orana uygun olarak 137 derecelik açıyla sıralanıyor tohumlar. Bu diziliş tohumların aynı boyda olmasını, merkezde sıkışmamasını sağlıyor; kenarlarda alan kaybını önlüyor… Altın oranın mükemmel bir örneği..
Günebakan çiçeği, hızlı büyümek için güneş ışığını takip etmek gibi eşsiz bir beceriye sahip. Açılan çiçek başları genellikle doğuya bakarak gün doğumundan itibaren güneşten olabildiğince yararlanıyor; çiçeğin büyümekte olan körpe yapraklarıyla, henüz açılmamış olan tomurcukları da güneşi izliyor. Tomurcuğun alt kısmındaki özel hücreler ve yaprak sapları, su basıncını düzenleyerek çiçeğin büyüme yönelimini denetliyor. Bitki güneş ışığı alımını en yüksek seviyeye çıkarttığında, su, karbondioksit ve temel besinlerle birlikte azami büyüme oranına da ulaşmış oluyor.
Günebakanlar, güneş enerji santralleri için mühendislere ilham vermiş olmasıyla da özel bir bitki… Güneş enerjisi santrallerinde de aynaların hareket edebilecek biçimde, Fibonacci kuralına göre dizilmesi güneş ışınlarının merkezde yer alan elektrik üretim kulesine yönlendirilmesi kolaylaştırırken, gölge oluşmasını engelleyerek bu panellerden maksimum verim alınmasını sağlıyor. 2016 yılında, Science dergisinde yayımlanan bir çalışma, günebakanların güneşe yönelmesinin arkasında sadece günışığının değil, sirkadyen ritmin de önemli olduğunu ortaya koymuş. Araştırmacılara göre, günebakanlar büyüme performanslarını arttırmak için ışığa doğru dönme ve eğilmeyle birlikte sirkadyen ritimleri de kullanıyor. Bir dizi deney yapmışlar: 30 saatlik bir ışık döngüsüne maruz bıraktıklarında bitkinin bu döngüye uymadığını; ancak 24 saatlik bir döngü sağlandığında, bitkilerin “güneş” yönünü izlediğini gözlemlemişler.
Günebakanın bilimsel adına gelince; Carolus Linneaus’un verdiği Latince ismiyla “Helianthus annus”, Grekçe’de güneş anlamına gelen “helios” ve çiçek anlamına gelen “anthos” sözcüklerinden oluşuyor. Ayçiçeği yaygın olarak kullanılıyor ama Derleme sözlüğünde onlarca kelime var bu çiçeğe karşılık gelen… Aydın çiçeği, çiğdem, devranber, devriamber, güne tapan, gün çiçeği, güne aşık, güntabak, simiska, şakkalgan, şemşamer, vardıvan, aydede gibi...
Günebaktığı için sadece Türkçede değil, bütün dillerde güneş ile ilişkilendirilmiş, “ayçiçeği” ismiyle “ay” ile de özdeşleştirilmesi ise sadece bize özgü bir durum. Ama okuduğum etimolojik bir araştırma, kesin kanıtlara dayandıramasa da “çiçeği çok iri, tabak şeklinde ve sarı renkte olan…” diye tarif edilen bitkinin adının, “ay” sözcüğünden değil, “tabak gibi yuvarlak, terazi kefesi anlamına gelen “aya” kökeninden geldiği sonucuna varmış.
Mitolojik hikayelerde de günebakan, güneş tanrısı olarak yerini almış ama Anavatanı Amerika kıtası, bu bitkiyi ilk kültüre alanlar da kıtanın yerlileri... 5000 ya da 4500 yıl önce tek kömeçli, yani tek çiçekbaşı olan iri günebakanlar,özellikle Batı Amerika yerlilerinin en temel besin kaynaklarından biri olmuş; çekirdeklerini öğütüp un yaparak ya da tazeyken çiçekli kısmını sebze olarak tüketirlermiş. Parlak renklerdeki vücut boyaları, kumaş ve çömlekleriyle bilinen yerliler, günebakan tohumlarından mavi, siyah, mor ve kırmızı boya elde ediyor; lifli yapıdaki yapraklarını ve saplarını, dokumacılıkta, sepet örmede kullanıyorlarmış. Halk tıbbında da yeri vardır; yaralanmalarda, hatta yılan ve böcek ısırıklarının tedavisinde de günebakanlara başvuruluyormuş.
