“Gerçeklik, siyaset dediğimiz zırhın içine sığmıyor”

-
Aa
+
a
a
a

Bekir Ağırdır, Millet İttifakı’nın paylaştığı Ortak Politikalar Mutabakat Metni’ni değerlendirirken, muhalefetin izlemesi gereken politika ve mevcut seçmenin durumu üzerine değerlendirmelerde bulundu.

“Gerçeklik, siyaset dediğimiz zırhın içine sığmıyor”
 

“Gerçeklik, siyaset dediğimiz zırhın içine sığmıyor”

podcast servisi: iTunes / RSS

Ömer Madra: Günaydın, Bekir Ağırdır. Millet İttifakı’nın Ortak Politikalar Mutabakat Metni üzerine konuşacağız. Oldukça önemli tespitler yapıldı ve eksikler bulundu. 

B.A.: Hemen eleştirel bir yerde konum almayalım. Her şeye rağmen yapmaya çalıştıkları önemli bir iş. Geleneksel siyaset kodlarına kilitlenmiş siyasi aktörler olarak her şeye rağmen bir arada durmaya çalışmaları, Türkiye siyasi tarihinde alışık olmadığımız biçimde operasyonel iş planı yapar hâle gelmeleri bile çok değerli. Çünkü en azından ülkenin gidişatının, problemlerinin farkındalar ve bu konuda samimi ve içten bir çaba gösteriyorlar. Aslında elimizdeki hâlâ en önemli fırsat alanı. Ben bu metnin maddelerine bir bütün olarak bakmayı tercih ediyorum. Bütünden kastım şu: Geçen yıl, 12 Şubat’ta kamuoyuna bir araya gelişlerini ilan ettiler. 28 Şubat’ta güçlendirilmiş parlamenter sistem önerilerini açıkladılar. 22 Kasım ya da 28 Kasım’da Anayasa önerisini ya da Anayasa’ya dair temel ilke ve hedeflerini açıkladılar. Şimdi de bir bakıma hükümet programı açıklıyorlar. Bütün bunlara böyle bakınca anlamlı bir iş. Ama yetersiz ve eksik olduğunu da tespit etmek lazım. 

Bütün bu programlara ve şimdiye kadar yaptıklarına, söylediklerine baktığımız zaman devletin rehabilitasyonu için yola çıkıyorlar. Devlette kurum ve kuralları yerli yerine oturtmak ve güçler ayrılığını tesis etmek gibi bir temel hedeflerden yola çıkıyorlar. Türkiye’de sadece devleti reforme etmek ya da güçler ayrılığını inşa etmekten öte toplumsal problemlerimiz var. Kutuplaşmalar, ortak ufku ve “biz” duygusunu kaybetmek, lümpenleşme, hukukun üstünlüğüne olan inancı kaybetmek gibi çok ciddi bir toplumsal sorunlarımız var. Yoksullaşma ve adaletsizlik meselesi var. Fırsat eşitliği kayboldu. Dolayısıyla bütün bu süreci toplumun rehabilitasyonu sağlamak ve yeniden toplumun “biz” duygusuna gelebilmesi çalışmak lazım. Yurttaşa göre devletin yeniden biçimlendiği bir sürece ihtiyacımız var. Halbuki Millet İttifakı’nda yer alan partiler esas itibarıyla “devlete göre toplum” anlayışına sahipler. Onun için de oluşturdukları program devletin kurumlarının, kurallarının, güçler ayrılığının yerli yerine oturtulması üzerine. Toplumsal büyük mutabakatı, uzlaşmayı üretebilmek dediğimiz zaman ise temel meseleler var: Kürt meselesi, laiklik, Aleviler, cem evlerinin diyanet işlerinin politikalarıyla olan meseleleri. Emekçilerin yahut yeşil hareketin, kadınların, gençlerin, farklı toplumsal kümelerin ve sınıfların kendi ihtiyaçları ve talepleri doğrultusunda uzlaşma sürecine katılımlarına, kendilerini bütün bu hikâyenin içinde var hissetmelerine ihtiyaç var. Buradan bakınca açıklanan metinlerde Kürtler, Aleviler, gençler, yeşil hareket, iklim değişikliği, emekçiler, kadın hareketi ya da öğrenciler yok ama bu insanlara “Sizin dertlerinizi biz çözeriz ve şöyle yapacağız” diyen, geleneksel siyasetin kodlarından beslenen bir yapı var. Yapılan şey, bu zaman aralığında ve gidişatı durdurmak bakımından değerli ama yeterli değil. 

