“Asıl çılgın proje gerçek bir demokrasiyi inşa etmek iddiasıdır”

-
Aa
+
a
a
a

Bekir Ağırdır, Altılı Masa’nın benimsediği yöntemleri ve tutumu değerledirirken yaklaşan seçimlere ve içinde olduğumuz seçim hazırlığı dönemine yönelik ihtiyaçları anlattı.

Güçler ayrılığının iptali ve hukuk devletinin çöküşü
 

Güçler ayrılığının iptali ve hukuk devletinin çöküşü

podcast servisi: iTunes / RSS

Ömer Madra: Merhaba Bekir. Altılı Masa’nın tek aday belirleyip belirlemeyeceği tartışılıyor. Belirlemeli mi? Aynı zamanda hukuk devletinin tamamen çöktüğüne dair de bazı haberler var.

Diyarbakır 7. Ağır Ceza Mahkemesi'nde istinafın bozma kararı doğrultusunda Kemal Kurkut'u kasten öldürmekten yargılanan polis Yakup Şenocak hakkında cezaya yer olmadığı kararı verildi. Ardından, dövülerek öldürülen Ali İsmail Korkmaz davasında polis Hüseyin Engin'e basit yaralamadan 7 ay 15 gün hapis cezası verildi. Hukuk ve adalet sistemini ciddi şekilde rencide eden bazı şeyler oluyor. Senin de Gazete Oksijen’deki yazında söylediğin gibi: “Bu hikâyenin sonunu değiştirecek olan ezberlerinden, hayaletlerinden kurtulmak ve önce av olmayı reddetmek. İhtiyaç alışılmış ya da iktidarın çizdiği zihni çerçeveden gerçek bir zihni kopuş.” Bunları konuşmakta yarar var.

Bekir Ağırdır: Burada yargının siyasallaşması gibi çok genel bir kanaat konuşuyoruz. Dilimize hemen o geliyor ama benim kanaatimce daha vahim başka bir durum var: “Denge denetleme mekanizmaları, güçler ayrılığı kalmadı” diyoruz. Halbuki karşımızdaki iktidarın bir zihni koalisyonu var. Tek başına Erdoğan'dan ibaret değil. AKP-MHP koalisyonu olarak değerlendirmenin kısıtlayıcı, sınırlayıcı olduğunu ve karşımızda bir zihni mutabakat olduğunu görmek gerekiyor. O zihni mutabakatın ana parametresi de tekliği savunması. Yani güçler ayrılığı istenmiyor.

“Yasama, yürütme, yargı hayata tek hedef ve devletin bekası içinden bakmalıdır ve buna uygun davranmalıdır” diye düşünüyorlar. Onun için adli yıl açılışında yüksek yargıçlar Cumhurbaşkanı'nın ayağına gidip tören yaptı. Generaller, Cumhurbaşkanı konuşurken alkış tuttu. Bunu bu çerçevede değerlendirmek gerektiğini düşünüyorum. Yani günün psikolojisi içinde değil, ideolojik olarak da böyle düşündükleri için alkışlıyorlar. Sistemin devletten ve devletin bekasından baktığını, yurttaşların hak ve özgürlüklerinin o zihniyetin içinde yer almadığını görmemiz gerekiyor.

“Cumhurbaşkanı adayı tek olmak zorundadır”

Ö.M.: Gündemdeki tartışma konularından biri de Altılı Masa’nın aday çıkarma süreci.

B.A.: Muhalefetin ve ülkenin ihtiyacı olan şey denge denetleme mekanizmalarının, güçler ayrılığının, kurum ve kuralların yeniden inşası. Dolayısıyla muhalefet siyaseti buradan kurabilirse oylarında da sıçrama üretecek. Çünkü bugün siyasi tercihlerin üzerinden değil de araştırmaların sonundaki kanaatlerden baktığımız zaman seçmenin çok ciddi bir sıkıntısı olduğunu görüyoruz. Ama bu siyasi tercihlere yansımıyor. Dolayısıyla muhalefetin yapması gereken hayatın ve seçmenin bu gerçekliğine uygun siyaset üretmek. Bu pencereden bakınca bir ortak adaya ihtiyaç var. Muhalefetteki diğer aktörlerin de onaylayacağı ve destekleyeceği bir ortak adaya ihtiyaç var. “Çoklu adayla girilsin, HDP de aday çıkarsın. İkinci turda en çok oy alan etrafında birleşilsin” yaklaşımı doğru değil.