Kültüre alınmış olan günebakan tohumları ilk ticaret yolları üzerinden daha sonra Meksika’ya ulaşmış olmalı. Arkeolojik kayıtlar, Aztek uygarlığında bu bitkinin güneşe tapınma törenlerinin bir parçası olduğunu gösteriyor. 1510 yılında İspanya’ya getirilir ve başta bahçelerde süs bitkisi olarak yetiştirilir sadece. Avrupa’nın botanik bahçelerine ulaşan bu yeni bitkiyle ilgili doğa bilimciler, bir sezonda dikkate değer boy attığını kayda almışlar. Londra’da büyük bir botanik bahçesi olan, Herbal Plants/Şifalı Bitkiler kitabının yazarı John Gerard, 1636 yılında “Nisan’da ekilen tohum yaz sonunda dört metre boya ulaştı… çiçeklerinden biri bir buçuk kilo ağırlığında… kırk santim çapındaydı” diye not düşmüş.
“Portait de’lherbe du soleil de Monardes” (Monardes’in Güneş Bitkisinin Portresi) başlıklı bu çizim, Charles Duret’nin Historie admirable des plantes (Hayranlık Uyandıran Bitkiler, 1605) kitabından. Nicolas Monardes hiç Yeni Dünya’ya gitmemiş ama Sevilla’daki botanik bahçesi Güney Amerika bitkileriyle doluymuş. Avrupa’da günebakanı tanımlayan ilk doğa bilimcilerinden biridir.
Günebakanlar, 1600’lerin sonunda Rusya’ya da ulaşmış. 1682 yılından 1725 yılına kadar Rusya hükümdarı olan Çar Deli Petro sayesinde…. 25 yaşındayken Almanya, Hollanda, İngiltere ve Viyana’da dolaştığında tekne yapımından tarıma her şeyle ilgili bilgi ve fikir toplayan Çar; 1698 yılında vagonlar dolusu birçok ürün arasında Hollanda’dan aldığı günebakan tohumlarını da Moskova’ya göndermiş. Rus köylülerin günebakanların tuzlanmış ve kavrulmuş tohumlarını çitlemeye başlamaları; hatta yağını çıkarmak için üretime geçmeleri çok uzun sürmemiş. Ama bu küçük taneciklerin, ticari potansiyelini keşfetmek için bir 80 yıl daha geçmesi gerekecekti.
1800’lerde günebakanlar, uçsuz bucaksız tarlalarda başakların arasında tek tek başlarını uzatmaya başlar. Rusya'da ilk yağ atölyesinin kuruluşu ise 1829 yılına tarihleniyor. 1930’lara gelince Stalin, günebakanların verimini artırmaya yönelik araştırmaların önünü açmış. 20 yıl sonra Ruslar 30 santimetre çapında çiçekleri olan, yüzde 50’ye varan bir randımanla yağ elde edilebilen günebakan çiçekleri yetiştirmeye başarmışlar.
Çin, Amerika ve Arjantin ile birlikte Rusya, dünyanın en büyük üreticilerinden biri bugün… Bizim topraklarımıza da II. Dünya savaşından sonra, 1945-50’li yıllarda girmiş ve tarımı yapılmaya başlanmış. O zamandan beri, zaman zaman bir çevre felaketi düzeyine ulaşan “çekirdek çitleme” merakımızda, Ruslar da bizi aratmıyor. Türkrus.com sitesinde, geçtiğimiz günlerde bu konuda bir haber yayımlanmış: Ruslar “semeçki” dedikleri çekirdeği "milli çerez" olarak kabul ediyorlarmış; Çeboksarı'da "Çekirdek çitleten babuşka" heykeli bile varmış. Çekirdek çitlemek ise uzun süre bir köy eğlencesiymiş; bu eğlenceyi tüm Rusya'ya yayan ise 1917 Ekim devrimi olmuş. Dönemin tanıkları Petrograd'da insanların mitinglerde kitle halinde çekirdek çitleyip konuşmacıları dinlediklerini aktarıyormuş.