Ö.M.: Çiğdem Toker de T24’te yolsuzlukla mücadele konusunun net olarak ele alınmış olmasının önemli ve olumlu bir kazanım olduğunu söylüyor. Buna karşılık yeryüzünün en önemli meselesi yok. Son araştırmalar artık tartışmanın imkânsız olduğu feci bir durumdan bahsediyor. Kritik iklim eşiğinin önümüzde 10 yıl içinde aşılacağını söylüyorlar. Bu gerçekleşirse, bundan sonraki gelişmeleri önlemek çok daha zor hale gelecek. Bu mutabakatın, durumu görmezden gelmesi önemli bir eksiklik olarak gözümüze çarpıyor. 

B.A.: Ciddi bir zihni kopuşa, üretim ile tüketime ve yaşam biçimine farklı bakışa ihtiyaç var. Böyle bir zihni kopuş göstermiyorlar çünkü bu konuda bilgileri eksik. Devlet/yurttaş ilişkisi meselesinde de bir zihni kopuş göstermiyorlar. Her şeyden önce meselelere hâlâ devletin güvenliği üzerinden bakıyorlar. Karşımızdaki program gerçekten çok önemli ve değerli. Yapmaya çalıştıkları şeyi anlayabiliyoruz. En azından gidişatı durdurmak, kuralların tümüyle yok olduğu, hoyratça ele geçirme veya fethetme politikalarıyla her kurumun bozulduğu, her kural setinin alt üst edildiği bir zaman aralığında gidişata müdahale etmek istiyorlar. Sonuç olarak önerdikleri şeylerin bütününe baktığımız zaman; ekonomik reformları, devlette kurum ve kuralların yerlerine oturtulmasını içeriyor. Ama siyasi reformları içermiyor. Özellikle Kürt meselesi, laiklik gibi meselelerde önemli bir zihni kopuşu ifade etmiyor. 

İklim değişikliği gibi küresel problemlerin ve ülkenin kendi kadim problemlerinin farkında olup bir zihni kopuş göstermiyorlar. Şu tartışmayı da yapmamız lazım: Altı liderin tayin ettiği, altı kişilik bir komisyon, kurucu meclis gibi her şeyi tanımlamalı mıydı? Ülkenin geleceğini altı kişilik bir heyet mi belirlemelidir? Böyle bakınca cevap “hayır.” Dolayısıyla gidişata müdahale etme çabalarının yanında olmak gerekiyor. Her ne kadar bütün kamuoyu Cumhurbaşkanı adayı ve seçimi kimin kazanacağı ile meşgul olsa da, oluşacak parlamentonun kurucu meclis gibi çalışabilmesini sağlamanın peşine düşmek gerekiyor. Bu konularda zihni kopuş göstermiyorlar çünkü farkında değiller. Bütün bu hikâyelerden bakan bir tarafları yok çünkü beslenme damarları kapalı. Yaşanan bir gerçeklik var ama siyasi zeminle bu gerçeklik arasında; zeminin şekillenişi, kültürü, alışkanlıkları ve aktörleri, partilerin liderleri ve siyasetçiler üzerinden bakınca müthiş bir ayrışma var. Dolayısıyla hayatın fırsatlar, zorluklar, meseleler, çözülmesi gereken sorunlar bakımından ihtiyaçları, talepleri ve gereklilikleriyle var olan siyasi aktörlerin tercihleri ve siyaset yapış biçimleri arasında yarılma var. Bu yarılma nedeniyle gerçeklik o siyaset dediğimiz zırhın içine sığmıyor. 