HDP'ye bugün kendi adayını çıkarmak zorunda hissettiren mesele şu: Kürtlerin, HDP'nin ve HDP seçmeninin önümüzdeki dönemde yeniden inşa sürecinde aktif aktör olmak, onurlarını korumak, hak ettikleri saygınlığı duymak, hissetmek, görmek kaygısı ve talebi var. CHP'nin adayı zaten en yüksek oyu alacak. Dolayısıyla da ikinci turda herkes mecburcu gibi yeniden CHP’nin adayın etrafında birleşecek. Halbuki Kürtlerin ve HDP seçmeninin itiraz ettiği şey bu. Parlamentoda yeni dönemi, anayasayı, uzlaşmaları konuşacaksak muhalefetin en geniş temsiliyeti sağlayacağı seçim stratejisini kurması lazım. Cumhurbaşkanlığı söz konusu olduğunda hep beraber aynı adayın arkasında durmak gerekir. Ama milletvekilliği seçimi için strateji tek liste yapmak değil, her il için ayrı stratejiler geliştirerek maksimum temsiliyeti sağlayacak bir dağılım üretmeye çalışmak olmalıdır. Siyasi mühendislik hesaplamaları yapmak zorundayız çünkü işin özünde gerçek hayatın ürettiği sorunlar, ihtiyaçlarımız ve siyasetten beklentilerimiz var. Siyasi zemin ne yazık ki bu gerçeklikten beslenmiyor. O zaman da siyasi mühendislik hesaplamaları kaçınılmaz hâle geliyor.

Ö.M.: Oya Baydar, 17 Ocak tarihinde T24'te “Muhalefet şapkasından tavşan değil aslan çıkarabilir” başlıklı bir yazı kaleme almıştı. Hak, hukuk ve adaletin esamesinin okunmadığı şu günlerde muhalefetin elinde önemli bir koz olduğunu söylüyordu. Yani benzetmeyi sürdürürsek bir aslan olduğunu… Genel siyasi af önerisinde bulunuyordu. Mafya babalarının, suç örgütü reislerinin, uyuşturucu çetelerinin, özel infaz yasalarıyla ve türlü dalavereyle salıverilen kadın katillerinin, çocuk istismarcılarının dışarı çıkarıldığı bu ortamda; cezaevlerinde yüz bini aşkın siyasi tutuklu ve hükümlü var. “Terörle irtibatlı, FETÖ'cü, HDP'li, bir örgüte mensup, Gezici” diye sadece “muhalif, Kürt, gazeteci, yazan, çizen, konuşan, eleştiren” on binlerce insan içeride. OHAL döneminde keyfi kararnamelerle işinden uzaklaştırılmış, toplum dışına atılmış, kendi ifadeleriyle “yaşayan ölü” hâline getirilmiş on binlerce KHK'lı var. Oya Baydar, “Cumhuriyetin yüzüncü yılını kutlarken, toplumun kucaklaşmasına da vesile olacak bir siyasi af ilanı muhalefetin elini çok güçlendirir” diyor.

“İnsanlar terörden ya da ellerine silah aldıkları için değil fikirlerinden dolayı hapisteler”

B.A.: Önümüzdeki süreçte hâlâ üç aşama var: Birincisi, seçimi kazanacak sayıya ulaşmak. İkincisi, seçimi kazandıktan sonra güncel hayatı yönetmek. Ama asıl önemli olan üçüncü aşama: Yeniyi, inşa edeceğimiz toplumsal uzlaşmayı üretmek. Dolayısıyla son hedef için gerekli olan toplumsal uzlaşma bugün seçimi kesin bir biçimde kazanmak için de gerekiyor.

