Mabet ağacı, botanik adıyla Ginkgo biloba bugün yaşayan hiçbir yakın türü ya da benzeri olmayan, tümüyle kendine özgü bir ağaç… Botanikçiler bu ağacı, Plantea yani bitkiler alemi içinde Ginkgophyta dedikleri ayrı bir bölüm içinde değerlendiriyorlar. Bu bölümün içindeki sadece tek bir cinsten, yani Ginkgo’dan, tek tür olarak Ginkgo biloba bugüne kadar gelebilmiş.
Mabet ağacının biçimli yaprakları, merkezden başlayıp yukarı doğru düzgünce açılan damar dokusuyla sanki birer minik yelpazeymiş gibi görünüyorlar. 30-40 metreye kadar büyüyebiliyorlar. Hatta Çin’deki bazı ginkgoların boyu 50 metreyi aşabiliyor. Bitki hastalıklarına, zararlı böceklere karşı olağanüstü dirençliler. Milyonlarca yıl dünya üzerindeki varlıklarını sürdürebiliyor olmalarının nedenlerinden biri de bu. Çevresel koşullar ağırlaştığında, herhangi bir saldırı olduğunda yüzeyde kök ve tomurcuk oluşturabiliyorlar.
Mabet ağaçları açık tohumlu bitkilerden. Çiçekli bitkilerden önce evrimleşmiş oldukları için erkek ve dişi üreme organları, çiçek yerine yaprak saplarında yer alıyor. İki evcikli ağaçlar bunlar; yani bazı ağaçlar dişi bazıları ise erkek… Dişi ginkgolar kozalak üretmiyor, yaprak saplarında bulunan pedinkül adı verilen yumurtacıklardan biri döllenme sonucunda tek bir tohuma dönüşüyor. Ginkgonun başka hiçbir ağaca benzemeyen bu ilginç üreme biçimi ve farklı yapısı, pek çok açıdan bitkinin kadim geçmişine işaret ediyor ve onu adeta bir “canlı evrim laboratuvarına” dönüştürüyor.
Çin, Kore ve Japonya’da çok sevilen ağacın buradaki bazı örneklerinin birkaç bin yaşında olduğu iddia ediliyor. Kayıt altına alınan en yaşlı ağaç 3500 yaşında. Bu yaşlı ağacın, bugün Çin’in iç kesimlerinde kalan uzak ormanın orijinal popülasyonuna ait olduğu düşünülüyor.
Batı’da gingkoyu tanımlayan ilk kişi ise Alman doğa bilimci ve hekim Engelbert Kaempfer. Hollanda Doğu Hindistan Şirketi ile 1690’da Japonya Nagasaki’ye giden Kaempfer sayesinde Batı dünyası bu kadim ağaçların varlıklarından haberdar oluyor. O yıllar Japonya’nın “kendini dış dünyadan izole ettiği, misyonerlerin girişinin yasaklandığı “sakoku” dönemine denk geliyor aslında. Hollandalı tüccarların girmesine izin veren Nagasaki Limanı ülkenin dış dünyayla, Batı’yla belki de tek bağlantı noktası.
Japonya’ya geldiğinde, Nakamura Tekisai’nin hazırladığı, bir nevi resimli sözlük Kinmōzu’dan faydalanarak hazırladığı Amoenitatum Exoticarum (Lemgo, 1712) adlı kitabında ginkgo da var. Ginkgo ismi Çince gümüş ve kayısı anlamına gelen iki harfle yazılıyor. Kaempfer, Latin harflerine ginkjo ya da ginkio olarak aktarılması gereken sözcüğü “g” harfini de ekleyerek, ginkgo olarak notlarına geçirmiş. Kitabındaki resmi de büyük olasılıkla kendi çizmiş.