Ama seçmen olarak her birimiz bu zırhın içinde, bu daralmış siyasi zeminin aktörlerine göre bir pozisyon alıyoruz. Bu nedenle henüz anketlerde, yayımlanan araştırmalarda ya da sokakta “bambaşka bir dünya oluşuyor” heyecanı yok. Millet İttifakı’nın handikapı, henüz bu coşku ve heyecanı yaratamamış olması. Yaratamamalarının sebebi, seçmeni alıştığı ve içine sıkıştığı kimliklerden, kutuplaşmalardan çıkartarak kendi gerçekliği, ihtiyaçları ve talepleri üzerinden düşünmesini sağlayacak yeni bir söylemi, hikâyeyi, iddiayı, sözü oluşturmamış olmaları. Programa baktığımızda hepimizin mutabık olacağı birçok madde var. Teknokratların yazdığı bir program sonuç olarak. Ama siyasi reform, toplumun ihtiyacı olan umut, coşku ve heyecan, yine toplumun ihtiyacı olan gerçek sorunlara çözümler ve süreçler öneren tarafı eksik. Bu eksik tarafı kapatmak için parlamentoda toplumun en geniş kesiminin temsil edileceği, kurucu meclis rolünü üstlenen bir strateji doğru olabilir.

“Bu program bir devlet rehabilitasyonudur”

Ö.M.: Parlamentonun çok daha gerçek, özgün anlamda devreye girmesi -bir çeşit parlamenter devrim diyebiliriz belki- önerisi çok önemli. İklim meselesinin idrakine varılması da çok önemli. Kritik eşiklerin aşılmasına dair paylaştığımız son araştırmaları da dikkate aldığımızda görüyoruz ki bundan sonrası tam anlamıyla bir kabus. Greta Thunberg’in bir zamanlar Davos’ta söylediği gibi: “Paniğe kapılmanızı istiyorum! Korkmanızı ve eviniz yanıyormuş gibi davranmanızı istiyorum. Çünkü gerçekten de eviniz yanıyor. O zaman ‘İtfaiye çağıralım mı, çağırmayalım mı?’ diye düşünecek zaman yok.” 

B.A.: İklim değişikliği problemi yerkürenin bütün ülkelerinin ve dünyadaki tüm siyasetçilerin, bilim insanlarının işi. Millet İttifakı üzerinden bakınca; dünyanın genel gidişatı, çatışmalar, insanlığın bilgi toplumuna geçiş sancıları, dünyadaki popülizme teslim olmak gibi konularda temel bir vizyon eksikliği var. Yerel ve bölgesel savaşlar çoğaldığı için zorunlu göçler de çoğalacak. Bu metinde göç meselesi sadece bir madde: “Suriyelilerin güvenli ve uluslararası hukuka uygun biçimde geri dönmelerini sağlayacağız.” Meselenin bundan ibaret olmadığını, hikâyenin sadece bunun içine sıkıştırılamayacağını bilmeliyiz. “Geri gitsinler-kalsınlar” meselesinin ötesinde, önümüzdeki dönemde hem dünya, hem bölge, hem de Türkiye için riskleri ve fırsatları olan bu duruma dair bir okuma yok. Aksine bu tür küresel meselelerden uzak durmaya çalışan bir tavırları var.