Son yıllarda siyaset “ekonomik projeciliğe” indirgendi. Siyasiler nedense ekonomi projeciliğiyle oy aldıklarını sanıyor. Halbuki bu projelerden değil, kimliklerden oy aldılar. Bugün de ÖTV indirimi gibi bir takım ekonomik vaatler değil, gerçekten toplumsal uzlaşmayı üretecek yeni bir hikâye ve o yeni hikâye için de saha temizliğinine ihtiyaç var. Farklı kümelerin, kimliklerin ya da siyasi tercihlere sahip olan insanların acılarını anlamak, yaslarına kalbimizi, gözümüzü, kulağımızı açmak ve onları anladığımızı hissettirmek gerekiyor. Dolayısıyla af bu çerçevede çok önemli bir unsur. Oya Baydar'ın da yazısında söz ettiği gibi insanlar esas olarak terörden ya da ellerine silah aldıkları için değil fikirlerinden dolayı hapisteler. Dolayısıyla Türkiye'deki sorunların en önemlilerinden biri ifade özgürlüğünün giderek kısıtlanıyor olması. Terörle mücadele kanununda yer alan, “teröre bulaşmamak ya da terör örgütüne üye olmamakla beraber terörü desteklemiş olmak” gibi ne anlama geldiği bile belli olmayan soyut bir tanım üzerinden karşımıza böyle bir tablo çıkıyor. Toplumun farklı kesimleri ya da siyasi tercihleri arasındaki duygusal kırılmaları ya da birbirine, kulağını, yüreğini kapatma hâlini aşmanın yollarından biri aftır. Ama tek başına af vaadi de, Oya Baydar'ın söylediği gibi, “aslan” niteliği taşımıyor.

Bizim siyasetçilerimiz “çılgın proje” lafını çok seviyor. Ben de diyorum ki “asıl çılgın proje gerçek bir demokrasiyi inşa etmek iddiasıdır.” Muhalefet biraz bu kapsamda düşünebilse bugün sokaklarda bile hissedeceğimiz bir coşku ve heyecan olurdu. Toplum da bunu bekliyordu ama henüz burada değiliz.

Ö.M.: 1689 yılında doğan, hukukçu ve filozof Montesquieu bir anayasal yönetim biçiminin adil yargılanma hakkına, yurttaş hak ve özgürlüklerin en geniş şekilde korunmasına, genel eşitliğin sağlanmasına ve köleliğin kaldırılmasına dayandığını yazıyor. “Demokratik cumhuriyetin temel ilke ve kaynağı erdem aşkıdır” diyor. Bu toplumun çıkarlarının daima özel çıkarların önünde tutulması azmiyle mümkündür.

B.A.: Türkiye'nin meselesi tek bir demokrasiyi inşa etmek. Yani her birimizin eksiklik duyarak, gizleyerek, saklamaya çalışarak, gizli gizli evin içinde yaşayarak değil; kendi kimlikleriyle, tercihleriyle, yaşam biçimleriyle, aidiyetleriyle, inançlarıyla onur duyarak, sokakta da özgürce var olabileceğimiz bir hayatı inşa etmek. 275 yıldır insanlık bunu tartışıyor ama o kadar da kolay gerçekleşmiyor. Siyasi aktörlerin, karar verici konumlardaki insanların zihniyetlerinde değişiklikler üretmeden bu değişim kolayca olmuyor. Toplumun bugün erdem ya da demokrasi talebine siyasetçilerden daha yakın olduğu görülüyor. Siyasi aktörler ne yazık ki çok geriden geliyor.

Şu an yeni bir iddianın coşku ve heyecanını, unsurlarını, parametrelerini tartışmıyoruz. Bugün siyasi hesaplamalar yapar hâle geliyoruz. Muhalefet, bütün bu süreyi doğru kullanmayarak kaçınılmaz olarak sayı hesabı yapmak zorunda kaldı. “Toplum buna yatkın”, “toplum balık hafızalı”, “toplum lider istiyor” gibi ezberlere yaslanıyorlar.