Bir Gingko var ki o da edebiyat dünyası açısından çok çok önemli. Almanya’nın en romantik kentlerinden birinde bulunan Heidelberg Şatosu’nun bahçesindeki ağaç. Johann Wolfgang von Goethe’nin meşhur Doğu-Batı Divanı eserinde, derin bir aşkı sembolize eden “Gingko Biloba” şiiri için ilham aldığı ağaç… Hafızasını güçlü tutmak amacıyla her gün Heidelberg Şatosu’nun bahçesinde çıktığı yürüyüş sırasında buradaki ginkgo biloba ağacından bir yaprak yiyen Goethe, belki de yaşamının en anlamlı şiirini işte bu yaprak üzerine karalamış. Bir nehir gezisinde tanıştığı ve büyük bir aşkla bağlandığı Marianne von Willemer için… Şiir, Goethe ile sevdiği kadın gibi, bu Gingko yaprağı da aslında bir bütünden ve aynı özden gelip fakat bir türlü bir arada olamayarak ikiye ayrılıyordu.
Bir sonbahar günü Marianne’i son kez Heidelberg Şatosu’nun bahçesinde gören ünlü yazar, birkaç gün sonra şiiriyle birlikte ginkgo biloba ağacının yaprağını ona gönderecektir: Doğudan bahçeme emanet / Şu ağacın yaprağı, / Tadımlık, gizli bir mânâ verir, / Bilgeyi işte böyle sevindirir. /
Canlı bir varlık mıdır bu? / İçten kendi kendini bölmüş. / Yoksa onlar iki güzîde midir, / Ki insan onları bir olarak bilir? / Böyle sorulara cevap vermek için, / Galiba doğru anlamı buldum: / Hissetmiyor musun şiirlerimde, / Tek ve çift olduğumu benim? (Senail Özkan’ın çevirisiyle)
Şiir, bu dönemde Goethe’nin Doğu dünyasına olan ilgisinin bir uzantısı olarak görülebilir. Doğu’ya ve Doğu kültürüne ilgi duyan pek çok Batılı aydının aksine o, Doğu’ya çok farklı bir ruhsal boyutta yaklaşıyor. Bu farklılığı oluşturan en büyük unsur ise aşk… “Doğu Batı Divanı’’ mutluluk, haz, sevgi, hasret, vuslat, acı gibi duyguların karmasından oluşuyor. Ağacın yapraklarının formel yapısına referans veren dizeleri, her şeyin karşıtıyla var olabileceğini ve birbirlerini tamamlayarak bir olacaklarını öneren Taoizm ile de örtüşüyor. Goethe’ye göre iki kişi ancak aşkla bir olabilir ve birlik ancak ikilikle mümkündür.
Belki aşka dair sembolizminden belki de yapraklarının biricik biçiminden, hem Japon sanatı hem de Art Nouveau akımı için de gingko önemli figürlerden olmuş. En bilinen Art Nouveau takı tasarımcısı René Lalique’in takılarında gingko yapraklarının kadın bedenin ve diğer floral öğelerin kıvrımlarına eşlik ettiğini sıkça görüyoruz. Ayrıca Lalique farklı teknikleri ve formları bir araya getirişindeki başarıyla pek çok tasarımcıyı etkilemiş. Örneğin 1900 Paris Sergisi’nde gördüğü Lalique takılarının etkisi ile Lucien Gaillard Art Nouveau tarzına yöneliyor. Gaillard’ın stilize çiçekleri, ağaçları ve böceklerinde Japon sanatının etkileri çok net görülüyor. Hatta atölyesinde Japon ustalar çalıştırdığını da biliyoruz. Tek bir figür ile tasarladığı takıları sadelikleri ile dönemin diğer örneklerinden ayrışıyor.