Ülkenin önündeki bu hükümetin, problemlere karşı kuvvetli bir dünya okuması ve bir dış politika tanımı yok. Dolayısıyla iklim değişikliği meselesinde bile problemi riskli taraflarından ve ürettiği olumsuz sonuçlardan düşünüyor ve riskli gördükleri politik pozisyonlar için de bazı gerçek problemlerden uzak duruyorlar. Halbuki bu meseleler aynı zamanda bir fırsat. Ülkenin iklim değişikliğine karşı benimseyeceği ekonomik programın, bu parametreye göre yeniden düzenlenmesi belki de tarımda, gıda krizinde, ihracat meselesinde yeni fırsatlar üretiyor. Ama hep risklerden bakıyorlar. Dolayısıyla o riskler ve sorunlar üzerinden popülist yaklaşımlar var. “Sarayın uçaklarını satıp orman yangın uçağı almak.” Evet, ilk anda kulağa ilginç geliyor. “Bütün bu büyük hikâyenin içinde konu bu mu?” diyesi geliyor insanın. Popülizmin tuzağından çıkamıyorlar. Zaten bu 2500 maddenin sorunlarından biri de şu: Kimisinde soyut hedefler var. Kimisinde politikalar, öneriler var. Türkiye, nötr alanda ve sıfırdan başlamıyor. Biz geriye düştüğümüz için, kurum ve kuralların bozulması sebebiyle bambaşka bir ekonomik model ve yönetim biçimi konuşuyoruz. Dolayısıyla bu program en fazla bir devlet rehabilitasyonudur. 

Bu programın üreteceği iklim ve ortamda yeni olanı nasıl kuracağız? Ülkenin kadim problemlerini nasıl çözeceğiz? Muhafazakarlar, sekülerler, Kürtler, dindar sünniler, aleviler, laiklik ya da Diyanet İşleri Başkanlığı konusunda nasıl anlaşacağız? Bu kısım programda yok. Hep eleştiriden konuşuyoruz ama her şeye rağmen bu gidişata dur demek açısından yapmaya çalıştıkları şey değerli. Ama yeterli değil.

Özdeş Özbay: İşin bir de seçim çalışması boyutu var. Şu anda pasif seçmene sesleniyorlar. Aslında gençlere de, ilk kez oy kullanacak olanlara sesleniyorlar. Seçim kampanyası yapmak, hele Türkiye’de olduğu gibi eşitsizler arasında, heyecanı da getirir. Gümbür gümbür bir kampanya yapmanız, insanların sokaklara inip sizin için oy istemesi… Böyle bir kampanya yapmayı düşünüyorsanız konvansiyonel yöntemlerle hükümetin çok daha kuvvetli olduğu bir yerde sokakları harekete geçirebilirsiniz. İnsanlar “Her şeye rağmen gider oy veririm’ diyor olabilir. Ama “Ben sokağa inip kampanya yaparım” diyen tek bir insan bulamazlar.

B.A.: Paradoksal bir durum var. Toplum gidişattan çok rahatsız ama gerçeklikle siyaset zemini arasındaki yarılma nedeniyle oy davranışlarını hâlâ geleneksel kodlar belirliyor. Çünkü siyasetin, seçmenin önüne koyduğu senaryo hâlâ eski kodlarla çalışıyor. Yine de hâlâ bir fırsat alanı var: Bu metinlerden veya bir araya gelişlerden yeni bir hikâye üretmek. Millet İttifakı’nın sorunlarından biri henüz bu coşku ve heyecanı üretememesi. 

Bir yandan da iletişim stratejisi sorunu var. Her partinin farklı bir yerde, farklı bir takım afişlerini görüyorsunuz. İyi Parti “Devlet şefkatlidir, merhametlidir” gibi şeyler söylüyor. Kemal Kılıçdaroğlu’nun afişlerinde Suriyelileri geri göndermek ya da bir takım problemleri çözmek var. Yani seçmenin önüne konacak, onu heyecanlandıracak, sokakları hareketlendirecek ve “kazanıyoruz” duygusu üretecek bütüncül hikâye henüz söylenmiş değil. Şubat sonuna kadar hem adaylık meselesi çözülür, hem de bu türde bir iletişim stratejisi oluşturulabilirse bazı şeyler değişebilir. Toplum bu gidişatın değişmesinden yana umut besliyor ama bunu henüz siyasi tercihine yansıtamıyor çünkü önündeki seçeneklerde umut ve heyecan görmüyor.