Özdeş Özbay: Oldukça durağan bir toplum imajı yaratılıyor. Annesinin karnından beri değişmeyen, muhafazakar bir toplum…

B.A.: Bizim elimizdeki verilere göre son on beş yılda nelerin değiştiği çok açık. Şimdi düşünün: Üçümüz de başka bir yemek hayal ediyoruz. Ama öğlen lokantaya gittiğimizde karşımızda musakka ve nohut var. Sonra da “Türklerin yüzde 65’i musakka yiyor” diyoruz. Bu doğru bir tanımlama, bir araştırma sonucu olmuyor.

Türkiye'de kutuplaşma, kimliklere sıkışma hâli var. Pandemi ve ekonomik kriz o siyasi kutuplaşmanın sadakat ilişkisini, kimliklere sıkışma duygusunu, hararetini azaltmıştı. Çünkü yoksullaşma, adaletsizlik, fırsat eşitsizliği ve özellikle de bu işsizlik ve hayat pahalılığı meselesi sınıfsal olan gerilimi yeniden baskın kılıyordu. Sınıfsal olandan, yoksulluk, adalet, demokrasi üzerinden yeni bir siyaset ve hikâye üretmedikçe başarılı olmak mümkün değil. Seçmen kutuplaşmanın pençesinden kurtulmaya çalışıyor, sadakat ilişkisi gevşemiş durumda. Ama hâlâ duygusal bir ilişki var. AKP'den çözülen insanlar, CHP'ye oy veremiyor ya da CHP'den çözülen insanlar AKP'ye oy vermiyor. İktidar bloğuyla muhalefet bloğu arasında geçiş yok denecek kadar az.

Ö.Ö.: Önceki seçimlerde AKP ve HDP arasında görece daha fazla geçiş vardı.

A.B.: Sisteme yakın tercihi olanların AKP dışında bir seçeneği yok. Sisteme muhalif olanların da HDP dışında bir seçeneği yoktu. CHP ve diğer muhalefet partileri örgütlü bile değil. O nedenle AKP ve HDP arasında sıkışma yaşandı. İktidar bloğuyla muhalefet bloğu arasında duygusal bir kutuplaşma var. O nedenle konuştuğumuz “çılgın proje”, seçmeni şimdiye kadar alışkın olduğu, ezberlediği bütün bu kutuplaşmaların dışında düşündürtme gerekliliğinden doğuyor. Hayaletler, öcüler, korkular, ezberler, bagajlar var. Birbirinin yasına, acısına, ihtiyaçlarına bile hissizleşmek, sağır olmak, dilsizleşmek var. Dolayısıyla seçmenin bu duyguların değil, umudun, coşkunun, heyecanın üzerinden düşünmesini sağlayacak bir dalga üretmek gerekiyor. Muhalefetin eleştirdiğim tarafı; ortaya bu duygu, utku ve heyecanı yaratacak bir iddia veya hikâye koyamaması. Aday tartışmalarına kitlenmiş bir muhalefetten var.

Ö.M.: Selahattin Demirtaş'ın yazdıklarından da ittifakın gerekli olduğu, ittifaka doğru gidişin istendiği görülüyor. Umudun yaratılmasının hâlâ mümkün olduğunu söyleyebilir miyiz?

B.A.: Hâlâ mümkün. Altılı Masa kendi arasında adaylık, vizyon, seçim stratejisi konusundaki mutabakatı ürettikten sonra emek ve özgürlük ittifakıyla da yeni bir ilişki zemininin oluşacağı umudunu taşıyorum. CHP içindeki adaylar etrafında, parti içinde ya da Altılı Masa’daki partililer arasında nasıl rekabet varsa HDP içinde de bir takım farklı tartışmalar var. HDP'nin duygusal talebini anlıyorum. Ama HDP'nin de aklıselim düşünmeye ve kendi içindeki tartışmayı bir başka düzlemde halletmeye ihtiyacı var. Seçimin sonucu ne olursa olsun, CHP ve HDP'de çok ciddi bir parti içi değişim ve dönüşüm olacağını tahmin ediyorum. Bu iki partinin, seçimin ürettiği sonuçlardan da etkilenerek çok ciddi bir tartışma ve değişme süreci yaşayacağını düşünüyorum.