Goethe’nin dizelerinde bambaşka bir anlam bulan Ginkgo’yu 1778 yılında Kuzey Amerika’ya getiren kişi ise, Londra’dan getirip kendi bahçesinde yetiştiren bitki koleksiyoncusu William Hamilton. Popülerlik kazanmasında ise 20. yüzyılın ikonik mimarlarından Frank Lloyd Wright’ın etkili olduğu söyleniyor. Giderek Amerika’nın farklı kentlerinin peyzajlarında, Wright sayesinde yer almaya başlamış. Güzel görünümü bir yana dayanıklı ağaçlar olduğu için de tercih edilir olmuş. Kömür nedeniyle oluşan hava kirliliğine dayanabilen bu ağaçları Amerika’da pek çok yere dikmişler. Programın başında da bahsettiğim gibi, tohumları ve fidelerinin uyarlanma mekanizması öyle güçlüdür ki, kirli şehirler de dahil olmak üzere hemen her türlü iklimde ve koşulda yaşayabiliyorlar. New York, Beijing ve başka modern şehir manzaralarında, sokaklar ve parklarda mabet ağacı sık sık karşımıza çıkar o yüzden.
Yaklaşık bin yıl önce yok olmanın eşiğine gelen ginkgo artık güvende ve bunu sağlayan da genelde türlerin yok olmasına neden olan insan. Mabet ağacı bu döngüyü milyonlarca yıldır sürdürüyor, bu da onun hayatta kalma konusunda uzman olduğunu gösteriyor. Bunun en iyi kanıtı, 6 Ağustos 1945’te Hiroşima’ya atılan atom bombasından iki yıl sonra kavrulmuş gövdelerinden yeni filizler veren 6 ginkgo ağacı. Hem savaşın korkunç yüzü olan hem de en ölümcül doğa tahribatlarından birini yaratan bombanın merkez üssünden yarım kilometre uzakta, bir gingko ağacı anka kuşu gibi küllerinden doğdu.
Milyonlarca yıldır neredeyse hiç değişmeden bugüne gelen bu güzelim ağaçlar, var oldukça kim bilir daha ne olaylara tanıklık edecekler… Onlardan öğrenecek gerçekten ne çok şey var… Gingkolar evrimini çoktan tamamlamış ama biz insanlar evrimini tamamlamış canlılar değiliz maalesef. Ne vicdani ne de zihinsel olarak… Küresel yıkım bu kadar yakınken, dünyayı vahşice tüketmeye de devam ediyoruz. İnsan merkezli anlayış, doğanın binlerce yıllık birikimiyle oluşmuş yaşam döngüsünü tehdit eder durumda. Ama Gingkolar biz olsak da olmasak da doğanın kendini yeniden ve yeniden tekrar yaratma gücünün olduğunu gösteriyor.
Kaempfer, Latin harflerine ginkjo ya da ginkio olarak aktarılması gereken sözcüğü “g” harfini de ekleyerek, ginkgo olarak notlarına geçirmiş. Bunun da ilginç bir nedeni var aslında. Bugün hala kullandığımız Latince kökenli ikili adlandırma, binominal sistemini tasarlayan Carl Linnaeus’un ismini Kaempfer’in kitabından aldığını biliyoruz. Kaempfer’ın aslında bugünün Japoncasında olmayan bir telaffuza göre bu ismi oluşturduğu anlaşılmış daha sonra. Genç asistanı Genemon Imamura Nagazaki diyalektine sahip oluğu için… Batı dünyasında ağacın adı da böyle kalmış.
Kitabındaki resmi de büyük olasılıkla kendi çizmiş. Kaempfer ayrıca beraberinde Hollanda’ya ginkgo tohumu da getirmiş; bugün Utrecht Üniversitesi botanik bahçesindeki ağacın Asya dışında ekilmiş ilk mabet ağaçlarından olduğu söyleniyor. Tabii zaman geçtikçe gingko ağacı Avrupa’da pek çok botanik bahçesinde, saray bahçelerinde yetiştirilmeye başlanıyor.
Şarkıcı / Yorumcu | Parça Adı | Albüm Adı | Süre |
---|---|---|---|
Peer Gynt Suite 1 Morning Mood | Edward Grieg | 03:56 |