Batı sanatında ise günebakan, sadakatın, neşenin, yaşama gücünün, adanmışlığın, aynı zamanda da gururun, gücün ve kibrin simgesi... Katolik inanışında, Tanrı’nın hizmetine olan bağlılığı, yüce aşk ve içindeki ışığı arayan ruhu simgeliyor. Batı resminde günebakanın fonda olduğu oto portreler gücü, sadakati ve sanatçının patronuna olan bağlılığını vurgulamak için kullandığı gizli bir dil… Özellikle Barok ressamlar için…
Örneğin Van Dyck yanı başında bir günebakan çiçeğinin durduğu oto portresinde İngiltere Kralı I. Charles’a olan derin bağlılığını göstermek istemiş.
Van Gogh’tan ve onun Ayçiçekleri tablosundan söz etmeden olmaz… Yaşamı boyunca depresyonla boğuşan Van Gogh Arles’te, meşhur Sarı Ev’inde yaşadığı sırada, bir vazo dolusu ayçiçeği karşısındayken kardeşi Teo’ya şöyle yazmış:
"Çok sıkı çalışıyorum, bir Marsilyalının balık çorbası içerken gösterdiği hevesle resim yapıyorum; çok büyük ayçiçeklerinin yağlı boya resmini yaptığımı öğrendiğinde bu hevesime şaşmazsın herhalde” diye yazar. Arkadaşı Paul Gaugin’in evi için bir düzine, onun deyimiyle “sarı ve mavi üstüne bir senfoni oluşturacak” günebakan resmi yapmayı planladığını anlatmış: “Üstünde çalıştığım üç tuval var elimde -birincisi, açık renk bir geri plan üstüne, yeşil bir vazoda üç çok kocaman çiçek, 15 numara bir tuval; İkincisi, biri tohuma kaçmış, taç yapraklarını dökmüş, biri tomurcuk halinde üç çiçek, geri plan koyu mavi, tuval 25 numara; üçüncüsü, sarı bir vazoda bir düzine çiçek ve tomurcuk (30 numara tuval). Sonuncusu açık renk üstüne açık renk, umarım en güzeli olacak. Bu konuyu bu kadarla bırakmayacağım herhalde. Artık Gauguin ile birlikte kendi atölyemizde oturmayı kuruyorum ya, stüdyo için dekorasyon hazırlamak istiyorum. Hep kocaman kocaman ayçiçekleriyle... “
Günebakanlar, Van Gogh 1880’lerde Paris yakınlarında, Arles’de bu resimleri yaparken Fransa’da henüz süs bitkisi olarak yetiştiriliyormuş. “Hani, senin dükkânın bitişiğindeki lokantada çok güzel süs çiçekleri vardı ya, orada, pencerenin içinde duran ayçiçeği hep aklımda. Bu fikri gerçekleştirirsem on iki ayrı tablo olacak; hepsi birden, sarı ve mavi üstüne bir senfoni oluşturacaklar. Her sabah şafakla birlikte bunun üstünde çalışmaya başlıyorum, çünkü çiçekler çok çabuk soluyor ve her tabloyu bir oturuşta bitirmek gerek." Ayçiçekleri Gaugin’e duyduğu “minnettarlığı” da ifade ediyordu onun için…
Bir yüzyıl sonra onun Vase with Fifteen Sunflowers resmi Londra’da Sotheby’s müzayedesinde rekor fiyatla, neredeyse 40 milyon pounda satılır. Bu modern bir sanatçının işine ödenmiş en yüksek meblağ olarak tarihe geçer…
Şarkıcı / Yorumcu | Parça Adı | Albüm Adı | Süre |
---|---|---|---|
I Girasoli/Sunflowers | Henry Mancini |